RESİM

(الرسم)

Sözlükte “ayak izi, kalıntı, kalemle çizme, işaret koyma” anlamlarındaki resm kökünden türeyen resim “bir şeyin çizgi veya boya ile kâğıt, bez, tahta gibi düz bir satıh üzerine yapılan şekli, bunu yapmak için gerekli yöntemleri öğreten sanat; fotoğraf” mânalarına gelir; resim sanatıyla uğraşan kişiye ressâm denir. Resim kelimesi Arapça kökenli olmakla birlikte klasik Arapça’da resim ve resim yapma karşılığı olarak daha çok sûret (çoğulu suver) ve tasvîr kullanılır. Sûret ve suver yanında aynı kökten türeyen fiiller Kur’ân-ı Kerîm’de insana Allah tarafından verilen şekli ifade etme bağlamında yer alırken (Âl-i İmrân 3/6; el-A‘râf 7/11; Gāfir 40/64; et-Tegābün 64/3; el-İnfitâr 82/8) birçok hadiste bunun yanı sıra “resim ve heykel” anlamlarında da geçer (Wensinck, el-MuǾcem, “svr” md.). Aynı kökten musavvir (biçimlendiren) Allah’ın isimlerinden biridir (el-Haşr 59/24). Bunlarla ilgili olan timsâl kelimesi Kur’an’da çoğul şekliyle (temâsîl) iki âyette yer alır (el-Enbiyâ 21/52; Sebe’ 34/13). Bunlardan ilkinin “putlar” mânasında olduğu açık olup ikincisinin anlamı tartışmalıdır (aş.bk.). Sûret ve timsal “bir nesnenin şekli, resmi” ve “heykel” mânasındadır. Bazı hadislerde bu kelimelerin beraberce veya birbiri yerine kullanıldığı görülür (el-Muvaŧŧaǿ, “İstiǿźân”, 6). Dil bilginlerinin bir kısmına göre timsalin gerçek anlamı sadece ruh sahibi varlıklarla ilgili olup cansız nesneler hakkında mecazen kullanılırken sûret hem canlı hem cansız varlıkların biçimlerini ifade eder (Mutarrizî, I, 486; II, 257-258). Sözlükte “büyük ve iri at, ağaç, bina” mânalarına gelen heykel, Arapça’da Hz. Îsâ ve Meryem’in üç boyutlu tasvirleri bulunan kilise anlamında da kullanılmış, daha sonra bir nesnenin herhangi bir malzemeyi yontarak veya başka bir işlemle şekil vererek yapılan üç boyutlu benzerini ifade etmeye başlamıştır. Literatürde sûret genellikle resim ve heykeli kapsayacak biçimde kullanılmış, ayırım yapılmak istendiğinde heykel için “gölgesi olan sûret”, resim için “gölgesi olmayan sûret” denilmiş, bazan da heykel timsal ve temâsille anlatılmıştır. Günümüzde kitap, elbise, kumaş, halı, duvar, tavan gibi bir düzey üzerine uygulanan somut ya da soyut varlıkların şekillerinin çizimi yanında karikatür, minyatür, nakış, süsleme, sembol, teknik resim, sanayi ürün tasarımı, mimari plan, harita, şema, dijital çizim ve fotoğraf da geniş anlamıyla resim kapsamında kabul edilir. Heykel ise bir maddeden yontularak, kalıba dökülerek veya yoğrulup pişirilerek biçimlendirilen üç boyutlu mücessem eserleri kapsamaktadır.

İlâhî dinlerde genellikle resim ve heykel yapımına olumsuz bakılmasıyla putperestliği engelleme düşüncesi arasında önemli bir ilişkinin bulunduğu anlaşılmaktadır. İbn Abbas, insanlık tarihinde putperestliğin, iyilikleriyle tanınmış insanların hâtırasını yaşatma amacıyla heykellerinin yapılması sonucunda ortaya çıktığını belirtmiştir (Buhârî, “Tefsîr”, 71/1). Tevhid inancını yerleştirme mücadelesinin önderlerinden olan Hz. İbrâhim’in hayatında putları kırma eylemi özel bir yere sahiptir (el-Enbiyâ 21/52). Tevrat’ta on emirden ikincisinde, “Kendin için oyma put, yukarıda göklerde olanın yahut aşağıda olanın yahut yerin altında olanın hiç sûretini yapmayacak, onlara eğilmeyeceksin” denilmekte (Çıkış, XX/4-6; Tesniye, V/8), erkek, kadın, kara hayvanı, balık ya da kuş sûretinde put yapılması yasaklanmaktadır (Tesniye, IV/16-18). Hıristiyanlık’ta da zaman zaman tasvire karşı çıkılmış, Helenistik pagan ikonografiyi hıristiyanlaştırarak sürdüren Bizans kültüründe 726-843 yılları arasında gelişen ikonoklazma (put kırıcılık) hareketi sadece haç ve bitki süslemeleri gibi cansız nesnelerin resminin yapılmasına izin vermiştir. Protestanlığın kurucusu Martin Luther de kiliselerden resim ve heykelleri kaldırtmıştır. Hz. Peygamber, Mekke’nin fethinden sonra Kâbe’nin içinde bulunan putların kırılıp kaldırılmasını emretmiş ve bu sırada, “Hak geldi, bâtıl yok oldu” âyetini (el-İsrâ 17/81) tekrar ederek okumuştur (Buhârî, “Tefsîr”, 17/12; Müslim, “Cihâd”, 84). Resûl-i Ekrem’in Kâbe’deki bütün put ve resimleri imha edip Hz. Îsâ ile Meryem’e ait bir resmi bıraktığına dair zayıf rivayet ise (Ezrakī, I, 165) konuyla ilgili sahih rivayetlerle ve Hz. Peygamber’in putperestliğe karşı tavrıyla uyuşmamaktadır. Öte yandan bazı düşünür ve sanatçılar, resim ve heykel yasağını sanata bir başka düzlem kazandıran olumlu bir gelişme olarak görmüşlerdir.

Klasik dönem İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğu insan ve hayvan heykeliyle resimlerinin yapılmasını haram saymakla birlikte bitkilerin ve cansız nesnelerin resminin yapılmasını, yine baş kısmı olmamak veya hayatta kalamayacak bir görünümde olmak ya da üstüne basılan, dayanılan halı, minder gibi saygı gösterilmekten uzak eşya üzerinde bulunmak kaydıyla insan ve hayvanların resmedilmesini câiz görmüşlerdir. Ayrıca resimli ya da mücessem olan çocuk oyuncaklarının kullanımına cevaz verilirken haç gibi İslâm inancına aykırı sembollerin kullanımı haram kabul edilmiştir. Bu görüşler Hz. Peygamber’den rivayet edilen şu hadislere dayanır: Evde gördüğü resimli bir örtüyü asılı olduğu yerden çıkaran Resûl-i Ekrem, “Kıyamet günü insanlardan en şiddetli azaba uğrayacak olanlar Allah’ın yarattıklarının benzerini yapanlardır” buyurmuş, bunun üzerine Hz. Âişe örtünün kumaşından yastık yapmıştır (Buhârî, “Libâs”, 91). Resimli bir eşya satın alan Âişe’ye Resûlullah, “Bu resimleri yapanlara kıyamet günü azap edilir ve onlara, ‘Hadi, yaptığınız şu sûretlere can verin!’ denilir; içinde resim bulunan eve melekler girmez” demiştir (Buhârî, “Libâs”, 92). Ümmü Habîbe ve Ümmü Seleme, Habeşistan’da içinde sûretler (resim veya heykeller) bulunan bir kilise gördüklerini anlatınca Hz. Peygamber, “Onlar içlerinden hayırlı bir kişi öldüğünde kabri üzerine mâbed inşa ederler, içine de bu sûretleri yaparlardı; işte onlar kıyamet günü Allah katında yaratılmışların en kötüsüdür” demiştir (Buhârî, “Śalât”, 48; Müslim, “Mesâcid”, 16). Resûl-i Ekrem, üzerinde canlı resimleri bulunan eşyalar sebebiyle Cebrâil’in eve girmeyip (Buhârî, “Libâs”, 92), resimlerin baş tarafının kesilmesini veya örtünün yere serilmesini istediğini bildirmiştir (Nesâî, “Zînet”, 114). Resim çizmekle geçimini sağlayan bir kimsenin bu konuda kendisine danıştığı İbn Abbas, resim çizenlerin âhirette cezalandırılacağına dair hadisi aktardıktan sonra eğer işini sürdürmek zorundaysa cansız şeyleri ve ağaçları çizmesini tavsiye etmiştir (Buhârî, “BüyûǾ”, 104; Müslim, “Libâs”, 99). Resûlullah, namazda kendisini meşgul ettiği gerekçesiyle üzerinde resim bulunan bir örtünün kaldırılmasını istemiş (Buhârî, “Libâs”, 91), diğer


bir rivayete göre ise dünyayı hatırlattığı gerekçesiyle üzerinde kuş resmi olan bir örtüyü kaldırtmıştır (Müslim, “Libâs”, 88). Bununla birlikte Hz. Peygamber’in kumaş üzerindeki nakşı bu yasaktan müstesna tuttuğu, bu sebeple bazı sahâbîlerin evlerinin kapısına resimli perde astığı rivayet edilmiştir (Buhârî, “Libâs”, 90). Resûl-i Ekrem üzerinde haç resmi bulunan ev eşyalarını kaldırmış (Buhârî, “Libâs”, 90), kız çocuklarının oyuncak bebeklerle oynamasına izin vermiştir (Buhârî, “Edeb”, 81).

Geçmişte ve günümüzde bazı âlimler canlıların resim ve heykellerinin yapılmasının haram olmadığını savunmuştur. Bu görüşte olanlar daha çok, Kur’an’da kötülenmeden zikredilmesi durumunda İslâm’dan önceki semavî dinlere ait hükümlerin (şer‘u men kablenâ) müslümanlar bakımından da geçerli olduğu yönündeki usul görüşünden yola çıkarak Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Süleyman’ın heykeller yaptırdığından (es-Sebe’ 34/13) ve Hz. Îsâ’nın çamurdan kuş sûreti yaparak Allah’ın izniyle ona can verdiğinden (Âl-i İmrân 3/49; el-Mâide 5/ 110) olumsuz bir ifade kullanılmaksızın söz edilmesini delil gösterirler. Heykel yapmak câiz olunca canlı resmi yapmanın öncelikle câiz olacağını savunan bu görüşe göre heykel ve resim, tapınma veya saygı gösterilme amacıyla yapılması, başka bir dinin sembolü olması, çıplaklık unsuru taşıması gibi unsurlar sebebiyle haram kılınmıştır (İbn Atıyye el-Endelüsî, IV, 409; M. Reşîd Rızâ, IV, 1414, 1417). Anılan âyetlerin cevaz hükmüne delil olamayacağını savunan çoğunluğa göre Hz. Süleyman’la ilgili âyette geçen “temâsîl” kelimesi cansız varlıkların heykellerini ifade etmiş olabilir; Hz. Îsâ’nın uygulaması ise peygambere has mûcizevî bir olay olarak değerlendirilmelidir. Ayrıca Kur’an ve Sünnet’in yürürlükten kaldırıldığını bildirdiği önceki semavî dinlere ait hükümler müslümanlar açısından kaynak niteliği taşımaz; hadislerde resim ve heykel yapmanın haram olduğu açıkça bildirildiğine göre anılan âyetler bu konuda delil olmaz.

Bir kısım âlimler de hadislerdeki yasağın heykel yapımına yönelik olduğunu belirtmiş, bazı hadislerde yer alan “kumaştaki nakış / alâmet dışında” ifadesini iki boyutlu resme izin verilmesi şeklinde yorumlamış, Hz. Peygamber’in, evindeki resimli örtüleri kaldırtıp yalnızca halı ya da minder olarak kullanılmasına izin vermesini onun sade hayat tarzını koruma ve namazı huşû içinde kılma amacıyla açıklamış (Buhârî, “Śalât”, 15; Müslim, “Libâs”, 87, 88), Zeyd b. Hâlid gibi bazı sahâbîlerin evlerinin kapısında üzerinde canlı hayvan resmi bulunan perde asılı olmasını (Müslim, “Libâs”, 85, 86) hadislerdeki sûret yasağının heykelle ilgili olduğunu gösteren bir karîne kabul etmiştir (İbn Hacer, X, 388; M. Revvâs Kal‘acî, II, 1246-1251). Bu görüşü eleştiren çoğunluk konuyla ilgili yasaklayıcı hadislerin birçoğunda perde, örtü vb. kumaş üzerindeki resimlerden söz edildiğini, yasağın dışında tutulan “rakm”ın resimden çok nakış, elbise üzerine konulan damga, alâmet vb. şeyleri belirttiğini ve hadislerin bir kısmında resimli kumaşın minder örtüsü olarak kullanılmasına izin verilmesinin hadislerdeki yasağı zühd gerekçesiyle açıklamayı zorlaştıracağını, birçok hadiste genel anlamda resim yapmanın kötülendiğini, sözü edilen sahâbîye bu hadislerin ulaşmamış olabileceğini ifade etmiştir.

Bazı âlimler ise canlı-cansız ayırımı yapmamış, hadislerde kötülenen Allah’ın yaratmasına benzeme çabasının canlı ve cansız bütün yaratıkların resimlerini yapma faaliyetinde var olduğunu, güneş gibi cansız varlıklara da tapıldığını, bu sebeple putperestliğe yol açma tehlikesinin bu durumda da var olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu görüşü de eleştiren çoğunluk, rivayetlerin tamamının bir arada değerlendirilmesi durumunda sûret yasağıyla ilgili hadislerde canlı sûretlerden söz edildiğinin görüleceğini, ayrıca canlılardan farklı olarak ay, güneş, yıldız ve ağaç gibi nesnelere tapan putperestlerin bu nesnelerin resim ve heykellerine değil bizzat kendilerine ibadet ettiğini, dolayısıyla bu tür varlıkların sûretlerinin yapımında putperestliğe yol açma tehlikesinin bulunmadığını, bu sûretlerin bâtıl bir dinin sembolü olarak kullanılması halinde tıpkı canlı resimlerinde ve haçta olduğu üzere bunların sûretlerinin yapılmasının da haram sayılacağını belirtmişlerdir (Bedreddin el-Aynî, IX, 312; İbn Âbidîn, I, 649).

Modern dönemde âlimlerin bir kısmı -resim yasağının putperestliğe yol açması endişesiyle alâkasına dikkat çekerek- günümüzde ortaya çıkan ihtiyaçlar sebebiyle bu yasağa birtakım istisnalar getirilebileceğini, hatta bazıları resmin câiz olup olmamasında fayda-zarar kriterinin esas alınması gerektiğini ifade eder. Bu tartışmalarda fotoğraf çektirme konusu da ele alınmıştır. Birinde fırça, diğerinde makine kullanılması dışında aralarında fark bulunmadığı için sadece güvenlik, tıbbî ihtiyaçlar, resmî evrakta kullanma gibi zorunlu hallerde fotoğraf çektirmeyi câiz gören eğilimin fotoğrafların devlet adamlarının tanrılaştırılması, müstehcenliğin ve ahlâksızlığın yayılması gibi İslâm dininin onaylamadığı amaçlarla kullanılması olgusundan etkilendiği anlaşılmaktadır. Hâkim kanaate göre ise fotoğraf resme kıyaslanamayacağı için câizdir. Bazıları, fotoğrafla resim arasındaki farkı belirtmek için eski fetvalarda suda veya aynada yansıyan sûretin hükmü hakkında yapılan açıklamalara başvurmuş, bazıları da fotoğraf çekmenin bir alet yardımıyla gölgeyi hapsetmekten ibaret olduğunu, fotoğrafta resimde olduğu gibi Allah’ın yaratma sıfatıyla boy ölçüşme anlamının bulunmadığını, ayrıca fotoğrafa olan ihtiyacın hadislerde yasağın dışında tutulan elbise üzerindeki nakış ve süslemelerle ilgili ihtiyaçtan daha fazla olduğunu söylemiştir.

İslâm âlimleri arasında, dili yazıya aktarmak üzere kullanılan harf ve sayı gibi sembollerin çiziminin mubahlığı hususunda bir tartışma bulunmadığı gibi Uzakdoğu ülkelerinde yaygın olup sembollerden oluşan resim yazısının da mubahlığı tartışma konusu olmamıştır. Haç gibi bâtıl inançları temsil eden sembollerin çizilmesi ve üzerinde bulunduğu eşyanın kullanılması ise haram sayılmıştır. Hz. Peygamber’in yere çizgiler çizerek sahâbeye bazı konuları anlattığı bilinmekte olup (Buhârî, “Riķāķ”, 4) harita ve teknik resim türü çizimlerin mubahlığı hususunda herhangi bir ihtilâf söz konusu değildir. Ebru, tezhip, çinicilik, oymacılık, halı dokumacılığı ve oyalardaki nakış ve süslemelerde olduğu gibi soyut resimlerin mubahlığı konusunda da ihtilâf bulunmamaktadır. Minyatür, karikatür ve çizgi filmleri oluşturan resimler genel anlamda resmin hükmüyle ilgili yukarıda geçen tartışmalar ışığında farklı biçimlerde değerlendirilmiştir.

Literatürde resim yaptırma, resimli eşyanın ticaretini yapma ve duvar resimleri yahut asılı resimler bulunan yerde namaz kılmanın hükmü üzerinde de durulmuştur. Yapılması veya kullanılması câiz görülen resimleri yaptırmanın ve böyle resimler taşıyan eşyanın alınıp satılmasının câiz görüleceği açıktır. İnsan veya hayvan resmi yapmanın haram olduğu kanaatini taşıyan bazı âlimler, üzerinde bu tür resimler bulunan eşyanın satın alınmış olması durumunda halı, kilim veya minder gibi kullanılabileceğini belirtmiştir. Dört mezhebe göre resim ve heykel bulunan yerlerde namaz kılmak mekruh sayılmıştır. Bu konuda yukarıda geçen hadisler dışında gayri müslimlere benzeme yasağı (Ebû Dâvûd, “Libâs”, 4) ve sahâbenin uygulaması delil gösterilmiştir. Hz. Ömer ve


İbn Abbas’ın, içinde sûret bulunması sebebiyle kiliseye girmeyi ve orada namaz kılmayı mekruh gördükleri nakledilir (Buhârî, “Śalât”, 54). Hanefî mezhebinde resmin üzerine secde yapılması veya namaz kılanın önünde resim bulunması resmin duvarlarda veya tavanda bulunmasına göre daha sakıncalı görülmüş, ancak dikkatli şekilde bakılmadıkça görülmeyen küçük resimlerin olduğu yerde namaz kılınması mekruh sayılmamıştır. Yine küçük olması ve yüceltme amacı taşımaması sebebiyle resimli yüzük takmak ve resimli para kullanmak câiz görülmüş, açıkta olmayıp cep vb. bir yerde taşınması sebebiyle üzerinde böyle para bulundurarak namaz kılmanın da câiz olacağı belirtilmiştir. Öte yandan İslâm âlimleri dindeki özel konumları sebebiyle peygamberlerin sûretinin yapılmasını câiz görmemiş, çağdaş âlimler bu hükmün tiyatro ve film yoluyla temsil hakkında da geçerli olduğunu ifade etmiştir.

İslâm dinini kendinden önceki dinlere indirgeme eğiliminde olan bazı şarkiyatçılar, resim yasağının İslâm âleminde Yahudiliğin tesiriyle veya Hıristiyanlığa tepki olarak ya da Bizanslılar’daki ikonoklazma hareketinin etkisiyle II. (VIII.) yüzyıl sonlarından itibaren ortaya çıktığını, İran fethinde sahâbîlerin İran hükümdarının sarayındaki resimlere dokunmaması, para basımında Emevî Hükümdarı Abdülmelik b. Mervân dönemine (685-705) kadar üzerinde resim bulunan paraların basılmış olması ve bazı Emevî saraylarında duvar resimlerinin yer alması gibi olgular karşısında resim yasağı hükmünün izah edilemeyeceğini ileri sürmüşlerdir. Bu görüş şöyle eleştirilmiştir: Aynı kaynaktan gelen ilâhî dinlerin hükümleri arasında benzerlik bulunması tabiidir. Ancak Bizanslılar’da görülen put kırıcılık hareketinin, İslâm dünyası karşısında gittikçe gerileyip toprak ve güç kaybeden hıristiyanların müslümanlardan etkilenerek dinlerinin esaslarına dönme ihtiyacını hissetmelerine bağlanması daha mâkul görünmektedir. Öte yandan Emevî hükümdarlarının birçok konuda dinî hükümlere aykırı hareketlerde bulundukları, bu sebeple sahâbe döneminden itibaren İslâm âlimleri tarafından uyarıldıkları bilinmektedir; yaptırdıkları saraylarda bulunan resimlerin de İslâm âlimlerince onaylandığını söylemek mümkün değildir. Resimli paraların kullanılmasına gelince o dönemde devlet tarafından basılan belirli bir paranın bulunmadığı, alışverişlerde bazan altın ve gümüş parçalarının para yerine sarfedildiği, bazan da gayri müslim devletlerin bastığı resimli paraların kullanıldığı bilinmektedir. Ancak sahâbenin yaptıkları binalarda, kurdukları şehirlerde ve ürettikleri ya da kullandıkları elbise, ev eşyası gibi çeşitli eşyalarda canlı resimlerine yer vermemeye dikkat ettikleri konuyla ilgili rivayetlerden anlaşılmaktadır.

Modern dönemde ileri sürülen, putperestliğe yol açma illeti ortadan kalktığı için artık sûret yasağının söz konusu olmadığı yönündeki görüş şöyle eleştirilmiştir: Sûret yasağının illetinin putperestliğe yol açma tehlikesiyle sınırlı olmayıp Allah’ın yaratmasına benzeme ve onun yaratması ile boy ölçüşme gerekçesinin de bu hükümde etkili olduğu hadislerden anlaşılmaktadır. Ayrıca putperestliğin hâlâ yaygın olduğu günümüzde putperestliğe götüren yolların kapatılmasına ihtiyaç kalmadığını söylemek mümkün değildir. İnsanlığın entelektüel düzeyinin yükseldiği ve tevhidi koruma ihtiyacının ortadan kalktığı, eski devirlerde insanların düşünce ve tahayyül güçlerinin yeterince gelişmemiş olması sebebiyle putlara tapındıkları ve bu yüzden resmin haram kılındığı şeklindeki yorumlar aydınlanmacı ve pozitivist tarih anlayışının etkisiyle yapılmaktadır. Sanatlar doğdukları çevrenin dünya görüşünü ve hayat anlayışını yansıtır; diğer bir ifadeyle varlık tasavvuru, kültürel ve ahlâkî durumla sanatlar arasında sıkı bir ilişki bulunur. Geçmişte Hz. İbrâhim’in dini ve Hıristiyanlık gibi bazı ilâhî dinlerin yabancı kültürlerin ve siyasî şartların tesiriyle değişikliğe uğradığı dönemlerde bu dinlerin önderlerine ait resim ve heykeller dinî semboller halini alarak yaygınlaşmış, Kâbe’nin içi ve kiliseler put, resim ve heykellerle doldurulmuş, aslında tevhid inancına sahip olan bu dinlerin mensupları zamanla putperestliğin etkisi altına girmiştir. Heykel ve canlı resimlerinin yasaklanması öncelikle putperestliğe yol açabilecek bâtıl inançların önlenmesine yöneliktir. Bu bakımdan ressam veya heykeltıraşın niyeti ve tamamen estetik duygularla hareket etmesi çok önemli değildir; çünkü sanat eserinin içinde yer aldığı dünya görüşü ve medeniyet sanatçıdan bağımsız olarak onlara bir anlam ve fonksiyon yüklemekte, sanat biçimlerinin, içinde ortaya çıktıkları medeniyet ve kültürle yakından ilişkisi bulunmaktadır (Sorokin, s. 41). Nitekim antik Yunan’dan günümüze resim ve heykellerin dinî imaları olagelmiş, Buda ve Hz. Îsâ ile ilgili resim ve heykeller ancak dinî bir bağlam içinde yorumlanabilmiştir. Heykelin Katolikler’de, resmin Ortodokslar’da dinî anlamları bulunan semboller biçiminde kullanılması, Îsâ heykelinin ve ikonlarının kiliselerde ve evlerde bulunuşu, bunların ibadetlerde, duada ve gündelik hayatta kullanımı, çeşitli ülkelerdeki festivallerin bu semboller etrafında yürütülmesi putperest kültürün bir biçimde devam ettiğini göstermektedir. Sûret ve heykelleri madde ötesi güçleri temsil eden nesneler olarak görme, hatta bunlara insanın tapınma ihtiyacını karşılayacak bir kutsallık atfetme şeklindeki beşerî yanılgının çok yoğun olduğu bir dönem ve toplulukta ortaya çıkan İslâmiyet Allah’tan başka hiçbir yaratıcının ve mutlak güç sahibinin bulunmadığı fikrini mesajının odak noktası yaptığı için insanları tevhid akîdesinden uzaklaştıracak tehlikelere karşı temkinli davranmış, bu tavrın gereği olarak Hz. Peygamber belirtilen nesnelerin günlük yaşantıda yer tutmaması hususunda titizlik göstermiştir. Ancak İslâm tebliğinin ileri dönemlerinde naslardaki tasvirle ilgili yasaklayıcı ve tehditkâr ifadelerde azalma görüldüğü gibi, müslümanların bu ilkel yanılgıdan iyice uzaklaşması ve bu yönüyle şirke bulaşma tehlikesinin azalmasına paralel olarak İslâm âlimlerinin de resim ve sûretler hususunda daha müsamahakâr davranmaya başladıkları görülmektedir. Heykel konusunda daha katı davranılması da bu anlayışın sonucudur. Dinde haram ve helâle konu olan şeyin nesneler (a‘yân) değil eylemler (ef‘âl) olduğu dikkate alındığında bu konuda yasaklananın resim ve sûretin bizzat kendisi olmayıp, bunların kişileri şirke götürmesi, kutsallık ve tapınma aracı yapılması olduğu açıktır. Buna göre anılan endişenin ve tehlikenin varlığı nisbetinde yasaklık hükmünün varlığını koruyacağı, bunun bulunmayıp daha çok bir ihtiyacın, estetik duygusunun ifadesi olduğu durumlarda bu tür faaliyetleri aslî hüküm olan mubah çerçevesinde değerlendirmenin uygun olacağı anlaşılmaktadır. Resim çizme ve heykel yapmanın Allah’ın yaratıcılığına özenme anlamı taşıması halinde bunun İslâm inancıyla bağdaşmayacağı, şekillendirme yeteneğine, keşif ve sanat gücüne sahip kimselerin bu gücü kendilerinden bilerek kibir ve gurura kapılmayıp bu kabiliyeti Allah’ın bir lutfu olarak görmeleri gerektiği, bu sanatın ahlâk dışı ve zararlı amaçlara araç yapılmasının dinen sakıncalı olduğu ise kuşkusuzdur (bk. Apaydın, IV, 1829-1831). Öte yandan ilk dönemden itibaren müslümanların çoğunlukla uydukları sûret yasağı İslâm medeniyetinde estetik duygunun ifadesi olarak ortaya çıkan çizim ve süsleme sanatını belli bir istikamete yönlendirme


gibi bir işlev de görmüştür. Bunun neticesinde güzelliği ifade etmek üzere müslüman sanatçılar başka bir bakışla tahayyül, çizim ve boyamanın farklı terkiplerini ortaya koymuş, bu anlayışı yansıtan hat, tezhip, ebru gibi sanat dalları ortaya çıkmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “rsm”, “śvr”, “mşl”, “hkl” md.leri; Tâcü’l-Ǿarûs, “rsm”, “śvr”, “mşl”, “hkl” md.leri; M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “śvr” md.; Buhârî, “Śalât”, 48; Şâfiî, el-Üm, VI, 181-182; Ezrakī, Aħbâru Mekke (Melhas), I, 165, 167, 168, 169; Tahâvî, Şerĥu MeǾâni’l-âŝâr (nşr. M. Zührî en-Neccâr), Beyrut 1399, IV, 282-287; Serahsî, el-Mebsûŧ, I, 211; İbn Atıyye el-Endelüsî, el-Muĥarrerü’l-vecîz (nşr. Abdüsselâm Abdüşşâfî Muhammed), Beyrut 1413/1993, IV, 409; Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, Aĥkâmü’l-Ķurǿân (nşr. M. Abdülkādir Atâ), Beyrut 1972, IV, 8-12; Kâsânî, BedâǿiǾ, V, 126-127; Burhâneddin el-Mergīnânî, el-Hidâye, İstanbul 1986, I, 64; Mutarrizî, el-Muġrib fî tertîbi’l-muǾrib (nşr. Mahmûd Fâhûrî - Abdülhamîd Muhtâr), Halep 1399/1979, I, 486; II, 257-258; Kurtubî, el-CâmiǾ, XIV, 275; Nevevî, Şerĥu Müslim, XIV, 81-91; İbn Hacer, Fetĥu’l-bârî (Hatîb), X, 386-395; Bedreddin el-Aynî, ǾUmdetü’l-ķārî, Kahire 1392/1972, IX, 312; İbnü’l-Hümâm, Fetĥu’l-ķadîr, I, 414-416; Şirbînî, Muġni’l-muĥtâc, III, 247-248; Şevkânî, Neylü’l-evŧâr, Beyrut 1973, II, 151; VI, 359; İbn Âbidîn, Reddü’l-muĥtâr (Kahire), I, 647-650; M. Reşîd Rızâ, Fetâvâ (nşr. Selâhaddin el-Müneccid - Yûsuf K. Hûrî), Beyrut 1391/ 1971, IV, 1392-1418; Abdullah b. Ali en-Necdî el-Kasîmî, Müşkilâtü’l-eĥâdîŝi’n-nebeviyye ve beyânühâ (nşr. Halîl el-Meys), Beyrut 1405/1985, s. 183-187; Muhammed el-Habeş, Aĥkâmü’t-taśvîr fi’l-fıķhi’l-İslâmî, Dımaşk 1987, s. 33-53, 75; Mevdûdî, Tefhîmü’l-Kur’ân (trc. Muhammed Han Kayanî v.dğr.), İstanbul 1987, IV, 449-455; a.mlf., Fetvâlar (trc. Mahmud Osmanoğlu - A. Hamdi Chohan), İstanbul 1992, I, 199-202, 334-337, 379; II, 269; Yûsuf el-Kardâvî, el-Ĥelâl ve’l-ĥarâm fi’l-İslâm, Kahire 1988, s. 97-115; Ahmed Mustafa Ali el-Kudât, eş-ŞerîǾatü’l-İslâmiyye ve’l-fünûn: et-Taśvîr, el-mûsîķā, el-ġınâǿ, et-temŝîl, Beyrut 1408/1988, s. 81-89, 98-102; Muhammed İmâre, el-İslâm ve’l-fünûnü’l-cemîle, Kahire 1411/1991, s. 118; Ahmet Yakutcan - Cuma Ömür, İslâmda Resim, Heykel ve Mûsikî, İzmir 1991, s. 43-51; Osman Şekerci, İslâm’da Resim ve Heykel, İstanbul 1996, s. 24-30; Pitirim A. Sorokin, Bir Bunalım Çağında Toplum Felsefeleri (trc. Mete Tunçay), İstanbul 1997, s. 41; Mustafa Sabri Efendi, “Dîn-i İslâm’da Hedef-i Münâkaşa Olan Mesâilden Sûret”, Beyânülhak, I, İstanbul 1324, s. 426-428, 492-495, 528-530, 570-573; “et-Taśvîr ve’s-śuver”, ME, XI/1 (1940), s. 163-165; Zaky M. Hassan, “The Attitude of Islam Towards Painting”, Mecelletü külliyyeti’l-âdâb, VII, Kahire 1944, s. 1-15; Osman Keskioğlu, “İslâm’da Tasvir ve Minyatürler”, AÜİFD, IX (1961), s. 11-23; “Taśvîr”, Mv.F, XII, 92-131; A. J. Wensinck - [T. Fahd], “Śūra”, EI² (İng.), IX, 889-892; M. Revvâs Kal‘acî, “Śûret”, el-MevsûǾatü’l-fıķhiyyetü’l-müyessere, Beyrut 1421/2000, II, 1246-1251; Yunus Apaydın, “Sûret”, İslâm’da İnanç, İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi (ed. İbrahim Kâfi Dönmez), İstanbul 2006, IV, 1825-1831.

Tuncay Başoğlu