RÜ’YETULLAH

(رؤية الله)

Müminlerin âhirette Allah’ı görmesi anlamında bir kelâm terimi.

Sözlükte “görmek” mânasındaki rü’yet kelimesiyle “Allah” lafzından meydana gelen bir terkiptir. Kur’an’da rü’yetullah terkibi geçmemekle birlikte inkârcıların dünyada Allah’ı görme ve peygamberlerden Allah’ı kendilerine gösterme taleplerinden söz edilmiştir. Yeryüzünde azgınlık gösterip fesat çıkaran Firavun, veziri Hâmân’a Mûsâ’nın kendisinden inanmasını istediği ilâhı görebilmek için yüksek bir kule inşa etmesini emretmiştir (el-Mü’min 40/36-37). Mûsâ ve Hârûn’un uzun mücadelelerden sonra Firavun’un elinden kurtardıkları İsrâiloğulları, putlara tapınan bir kavmi görünce peygamberlerinden kendileri için o putlar gibi gözle görülen bir ilâh yapmalarını istemişler (el-A‘râf 7/138), hatta apaçık görmedikçe Allah’a inanmayacaklarını söylemişler, Hz. Mûsâ’nın rabbiyle konuşmaya gittiği sırada altın buzağıya tapınmışlardır (el-Bakara 2/55; en-Nisâ 4/153; Tâhâ 20/86-91). Mekke döneminin ortalarında ve sonlarında nâzil olan sûrelerde, tevhid inancına karşı direnen müşriklerin Allah’ı görmedikçe veya Allah ile melekler yanlarına gelmedikçe iman etmeyecekleri yolundaki beyanları yer almış (el-Furkān 25/21; el-En‘âm 6/158; el-İsrâ 17/92), onların bu anlayışına Medenî sûrelerde de temas edilmiştir (el-Bakara 2/210). Ahmed b. Hanbel, Mekkeli müşriklerin Hz. Peygamber’den Allah’ı kendilerine göstermesini istemeleri üzerine, “Gözler O’nu göremez, O ise gözleri görür” meâlindeki âyetin (el-En‘âm 6/103) indiğini, ancak bunun dünya için söz konusu olduğunu söyler (er-Red Ǿale’z-zenâdıķa ve’l-Cehmiyye, s. 59). Âhireti tasvir eden âyetlerde o gün parıldayan yüzlerin rablerine bakacağı, kâfirlerin ise rablerinden mahrum kalacağı ifade edilir (el-Kıyâme 75/22-23; el-Mutaffifîn 83/15).


Hadislerde rü’yetullah yerine “rü’yetü rab” tabiri geçer (Buhârî, “Mevâķīt”, 16; Müslim, “Zühd”, 16). Sahih hadislerde belirtildiğine göre müminler, bulutsuz bir günün öğle vaktinde güneşi ve bulutsuz bir gecede dolunayı gördükleri gibi Allah’ı âhirette görecektir (Müsned, III, 16; IV, 13-14; Buhârî, “Tevhîd”, 24; Müslim, “Îmân”, 299, “Zühd”, 16). Diğer bazı rivayetlere göre hiçbir mümin ölünceye kadar Allah’ı göremeyecektir (Müslim, “Fiten”, 95). Ashap mi‘rac münasebetiyle Resûl-i Ekrem’e, “Allah’ı gördün mü?” diye sormuş, o da, “Nurdur, nasıl göreyim?” veya, “Sadece bir nur gördüm” cevabını vermiş (Müslim, “Îmân”, 291-292), Hz. Âişe ise, “Muhammed’in Allah’ı gördüğünü söyleyen kimse yalan konuşmuş olur” diyerek Resûlullah dahil kimsenin dünyada Allah’ı görmediğini ve gözlerin Allah’ı idrak etmediğini bildiren âyetin bunu açıkladığını belirtmiştir (Buhârî, “Tevĥîd”, 4). Bazı rivayetlerde Hz. Peygamber’in Allah’ı rüyada gördüğü ve rabbini rüyada gören kimsenin cennete gireceğini müjdelediği nakledilmiştir (Dârimî, “Rüǿyâ”, 12).

Rü’yetullah meselesi II. (VIII.) yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan itikadî konulardan biridir. Ahmed b. Hanbel’in verdiği bilgiye göre, Sümeniyye ile Allah’ın varlığı konusunda tartışmalar yapan Cehm b. Safvân’ın Allah’ın duyularla algılanamayan bir varlık olduğunu, insanın ruhunu göremediği gibi Allah’ı da göremediğini söylemiştir. Böylece Cehm, Allah’ın gözle görülemeyeceğini önce akıl yürüterek ispatlamaya çalışmış, daha sonra gözlerin Allah’ı idrak etmediğini açıklayan müteşâbih âyeti kendi anlayışı doğrultusunda yanlış bir te’vile tâbi tutmuştur (er-Red Ǿale’z-zenâdıķa ve’l-Cehmiyye, s. 66). İbn Rüşd rü’yetullah tartışmalarının ortaya çıkışını Mu‘tezile’nin ulûhiyyet anlayışına bağlar (el-Keşf, s. 153).

Rü’yetullah konusunda âlimlerce benimsenen görüşler iki noktada incelenebilir. A) Dünyada Rü’yetullah. Allah’ın dünyada görülmesi hakkında iki farklı görüş ortaya çıkmış olup birincisine göre bu mümkündür. Müşebbihe ve bazı Sûfiyye gruplarının benimsediği bu telakkinin delili Allah’ı zikretme, sevme ve O’na fazlaca ibadet etme sonucunda yaşandığı söylenen ruhî tecrübelerden ibarettir. Ancak kontrolü mümkün olmayan, daima yanıltma ihtimali taşıyan bu yöntem bağlayıcı bir delil olarak kabul edilmemiştir (İbn Teymiyye, V, 489-490). İkinci anlayışa göre peygamberler dahil olmak üzere hiçbir insan Allah’ı dünyada göremez. Nitekim Hz. Mûsâ, Allah’ı dünyada görmek istemiş, fakat, “Sen beni asla göremezsin” cevabını almıştır (el-A‘râf 7/143). Ayrıca Kur’an gözlerin Allah’ı göremeyeceğini haber vermiş (el-En‘âm 6/103), âlimler de bu âyete rü’yetullahın dünyada vuku bulmayacağı anlamını vermiştir (Taberî, XII, 19). Sahih hadislerde de rü’yetullahın âhirette gerçekleşeceği bildirilmiştir. Âlimlerin büyük çoğunluğu bu görüştedir (Ahmed b. Nâsır, s. 126-136).

Resûl-i Ekrem’in dünyada Allah’ı görüp görmediği konusu da tartışılmıştır. Bir telakkiye göre bu olay gerçekleşmiştir, çünkü mi‘rac hadisleri içinde Resûlullah’ın Allah’ı gördüğünü ifade eden rivayetler mevcuttur (Lâlekâî, III, 512-520). İbn Abbas, Ebû Zer el-Gıfârî, Zührî gibi sahâbe ve tâbiîn âlimleriyle İbn Huzeyme, Nevevî, Kādî İyâz gibi Selefiyye ve bazı Sûfiyye mensupları bu görüştedir. Söz konusu rivayetlerin bir kısmı zayıf veya uydurma, bir kısmı da mutlak ifadeler olduğundan bu tür deliller Hz. Peygamber’in dünyada Allah’ı gözleriyle gördüğünü kanıtlayıcı nitelikte görülmemiştir (İbn Ebü’l-İz, I, 222-224; Ahmed b. Nâsır, s. 138-148). Diğer anlayışa göre ise Resûl-i Ekrem, Allah’ı gözleriyle görmemiştir. Çünkü Kur’an’da vahiy yoluyla, perde arkasından veya elçi melek aracılığı ile konuşma dışında hiçbir insanın Allah ile konuşamayacağı bildirilmiştir (eş-Şûrâ 42/51). Resûl-i Ekrem, Allah’ı görmüş olsaydı mutlaka O’nunla konuşacaktı ve bu şekil dördüncü bir yöntemi teşkil edecekti; halbuki Kur’an’da böyle bir konuşma şeklinden söz edilmemiştir. Mi‘rac gecesinde Resûlullah, Allah’ı değil Cebrâil’i görmüştür. Ayrıca Hz. Âişe, yukarıda belirtildiği gibi Resûl-i Ekrem’in Allah’ı gözleriyle gördüğünü söyleyen kişinin yalan konuştuğunu, zira kendisinin bunu ona sorup öğrendiğini bildirmiştir. Başta Hz. Âişe ve İbn Mes‘ûd olmak üzere ashap ve tâbiînin yanı sıra kelâmcılarla hadisçilerin çoğunluğu bu görüştedir (Dârekutnî, s. 75-76; Ahmed b. Nâsır, s. 161-164).

Âlimlerin bir kısmı Hz. Peygamber’in yanı sıra sâlih müminlerin de Allah’ı kalp gözüyle (rüyada ve ruhen) görebileceğini ileri sürmüş ve bu konudaki bazı hadisleri delil getirmiştir (Müsned, I, 368). Buna karşılık bazı kelâm âlimleri Allah’ı rüyada da görmenin mümkün olmadığı kanaatindedir (Nûreddin es-Sâbûnî, s. 43). İbn Teymiyye, iman ve itaat derecesine göre sâlih müminlerin Allah’ı rüyada görebileceğini, fakat imanı ne kadar kâmil olursa olsun Allah’ı rüyada gördüğü gibi tasavvur edemeyeceğini söyler (MecmûǾu fetâvâ, II, 390). Mu‘tezile kelâmcılarına göre Allah’ın kalben görülmesi O’nun aklî bilgilerle bilinmesi demektir.

B) Âhirette Rü’yetullah. Allah’ın âhirette görülmesi konusunda âlimlerce benimsenen görüşler şöylece özetlenebilir: 1. Allah Teâlâ âhirette müminler tarafından görülecek, fakat kâfirler bundan mahrum kalacaktır. Kur’ân-ı Kerîm’de, “O gün rablerine bakan parlak yüzler vardır” meâlindeki âyette geçen “ilâ rabbihâ nâzırah” ifadesi (el-Kıyâme 75/22-23) bunun açık delilidir. Çünkü burada “ilâ” edatıyla kullanılan “nazara” fiili Hz. Mûsâ’nın Allah’ı görme talebini dile getiren âyette (el-A‘râf 7/143) “enzur ileyk” şeklinde geçmekte ve “baş gözünün bakması” anlamına gelmektedir. Gözlerin Allah’ı idrak edemediğini bildiren âyet ise (el-En‘âm 6/103) gözlerin Allah’ı dünyada göremeyeceği veya O’nun zâtını kuşatamayacağı mânası taşır (Taberî, XII, 13-18). Ayrıca rü’yetullah, Kur’an’da görmeyi dolaylı şekilde ifade eden ve “yüzyüze karşılaşma” mânasına gelen “likā” kelimesi ve bu kökten türeyen fiillerle de anlatılmıştır (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “liķāǿ” md.). Bu âyetler âhirette müminlerin Allah’ı çıplak gözle göreceğine işaret etmektedir. Buna karşılık kâfirlerin âhirette kör (Allah’ı görme özelliğinden yoksun) olarak haşredilecekleri ve bu sebeple Allah’ı göremeyeceklerine dair âyetler mevcuttur (Tâhâ 20/124; el-Mutaffifîn 83/15). Rü’yetle ilgili hadislerin bir kısmına yukarıda temas edilmiştir. İbn Kayyim el-Cevziyye, büyük çoğunluğu sahâbî olan yirmi altı râvi yoluyla Resûlullah’a ulaşan rü’yet hadislerini sıralamış (Ĥâdi’l-ervâĥ, s. 416-459), ardından ashap, tâbiîn ve önde gelen âlimlerin olumlu görüşlerini zikretmiştir (a.g.e., s. 459-474).

Allah’ın âhirette görülmesi aklen de mümkündür, çünkü görülme var olma şartına bağlıdır. Cenâb-ı Hakk’ın ekmel mânada varlığı kesin olduğuna göre O’nun görülmesi gerekir (İbn Teymiyye, VI, 136). Varlık ortak bir terim olmakla birlikte her mevcutta farklı anlam düzeyinde bulunur ve görme bazan ortak, bazan da farklı yargılarla ilişkilendirilir. Bu sebeple görülme teşbih ve tecsîme yol açmadığı gibi Allah’ın zâtına yeni bir anlam da eklemez (Eş‘arî, el-LümaǾ, s. 32). Allah’ın dünyada görülmeyişi âhirette de görülemeyeceğine delil teşkil etmez. Nitekim insanın dünyada var olan pek çok şeyi görememesi bunların görülemez oluşundan değil onları görme yeteneğine sahip kılınmayışındandır (Ebü’l-Berekât en-Nesefî, vr. 33a-34a). İnsan bedeninin yeniden ve mükemmel bir


şekilde inşa edileceği âhiret âleminde gözlerinin de Allah’ı görebilecek bir yeteneğe kavuşturulması mümkündür. Selefiyye ve Ehl-i sünnet âlimleri bu görüştedir. Selefiyye’ye göre Allah’ın âhirette müminlerce gerçek anlamda müşahede edilerek görülmesi -dünyadaki görme olayında gerçekleştiği gibi- hem Allah’ın hem de O’nu görecek müminlerin karşı karşıya gelmesini, ayrıca bir yerde ve bir yönde bulunmasını zorunlu kılar. Rü’yetullahın bu çerçevede kabul edilmemesi halinde Sünnî kelâmcılarla rü’yetullahı kabul etmeyen Mu‘tezile kelâmcıları arasında lafız farkından başka bir görüş ayrılığı kalmaz (Ahmed b. Nâsır, s. 61, 122). Sünnî kelâmcılardan Mâtürîdî ve Fahreddin er-Râzî, Selefiyye’nin düşündüğü şekilde Allah’ı görmenin O’nun maddî türden bir varlık olmasını gerektireceğinden bunun kabul edilemeyeceğini belirtmiş; Allah’ın yer, yön ve karşılaşma olmaksızın keyfiyeti bilinemeyen bir şekilde âhirette görüleceğini, ayrıca bu açıdan rü’yetin aklen değil sadece naklen kanıtlanabileceğini söylemiştir (Kitâbü’t-Tevĥîd, s. 127-128; Kitâbü’l-ErbaǾîn, I, 277). Bunların dışında kalan Eş‘ariyye ve Mâtürîdiyye kelâmcıları rü’yetullahın aklî bilgilerle de kanıtlanabileceğini kabul etmiştir. Ehl-i sünnet âlimleri arasında kıyamet gününde kâfirlerin Allah’ı görüp görmeyeceği konusunda ihtilâf vardır. Tercih edilen anlayışa göre kâfirler de mahşerde Allah’ı görecek, fakat daha sonra cehennem azabının yanı sıra O’nu görmekten mahrum bırakılmakla da cezalandırılacaktır. Âhirette meleklerin de Allah’ı göreceği âlimlerin çoğunluğu tarafından kabul edilmiştir (Süyûtî, II, 397-398; Ahmed b. Nâsır, s. 186-187).

2. Allah dünyada görülemediği gibi O’nun âhirette de görülmesi mümkün değildir. Zira Kur’an’da gözlerin Allah’ı göremediği açıkça belirtilmiş (el-En‘âm 6/103), Hz. Mûsâ’nın kavminden Allah’ı görme talebinde bulunanların dünyada cezalandırıldığı haber verilmiştir (el-Bakara 2/55; en-Nisâ 4/153). Hz. Mûsâ’nın Allah’ı görme talebinde bulunmasını konu edinen âyete gelince (el-A‘râf 7/143), bundan bir peygamberin muhal olan bir şeyi istemeyeceği biçiminde sonuç çıkarmak yerine isteğin mâkul bir şekilde te’vil edilmesi gerekir. Şöyle ki: Hz. Mûsâ, Allah’ı görmenin imkânsızlığını kanıtlamak amacıyla kavmi adına O’nu görmek veya bir mûcize vasıtasıyla hakkında zaruri bilgi sahibi olmak istemiştir. Âyetin zâhirî mânaya geldiğinin kabul edilmesi halinde bile bundan yine rü’yetullahın imkânsız olduğu sonucu çıkar. Çünkü Allah’ı görme talebinde bulunan Hz. Mûsâ, Tûr’a tecelli eden Allah’ı görememiş ve sonunda bu isteğinden ötürü tövbe etmiştir (el-A‘râf 7/143). “O gün rablerine bakan parlak yüzler vardır” meâlindeki âyet de (el-Kıyâme 75/22-23) rü’yetullahın âhirette vuku bulacağını kanıtlamaz. Söz konusu âyet müteşâbih olup Allah’ın görülemeyeceğini açıklayan muhkem âyetin ışığında, “O gün rablerinin mükâfatını bekleyen parlak yüzler vardır” şeklinde te’vil edilmelidir (Taberî, XII, 20-21; Kādî Abdülcebbâr, s. 264-269; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, III, 85; XIV, 229; XXX, 227). Ayrıca âyetlerde insanın Allah ile konuşma şekilleri arasında yüzyüze konuşma yoktur (Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, XXVII, 187). Sahih hadislerde de hiçbir insanın Allah’ı dünyada ve âhirette göremeyeceği bildirilmiştir, buna muhalif rivayetler teşbih ve tecsîm inancını içerdiğinden sahih değildir veya râvilerce eksik nakledilmiştir (Kādî Abdülcebbâr, s. 268-270). Aklî bilgiler de Allah’ın görülemeyeceğini teyit eder, çünkü gözler sadece bir yerde ve bir yönde bulunan sonlu ve sınırlı maddî varlıkları görebilir; Allah ise bu türden bir varlık değildir ve maddî özellikler taşımaktan münezzehtir. Teşbih ve tecsîmden kaçınmak için rü’yetullahı reddetmek aklî bir zorunluluktur (a.g.e., s. 248-261). İbn Rüşd, âlimlerin rü’yetullahla ilgili âyetleri te’vil ederek Allah’ın görülemeyeceğine inanmaları gerektiğini, halkın ise âyetlerin zâhirî mânasına uygun olarak O’nun görülebileceğine inanmasında bir sakınca bulunmadığını söyler; esasen halk cisim olmayan bir varlığın mevcudiyetini düşünemez (el-Keşf, s. 157-159).

Rü’yetullah konusunda ortaya çıkan farklı telakkilerden, ilgili âyetlerin ilmî te’vil ölçülerine ve sahih hadislere göre anlaşılması halinde Allah’ın âhirette görüleceğini kabul eden Ehl-i sünnet’e ait görüşün daha isabetli olduğu ortaya çıkar. Ehl-i sünnet âlimleri, Allah’ın âhirette müminlerce görüleceğini ve kâfirlerin bundan mahrum bırakılacağını bildiren âyet ve sahih hadislerden hareketle görüş belirlerken buna karşı olan grup, önce kendine göre bazı aklî gerekçelerden yola çıkarak Allah’ın görülemeyeceği tarzında bir anlayış ortaya koymuş, ardından bunu müteşâbih âyetlerle delillendirmek istemiş, buna mukabil O’nun âhirette görüleceğini haber veren âyetlere dil kurallarına ve Hz. Mûsâ’nın Allah’ı görme talebini konu edinen âyetteki kullanıma aykırı biçimde isabetsiz yorumlar getirmiş, ayrıca sahih hadisleri reddedip sahih hadis mecmualarında yer almayan rivayetler ileri sürmüş, rü’yetullahı inkâr ederken ontolojik açıdan âhireti dünya ile aynı statüde kabul etmiştir. Halbuki birçok nassın haber verdiğine göre âhiretin şartları dünyaya göre tamamen farklı olacaktır. Bu sebeple Cenâb-ı Hakk’ın insanları, ebediyet âleminde zâtını görmelerini mümkün kılacak ve gözlerinden perdeyi kaldıracak şekilde bir yaratılışa kavuşturması mümkündür (krş. Kāf 50/22). Bu aynı zamanda Allah’ın kâfirlere karşı müminlere bahşedeceği müstesna bir lutuf olup âdil ve mün‘im oluşuna da uygundur.

Rü’yetullaha dair çeşitli eserler kaleme alınmış olup bazıları şunlardır: Ebû Bekir el-Âcurrî, et-Taśdîķ bi’n-nažar ila’llāhi teǾâlâ fi’l-âħire (Beyrut 1988); Dârekutnî, Rüǿyetullāhi Ǿazze ve celle (Kahire 1991); Meryem Abdurrahman Zâmil, Rüǿyetullāh beyne’s-Selef ve’l-İǾtizâl (Mekke 1979); Şâkir Abdülcebbâr, Keyfe nera’llāh (Bağdat 1983); Abdülazîz b. Zeyd er-Rûmî, Delâletü’l-Ķurǿân ve’l-âŝâr Ǿalâ rüǿyetillâhi bi’l-baśar (Riyad 1985); Ahmed b. Nâsır b. Muhammed Âl-i Ahmed, Rüǿyetullāhi teǾâlâ ve taĥķīķu’l-kelâm fîhâ (Mekke 1991); Abdurrahman b. Abdurrahman el-Ehdel, Ǿİžâmü’l-minne fî rüǿyeti’l-müǿminîn rabbehüm fi’l-cenne (Mekke 1998); Temel Yeşilyurt, Tanrı’nın Aşkınlığı Bağlamında Rü’yetullah Sorunu (Malatya 2001). Konuyla ilgili makaleler arasında P. M. de Contenson’un “La théologie de la vision de Dieu au début du XIIIe siècle” (Revue des sciences philosophique et théologique, XLVI [1962], s. 409-444); Georges Vajda’nın “Le problème de la vision de Dieu (ru’ya) d’après quelques auteurs ši’ites duodécimains” (La Shi’isme imamite, [ed. T. Fahd, Paris 1970], s. 31-54); Fethullah Huleyf’in “Rüǿyetullāh Ǿinde’l-MuǾtezile ve Ehli’s-sünne” (Dirâsât felsefiyye = Etudes philosophiques [ed. Osman Emin - İbrahim Madkour, Kahire 1974], s. 79-96); A. K. Tuft’ın “The Ru’ya Controversy and the Interpretation of Qur’an Verse VII (al-A.rāf) 143” (HI, VI/3 [1983], s. 3-41) ve Hikmet Akdemir’in “Taberi’ye Göre Rü’yetullah Meselesi” (Harran Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, III [2002], s. 7-26) adlı makaleleri sayılabilir.

BİBLİYOGRAFYA:

Kāmus Tercümesi, IV, 966; Müsned, I, 368; III, 16; IV, 11,12, 13-14, 360, 365-366; Ahmed b. Hanbel, er-Red Ǿale’z-zenâdıķa ve’l-Cehmiyye (ǾAķāǿidü’s-selef içinde), s. 59, 66; Taberî, CâmiǾu’l-beyân (Şâkir), XII, 13-21; Eş‘arî, Maķālât (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Beyrut 1990, I, 289; a.mlf., el-LümaǾ (nşr. R. J. McCarthy),


Beyrut 1952, s. 32; Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevĥîd (nşr. Bekir Topaloğlu - Muhammed Aruçi), Ankara 1423/2003, s. 120-134; Âcurrî, et-Taśdîķ bi’n-nažar ila’llāhi teǾâlâ fi’l-âħire (nşr. Semîr b. Emîn ez-Züheyrî), Beyrut 1988, s. 39-86; Dârekutnî, Kitâbü’r-Rüǿye (nşr. İbrâhim Muhammed el-Alî - Ahmed Fahrî er-Rifâî), Zerkā/Ürdün 1990, s. 67-79; Kādî Abdülcebbâr, Şerĥu’l-Uśûli’l-ħamse, s. 248-261, 264-270; Lâlekâî, Şerĥu uśûli iǾtiķādi Ehli’s-sünne ve’l-cemâǾa (nşr. Ahmed Sa‘d Hamdân), Riyad, ts. (Dâru Tayyibe), III, 454-463, 512-521; İbn Rüşd, el-Keşf Ǿan menâhici’l-edille (nşr. M. Âbid el-Câbirî), Beyrut 1998, s. 153-159; Nûreddin es-Sâbûnî, el-Bidâye fî uśûli’d-dîn (nşr. Bekir Topaloğlu), Dımaşk 1399/1979, s. 41-43; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, III, 85; XIII, 130; XIV, 229-231; XVII, 87; XXVII, 187; XXX, 227; a.mlf., Kitâbü’l-ErbaǾîn fî uśûli’d-dîn (nşr. Ahmed Hicâzî es-Sekkā), Kahire 1406/1986, I, 277; Ebü’l-Berekât en-Nesefî, el-İǾtimâd fi’l-iǾtiķād, Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 3085, vr. 33a-34b; İbn Teymiyye, MecmûǾu fetâvâ, II, 390; V, 249-251, 489-490; VI, 136; İbn Kayyim el-Cevziyye, Ĥâdi’l-ervâĥ (nşr. Yûsuf Ali Büdeyvî - Muhyiddin Müstû), Beyrut 1411/1991, s. 197-198, 228-229, 278, 416-474; İbn Ebü’l-İz, Şerĥu’l-ǾAķīdeti’ŧ-Ŧaĥâviyye (nşr. Abdullah et-Türkî - Şuayb el-Arnaût), Beyrut 1408/1987, I, 222-224; Teftâzânî, Şerĥu’l-Maķāśıd (nşr. Abdurrahman Umeyre), Beyrut 1409/1989, IV, 182; Seyyid Şerîf el-Cürcânî, Şerĥu’l-Mevâķıf, Kahire, ts., VIII, 236; Süyûtî, Tuĥfetü’l-cülesâǿ bi-rüǿyetillâh li’n-nisâǿ, Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-Arabiyye), II, 397-401; Ahmed b. Nâsır, Rüǿyetullāhi teǾâlâ ve taĥķīķu’l-kelâm fîhâ, Mekke 1411/1991, tür.yer.; M. Yûsuf Mûsâ, el-Ķurǿân ve’l-felsefe, Kahire, ts. (Dârü’l-maârif), s. 98; Daniel Gimaret, “Ruǿyat Allāh”, EI² (İng.), VIII, 649.

Temel Yeşilyurt