SA‘DEDDÎN-i KÂŞGARÎ

(سعد الدين كاشغرى)

(ö. 860/1456)

Nakşibendî şeyhi.

Nisbesinden Kâşgar’da doğduğu anlaşılmaktadır. Ticaretle uğraşan bir ailenin çocuğu olup medrese tahsilini tamamladıktan sonra Nakşibendî şeyhi Nizâmeddin Hâmûş’a intisap etti. Hâmûş çoğunlukla Semerkant’ta yaşadığına göre ona burada intisap etmiş olmalıdır. Uzun yıllar şeyhinin sohbetinde bulundu ve ona hizmet etti. Ardından hacca gitmek amacıyla yola çıktı. Herat’a geldiğinde bilinmeyen bir sebeple orada kaldı ve hacca gidemedi. Nizâmeddin Hâmûş’un daha önce kendisine yapmış olduğu tavsiyeye uyarak gördüğü rüyaları tabir ettirmek için Herat’ın ünlü sûfîlerinden, Zeyniyye tarikatının kurucusu Zeynüddin el-Hâfî’nin yanına gitti. Hâfî kendisine intisap etmesini söylediyse de yapılan istihâreler sonunda intisaptan vazgeçildi. Sa‘deddîn-i Kâşgarî, Herat’ta ayrıca dönemin ünlü sûfîlerinden Kāsım-ı Envâr, Mevlânâ Ebû Yezîd Pûrânî ve Şeyh Bahâeddin Ömer’le de görüşüp kendilerinden istifade etti. Onun, birkaç küçük seyahat ve 844 (1440-41) yılında yaptığı hac dışında bundan sonraki hayatının çoğunlukla Herat’ta geçtiği anlaşılmaktadır. Nizâmeddin Hâmûş’un halifesi olarak irşad faaliyetine başlayan Kâşgarî, Buhara ve Semerkant’tan sonra Herat’ın da önemli bir Nakşibendî merkezi olmasını sağladı.

Sa‘deddîn-i Kâşgarî 7 Cemâziyelâhir 860 (13 Mayıs 1456) tarihinde Herat’ta vefat etti ve buraya defnedildi. Daha sonra müridi Abdurrahman-ı Câmî de onun yanına gömüldü. Kâşgarî ve Câmî’nin mezarları Safevî istilâsı döneminde tahrip edilmiş, Ahmed Şah Dürrânî (1747-1773) bu mezarları tamir ettirip mezar taşlarını yeniden diktirmiştir. Sa‘deddîn-i Kâşgarî geriye Hâce Muhammed Ekber (Hâce Kelân, ö. 914/1508) ve Hâce Muhammed Asgar (Hâce Hord, ö. 906/1500) adında iki çocuk, birçok mürid ve halife bıraktı.


Oğullarından Muhammed Ekber’in kızlarından biri Abdurrahman-ı Câmî, diğeri de Reşeĥât müellifi Fahreddin Safî ile evli idi. Kâşgarî, Mâverâünnehir’deki Nakşibendî şeyhlerinin aksine halvet ve riyâzeti tasavvufî bir eğitim metodu olarak kullanmıştır. “Biz yoktuk, Allah vardı. Biz olmayacağız, Allah olacak. Bugün de biz yokuz, Allah var” diyen Kâşgarî’nin (Fahreddin Safî, I, 313) diğer ilk dönem Nakşibendî şeyhleri gibi vahdet-i vücûdu benimsediği anlaşılmaktadır. “Hak Teâlâ’ya yakınlık senin O’nda kaybolmandır. Kendini ve gayrını kaybedip nerede olduğunu, nereden geldiğini ve yakınlığın mahiyetini dille anlatamamandır” diyen Kâşgarî hassas kalpli, nazik ve latif insanların Hak ile alâkalarının daha kuvvetli olduğunu, yapılan işlerin ve mesleklerin de insanın letâfetine tesir ettiğini söylerdi.

Kâşgarî’nin önde gelen müridleri şunlardır: Abdurrahman-ı Câmî, Şemseddin Muhammed Rûcî, Alâeddin Âbîzî, Nûrullah İsfendânî, Şehâbeddin Ahmed el-Bîrcendî, Abdülazîz Câmî, Muhammed Câmî, Mevlânâ Pîr Ali Câmî, Hâfız İsmâil Rûcî, Ahmed Kârîzî, Mevlânâ Hacı Mezârî, Mîr Rengrîz, Azîzullah Bûzcânî ve Mîr Kelân Hakkarûnî. Bunlardan ilk dördü Nakşibendiyye tarikatının yayılmasında önemli hizmetlerde bulunmuştur. Amasya’da 857 (1453) yılında kurulan Yâvedûd Tekkesi’nin ilk şeyhi Sun‘ullah Buhârî’nin de Sa‘deddîn-i Kâşgarî’nin halifelerinden olduğu kaydedilmektedir (Amasya Târihi, I, 253-254).

Sa‘deddîn-i Kâşgarî’nin bazı sözleri bir müridi tarafından derlenmiş ve bunlardan bir kısmı on altı parça halinde Reşeĥât’ta nakledilmiştir. Kâşgarî’nin aslen isimsiz olan ve muhtemelen yine müridleri tarafından derlenen risâlelerine müstensihler farklı isimler vermiştir. Bunlardan Risâle-i Źikriyye Seyyid Ali Âl-i Dâvûd tarafından neşredilmiştir (MaǾârif, XIV/3, [Tahran 1376/1988], s. 87-94). Risâle der Teveccüh (Millet Ktp., Ali Emîrî Efendi, Farsî, nr. 1028) ve Risâle der Kelimât-ı Ķudsiyye (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1387) henüz yazma halindedir.

BİBLİYOGRAFYA:

Abdurrahman-ı Câmî, Nefeĥâtü’l-üns (nşr. Mahmûd Abîdî), Tahran 1375 hş./1996, s. 408-410; Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 456; Fahreddin Safî, Reşeĥât-ı ǾAynü’l-ĥayât (nşr. Ali Asgar Muîniyân), Tahran 1977, I, 205-232, 313; Ali b. Mahmûd Ebîverdî, Ravżatü’s-sâlikîn, Kitâbhâne-i Gencbahş (İslâmâbâd), nr. 4049, s. 27-42; Hândmîr, Ĥabîbü’s-siyer, IV, 59; Muhammed b. Hüseyin el-Kazvînî, Silsilenâme-i Ħâcegân-ı Naķşibend, Süleymaniye Ktp., Laleli, nr. 1381, vr. 10b-12b; M. Tâhir Hârizmî, Silsile-i Naķşibendiyye, Özbekistan Fenler Akademisi Bîrûnî Şarkiyat Enstitüsü Ktp., nr. 69, vr. 136b-138a; Gulâm Server Lâhûrî, Ħazînetü’l-Ǿaśfiyâǿ, Kanpûr 1312/1894, I, 573-576; Amasya Târihi, I, 253-254; A. A. Semenov, Sobranie Vostoçnih Rukopisei Akademii Nauk Uzbekskoi SSR, Taşkent 1955, III, 270; Risâle-i Mezârât-ı Herât (nşr. Fikrî Selcûkī), Kâbil 1344 hş./1965, neşredenin notları, s. 52-54; Necdet Tosun, Bahâeddîn Nakşbend: Hayatı, Görüşleri, Tarîkatı, İstanbul 2002, s. 133-135, 269, 331, 333; Hüseyin Berzger, “SaǾdüddîn-i Kâşġarî”, Dânişnâme-i Edeb-i Fârsî (nşr. Hasan Enûşe), Tahran 1380, I, 483; Hamid Algar, “SaǾd al-Dīn Kāѕћҗћarī”, EI² (İng.), VIII, 704.

Necdet Tosun