REDİF

(رديف)

Manzum eserlerde kafiyeyi oluşturan kelimenin son harfine eklenen harf, takı, kelime veya kelime grubu.

Sözlükte “arkadan gelen, takip eden” anlamındaki redîf kelimesi divan edebiyatında kafiye düzeniyle ilgili bir terim olmuştur. Arap ve Fars edebiyatlarında kafiyeyi teşkil eden kelimenin son harfine revî adı verilir. Arap edebiyatında kafiyenin revî harfinden önceki harfleri revîye yakınlık derecesine göre vasıl, hurûc, ridf, te’sîs ve dahîl şeklinde adlandırılmış, bu altı harfli kafiye düzenine Fars edebiyatında kayd, mezîd, nâire adıyla yeni kafiye harfleri eklenmiştir. Fars edebiyatında revî harfini vasıl, hurûc, mezîd ve nâire harfleri takip eder. Divan edebiyatında bu anlayış benimsenmiş, kafiyeyi oluşturan harfler revîden önce olmak üzere ridf, te’sîs, dahîl, kayd olarak adlandırılmış, revîden sonraki ilk harfe vasıl, ikinciye hurûc, üçüncüye mezîd, dördüncü ve ondan sonrakilere nâire adı verilmiştir. Meselâ,


“Âşiyân-ı mürg-ı dil zülf-i perîşânındadır / Kanda olsam ey perî gönlüm senin yanındadır” (Fuzûlî) beytinde revî harfi “perîşân” ve “yan” kelimelerinin son harfi olan “n”dir. “ا” sesi harekeyle karşılandığından sonraki ilk harf olan “n” vasıl, “d” hurûc, â (elif) mezîd, ikinci “d” ve “r” nâire harfleridir. “Ârızın arz et güle gülşende zîbâlanmasın / Serve göster kaddini nâz ile ra‘nâlanmasın” (Ahmed Paşa) beytinde “-lanmasın” ek halinde ve revîden sonra vasıl, hurûc, mezîd ve nâire harflerinin bulunduğu bir rediftir. “Efendimsin cihanda i‘tibârım varsa sendendir / Miyân-ı âşıkanda iştihârım varsa sendendir” (Şeyh Galib) beytinde “... ım varsa sendendir” sözü hem ek hem de iki kelimeden oluşmuş rediftir. Bazan redif baştaki kafiyeden sonra mısraın tamamını oluşturur: “Safâ-yı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim / Vefâ-yı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim” (Lâedri). “Seni kavlinde yalan derler idi gerçek imiş / Ben inanmazdım inan derler idi gerçek imiş” (Nev‘î) beytinin her iki mısraında yer alan “... derler idi gerçek imiş” bölümü rediftir.

Revî harfinden sonraki her şeye redif denilmesi gerektiğini, böylece vasıl, hurûc, mezîd ve nâire tabirlerine ihtiyaç kalmayacağını, bunun da zorluğu ortadan kaldıracağını söyleyen Muallim Nâci redifi, “mısra veya beyitlerin sonunda revîyi takip eden ve aynen tekrarlanan bir veya birden ziyade şey” olarak tanımlamış, tanımdaki “şey” kelimesini “bir harf, bir kelime veya ifade” şeklinde açıklamıştır. Muallim Nâci’nin bu teklifi daha sonra genel kabul görmüş ve Türk edebiyatı ürünlerinin kafiye düzeni tanımlanırken bir ölçü olarak benimsenmiştir.

Redifli şiirlere “müreddef” denir. Redif Türk ve İran şiirine özgü bir ses öğesidir. Arap şairleri redife ilgi göstermemiştir. Redifin önemli bir işlevi de divan şiirinde bazı gazellere ve özellikle kasidelere ad olmasıdır. Necâtî Bey’in “döne döne”, Hayâlî Bey’in “bilmezler”, Şeyhülislâm Yahyâ’nın “gönül”, Nedîm’in “kâfir” redifli gazellerinde redifler söz konusu gazelleri adlandırmada kullanılmıştır. Ahmed Paşa’nın “kerem” redifli kasidesi “Kerem Kasidesi”, Fuzûlî’nin “su” redifli kasidesi “Su Kasidesi”, Bâkî’nın “sünbül” redifli kasidesi “Sünbül Kasidesi”, Sünbülzâde Vehbî’nin “sühan” redifli kasidesi “Sühan Kasidesi” olarak anılmaktadır.

Redifin ek olsun, kelime olsun ilgili her mısrada hiç değişmeden tekrarlanması genel bir kuraldır. Bazı şairler zaman zaman yeni redif denemelerine başvurmuştur. Necâtî Bey, “Bir yüzü gül gonca-leb dil-dâr dersen işte sen / Sen güle bülbül gibi kim zâr dersen işte ben” matla‘lı gazelinde “dersen işte”den sonra bir beyitte “sen”, diğerinde “ben” redifini kullanıp çift redif denemesi yapmıştır.

Türk halk şiirinin en eski ve en önemli ses öğelerinden biri olan redife halk şairleri kafiyeden daha çok önem vermişlerdir. Şiirlerinde yarım kafiye kullanmaktan doğan yetersiz ses âhengini redifle gidermeye çalışmışlar, duygu, düşünce ve benzetmelerinde büyük ölçüde rediften faydalanmışlardır. Bazı kaynaklarda halk şiirinde redife “döner ayak” denildiği belirtilmekteyse de bu adlandırma doğru değildir. Döner ayak, halk şiirinde aynı sesi içeren farklı kelimelerle meydana getirilen ayak, yani kafiyedir. Tanzimat, Servet-i Fünûn ve Fecr-i Âtî şairleri klasik Türk şiirinin etkisiyle, Cumhuriyet dönemi şairleri de Millî Edebiyat akımı ve halk şiirinin etkisiyle şiirlerinde redife yer vermişlerdir. Redif divan ve halk şiirindeki yerini ve değerini yeni Türk şiirinde tamamen yitirmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Muallim Nâci, Istılâhât-ı Edebiyye, İstanbul 1307, s. 78-86, 177; Hikmet Dizdaroğlu, Halk Şiirinde Türler, Ankara 1969, s. 37; Yahya Kemal Beyatlı, Edebiyâta Dâir, İstanbul 1971, s. 133-134; Tâhirülmevlevî, Edebiyat Lügatı, İstanbul 1973, s. 78-80; Cem Dilçin, Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, Ankara 1983, s. 68-72, 80-82, 91-92; İskender Pala, Ansiklopedik Dîvân Şiiri Sözlüğü, Ankara 1989, II, 13-15; Doğan Kaya, Âşık Edebiyatı Araştırmaları, İstanbul 2000, s. 42, 396; Turan Karataş, Ansiklopedik Edebiyat Terimleri Sözlüğü, İstanbul 2001, s. 342-345; “Redif”, TDEA, VII, 301-302; İsmail Durmuş v.dğr., “Kafiye”, DİA, XXIV, 150-151.

Nurettin Albayrak