OSMAN III
(عثمان)
(ö. 1171/1757)
Osmanlı padişahı (1754-1757).
1 Receb 1110’da (3 Ocak 1699) Edirne Sarayı’nda doğdu. Babası II. Mustafa, annesi Şehsüvar Vâlide Sultan’dır. Babasının Edirne Vak‘ası ile (1703) tahttan indirilmesinin ardından Topkapı Sarayı’nda Şimşirlik Dairesi’ne gönderildi. Buradaki diğer şehzadelerle birlikte 22 Zilhicce 1116’da (17 Nisan 1705) gizlice sünnet edildi. Zilkade 1124’te (Aralık 1712) Edirne’ye giden III. Ahmed’in maiyetindeki şehzadeler arasında yer aldı. Ayrıca daha sonra padişahın şehir içi ve şehir dışındaki gezilerinde bulundu. Ağabeyi I. Mahmud’un 1 Ekim 1730’daki cülûsuyla beraber tahtı bekleyen en büyük şehzade oldu. Elli üç yıl süren bu dönemle ilgili olarak “pîştahta” adı verilen taşınabilir küçük yazı masaları, çekmeceler yaptığı dışında fazla bilgiye ulaşılamamaktadır.
I. Mahmud’un vefatı üzerine 28 Safer 1168 (14 Aralık 1754) Cuma günü elli sekiz yaşında tahta çıktı. Osmanlı tarihinde en uzun süreyle Şimşirlik Dairesi’nde kalan şehzadedir. Yeni padişah hutbelerde adının “sultânü’l-berreyn ve’l-bahreyn” ilâvesiyle birlikte okunmasını istedi. Tahta çıkışının altıncı günü olan 4 Rebîülevvel’de (19 Aralık) annesi Şehsüvar, Eski Saray’dan Topkapı Sarayı’na getirildi. Ertesi gün düzenlenen kılıç alayında Eyüp Sultan Türbesi’nde Şeyhülislâm Seyyid Murtaza Efendi’den kılıç kuşandı. 10 Rebîülevvel’deki (25 Aralık) ulûfe divanında hazineden çıkarılan 2394 divanî kese cülûs bahşişi emeklilerini de kapsayacak şekilde kapıkullarına dağıtıldı. Cülûs haberi için Lehistan, Rusya ve Avusturya-Macaristan’a elçiler, diğer ülkelere ise mektuplar yollandı.
III. Osman ilk icraatı birlikte çalışacağı vazifelileri seçmek oldu (Rûzmerre, vr. 1a-3a). Saltanatı boyunca sadrazamlık başta olmak üzere üst dereceli devlet görevlerinde kısa aralıklarla yaptığı değişiklikler, sadâret makamının bir önceki padişah devrinde oluşan son derece ağırlıklı rolünü azaltmaya yönelik teşebbüsler olarak düşünülebilir. Vassâf Abdullah Efendi 28 Rebîülevvel 1168’de (12 Ocak 1755) şeyhülislâmlığa, Hekimoğlu Ali Paşa da 3 Cemâziyelevvel’de (15 Şubat) sadrazamlığa getirildi. Üçüncü defa bu vazifeyi üstlenen Ali Paşa, elli üç gün sonra Ayvansaray’daki on iki saat süren yangınla beraber görevinden uzaklaştırıldı. Bu amaçla kullanıldığı ender olarak görülen Kızkulesi’nde bir gün tutulduktan sonra vâlide sultanın ricasıyla idamdan kurtuldu ve Magosa’ya sürüldü. 6 Şâban 1168’de (18 Mayıs 1755) yeni sadrazam Nâilî Abdullah Paşa ve 27 Şâban’da (8 Haziran) yeni şeyhülislâm Damadzâde Feyzullah Efendi oldu. Eski silâhdar Bıyıklı Ali Paşa’nın 16 Zilkade 1168’de (24 Ağustos 1755) başlayan vezîriâzamlığı ise altmış üç gün sürdü ve 19 Muharrem 1169’da (25 Ekim 1755) idamıyla sonuçlandı. Yaklaşık beş ay sadârette kalan Yirmisekizçelebizâde Mehmed Said Paşa’nın 1 Receb 1169’da (1 Nisan 1756) mührü devrettiği Köse Mustafa Paşa bu görevi
ikinci defa üstlenmişti. Onun 20 Rebîülâhir 1170’te (12 Ocak 1757) azlinin ardından 8 Cemâziyelâhir’de (28 Şubat) mührü Halep’ten gelip teslim alan Râgıb Paşa devrin son sadrazamıdır (BA, Dîvân-ı Hümâyûn, Ruûs Defterleri, nr. 50, s. 251). Böylece padişah üç yıllık saltanatı dönemi boyunca sadrazamlığa altı, şeyhülislâmlığa dört ve kaptanıderyâlığa bir defa yeni tayin yaptı. Sadrazamların görevden uzaklaştırılma sebepleri arasında yolsuzlukla suçlanma, yalan söyleme, yangınlar ve halkın şikâyetleri bulunur. Kafes yıllarında kendisini yakından tanıdığı, padişah olduktan sonra Mısır’dan getirttiği ve 27 Zilkade 1168’de (4 Eylül 1755) Dârüssaâde ağası yaptığı Ebû Kūf / Ebülvukūf Ahmed Ağa bütün bu görev değişikliklerinde perde arkasındaki isim olarak görünür. Tarihçi Şem‘dânîzâde Süleyman Efendi sıkça yapılan değişiklikleri padişahın garip meşrebine, kimsenin onun meşrebine uygun davranamamasına bağlar (Mür’i’t-tevârîh, II/A, s. 8).
III. Osman, saltanatının ikinci yılında önce dindarlığı ile temayüz eden annesi Şehsüvar Vâlide Sultan’ı kaybetti (27 Receb 1169 / 27 Nisan 1756). Ardından veliaht konumundaki en büyük şehzade Mehmed 29 Rebîülevvel 1170’te (22 Aralık 1756) hastalık sebebiyle kırk iki yaşında vefat etti. Şehzadenin ocaklılar, sadrazam ve şeyhülislâm tarafından kontrol edilen cenazesi kaynaklara göre 5000 kişinin katıldığı büyük bir cemaatle kılındı. Köse Mustafa Paşa’nın girişimiyle şehzadenin zehirlenerek öldürüldüğüne dair çağdaşı eserlerin verdiği haberler, Köse Mustafa Paşa’nın bir sonraki padişah olan III. Mustafa devrinde üçüncü defa sadrazam ve ayrıca onun kızı Şah Sultan’a namzet olması sebebiyle iki farklı şekilde yorumlanabilir. Sadrazamlık ve damat adaylığı, mükâfatlandırmaktan daha çok suçlamanın asılsızlığına delil olmalıdır. III. Osman’ın saltanatı sırasında Eflak ve Boğdan voyvodaları bir defa değiştirilmiş, Arslan Giray’ın vefatı sebebiyle Kırım Hanlığı’na Halim Giray, Mehmed Paşa’nın kargaşada öldürülmesinden sonra Cezâyir-i Garb beylerbeyiliğine Ali Paşa tayin edilmişti. Yüzyılın başından itibaren devam eden bütçenin fazla vermesi durumu bu dönem boyunca da değişmemiş, kapıkulları mevâciblerinin toplam giderler içindeki yaklaşık % 33’lük payı korunmuştu. Ayrıca cülûsun ardından kestirilen “sikke-i cedîd”de olduğu gibi altınlarda da darp yeri olarak “İslâmbol” adının kullanımı sürdürülmüştü. Yine cülûs dolayısıyla Müteferrika İbrâhim Matbaası’nın işletilmesiyle ilgili fermanın yenilendiği görülür (Rebîülâhir 1168 / Ocak 1755).
İstanbul’da iki küçük ölçekli deprem, bir sel felâketinin vuku bulduğu III. Osman devrinde şiddetli soğuklar ve yangınlar dikkati çeker. 1168 yılı Rebîülevvel ayı sonralarında (Ocak 1755) Haliç donmuş, Defterdar İskelesi’den Sütlüce ve Hasköy iskelelerine, Fener ve Ayvansaray’dan karşıya yürüyerek geçilmişti. Meydana gelen dört büyük yangın ise büyük tahribata yol açmıştı. Bunlardan ilki 7 Rebîülevvel 1168 (22 Aralık 1754) Cumartesi gecesi Mahmudpaşa / Sultanhamam’da çıkmış ve on sekiz saat sürmüş, ikincisi 2 Şevval 1168 (12 Temmuz 1755) Cuma gecesi Kadırga Limanı yakınında başlamış ve on beş saat devam etmişti. Daha sonraki Hocapaşa ve Cibali yangınları ise sur içi İstanbul’u için bir felâket mahiyetindedir. 22 Zilhicce 1168’de (29 Eylül 1755) Pazartesi gecesi Hocapaşa’da çıkan ve kırk saat süren yangında Ayasofya, Bahçekapı ve Mahmudpaşa semtleri enkaz haline gelmiş, Paşakapısı’nın da içinde bulunduğu birçok devlet dairesi yanmış, halkın eşyalarını taşıması için ilk defa sarayın Soğukçeşme Kapısı açılmış, söndürme işiyle uğraşan ve yaralanan 328 kapıkuluna atıyyeler verilmişti (BA, D.BŞM, nr. 41180, s. 2-3). 8 Şevval 1169 (6 Temmuz 1756) Pazartesi gecesi başlayan ve iki gün iki gece süren daha büyük bir yangın Cibâli Kapısı’ndan sur içine yayılmıştı. İstanbul’un üçte ikisinin enkaza dönüştüğü son iki yangının bilançosu rakamlarla tesbit edilmiş ve bundan sonra bizzat padişahın ve sadrazamların temel vazifesi buradan kaynaklanan meselelerin çözümü yönünde olmuştur.
Bu dönemde Anadolu’da ve Rumeli’deki eşkıyalık ve özellikle başı boş leventlerin hareketlerine karşı hükümler gönderildiği ve padişahın bu meselelerle de ilgilendiği kaydedilmektedir. Bozulus ve Cihanbeyli aşiretlerine, İran’daki kargaşa sebebiyle Ermeniler’e, Erzurum ve Sivas çevresindeki eşkıyaya karşı birtakım tedbirler alınmış, meşhur âyan Karaosmanoğlu Hacı Mustafa Ağa yakalanıp idam edilmiş, 1 Rebîülevvel 1169’da (5 Aralık 1755) İstanbul’a ulaştırılan başı ocaklı olduğu için siyaset taşında teşhir edilmiştir. Hac güzergâhındaki eşkıyalığı ve vakıflardaki yolsuzlukları padişahın sert tedbirlerle ortadan kaldırmaya çalıştığı da belirtilir. Mekke ve Medine’deki karışıklıklar, hacıların durumu devrin ender yapılan meşveret meclisinin temel gündemini oluşturmuştur.
Her padişah döneminde halka yönelik olarak çıkan yasaklar bu devirde de tekrarlandı. III. Osman zamanında üzerinde en çok durulan yasak Rumeli ve Anadolu’dan İstanbul’a yönelen göçle alâkalıdır. İstanbul’da işi olanların ancak bir iki kişiyi geçmemek şartıyla geçişlerine izin verildi. Kadınların giyimi ve sokağa çıkışlarıyla ilgili yasaklar da sürdü. Özellikle genç kadınların “moda” (tavr-ı cedîd) kıyafetlerle dolaşmamaları, renkli ve yakaları uzun olmayan, bol / geniş ferâceyle ve sadece işlerini görmek amacıyla çarşı pazara çıkmaları, padişahın cuma selâmlığı ve gezileri sırasında ortalıkta görünmemeleri istendi. Atlarda gümüş aksesuarların vezirler dışında kullanılmaması, gayri müslimlerin kendilerine ait kıyafetleri giymeleri, izinli olanlar dışında bunların beygire ve üç çifte kayığa binmemeleri hatırlatıldı (BA, MD, nr. 156, s. 309/1; nr. 157, s. 55/1, 56/1, 84/1, 85/2; nr. 159, s. 56/2, 296/1-2). Padişahın tebdil gezilerinde gayri müslimlerden birkaçını bu gibi sebeplerle astırdığını yazan Vak‘anüvîs Hâkim Mehmed Efendi çarşı pazarda tütün çubuğu ile alenen gezmenin yasaklandığını, gizlice ve edebiyle içmeye ise yasaklama olmadığının ayrıca duyurulduğunu yazar (Târih, vr. 251a). Ancak bu yasakların çok etkili olmadığı ve takip edilemediği de devrin kaynaklarında belirtilir.
Dış siyasette Avrupa devletlerine oranla epeyce sakin bir dönem yaşandı. Prusya Kralı II. Friedrich, gayri resmî olarak
gönderdiği bir heyetle Osmanlı Devleti ile ticaret ve dostluk antlaşması yapmak için girişimlerde bulundu. Kralın mektuplarıyla birlikte gizlice sahte kimlikle gelen ve İsveç elçisi aracılığıyla reîsülküttâb ile görüşebilen A. Rexin’e uygun bir zamanda bu konunun ele alınabileceği cevabı verilmişti. Fransa, Rusya ve Avusturya’nın Prusya ve İngiltere’ye karşı oluşturdukları ittifak ve 1756’da başlayan Yediyıl savaşları dolayısıyla Prusya için antlaşma çok daha önem kazanmış, İstanbul’a gelen aynı temsilci benzeri cevaplarla karşılanmıştı. Savaşın devam ettiği sürede söz konusu ülkelerin İstanbul’daki mevcut elçiliklerinin hükümete ulaştırdıkları takrirler Osmanlı Devleti’ni taraf olmaya sevketmeye yönelik çeşitli güvenceleri, vaadleri ve diğer ülkelerle ilgili şikâyet ve ihbarları ihtiva eder. Tarafsızlığın ve ihtiyatın bırakılmaması düşüncesi Râgıb Paşa’nın sadârete gelişiyle daha da perçinlenmişti. Yediyıl savaşları ve elçiliklerin teşebbüsleri padişaha sunulan 29 Muharrem 1170 (24 Ekim 1756) tarihli mektupta bu devletlerin birbirlerinin kuvvetlerini kırmalarının “hayırlı” olduğu şeklinde değerlendirilmekteydi (BA, Ali Emîrî - III. Osman, nr. 7348).
Osmanlı Devleti ile Danimarka Krallığı arasında imzalanan dostluk, seyrisefâin ve ticaret antlaşması bu ülkeyle ilk ve devrin tek antlaşmasıdır. Danimarka kralının vezîriâzama 26 Şevval 1169’da (24 Temmuz 1756) ulaştırdığı ilk talebinden sonra takrirlerle konu gündemde tutulmuş (BA, Ali Emîrî - III. Osman, nr. 4157), müzakereler ve karşılıklı mektuplaşmaların ardından antlaşma 20 Muharrem 1170’te (15 Ekim 1756) imzalanmıştır. Tasdiknâmelerin değişimi vb. işlemlerden sonra antlaşma protokolleri 16 Zilkade 1170’te (2 Ağustos 1757) tamamlanmıştır (BA, Nâme-i Hümâyûn Defterleri, nr. 1, s. 75-78). Yeni padişahın cülûsunda elçilerin hediyelerle tebrikte bulunmaları geleneği ilk defa Avusturya elçisi tarafından uygulanmamıştı. III. Osman’ın Avrupalı elçilere kabullerde kürk yerine hil‘at giydirilmesi talebi artık “kānûn-ı kadîm”in kürk olduğu cevabıyla tatbik edilmemiştir.
III. Osman midesindeki rahatsızlık yüzünden birkaç cuma selâmlığına güçlükle katılabildi; 14 Safer 1171’deki (28 Ekim 1757) aynı merasim için yakınlığı sebebiyle aceleyle mahfili de hazırlanan Yeşilkiremitli Cami’ye gidemedi. İki gün sonra da 16 Safer 1171’de (30 Ekim 1757) vefat etti. Bazı Batı kaynaklarında uyluğundaki bir uru aldırdığı ameliyatın ardından öldüğü belirtilir. Yeniçeri ağası, sekbanbaşı ve kul kethüdâsının kontrol etmesinden sonra yıkanan cenazesi Yûsufî / Selîmî kavuk, bir siyah sorguç ve birkaç parça Kâbe örtüsüyle beraber taşınarak Nuruosmaniye’deki türbesi yerine Yenicami’deki Turhan Vâlide Sultan Türbesi’ne defnedildi (BA, KK, nr. 676, mükerrer 1, s. 2-4; Rûzmerre, nr. 397, vr. 30a-33a). Bu değişiklik yeni padişah III. Mustafa’nın emiriyle olmuştur.
Padişahın kişiliği üzerine çağdaşı tarihçilerin görüş birliği içinde olduğu husus “teennî”sinin olmadığı, rüşvet ve yalandan nefret ettiği şeklindedir. Ansızın karar veren ve daha sonra bundan üzüntü duyan bir kişiliğe sahip olduğu üzerinde durulur. Örnek vak‘alarıyla birlikte onun tutumlu olmaya, adaletle muamele etmeye ve halkın ihtiyaçlarıyla yakından ilgilenmeye çalıştığı aktarılır. Şimşirlik Dairesi’nde geçirdiği uzun yılların onda bıraktığı izleri belirlemek mümkün değildir. Nesih hattıyla kaleme aldığı hatt-ı hümâyunları güzel ve okunaklıdır. Cülûsun ilk aylarından itibaren üçünün ismi bilinen dört kadını (başkadınefendi Leylâ, üçüncü kadınefendi Zevki ve dördüncü kadınefendi Ferhunde Emine) ve en son sayısı dörde ulaşan ikballeri bulunmaktaydı. I. Mahmud devrinde sayıları artmış olan müzisyen câriyelerin bir kısmı saraydan çıkarılırken Mahbub Hoca ve Hâfize Hoca gibi yeni câriyeler Harem’e alınmıştır. III. Osman’ın da çocuğu olmamış, böylece yaklaşık otuz yıl sarayda ve dışarıda doğum şenliği yapılamamıştı. Mîrâhur-ı evvelin oğlu Sultanzâde Mehmed’in 15 Zilhicce 1169’daki (10 Eylül 1756) sünnet töreninin Karaağaç Bahçesi’ndeki Has Oda’da yapılması bu özlemle irtibatlandırılabilir.
III. Osman’ın günlük hayatında tebdil gezileri özellikle dikkati çeker. Faaliyetleriyle ilgili Rûznâme’sine göre (TSMA, nr. E 12358, s. 1-5, 8-11) başlıca tomak, menzil ciridi oyunlarını, tüfek ve ok atışlarını izler, mûsiki, mâni dinlemekten hoşlanırdı. IV. Murad’ın silâhlarını incelediği, yeni bir kalyon indirilişi dolayısıyla Tersane’ye, top dökümü için Tophane’ye gittiği, dört büyük yangında yangın mahallinde bulunduğu öğrenilmektedir. Bazan dört gün kadar süren ve sadece harem üyelerinin katılabildiği halvet-i hümâyunlar Küçük Göksu, Sâdâbâd, Beşiktaş Sahilsarayı ve Karaağaç Sarayı’nda yapılmaktaydı. Karşısına câriye çıkmaması için Harem Dairesi’nde ökçeleri gümüş çivili ayakkabılarla dolaştığına dair tekrarlanan rivayetlerin kaynağına rastlanmamıştır. Yeni çıkan meyvelere ve kahveye düşkün olduğu kayıtlarda belirtilmektedir.
Silâhdar ve Devâtdar Ağa ile çıktığı tebdil gezilerinde çok defa ulemâ kıyafetini kullandığı, muhtemelen doğduğu ve çocukluğunun ilk yıllarını geçirdiği şehir olmasından hareketle kendisini Edirneli Osman Ağa olarak da tanıttığı belirtilir (İsmâil Ziyâî, vr. 259a-b). Halvetiyye’nin Ramazâniyye şubesinde kendi adıyla bir kolu oluşan ve Üsküdar Doğancılar’da tekkesi bulunan münzevîliğiyle meşhur Şeyh Seyyid Ahmed Raûfî’ye bağlı olduğu ve onu birçok defa ziyaret ettiği kaydedilir (Hüseyin Vassâf, V, 62). Kendisini gizleyen kıyafetlerle elçi alayını izlemek için halkın arasına karışmasında, bu gezilerde satın aldığı meyve ve sair maddeleri yolda yemesinde vb. sıradan davranışlarında hapsedildiği yılların izlerini aramak mümkündür.
III. Osman kısa saltanat süresine rağmen birçok hayır eseri meydana getirmiş ve buna bağlı vakfiyeler tesis etmiştir. I. Mahmud tarafından temeli atılan Nuruosmaniye Camii ve Külliyesi’nin pek az eksiği III. Osman tarafından tamamlanmış ve 1 Rebîülevvel 1169 (5 Aralık 1755) Cuma günü çok büyük bir törenle ve ziyafetle açılışı yapılmıştır (Bâb-ı Defterî, Teşrifât Kalemi, dosya, nr. 4/26-27, 63; Hâkim Mehmed, vr. 170b-178b). III. Osman, cami ve diğer yapıları kendi adına tamamlayabilmek için sadrazam aracılığı ile şeyhülislâmın iznini / fetvasını da almıştır (BA, Cevdet-Saray, nr. 534). Burada, içinde namaz kılınmadığı için emlâk-i hümâyun olduğu ve miras yoluyla intikal ettiği hükmünden hareket edilmiş ve III. Osman’ın vakfı olarak tescili yapılmıştır. Bir süre Osmaniye adıyla da tanınan Nuruosmaniye Külliyesi üç mektepli medrese, imâret, kütüphane, türbe, muvakkit odası, meşkhâne, sebil, çeşme, han ve dükkânlardan
oluşmaktaydı. III. Osman, 1169’da (1755-56) Üsküdar Sarayı ve Bahçesi’nin bulunduğu yerde ev ve dükkânlarıyla beraber yeni bir mahalle inşa ettirmiş, İhsaniye adını alan bu semtte ikisi de günümüzde ayakta olan İhsaniye Camii ve mescidlerini yaptırmıştır. Otakçılar Takyeci mahallesinde sadece minaresinin kalması dolayısıyla Yanık Minare Mescidi diye tanınan camiyi mahfilli olarak Zilhicce 1168’de (Eylül 1755) yeniden inşa ettirmiştir. Seyyid Ahmed Nakşibendî’nin kabrinin bulunduğu mahaldeki bu yapıdan zamanımıza birkaç duvarı ulaşmıştır. Paşalimanı’nda yaptırdığı çeşme de bugün mevcut değildir. Korsan gemilerinin uğrak yeri olan Midilli adasındaki Sigri / Sığrı Limanı’nda yeni bir kale, cami ve hamam inşasına Kaptanıderyâ Karabağî Süleyman Paşa’nın nezaretinde 6 Şâban 1169’da (6 Mayıs 1756) başlandığı, 3 Muharrem 1170’te (28 Eylül 1756) gece karaya oturan bir gemi sebebiyle Ahırkapı’da ilk defa fener inşası için emir verdiği bilinmektedir. Padişah ayrıca Hz. Peygamber’in “kadem-i şerîf”inin resmini yaptırıp bir tuğra ilâvesiyle Eyüp Sultan Türbesi’ne hediye etmiştir. Fransız elçisi Vergennes’nin öncülüğünde Avrupalılar’ın Büyükdere’de ikamet etmeye başlaması da bu dönemdedir. III. Osman’ın daha özel olan inşa faaliyetleri saraylarla ilgilidir. Topkapı Sarayı’nda padişahların yatak odası olarak kullandıkları Sultan III. Murad Dairesi’nden başka Hünkâr Hamamı karşısında bu amaçla yeni bir oda yapılması bu arada sayılabilir. İnşa ettirdiği kasr-ı hümâyun kendi adını taşır (III. Osman Köşkü) ve Harem’in güneyindeki sur duvarı üzerindedir. Uzun yıllarını geçirdiği Şimşirlik Dairesi’nin duvarlarını alçaltıp pencerelerinin çoğunu açtırmış, burada bahçe, kameriyeler, mermer fıskıye, havuz ve su çeşmeleri yaptırmıştır (BA, D. BŞM. BNE. defter, nr. 41184, s. 1-11; BA, D. BŞM. BNE. defter, nr. 15924, s. 1 vd.).
BİBLİYOGRAFYA:
TSMA, nr. E. 69/1-53, E. 986, E. 2266/1-2, E. 2454/1-3, E. 3096, E. 5224, E. 5419, E. 6115, E. 7721, E. 10186/1-2, E. 12358, s. 1-5, 8-11; nr. D. 874, D. 3311, D. 3382, D. 5387, D. 8712, D. 9869, D. 10109; BA, MD, nr. 156, s. 290-292/h. 1, 293-294/1, 302-303/1, 309/1, 314/2, 315/2; nr. 157, s. 8-9/2, 13/1, 16/1, 27/ 1, 55/ 1, 56/1, 79/1, 84/1, 85/2, 189/3, 222/2; nr. 158, s. 3/2-337; nr. 159, s. 56/2, 296/1-2; nr. 264, s. 430/1-483/9; BA, Dîvân-ı Hümâyûn, Ruûs Defterleri, nr. 50, s. 251; Dîvân-ı Hümâyûn, Nâme-i Hümâyûn Defterleri, nr. 1, s. 75-78; nr. 2, s. 39, 48-9; nr. 8, s. 324-325/250, 386/298; BA, KK, nr. 676, mükerrer 1, s. 2-4, 41-43; nr. 7129, s. 7; nr. 7131, s. 9, 14; nr. 7307, s. 2; BA, D.MSF, defter, nr. 32122, s. 1-10; D.MSF., dosya, nr. 11/154; BA, D.BŞM. defter, nr. 3031, s. 1; nr. 3221, s. 2; nr. 3305, s. 2-4; nr. 41180, s. 2-3; nr. 41184, s. 1-11; D.BŞM. MTE. defter, nr. 11149, s. 7, 15, 32, 37-39; nr. 11155, s. 2-40; nr. 11173, s. 8, 25, 28, 42, 50; D.BŞM. BNE. defter, nr. 15924, s. 1 vd. Bâb-ı Defterî, Teşrifât Kalemi, dosya, nr. 4/26-27, 63; BA, HH, nr. 246, 1280; BA, Ali Emîrî - III. Osman, nr. 1508, 1619, 2232, 2695, 2988, 3790, 3791, 4157, 4162, 4227, 4321, 4706, 5653, 5659, 7348; BA, Cevdet-Dâhiliye, nr. 958, 4023; BA, Cevdet-Saray, nr. 534, 7548; BA, İbnülemîn-Hâriciye, nr. 1472; Sultân Osmân-ı Sâlis Vakfiyesi, TSMK, Hazine, nr. 1811, vr. 1b-30b; Silâhdar, Nusretnâme: Tahlil ve Metin (haz. Mehmet Topal, doktora tezi, 2001), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, vr. 266b, 292b, 293b, 295b, 297a, 308a; Uşşâkīzâde Tarihi (haz. Raşit Gündoğdu), İstanbul 2005, I, 352; II, 707-708, 792; Sırkâtibi Kahvecibaşı Ahmed Bey v.dğr., Rûznâme-i Sultân Osmân Hân-ı Sâlis, TSMA, nr. E. 12358, s. 1-5, 8-11; Rûzmerre, Arkeoloji Müzeleri Ktp., nr. 397, vr. 1a-33a, 37b; Rûzmerre, İÜ Ktp., TY, nr. 3580, vr. 31a-34b; Ahmed b. Mahmûd, Târih, Berlin Staatsbibliothek, Orientalische Abteilung, nr. 1209, vr. 367a-370b; Şehrîzâde Mehmed Saîd, Târîh-i Nevpeydâ, İÜ Ktp., TY, nr. 3291, vr. 23b-28a; Mustafa Kesbî, İbretnümâ-yı Devlet (haz. Ahmet Öğreten), Ankara 2002, s. 38-42, 49-50, 133-137, 333; Hâkim Mehmed, Târih, TSMK, Bağdat Köşkü, nr. 231, vr. 89a, 91a-149b, 163a-234b, 240b-251a; Şem‘dânîzâde, Mür’i’t-tevârîh (Aktepe), I, 177-182; II/A, s. 3-13; Ahmed Resmî Efendi’nin Hamîletü’l-küberâ’sı ve Müstakimzâde Zeyli (haz. Zeynep Aycibin, TTK Belgeler, XXII/26 [2002], içinde), s. 223-224; Hüseyin Ayvansarâyî, Mecmûa-i Tevârîh (haz. Fahri Ç. Derin - Vâhid Çabuk), İstanbul 1985, s. 12, 150, 170, 236, 320; a.mlf., Hadîkatü’l-cevâmi‘: İstanbul Câmileri ve Diğer Dînî-Sivil Mi‘mari Yapıları (haz. Ahmed Nezih Galitekin), İstanbul 2001, s. 63-64, 370, 481, 637-638; Ahmed Câvid, Vefeyât-ı kibâr, TSMK, Hazine, nr. 1295, vr. 35b-36a, 58a; Vâsıf, Târih, I, 41-92; Ferâizîzâde Mehmed Saîd, Gülşen-i Maârif, İstanbul 1252, II, 1491-1503; İsmâil Ziyâî, Metâliu’l-âliye fî gurreti’l-gāliye, İÜ Ktp., Nâdir Eserler, TY, nr. 2486, vr. 228b-231a, 253a-285a; Âkif Mehmed, Târîh-i Cülûs-i Sultân Mustafa-yı Sâlis, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2108, vr. 1a, 4b-6b; Hammer, GOR, IV, 483-505; Tayyarzâde Atâ Bey, Târih, İstanbul 1293, II, 103-104; Buyruldu Mecmûası, TTK Ktp., Yazma, nr. 70, vr. 7b, 92b; Mehmed Râif, Mir’ât-ı İstanbul I: Asya Yakası (haz. Günay Kut - Hatice Aynur), İstanbul 1996, s. 66, 106-109, 307; Hüseyin Vassâf, Sefîne, V, 57-62; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, IV/1, s. 337-341; M. Çağatay Uluçay, Padişahların Kadınları ve Kızları, Ankara 1980, s. 97; Cevriye Artuk, “Osmanlı Padişahı 3. Osman’ın Sikkelerine Genel Bir Bakış”, Birinci Millî Türkoloji Kongresi: 6-9 Şubat 1978, Tebliğler, İstanbul 1980, s. 349-358; Kemal Beydilli, Büyük Friedrich ve Osmanlılar: XVIII. Yüzyılda Osmanlı-Prusya Münâsebetleri, İstanbul 1985, s. 32-36; François de Tott, Türkler ve Tatarlar Arasında (trc. Reşat Uzmen), İstanbul 1996, s. 17-21, 45; N. M. Penzer, Harem (trc. Doğan Şahin), İstanbul 2000, s. 245, 249-250; Mehmet Nermi Haskan, Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, İstanbul 2001, I, 218-220, 465-466; II, 743-744; III, 1181,1360, 1376, 1463; Şinasi Altundağ, “Osman III”, İA, IX, 448-450; J. H. Kramers, “ǾOthmān III”, EI² (İng.), VIII, 182-183.
Fikret Sarıcaoğlu