ÖMER HULÛSİ EFENDİ, Sâmânîzâde

(1728-1812)

Osmanlı şeyhülislâmı.

İstanbul’da doğdu. İstanbul kadısı Sâmânîzâde Hasan Efendi’nin oğludur. Babasından ve çeşitli hocalardan ders aldı, kabiliyeti sayesinde kısa zamanda tahsilini tamamlayarak 1162’de (1749) Şeyhülislâm Ebûishakzâde Esad Efendi’den ruûs aldı. Çeşitli medreselerde müderrislikte bulundu, ardından kadılık mesleğine geçti. 1191’de (1777) tayin edildiği İzmir kadılığında bir yıl kaldı. 1197’de (1783) Mısır (Kahire) kadılığına getirildi. Bu görevdeyken kendisine Boyabat arpalık olarak tahsis edildi. Zilkade 1199’da (Eylül 1785) Mekke kadısı oldu. 9 Rebîülevvel 1201’de (30 Aralık 1786) surre alayı ile birlikte İstanbul’a dönünce kendisine Benderereğli arpalık olarak verildi. 1205’te (1790) İstanbul kadılığına getirildi. Zilkade 1206’da (Temmuz 1792) Anadolu sadâreti pâyesi aldı ve 1209 yılı Muharrem ayının başında (Temmuz 1794) Anadolu kazaskerliğine tayin edildi. 1210’da (1795-96) Rumeli sadâreti pâyesi aldı ve 1212 yılı Receb ayının başında (Aralık 1797) Rumeli kazaskeri oldu. Süresini tamamladıktan sonra bir müddet görev almadı ve Şeyhülislâm Mustafa Âşir Efendi’nin azli üzerine 18 Safer 1215’te (11 Temmuz 1800) meşihat makamına getirildi. 21 Mayıs 1803’te bu görevden azledildi. Sert mizaçlı olması yanında memuriyet verirken iltimas kabul etmeyip ehliyet ve liyakat aramasının ilmiye zümresiyle arasının açılmasına, dolayısıyla işlerin sekteye uğramasına yol açtığı ve bu durumun azlinde etkili olduğu söylenir. Azlinden sonra Beylerbeyi’ndeki sahilhânesinde inzivaya çekildi.

13 Temmuz 1807’de azledilen Şerifzâde Topal Atâullah Mehmed Efendi’nin yerine ikinci defa şeyhülislâmlığa getirildi, ancak bir gün sonra istifa etmek zorunda kaldı ve tekrar inzivaya çekildi. Dönemin siyasî havasını gözler önüne seren en üst derecedeki bir makam sahibinin mâruz kaldığı bu muamele müderrislerden Seyyidâ Efendi’nin tezviratı ve ortalığı karıştırmasının sonucudur. Seyyidâ Efendi, hanımının vâlide sultana yakınlığı sebebiyle girip çıktığı meclislerde ulemâyı aşağılamakta, ancak ilişkileri itibariyle kendisine bir şey söylenememekteydi. Diline doladığı kişilerden biri de Şeyhülislâm Atâullah Mehmed Efendi idi. Kabakçı Mustafa’nın da hazır bulunduğu meclislerde şeyhülislâm aleyhinde bulunmakta, kendisinin III. Selim’in tahttan indirilmesine samimi olarak razı olmadığını ileri sürmekte ve bu yüzden onu Etmeydanı’ndaki toplantıda sessiz kalmakla suçlamaktaydı. Neticede, sefer dolayısıyla sadrazamın İstanbul’da bulunmamasından hareketle şeyhülislâmlık makamının daha da önem kazandığını belirterek Yeniçeri Ocağı tarafından tayin edilmiş bir şahsın şeyhülislâm olmasının gereği üzerinde durmuş, konuyu Kabakçı Mustafa’nın bulunduğu bir başka mecliste tekrar dile getirdiğinde bu gerekliliği Ocaklı’nın aldığı bir karar olarak aksettirmişti. Bunun üzerine Kabakçı Mustafa meseleyi sahiplenerek vâlide sultana duyurmuş ve Atâullah Efendi’nin azli bu şekilde gerçekleşmişti.


Böyle bir siyasî çekişme ortamında, daha önceki şeyhülislâmlığı esnasında katı bir tavır sergilemiş olması sebebiyle siyasî çevrelerce pek makbul sayılmayan Ömer Hulûsi Efendi’nin şeyhülislâmlığa getirilmesi ulemânın önde gelenlerinin tepkisini çekti. Bunların başında bulunan ve Atâullah Efendi’nin de hocalığını yapmış olan Münib Efendi ve taraftarları herkes için isabetsiz ve sıkıntılar doğuracak bir tayinde bulunulduğunu bildirdiler. Bu iddiayı o sırada reîsülküttâblık yapan ve Atâullah Efendi’nin yakınlarından olan Hâlet Efendi de destekledi. Kaymakam Köse Mustafa Paşa, sekbanbaşı Mustafa Ağa, rikâb-ı hümâyun kethüdâsı Mustafa Efendi ve Hâlet Efendi ile birlikte huzura çıkarak Ocaklı’nın mâzul şeyhülislâmın tekrar nasbını istediğini ve kendilerine sorulmadan yapılan bu değişikliğin büyük bir fitneye yol açacağını söylediler. Neticede Atâullah Mehmed Efendi’nin meşihat makamına iadesi ve Ömer Hulûsî Efendi’nin istifa ettirilmesi kararlaştırıldı. İstanbul’da konağı olmadığı için damadı Mekkîzâde Âsım Efendi’nin konağında kalan ve tebrikleri kabul etmekte olan Ömer Hulûsi Efendi’ye durum Hâlet Efendi tarafından bildirildi. Atâullah Efendi aynı gün tekrar meşihat makamına getirildi. Gelişmelerin müsebbibi olarak görülen Seyyidâ Efendi Tarsus’a sürülerek İstanbul’dan uzaklaştırıldı.

Ömer Hulûsi Efendi, II. Mahmud’un cülûsundan sonra 22 Eylül 1810’da Dürrîzâde Abdullah Efendi’nin yerine üçüncü defa şeyhülislâmlığa getirildi ve bir yıl dokuz ay kadar bu görevde kaldı. Ancak yaşının ilerlemesi ve çabuk hiddetlenip sert tavırlar sergilemesinin yol açtığı huzursuzluklar dolayısıyla 12 Haziran 1812’de kendi isteğiyle görevinden ayrıldı ve evine kapandı. 1227 Cemâziyelâhir başlarında veya şevval ayının ortalarında (Haziran veya Ekim 1812) vefat etti. Mezarı Fatih’te Dârüşşafaka’da Otlukçu Yokuşu’ndadır. Toplam dört yıl yedi ay bir gün meşihatta bulunmuştur.

Kaynakların belirttiğine göre Ömer Hulûsi Efendi faziletli ve olgun bir kişiydi. Servet sahibi, ancak tutumlu olduğu, bununla birlikte hayır işlerini sevdiği kaydedilir. İlk şeyhülislâmlığı esnasında Fâtih Camii civarında Otlukçu Yokuşu’nda çeşitli odalarla cuma namazı kılınan bir mescidi cami olarak yeniden yaptırmış, ayrıca bir kalenderhâne inşa ettirerek Nakşibendî tarikatından Özbek dervişlerine tahsis etmiş, masrafları için muhtelif akarla birlikte nukūd vakfetmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Taylesanizâde Hâfız Abdullah Efendi Tarihi: İstanbul’un Uzun Dört Yılı: 1785-1789 (haz. Feridun M. Emecen), İstanbul 2003, s. 71, 83, 100, 189, 199; Şânîzâde, Târih, I, 399; II, 153-155; Devhatü’l-meşâyih, s. 117-119; Cevdet, Târih, VII, 215; VIII, 198-199, 200-201; Sicill-i Osmânî, III, 597-598; İlmiyye Salnâmesi, s. 567-568; Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, Ankara 1961, V, 81-84, 97, 165; Danişmend, Kronoloji2, V, 148-151; Stanford J. Shaw, Between Old and New: The Ottoman Empire under Sultan Selim III, 1789-1807, Cambridge 1971, s. 372, 398, 412; Abdülkadir Altunsu, Osmanlı Şeyhülislâmları, Ankara 1972, s. 167-168; M. Orhan Bayrak, İstanbul’da Gömülü Meşhur Adamlar (1453-1978), İstanbul 1979, s. 77.

Tahsin Özcan