REÎSÜLKÜTTÂB

(رئيس الكتّاب)

Osmanlı bürokrasisinde yazı işlerini yürüten Divan Kalemi’nin âmiri.

Osmanlı Devleti’nde reîsülküttâblık bir grup kâtibin yöneticiliğini yapmak üzere ortaya çıkmış bir müessesedir. XV-XVI. yüzyıl belgelerinde daha çok reîs-i küttâb, daha sonra reîsü’l-küttâb ve reis efendi, bazan da reîsü’l-küttâb-ı Dîvân-ı Hümâyun şeklinde geçer. Makam için de riyâset ve riyâset-i küttâb adları yaygındır. Klasik dönem Osmanlı devlet teşkilâtının merkezî yönetim organı olan Dîvân-ı Hümâyun’un maliye dışındaki yazışmalarını yürüten kâtipler Dîvân-ı Hümâyun kâtibi olarak anılmakta ve reîsülküttâb yönetiminde nişancıya bağlı bulunmaktaydı. Reîsülküttâb şeklindeki isimlendirme İslâm devletlerindeki bürokratik geleneğe de uygunluk göstermektedir. İlhanlılar ve Mısır Abbâsîleri döneminde reîsülküttâb tabirinin kullanıldığı bilinmektedir. Anadolu Selçukluları’nda “melikü’l-küttâb” unvanını taşıyan divan görevlileri mevcuttu; görevleri de Osmanlılar’daki nişancılık ve reîsülküttâblığın görevlerine benziyordu. Osmanlılar’da reîsülküttâblık müessesesinin ne zaman ortaya çıktığı konusunda tam bir açıklık mevcut değildir.

Bu kurum hakkındaki en eski bilgiler Fâtih Sultan Mehmed’in Teşkilât Kanunnâmesi’nde bulunmaktadır. Buna dayanılarak kurumun Fâtih devrinden önce de mevcut olduğu kabul edilir. Ancak bu kanunnâmenin tarihlendirilmesi hususundaki şüpheler sebebiyle bazı araştırmacılar, kanunnâmenin geç bir tarihte oluşturulduğu veya reîsülküttâblığın geçtiği kısımların daha sonra metne ilâve edildiği yolunda görüşler ileri sürmüşlerdir. Özellikle Kanûnî Sultan Süleyman’nın saltanatının ilk yıllarında çeşitli kanunlaştırma faaliyetleri dolayısıyla bu işi yapmakta olan nişancının yükünü hafifletmek üzere oluşturulduğu gibi bir fikirle de bu görüş desteklenmektir. Kanunnâmede reîsülküttâblık hakkında yer alan maddelerin açık şekildeki uygulamasının ancak XVI. yüzyıl kaynaklarında görülmekte olması bu görüşlerin başlıca dayanağıdır. Bazı Osmanlı kaynaklarında verilen bilgiler reîsülküttâblığın en azından Yavuz Sultan Selim zamanında mevcut olduğuna işaret eder. Haydar Çelebi Rûznâme’sinde, Yavuz Sultan Selim’in Dulkadır Beyliği’ni ilhak ettikten sonra İstanbul’a dönüşünde (29 Cemâziyelevvel 921 / 11 Temmuz 1515) Dil’den (Dil İskelesi) kayığa binerek İstanbul’a girdiği, ismi verilmeyen reîsülküttâbın da bu esnada Pîrî Paşa ve nişancı ile ayrı bir kayıkla hareket ettikleri belirtilmektedir (Feridun Bey, I, 465). Aynı kaynak, 921’de (1515) yine adı belirtilmeyen reîsülküttâbın nişancı ile birlikte yirmi iki berat, bir beylerbeyi beratı ve istimâletnâme olmak üzere toplam otuz adet evrakın yazılması için davet edildiğini, hazineden kâğıdı reîsülküttâbın aldığını, bunların tanziminin nişancı odasında yapılarak kapı ağasına reîsülküttâb vasıtasıyla teslim edildiğini kaydeder (a.g.e., I, 470-471). Bu bilgilere göre reîsülküttâbın yaptığı işler bu makamın gelişkin dönemlerinde yapmış olduğu işlerin aynısıdır. Bu durum, klasik şekilde olmasa bile Osmanlı Devleti’nin ilk zamanlarından itibaren divanın onu yürüten kâtipler ve âmirlerinden oluşan bir bürokrasisinin mevcudiyeti de dikkate alınırsa reîsülküttâblık gibi bir müessesenin en azından Fâtih devrinde var olduğuna işaret eder.

XVI. yüzyıl başlarında reîsülküttâblık nişancının emrinde çalışan, Dîvân-ı Hümâyun’da görevli bir grup kâtibin yöneticisini ifade etmekteydi. Başlıca görevleri Dîvân-ı Hümâyun toplantılarında arzuhalleri sesli olarak okumak, telhis kesesini sadrazamın yanına koymak, divandan çıkan, nişancı veya kendisi tarafından müsveddesi hazırlanan fermanların kontrolünü yapmak, timar tahsis belgesi olan tahvil hükmünü hazırlamak, timar ve zeâmetlerin beratlarını yazdırmak, merkezden yapılan tayinleri deftere işlemek ve berat için ruûs tezkiresi adı verilen, defterdeki kaydın sûretini vermekti. Bu görevlerde bütün XVI. yüzyıl boyunca fazla bir değişiklik olmamış, sadece işlerin hacmi artmıştır. XVI. yüzyılın sonlarından itibaren nişancının aslî vazifelerinden olan fermanlara tuğra çekme, tahrir defterleri üzerinde gereken tashihleri yapma, ihtiyaç baş gösteren konularda kanun tedvin etme gibi işlerin yoğunlaşması sebebiyle bunlara göre ikinci dereceye düşen divan kâtiplerinin idaresi, hüküm müsveddelerinin kaleme alınması, beratların kontrolü gibi vazifeleri reîsülküttâblarca üstlenmeye başlanmıştı. Hem bu işlerin kazandığı yoğunluk hem de reîsülküttâba bağlı bürokrasinin kaydettiği gelişme beylikçi, kesedar, mümeyyiz gibi daha alt görevlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. XVII. yüzyılın ortalarında Bâbıâli’nin kurulması ile birlikte reîsülküttâblık buraya taşındı. Ancak Dîvân-ı Hümâyun’daki görevleri devam etmekteydi.

Bâbıâli’ye intikaliyle beraber reîsülküttâblık birçok yeni görev yüklendi. XVII. yüzyıl sonlarına doğru bürokrasinin merkezîleşmesine paralel biçimde bürokratik işlerin kazandığı yoğunluk sadrazamların yükünü arttırdığından resmen olmasa bile fiilen birçok bürokratik iş reîsülküttâblara devredildi. Nitekim sadrazamın buyruldu yetkisini daha geniş bir şekilde kullanmak, sadrazam adına hazırlanan telhisleri daha müstakil şekilde hazırlamak, gelişmeye başlayan Dışişleri’nde elçilerle yapılacak ön görüşmeleri bizzat yürütmek gibi bürokratik görevlerden başka özellikle sefer esnasında ordunun iâşesinin temini, çeşitli sınıflara asker alınması, askere bahşiş verilmesi, asker sayımı, hatta zaman zaman ordunun sevk ve idaresi gibi konularda sadâret kethüdâsı ile birlikte sadrazamın birçok yetkisini üstlendi. Bâbıâli’de sadrazamın bürokratik işlemlerdeki yetkilerini onun adına kullanmada oluşan paylaşım sonucu reîsülküttâblık Bâbıâli’nin üç büyük memuriyeti arasına girdi. Bunlardan kethüdâ bey sadrazamın başyardımcısı durumundaydı ve daha çok sadrazamın taşra teşkilâtı ile olan ilişkilerini yürütüyordu. Çok eski bir makam olan çavuşbaşılık da Bâbıâli’nin üçüncü büyük memuriyeti olarak reîsülküttâblığın altında yer alıyordu.

XVIII. yüzyılda önemini oldukça yitirmiş olan Dîvân-ı Hümâyun çok fazla değişiklik geçirmediği için reîsülküttâblığın artan önemi buradaki teşrifata pek yansımadı. Klasik dönemde reîsülküttâblığın âmiri durumundaki nişancılık bürokratik açıdan divan gibi önemini kaybettiyse de yüzyıl sonuna kadar divan teşrîfatında reîsülküttâblığın üst makamı olma durumunu korudu. XVI. yüzyılda reîsülküttâblıktan daha üst makam olarak değerlendirilen defter eminliği XVII. yüzyıl sonlarına kadar üst veya alt makam olma durumunu sürdürdü, daha sonra artık bu konumunu muhafaza edemeyerek alt makam durumuna geldi. Hâcegân statüsünde olan reîsülküttâblık, yine hâcegân durumunda olan merkezdeki üç defterdar dışında diğerlerinin üzerinde kabul edildiğinden kalem şefliği gibi herhangi bir fiilî görevde bulunan veya


görev sırası bekleyen bütün yüksek dereceli memurların üstünde yer alıyordu.

Reîsülküttâblık müessesesi bürokrasi içerisinde ifa ettiği görevlerin niteliği sebebiyle bazı özelliklere sahip memuriyetlerden biridir. XVIII. yüzyılda devletin artan diplomasi faaliyetlerine paralel biçimde Dışişleri bürokrasisi reîsülküttâblığın başlıca meşguliyet alanını oluşturdu. Aynı zamanda İçişleri’nin siyasî meseleleriyle de yakından ilgiliydi. Bu konularda sadrazamla saray arasındaki normal yazışmaların reîsülküttâb vasıtasıyla yürütülmesi reîsülküttâblığı sadrazamın saraya açılan gözü haline getirdi. Bunun sonucu olarak reisülküttâblar devletin her türlü mahremiyetine vâkıf olmaktaydı. Bu durum onlara ayrı bir sorumluluk yüklediği gibi diğer bürokratlardan farklı bir özellik de kazandırıyordu. Elçilerle sürekli temas halinde olmaları ve çoğunlukla görüşmelere devlet adına katılmaları, bu görüşmeler esnasında devleti zor duruma düşürmeyecek ince anlayış, kıvrak zekâ, iyi bir kültür ve siyasî tarih bilgisi gerektirdiğinden bu özelliklerin reîsülküttâblarda bulunması önemliydi.

XVII. yüzyıl ortalarında Paşakapısı adıyla anılan Bâbıâli’nin resmî bir müessese olarak teşekkülünden önce de reîsülküttâb ve Dîvân-ı Hümâyun kâtipleri sadrazam konaklarında kısmen hizmet vermekteydiler. Artık sadrazamın ikamet yerinin sabit hale getirilmesiyle ilgili bürolar gibi reîsülküttâb ve maiyetindeki kâtipler de buranın dâimî kadrosunu oluşturdular. Bâbıâli’ye intikalin diğer bir sonucu olarak nişancının Dîvân-ı Hümâyun bürokrasisi üzerindeki nüfuzu bir dereceye kadar kalktı ve XVII. yüzyıl sonlarına doğru reîsülküttâblık kendine bağlı olan birimlerdeki tek yetkili ve sorumlu memuriyet haline geldi. Bu gelişme reîsülküttâblık merkezli bürokrasinin artık “kalem” olarak anılmasına yol açtı. Dîvân-ı Hümâyun Kalemi adının yanı sıra bu kalem âmirine nisbetle “reis kalemi” olarak da adlandırılmaktaydı. Reis kalemi tabiri özellikle kâtipler arasında yaygınlık kazandı, her ikisi de XVIII. yüzyıl sonlarına kadar kullanıldı. Ancak resmiyetteki Dîvân-ı Hümâyun Kalemi tabiri reis kalemi tabirini unutturacaktır.

XVII. yüzyıl başlarından itibaren devletin bürokratik işlemlerinin hacmindeki artış, zamanla belirli konularda uzmanlaşan kâtiplerin aynı tür işlerde yoğunlaşmasını gerekli hale getirdi. Divan bürokrasisi (kalem) içerisinde görev sınırları aşağı yukarı belirlenmiş olan kâtip grupları da ihtisas sahibi oldukları alanlara göre verilmiş adlarla anılmaya başlandı. Timar işlemleriyle uğraşan grup özellikle tahvil hükmü vermesi dolayısıyla “tahvil tarafı”, tayin ve maaş için yapılan arzların muameleleri, görev veya maaş için gerekli ruûs belgelerinin tanzimi ve defterlerinin tutulmasıyla ilgili olan kısma “ruûs”, klasik Dîvân-ı Hümâyun Kalemi’nin asıl unsuru olması ve bu sebeple defterdarlığın yetkisi dışında kalan hükümlerin yazılması, Dışişleri’yle ilgili yazışmaların tanzimi ve bütün bunların saklanması, Dîvân-ı Hümâyun tarafından verilecek beratların tanzimi gibi işlerle uğraşan grup da “divan” veya “beylik tarafı” adıyla anıldı. Ancak bunlar yine de birbirlerinden tamamen ayrı olarak görülmemelidir. Nitekim defterdarlığa bağlı birimlerin her birine kalem adı verilirken bu üç alt şubeden oluşan birimin hepsine birden kalem denmiş, şubeler ise genellikle ayrı olmadığını ifade etmek üzere taraf olarak anılmıştır. Dolayısıyla bu kalemlerden bahsedilirken “Dîvân-ı Hümâyun Kalemi’nin beylik / ruûs / tahvil tarafı” şeklinde ibareler kullanılmıştır.

Dîvân-ı Hümâyun Kalemi’ne bağlı bu şubeler esas yapısına XVIII. yüzyılda kavuştu. Şubelerin başında bulunan kesedarlar, muhtemelen bu yüzyıl başlarında kesedar tabirinin ifade ettiği, evrakın daireler arası dağıtımını üstlenmekten farklı olarak müdür konumuna gelmiş olmalıdır. Çünkü XVIII. yüzyılda artık bunların emrine “kesedar kesedarlığı” adıyla evrak dağıtım hizmetini ifa eden bir görevli tayin edilmeye başlandı. Ayrıca sefere çıkıldığında önceleri yönetici konumunda olmadıkları için yerlerine vekil bırakılmasına gerek duyulmazken bu yüzyılda merkezde kesedar vekilleri bırakılıyordu. Yüzyılın sonuna doğru Dîvân-ı Hümâyun Kalemi’nin yapısında başka değişiklikler de meydana geldi. Beylik Kalemi içerisinde Mühimme Kalemi adıyla yeni bir birim teşekkül etti. Bundan başka reîsülküttâbın özel kalemi mahiyetinde olan âmedcinin nezaretinde Âmedî Kalemi yeni bir şube olarak Dîvân-ı Hümâyun Kalemi şubelerine eklendi.

Reîsülküttâba bağlı kalemlerin görevleri şu şekildeydi: Beylik (Divan) Şubesi. Beylik, tahvil ve ruûs şubelerinin âmiri durumundaki beylikçinin en yoğun faaliyet gösterdiği kalemin burası olması araştırmalarda genellikle Beylikçi Kalemi adıyla yeni bir isimlendirmeye sebep olmuştur. Ancak yaygın biçimde kullanılan Beylikçi Kalemi adının devrin kaynaklarında pek yer almadığı, bunun yerine genellikle “beylik tarafı” veya Beylik Kalemi adlarının kullanıldığı görülmektedir (bk. BEYLİKÇİ).

Tahvil Şubesi. “Nişan” veya “kese” adı da verilen bu şube XVIII. yüzyılda tahvil kesedarının nezaretindeydi. Timar sistemine ait çeşitli kanun ve nizamlar bu kalemde muhafaza ediliyordu. Vezirler, beylerbeyiler, molla derecesindeki kadılıklar, sancak beyleri ve alay beylerinin tayin beratları, has, zeâmet ve timarlara ait tevcih beratları ve tahvil hükümleri bu kalemde yazılmaktaydı. Ayrıca Kırım hanları, Mekke-i Mükerreme emîrleri, Eflak ve Boğdan voyvodaları ve Dîvân-ı Hümâyun tercümanlarının beratları da burada hazırlanırdı.

Ruûs Şubesi. Tayinleri merkezden yapılan bütün görevlerde görevin tasarruf edilebilmesi için gereken beratın verilmesi Ruûs Kalemi tarafından düzenlenen ruûs tezkiresiyle gerçekleşmekteydi. Vezirler, beylerbeyiler ve sancak beyleri dışındaki büyük mansıbların, kale mustahfızları, dizdarlıkları ve bunlara bağlı kale erlerinin, kethüdâlıklar, Dârüssaâde ağası nezaretinde olan Haremeyn’e bağlı vakıflar dışındaki bütün vakıflarla dinî müesseselerdeki vazife sahiplerinin, ulûfeleri küçük Rûznâmçe Kalemi’ne bağlı olan zümrelerin, saray ağa ve hademelerinin, iskele ve esnaf kethüdâlıklarının ruûsları burada hazırlanırdı. Yöneticisine ruûs kesedarı adı verilmekteydi.

Âmedî Kalemi. XVIII. yüzyılda reîsülküttâbın kalemleri arasına dahil olan Âmedî Kalemi, ismini başında bulunan âmedciden almıştır. XVI. yüzyıldan beri mevcut olan âmedîlik görevinde âmedci, timar ve zeâmet tevcihlerinde gereken beylerbeyi tezkiresini defterlere işleyen ve bu işlemlerde reîsülküttâba ait harcın tahsiliyle uğraşan eski bir görevlidir. Ancak bilinen klasik görevleri üstlenmesi ve kendisine bağlı kalemin kuruluş tarihi için kesin bir zaman verilememekle birlikte genel kabul 1766 yılına doğru olduğu yolundadır. Bu kaleme bağlı kâtipler diğer divan kalemlerindeki gibi kâtip sıfatıyla değil halife


sıfatıyla anılmıştır. Zira bu kalemde görülen işlerin öneminden dolayı burada istihdam edilen kâtipler Bâbıâli’deki diğer kalemlerin en tecrübeli ve yetişmiş kişilerinden seçilirdi. Âmedî Kalemi, yaptığı işler açısından her ne kadar divan kalemlerinden farklı gibi görünse de belgelerde her zaman Dîvân-ı Hümâyun Kalemi’nin bir şubesi olarak zikredilmiştir. Âmedî Kalemi’nde genellikle devletin belirli bir gizlilik ve özellik taşıyan yazıları kaleme alınmaktaydi. Bunlar hem İçişleri hem Dışişleri’ne dair çeşitli meselelerle ilgiliydi. Dışişleri’ne ait olanlar murahhas, geçici ve dâimî elçi yazışmalarıydı. Reîsülküttâbın sadrazam adına hazırlayacağı telhislerin çok fazla gizlilik arzetmeyenleri burada hazırlanırdı. Padişaha veya sadrazama lâzım olduğunda son durumu hakkında bilgi alınmak için vezirler, mîr-i mîrân, kapıcıbaşılar, Dîvân-ı Hümâyun hâcegânı, müteferrikalar, gedikli Dîvân-ı Hümâyun çavuşları gibi ricâl ve memurların isimleri Âmedî Kalemi’ndeki cerîdelere kaydedilirdi (ayrıca bk. ÂMEDCİ).

Reîsülküttâbın kendisine bağlı kalemlerle yürüttüğü görevlerinden başka kalem dışında da çeşitli görevleri vardı. Bâbıâli bürokrasisinin genel anlamda idaresi reîsülküttâbın başlıca görevleri arasındaydı. Reîsülküttâbın kalemler üzerindeki kontrol görevi, Bâbıâli personelinin idaresi hususunda reîsülküttâb ve sadâret kethüdâsı arasındaki görev paylaşımının neticesidir. Sadâret kethüdâsı Bâbıâli’de sadrazama doğrudan bağlı bulunan çavuşbaşı dışındaki bütün “ağayân”ın yönetimini üstlenirken reîsülküttâb bütün kalemiye personelinden sorumludur. Sadrazam bu sınıflarla ilgili resmî ilişkilerinde reîsülküttâbı ve sadâret kethüdâsını muhatap alırdı.

Sadrazamın Bâbıâli’de bulunmadığı zamanlarda günlük işlerin aksamaması, âcil bir mesele ile karşılaşıldığında haberdar edilmesi veya onun adına meselenin halledilmesi gibi düşüncelerle sadâret kethüdâsı, reîsülküttâb ve çavuşbaşıdan oluşan Bâbıâli’nin üst kademe yöneticilerinden biri her zaman Bâbıâli’de hazır bulunurdu. Sadrazam Bâbıâli’den ayrıldığında genellikle çavuşbaşı ile reîsülküttâbı beraberinde götürdüğü için Bâbıâli’yi bekleme görevi daha çok sadâret kethüdâsına kalırdı. Onun görev aldığı bazı resmî tören hazırlıklarında ve tören esnasında reîsülküttâb ve çavuşbaşı yahut sadece reîsülküttâb burada beklerdi. Yoğun Bâbıâli bürokrasisinin kesintiye uğramaması ve işlerin aksamaması için buna özen gösterilirdi. Bu sebeple kethüdâ bey, çavuşbaşı ve reîsülküttâba sadrazamın buyruldu yetkisini kullanabilme izni verilmiştir. Bâbıâli’ye sunulan arzların çavuşbaşı tarafından tasnifinden sonra reîsülküttâb kendi kalemlerini ilgilendiren arzları inceleyip kanuna uygun olanlarına sadrazam adına, buyruldu ve “sahh” işareti koyabilirdi. Bu ise Bâbıâli’deki önemli yetki ve görevlerindendi.

Dîvân-ı Hümâyun toplantılarında oturum reîsülküttâbın telhis kesesini sadrazamın yanına getirip koymasıyla başlardı. Arz günleri padişahın arza kabulü için sadrazamın izin istediği telhisi hazırlar ve kapıcılar kethüdâsına verirdi. Her sene Haremeyn’e gidecek surre ile birlikte gönderilecek nâme-i hümâyunu hazırlayıp Dârüssaâde ağasına teslim ederdi. Surre defterlerinin nişanlanmasında nişancı ile birlikte tuğra çeker, mevlid törenlerinde emîr-i hacdan gelen yazıyı camide padişah huzurunda okurdu. Elçilere teslim edilecek nâme-i hümâyunu hazırlayıp sadrazama verir, şeyhülislâmın katıldığı törenlerde ona mihmandarlık yapar, Kırım hanlarının orduya katılmalarında veya İstanbul’a geliş gidişlerinde gerçekleştirilen törenlerde mihmandarlıkta bulunurdu. Padişah tarafından umuma duyurması için sadrazama yazılan veya sadrazamın ilânında fayda gördüğü hatt-ı hümâyunların yüksek sesle okunması reîsülküttâbın göreviydi. Padişah tarafından devlet işleriyle ilgili olarak yazılan bir kısım hatt-ı hümâyunun saklanması da önemli vazifelerinden biriydi. Sadrazamlık, serdâr-ı ekremlik ve seraskerlik, vezirlik veya beylerbeyilik, hanlık (Kırım hanları) tevcihleri için verilecek diplomatik değeri yüksek beratların yazılmasını ve teslim edilmesini reîsülküttâb bizzat üstlenirdi. Reîsülküttâba ait berat harcı da bu teslim sırasında tahsil edilirdi. Umumi sefer kadrosunun tesbitinde kethüdâ bey ile reîsülküttâb sadrazama yardımcı olmaktaydı. Reîsülküttâbın bir başka önemli görevi Bâbıâli ile saray arasındaki bürokratik bağlantının tesisidir. Ancak sadâret kaymakamı dışındaki bütün ricâl gibi reîsülküttâbın da doğrudan padişaha resmî olarak herhangi bir yazı yazma yetkisi yoktur. Reîsülküttâbın bu bağlantıyı sağlaması, sadrazamın padişaha sunduğu telhisleri kaleme alması ve padişaha ulaştırmak üzere sarayın kapıcılar kethüdâsına teslim etmesi şeklindeydi. Reîsülküttâbın görevlerinden biri de Bâbıâli ile şeyhülislâmlık kapısı arasındaki irtibatın sağlanmasıdır. Bu iş için Bâbıâli tarafından reîsülküttâb ve onun adına bu işi yürüten reis kesedarı, şeyhülislâmlık kapısından ise telhisçi adı verilen bir memur görevliydi. Reîsülküttâb ayrıca Kırım hanlarının Bâbıâli’de kapı kethüdâlığını yapardı. Kırım Hanlığı tâbi bir hükümet statüsünde olduğundan hanların merkezle irtibatları büyük ölçüde reîsülküttâb vasıtasıyla yürütülmekteydi.

Reîsülküttâb, Osmanlı tebaasından olan gayri müslimlerin veya dışarıdan gelip Osmanlı topraklarında izinli olarak ikamet etmekte olan kişilerin (müste’men) hukukî meselelerini takip ederdi. Buna bağlı olarak Osmanlı Devleti’nin Dışişleri bürokrasisi, eskiden beri merkezî bürokrasinin reîsülküttâbın yönetimine verilen kısmı tarafından yürütülmekteydi. Bu teşekkül aynı zamanda İçişleri’yle ilgili bürokrasinin büyük bir kısmı ile de meşgul olmakta, hatta belge işlem hacmi bakımından Dışişleri ikinci sırayı almaktaydı. Maliyeyi alâkadar eden elçi masraf kayıtları hariç (Dışişleri’yle ilgili) bütün belgeler burada hazırlanır ve saklanırdı. Reîsülküttâbın bu teşekkülün başında bulunması sebebiyle her iki iş de doğrudan vazifeleri arasındaydı. Reîsülküttâblar klasik dönemde Dışişleri’nde karar mekanizması içerisinde yer almazlar, sadece Dışişleri’yle ilgili kayıtların tutulması, eski antlaşma metinlerinin istendiğinde gösterilmesi, karar verilen antlaşmaların metninin kaleme alınması gibi daha çok kitâbet işleriyle ilgilenirlerdi.

XVIII. yüzyıldan önce İstanbul’da sürekli elçilik çok yaygın olmadığı için geçici elçiler, Bâbıâli veya Dîvân-ı Hümâyun’da belirli teşrifat kaideleri içerisinde kendilerine tayin edilen günde kabul edilirdi. XVIII. yüzyıl başlarından itibaren sürekli elçilerin artması, bu elçilerin diplomasi faaliyetlerine Osmanlı Devleti tarafından cevap verecek en uygun müessese olarak reîsülküttâblığın öne çıkmasını sağladı. Osmanlı Devleti’nde bulunan ikamet elçilikleri veya özel olarak görevlendirilmiş muhtelif rütbelerdeki geçici elçiler Osmanlı Devleti nezdindeki bütün ilişkilerinde öncelikle Bâbıâli’ye, dolayısıyla reîsülküttâba müracaat etmek zorundaydı. Sadece diplomatik konular değil diplomasi dışı özel isteklerinin de Osmanlı bürokrasisine iletilmesinde reîsülküttâblık makamına başvurmaları gerekiyordu. Osmanlı Devleti nezdinde görev yapan sürekli elçilerle Osmanlı Devleti’nin ilişki kurma talebi de çoğunlukla reîsülküttâb veya konunun diplomatik önemine göre yine reîsülküttâb ya da sadrazam tarafından görevlendirilen Dîvân-ı Hümâyun tercümanı vasıtasıyla olurdu.

Reîsülküttâblık önemli bir mevkiye sahip olduğundan Osmanlı Devleti tarafından delege tayinine uygun görüldüğü gibi


aynı zamanda eski bir Dîvân-ı Hümâyun mansıbı olması sebebiyle ikinci devletler için de herhangi bir ek rütbe aranmaksızın delegeliği yeterli görülmüştür. XVIII. yüzyılda reîsülküttâblık artık Dışişleri diplomasisinde sıkça yer almasından dolayı âdeta Dışişleri Bakanlığı’nı andırmaktadır. Karlofça Antlaşması’nın imzalanmasında başdelege olarak görevlendirilen Reîsülküttâb Râmi Mehmed Efendi’nin burada elde ettiği başarı bir bakıma reîsülküttâbların bu işlerde uygunluğunu tescil etti ve daha sonraki reîsülküttâbların antlaşma müzakerelerinde delege olarak tayin edilmesinin önünü açtı. Karlofça Antlaşması’na kadar Osmanlı yöneticileri tercih ettikleri tek yönlü diplomasi sebebiyle devletler arası diplomatik kurallara yabancı idiler. Görevinin özelliği dolayısıyla sürekli elçilerle temasta bulunan reîsülküttâbların yeni usule az çok vâkıf olmaları, bu tür görevlerin kendilerine veya şahsında temsil edilen kalemiye mensubu kişilere tevcihini zaruri hale getirdi.

XVIII. yüzyılda Dîvân-ı Hümâyun’un devlet işlerindeki fonksiyonunun Bâbıâli lehine olmak üzere iyice azalması, reîsülküttâbın Bâbıâli’de sadrazam ve kethüdâsından sonra üçüncü adam olması reîsülküttâblara siyasî nüfuz kazandırdı. Daha önce bu görevden beylerbeyilik, nişancılık gibi makamlara yükselme mümkün olmaktaysa da XVIII. yüzyılda doğrudan vezirlik ve ardından sadrazamlık verilebiliyordu. Sadrazama olan yakınlıkları, sadrazamın sarayla bürokratik bağlarının tesisiyle de görevli olmaları ve bu kanalları kullanarak elde ettikleri siyasî nüfuz reîsülküttâbları âdeta bir vezir derecesine ulaştırdı. Yüzyılın sonlarında diplomasinin çok fazla yoğunluk kazanması, reîsülküttâblığın kalemleriyle birlikte Dışişleri bürokrasisinin yetkili tek makamı durumunda olması tayinlerde de bazı tercihleri öne çıkardı. Önceleri Dîvân-ı Hümâyun Kalemi’nde yetişerek tezkireciliklerden reîsülküttâblık makamına yükselme reîsülküttâbların genel kariyer çizgisini oluştururken XVIII. yüzyılda sadâret mektupçuluğu ve yine yüzyılın sonuna doğru Âmedî Kalemi içerisinde yetişmiş olma tezkireciliğin yerini aldı. Özellikle Dışişleri açısından oluşan bu tercihin etkisiyle II. Mahmud döneminde bürokrasi alanında yapılan reformlar çerçevesinde Dışişleri’ndeki fonksiyonu yeni isimde öne çıkarılarak 1836 yılında adı Hariciye Nezâreti’ne çevrildi. Devlet içerisindeki siyasî konumu da göz ardı edilmeyerek daha önceki vezirlik pâyesine eşdeğer olan “rütbe-i ûlâ” pâyesi verildi. Bundan kısa bir süre sonra idaresi altındaki İçişleri bürokrasisiyle ilgili kalemler reîsülküttâblığın yönetiminden alındı. Yetkileri bu kalemlerin yöneticilerine verilerek yeni kanun ve nizamlarla tamamen Dışişleri’nden sorumlu bir bakanlık haline getirildi.

BİBLİYOGRAFYA:

Feridun Bey, Münşeât, I, 465, 470-471; Koca Hüseyin, Bedâyiu’l-vekāyi‘ (nşr. A. S. Tveritinovoy), Moskva 1961, II, 384b, 423a; Defterdar Sarı Mehmed Paşa, Zübde-i Vekayiât (nşr. Abdülkadir Özcan), Ankara 1995, tür.yer.; Sefînetü’r-rüesâ, s. 4; Teşrîfât-ı Kadîme, tür.yer.; Hüseyin Hüsâmeddin [Yasar], Nişancılar Durağı, İSAM Ktp., nr. 12898, s. 67, 75; Uzunçarşılı, Merkez-Bahriye, bk. İndeks; Faik Reşit Unat, Osmanlı Sefirleri ve Sefâretnâmeleri, İstanbul 1987, tür.yer.; Ercümend Kuran, Avrupa’da Osmanlı İkamet Elçiliklerinin Kuruluşu ve İlk Elçilerin Siyasi Faâliyetleri: 1793-1821, Ankara 1988, tür.yer.; Gül Akyılmaz, Reîsü’l-küttâb ve Osmanlı Hâriciye Nezâreti’nin Doğuşu (doktora tezi, 1990), SÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; C. V. Findley, Osmanlı Devletinde Bürokratik Reform: Bâbıâli 1789-1922 (trc. Latif Boyacı - İzzet Akyol), İstanbul 1994, tür.yer.; a.mlf., Kalemiyeden Mülkiyeye: Osmanlı Memurlarının Toplumsal Tarihi (trc. Gül Çağalı Güven), İstanbul 1996, tür.yer.; Virginia Aksan, Savaşta ve Barışta Bir Osmanlı Devlet Adamı: Ahmed Resmi Efendi: 1700-1783 (trc. Özden Arıkan), İstanbul 1997, tür.yer.; Murat Uluskan, Divân-ı Hümâyûn Çavuşbaşılığı: XVI-XVII. Yüzyıllar (yüksek lisans tezi, 1998), MÜ Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü; Muzaffer Doğan, “Divân-ı Hümâyûn’dan Babıâlî’ye Geçiş”, Osmanlı, Ankara 1999, VI, 199-210; a.mlf., “Osmanlı Merkez Bürokrasisinde H. 1211/1796-1797 Tarihli Düzenlemeler”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, sy. 2, İstanbul 2000, s. 71-88; Recep Ahıshalı, Osmanlı Devlet Teşkilatında Reisülküttâblık (XVIII. Yüzyıl), İstanbul 2001; Ahmet Önal, 18. Yüzyıla Ait Buyuruldu Mecmuası (yüksek lisans tezi, 2006), MÜ Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, tür.yer.; P. G. İnciciyan, “XVIII. Asrın Sonunda Osmanlı Devleti: İmparatorluğun Devlet Ricali” (trc. O. Bogosyan), Hayat Tarih Mecmuası, I/3, İstanbul 1965, s. 64-69; a.mlf., “XVIII. Asrın Sonunda Osmanlı Devleti: Kahya Beyin Memurları” (trc. O. Bogosyan), a.e., I/4 (1965), s. 64-68; Tevfik Temelkuran, “Dîvân-ı Hümâyûn Mühimme Kalemi”, TED, sy. 6 (1975), s. 129-175; A. R. Abou el-Hajj, “Karlofça’da Osmanlı Diplomasisi I” (trc. Yasemin Saner Gönen), TT, XXXII/191 (1999), s. 38-39; Halil İnalcık, “Reîsülküttâb”, İA, IX, 671-683.

Recep Ahıshalı