RAKABE

(الرقبة)

Mülkiyete konu olan eşyanın sadece maddî varlığı anlamında bir fıkıh terimi.

Sözlükte “beklemek, kollamak, korumak” anlamındaki rakb kökünden türeyen rakabe kelimesi “boyun” demektir. Fıkıh terimi olarak mülkiyete konu olan eşyanın sadece maddî varlığını (ayn) ifade eder; bu anlamdaki mülkiyet “rakabe mülkiyeti, ayn mülkiyeti, çıplak mülkiyet” diye adlandırılır. Âyet ve hadislerde aynı kökten türeyen kelimeler sözlük anlamında kullanıldığı gibi rakabe ve çoğulu rikāb parçayı anıp bütünü kastetme şeklindeki mecaz yoluyla “köle” mânasında da sıkça yer alır (el-Bakara 2/177; en-Nisâ 4/92; el-Mâide 5/89; et-Tevbe 9/60; Muhammed 47/4; el-Mücâdile 58/3; el-Beled 90/13; Wensinck, el-MuǾcem, “rķb” md.). Fıkıh literatüründe rakabe, bazı suçlara ceza veya günahlara kefâret olmak üzere bir kölenin hürriyetine kavuşturulması, abdestte boynun meshedilmesi, boşama kelimelerinin boyna nisbet edilmesi halinde boşamanın gerçekleşip gerçekleşmeyeceği gibi meselelerde geçmektedir.

Milk nitelikli hak (aynî hak) ayn ve menfaate birlikte mâlik olma şeklinde ise tam mülkiyet söz konusu olur ve eşya üzerindeki yetki en geniş kapsamına ulaşır. Eşyanın sadece aynı üzerinde kurulu olup menfaat içermeyen milkte ise (milkü’l-ayn bilâ menfaa) çıplak mülkiyetle ayna ait menfaatler farklı kişilere ait olmakta, yani rakabe mülkiyeti maddî varlığına sahip olunan nesne üzerinde mülkiyet yetkilerinin bir kısmının kullanılamaması şeklinde kendini göstermektedir. Eşyanın sadece aynına sahip olma şeklindeki nâkıs mülkiyetin meşruiyeti bir malın sırf menfaatini vasiyet etmenin câiz sayılmasına dayanır. İslâm hukukçularının çoğunluğu ayndan bağımsız olarak menfaat üzerinde icâre, âriyet gibi hukukî işlemlerin gerçekleştirilebildiğini delil göstererek vasiyet yoluyla rakabe mülkiyetinin de oluşturulabileceğini kabul eder. İbn Ebû Leylâ, İbn Şübrüme, Zâhirîler ve bazı İbâzî fakihleri ise menfaatin rakabeye bağlı olduğu ve kişinin ölümüyle birlikte mal varlığının vârislerine intikal ettiği, dolayısıyla sadece menfaati vasiyet etmenin vârisin malında tasarruf anlamına geleceği gerekçesiyle böyle bir işlemin câiz olmadığı kanaatindedir.

Özel mülkiyete konu mallarda rakabe mülkiyeti iki şekilde gerçekleşir: a) Kişinin, ölümünden sonra muayyen bir malından belirli süre yararlanması için o malın menfaatini vârisleri dışında bir şahsa vasiyet etmesi. Bu durumda menfaatten yararlanmak üzere belirlenen süre dolana kadar vârisler o malın sadece rakabesine mâlik olurlar. b) Kişinin bir malının rakabesini bir şahsa, menfaatini ise belirli bir süre için başka bir şahsa vasiyet etmesi. Her iki durumda menfaat mülkiyeti sınırlı olup sürenin dolmasıyla birlikte rakabe mâliki menfaate de mâlik olur. Vasiyetin mutlak (süre belirtilmeden) yapılması durumunda menfaat mâliki olan mûsâlehin vefatıyla birlikte ya rakabenin vasiyet edildiği kişi ya da vârisler malın aynı yanında menfaatine de sahip olurlar. Dolayısıyla rakabe mülkiyeti belli bir süre sonra tam mülkiyete dönüşür. Bu anlayış mülk edinmenin esas amacıyla doğrudan ilgilidir; zira bir nesneye mâlik olmaktan maksat onun menfaatine sahip olmak ve ondan faydalanmaktır. Bu sebeple aslolan rakabe ve menfaat mülkiyetinin ayrılmazlığı olup rakabe mülkiyeti istisnaî bir mülkiyet türüdür ve bir süre sonra tam mülkiyete dönüşmektedir.

Hanefîler’e göre rakabe mülkiyetine sahip olan vârisler, menfaati başkasına vasiyet edilmiş bulunan aynı -üzerinde başkasının hakkı bulunduğu ve teslimi mümkün olmadığı için- mûsâleh dışındaki kişilere satamazken İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre böyle bir eşya gerek mûsâlehe gerekse başka kişilere satılabilir. Rakabe mâlikinin vefatı halinde bu hak vârislerine geçer. Eşyanın rakabesi ve menfaatinin farklı kişilere ait olması durumunda şahıslardan her birinin sahibi bulunduğu haktan yararlanması ve onda tasarrufu diğerinin hakkını doğrudan ilgilendirdiğinden rakabe mâliki, menfaat mâlikinin menfaatine engel olacak ya da menfaatinin


azalmasına yol açacak eylemlerde, menfaat mâliki de aynın değerini düşürecek, hasarına ya da telefine yol açacak tasarruflarda bulunamaz (ayrıca bk. MENFAAT; MİLK; MÜLKİYET).

Rakabe mülkiyeti kavramı devletin mülkiyetindeki bazı gayri menkuller hakkında da kullanılır. Bunun yaygın uygulamasını Osmanlı toprak hukukunda mîrî ya da memleket arazisi denilen toprakların işletilmesinde benimsenen usulde görmek mümkündür. Bu statüye dahil olan araziler, rakabe mülkiyeti devlette kalmak üzere belli bir vergi karşılığında özel kişiler tarafından işletilir, intikal ve ferağı özel düzenlemelerle tesbit edilirdi. Bu uygulamalarla genelde vakıf müessesesi ve özelde Hz. Ömer zamanında fethedilen Irak (Sevâd) arazisinin müslümanlara bir anlamda vakfedilmesi işlemi arasında sıkı bir bağın bulunduğu belirtilir (bk. ARAZİ).

Öte yandan bir şeyin rakabesinin vakfa veya beytülmâle ait olduğu söylendiğinde o mal veya mülkün aslının ve zatının vakfa yahut beytülmâle ait olduğu ifade edilmektedir. Bu bakımdan bir vakfın gelirinden meydana gelen mal ve nakit gibi ilâvelerin vakfın aslına ilhak edilmesine “rakabe etmek” denilmiştir (Ergüney, s. 378). Osmanlılar’da vakıf hizmet binalarının onarım ve bakımı için vakıf gelirlerinin yeterli olmaması halinde rakabe usulüne başvurulur ve onarım bitinceye kadar çalışanların maaşı dahil olmak üzere vakıf giderlerinin asgari düzeylerde tutulması ya da tamamen kısılması yoluna gidilirdi. Vakıf akarların tamirinde karşılaşılan finansman güçlüğü sebebiyle devreye giren bu usul, vakıf akarı muhafaza ve onarımının vakıftan yararlananlara, vakıf görevlilerine ve hatta vakıftan amaçlanan bütün hayır hizmetlerine göre önceliğinden kaynaklanır. Bu kabulün bir gereği olmak üzere rakabe uygulamasında vakıf çalışanlarının hakları sadece bir süreliğine askıya alınmış olmaktadır. Nitekim vakfın tamiri için gerekli finansmanın sağlanmasıyla birlikte rakabe uygulamasına son verilir ve normal işleyişe dönülürdü (Hızlı, sy. 6 [1994], s. 53, 55, 56-57).

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “rķb” md.; Tehânevî, Keşşâf, I, 532-533; Kāmus Tercümesi, I, 273 vd.; M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “rķb” md.; İbn Hazm, el-Muĥallâ (nşr. Abdülgaffâr Süleyman el-Bündârî), Beyrut 1988, VIII, 364-370; Kâsânî, BedâǿiǾ, I, 23; VII, 386; Nevevî, Ravżatü’ŧ-ŧâlibîn (nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd - Ali M. Muavvaz), Beyrut 1412/ 1992, I, 172; V, 112; İbn Kudâme, el-Muġnî, Beyrut 1984, VI, 92; Bedreddin ez-Zerkeşî, el-Menŝûr fi’l-ķavâǾid (nşr. Teysîr Fâik Ahmed Mahmûd), Küveyt 1402/1982, III, 238-239; Arazi Kanunnamesi, md. 3, 8-90; Kadri Paşa, Mürşidü’l-hayrân, md. 4-8, 13, 14, 18, 25, 32; Mustafa Ahmed ez-Zerkā, el-Fıķhü’l-İslâmî fî ŝevbihi’l-cedîd, Beyrut 1968, I, 257-260, 269-274; Bilmen, Kamus, V, 51, 134; Abdürrezzâk Ahmed es-Senhûrî, Meśâdirü’l-ĥaķ fi’l-fıķhi’l-İslâmî, Beyrut, ts. (Dârü’l-fikr), I, 33, 34; Hilmi Ergüney, Türk Hukukunda Lugat ve Istılahlar, İstanbul 1973, s. 378; Abdüsselâm Dâvûd el-Abbâdî, el-Milkiyye fi’ş-şerîǾati’l-İslâmiyye, Amman 1974, I, 230-236; M. Ebû Zehre, el-Milkiyye ve nažariyyetü’l-Ǿaķd fi’ş-şerîǾati’l-İslâmiyye, Kahire 1977, s. 75-77; Hayreddin Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku, İstanbul 1987, III, 37-38, 42-43; Abdullah b. Abdülazîz el-Muslih, Ķuyûdü’l-milkiyyeti’l-ħâśśa, Beyrut 1408/ 1988, s. 97-100; Ali el-Hafîf, el-Milkiyye fi’ş-şerîǾati’l-İslâmiyye, Beyrut 1990, s. 66-69; Halit Çalış, İslâm Hukukunda Özel Mülkiyet ve Sınırlamaları, Konya 2004, s. 67-72; Mefail Hızlı, “Osmanlı Vakıf Sisteminde Rakabe”, UÜ İlâhiyat Fakültesi Dergisi, sy. 6, Bursa 1994, s. 53-71.

Halit Çalış