REBÎA (Benî Rebîa)

(بنو ربيعة)

Araplar’ın dört ana kolundan biri.

Kabilenin ceddi Rebîa’nın soyu babası Nizâr b. Mead vasıtasıyla Adnân’a ulaşır. Adnân ve Kahtân’dan sonra Araplar’ın nisbet edildiği dört ana koldan biri olan Rebîa’nın (diğerleri Mudar, Kudâa ve Yemen) Esed, Tağlib, Vâil, Bekr, Şeybân, Hanîfe, Abdülkays, Kāsıt ve Ahmes gibi birçok kolu bulunmaktadır.

Nizâr’ın çocukları Arabistan’a dağıldığında Rebîa, Gamrızîkinde denilen dağın eteklerine, Necid’deki Zâtüırk adlı bölgeye ve Tihâme’nin aşağı bölgelerine gidip yerleşti. Kardeşleri İyâd’ın ayrılmasından sonra Tihâme’de sadece Rebîa ve Mudar kaldı. Nüfusları artıp bölge kendilerine dar gelmeye başlayınca Rebîa, Necid ve Tihâme bölgesinin iç kesimlerine yöneldi; bu yayılma süreci Arap yarımadası dışına taşarak İslâm döneminde de devam etti. Kabile mensupları Emevîler ve Abbâsîler döneminde Kûfe, Basra ve Kayrevan gibi yeni şehirlerde yerleşip mahalleler kurdu. Kaynaklarda geçen Diyârırebîa, Arap yarımadasının kuzeyinde Musul’dan Fırat havzasına kadar uzanan Musul, Nusaybin, Sincar ve Cizre gibi yerleşim yerlerinin bulunduğu bölgeyi ifade etmektedir. Bu bölge Rebîa’nın büyük kollarından Vâil, Bekr ve Tağlib’in yurduydu. Wellhausen, Emevîler döneminde Rebîa denildiğinde bu kabilenin kollarından Bekir b. Vâil oğullarının kastedildiğini belirtir. Sürekli genişlemekten dolayı kabile içerisinde zamanla anlaşmazlıklar ortaya çıktı; Benî Âmir b. Hâris ile Benî Abdülkays arasındaki çekişme iç savaşa yol açtı. İç savaş sonrasında Rebîa’nın diğer bazı kolları Necid, Hicaz ve Yemen’in çeşitli bölgelerine dağıldılar. Benî Abdülkays Bahreyn’e gidip yerleşti; Bekr, Tağlib, Aneze ve Dubey‘a kabileleri Necid, Hicaz ve Tihâme’de yayıldı. Kabilenin bazı kolları da Mısır’a gitti.

Rebîa kabilelerine başkanlık yapmış güçlü bir kabile olan Tağlib’in reisi Rebîa b. Hâris b. Züheyr ve oğlu Vâil, Kahtânîler’in Yemen kollarına karşı giriştikleri birçok


savaşı kazanmalarına rağmen Yevmü Sellân denilen savaşta yenilerek Yemen’in hâkimiyeti altına girdiler. VI. yüzyılın ikinci yarısında meydana gelen ve dönemin en büyük savaşı sayılan Yevmü Huzâz’da Rebîa’nın kumandanı, Rebîa’nın kollarından Benî Vâil’in reisi Küleyb b. Rebîa (Küleyb Vâil) idi. Çok güçlü bir şahsiyet olan Küleyb devrinde Rebîa kabileleri Yemen’in sultasından kurtulmak için onun etrafında birleştiler ve bu birleşme sonucunda savaşı kazandılar. Bu savaştaki başarısından sonra Küleyb bütün Meadoğulları ve Araplar’ın reisi konumuna yükseldi.

Câhiliye döneminde Rebîa, birçok defa Mudar ile birlikte hareket etmiştir; bu sebeple kaynaklarda Rebîa ile Mudar genellikle birlikte anılmaktadır. Arap geleneğindeki şeref ve üstünlük gayretleri bu iki kardeş kabile arasında da görülmektedir. İslâm döneminde Rebîa seçkin şairleriyle, Mudar ise Hz. Peygamber’in kendi soylarından olmasıyla övünüyordu. Kaynaklarda Rebîa ve Mudar hakkında bazı hadisler bulunmaktadır. Zehebî’nin uydurma ve münker olarak nitelediği bu hadislerde iki kabilenin âhirette şefaatte öncelikleri olduğu söylenmektedir. Yemâme’deki Akrabâ savaşında Rebîalı Talha en-Nümeyrî’nin yine bir Rebîalı olan Müseylimetülkezzâb’a gidip, “Sen yalancısın, fakat Rebîa’nın yalancısı Mudar’ın doğru sözlüsünden (Hz. Muhammed) bize daha yakındır" diyerek onun yanında yer alması Rebîa’nın üstünlük gayretlerini göstermektedir.

Rebîa’nın kollarından Bekir, Tağlib, Nemr ve Abdülkays hıristiyandı. Tağlib’in ve diğer bazı Rebîa kabilelerinin coğrafî olarak Bizans’a yakın olması hıristiyan olmalarında etkili olmuştur. Rebîa’nın bazı kolları ise putperestti. Câhiliye devrinde taptıkları putun adı Muharrak idi. Ayrıca Zü’l-Keabât (Zülkâ‘beyn) adlı bir putları daha vardı.

Resûl-i Ekrem, İslâm’ı anlatmak maksadıyla, hac için Mekke’ye gelen kabileleri dolaştığında Hz. Ebû Bekir ve Ali ile birlikte Rebîa’ya da gitti. 8 (630) yılında Rebîaoğulları’nın da bulunduğu Bahreyn’e mektup yazarak kendilerini İslâm’a davet etti. Bu davetler sonunda Rebîa’dan Bekir b. Vâil oğulları ile Abdülkaysoğulları, Hz. Peygamber’e birer heyet gönderdiller. Resûlullah heyet mensupları ile konuşup kendilerine ikramda bulundu ve gönüllerini alıcı sözler söyledi. Abdülkaysoğulları ertesi yıl Müslümanlığı kabul etti.

Hz. Ebû Bekir döneminde irtidad eden kabileler arasında Rebîalılar da vardı. Bahreyn Rebîalıları’nın yanı sıra Tağlib ve Bekir b. Vâil’den de irtidad edenler oldu. Benî Rebîa’nın kollarından Nemir b. Kāsıt da dinden dönenler arasındaydı. İslâm’ı öğrenmek amacıyla Rebîa’nın Benî Hanîfe kolu adına Medine’ye gelen heyette yer alan Müseylimetülkezzâb irtidad edip peygamberlik iddiasında bulundu. Hz. Ebû Bekir, Hâlid b. Velîd kumandasında gönderdiği kuvvetlerle Rebîa’nın da içinde bulunduğu dinden dönen kabileleri şiddetle cezalandırdı.

Rebîa-Mudar arasında rekabet olmasına rağmen düşmanlık yoktu. Rebîa’nın düşman saydığı kabile Temîm idi. Rebîa ile Temîm arasındaki düşmanlık yaptıkları ittifaklarda bile etkili olmuştur. Muâviye ve Yezîd döneminde Rebîalılar, Basra’da Ezd kabilesiyle ittifak kurduklarında Temîm, Kays ile ittifak halindeydi. Bu iki büyük grup arasındaki rekabet ve düşmanlık çok uzun süre devam etmiştir. Emevîler’in son dönemlerinde Yemen ile Mudar arasındaki düşmanlıkta orta yol izleyen Rebîa, Mudar ile yakınlığını, Ezd ile de ittifakını kullanarak bu iki kabile arasında ara buluculuk girişimlerinde bulunmuştur.

Rebîalılar genellikle Harîcî mezhebini benimsemişlerdi. 127 (744) yılına kadar birçok Hâricî isyanına Bekir b. Vâil kolundan Benî Şeybân önderlik yapmıştır. Rebîa’nın siyasî tavrı her dönemde farklı olmuştur. Meselâ Hz. Osman’ın katillerinin bulunup cezalandırılması isteğiyle ortaya çıkmış, Yezîd b. Mühelleb isyanına verdikleri destekle Emevî iktidarının tamamen karşısında yer almıştır. Bu olaylarda Rebîa bir bütün olarak hareket etmemiştir. Aynı olayda bir bölgenin Rebîalılar’ı ile bir başka bölgenin Rebîalılar’ının ters düştüğü de görülmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Sa‘d, et-Ŧabaķāt, I, 58, 314; IV, 361; V, 28; VII, 67; Halîfe b. Hayyât, et-Târîħ (Zekkâr), s. 296, 307, 311; İbn Kuteybe, el-MaǾârif (Ukkâşe), s. 621; a.mlf., ǾUyûnü’l-aħbâr, Beyrut 1997, I, 291, 293; el-İmâme ve’s-siyase, I, 79-80, 96, 99; II, 36; Belâzürî, Ensâb, I, 29-31; Taberî, Târîħ, Kahire 1990, II, 268, 270, 304; IV, 525; V, 201; İbn Abdürabbih, el-Ǿİķdüǿl-ferîd, IV, 38; VI, 97, 248; Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, el-Eġānî, XI, 282; XIV, 216, 270; XIX, 138, 198; XX, 20; XXIV, 72; İbn Hazm, Cemhere, s. 292 vd., 483 vd., 491, 493-494; Bekrî, MuǾcem, I, 18, 67, 68, 76, 79, 82, 85, 86; II, 568; Yâkūt, MuǾcemü’l-büldân (Cündî), II, 562; III, 266; IV, 73; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 19, 20, 21; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, II, 327; Zehebî, AǾlâmü’n-nübelâǿ, IV, 26; İbn Kesîr, el-Bidâye, III, 220; VII, 249, 316; Kalkaşendî, Śubĥu’l-aǾşâ (Şemseddin), I, 344; II, 248; III, 119; J. Wellhausen, Arap Devleti ve Sukutu (trc. Fikret Işıltan), Ankara 1963, s. 99, 149, 150, 184, 189, 229, 232, 257; Cevâd Ali, el-Mufaśśal, I, 393, 394, 395, 396, 446; IV, 210, 228, 329, 346, 348, 471, 484, 486, 493, 526, 527; V, 267, 351, 355, 365, 370; VI, 94; Ömer Rızâ Kehhâle, MuǾcemü ķabâǿili’l-ǾArab, Beyrut 1997, II, 424; H. Kindermann, “RabīǾa and Mudar”, EI² (İng.), VIII, 352-354; M. Lecker, “al-Namir b. Kāsit”, a.e. Suppl., s. 661-662.

İrfan Aycan