ÖLÇÜ

Sözlükte ölçü kelimesi “ağırlık, uzunluk ve hacim gibi büyüklüklerin belli bir birime göre değerlendirilmesi, bu karşılaştırmada kullanılan birim, sonuçta bulunan rakam” anlamlarına gelir. Mûsikide seslerin eşit zaman birimlerine bölünmesine de ölçü denir (edebiyattaki kullanımı için bk. VEZİN). Ölçme işlemine ölçüm (Ar. keyl), hacim ölçüsü birimine ölçek (Ar. mikyâl, kîle) adı verilir. Arapça’da ölçü karşılığında yahut onunla bağlantılı olarak mikdâr, mikyâs, vezn, mîzân / kıstâs, kabbân (kapan), mesâha gibi kelimeler kullanılır. Çeşitli ölçü birimlerinin doğruluğunu tahkik için faydalanılan hassas standart numunelere sence (étalon) adı verilir. Bunlar eski çağlardan beri başta tapınaklar olmak üzere çeşitli yerlerde korunmuştur.

Ölçü kullanımı medenî hayatın gereğidir. Piyasanın en önemli meselelerinden olan ölçü tartı konusu Kur’an’da birçok yerde geçer; ölçme tartmanın yanı sıra kullanılan aletlerin de doğru olması ve insanlara haksızlık yapılmaması istenir (el-En‘âm 6/152; el-A‘râf 7/85; Hûd 11/84-85; el-İsrâ 17/35; eş-Şuarâ 26/181-182; er-Rahmân 55/7-9; el-Mutaffifîn 83/1-3). “Hz. Peygamber Medine’ye geldiğinde ölçülerle ilgili sahtekârlıkta Medineliler’in üstüne yoktu. Allah ‘veylün li’l-mutaffifîn’ âyetini indirince ölçüyü doğru tutmaya başladılar” meâlindeki rivayet (İbn Mâce, “Ticârât”, 35; Kurtubî, XIX, 250) o devirdeki durumu açıkça göstermektedir. Ölçü ve tartılarda hile yapmanın haramlığı hususunda icmâ oluştuğu gibi bazı âlimlere göre bu tür aldatmalar büyük günahlardandır (İbn Hacer el-Heytemî, I, 244-247; Meclisî, XLVII, 217). Söz konusu yasağı çiğneyenlere -nasla belirlenmiş bir ceza bulunmadığından- ta‘zir uygulanacağı hususunda ittifak vardır


(İbn Teymiyye, XXVIII, 343, 385; XXIX, 474-475).

Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettiğinde tüccarın satarken küçük, alırken büyük olmak üzere iki farklı ölçek kullanmak suretiyle hilekârlık yaptığını görünce hemen bunu yasaklamıştır. Hz. Ömer de aleyhindeki söylentiler sebebiyle sorguladığı Basra Valisi Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’yi iki ölçek kullanmasından dolayı hesaba çekmiştir. Resûl-i Ekrem ölçmeye tartmaya elverişli ticaret metaının ölçülerek tartılarak alınıp satılmasını emretmiş (Buhârî, “BüyûǾ”, 51-52, 54-55; Müslim, “BüyûǾ”, 29-32, 34-36, 39, 41; Ebû Dâvûd, “BüyûǾ”, 65), kendisi de bunu yapmaya özen göstermiştir. Götürü usulle gerçekleştirilen akidler neticesinde genellikle malın kesin miktarına ve tamamının kalitesine vukuf sağlayan ölçme tartma işlemine imkân bulunmadığından ilk alıcının olduğu gibi elden çıkardığı maldaki muhtemel kusurlardan ikinci müşteri zarar görebilir, dolayısıyla taraflar arasında hukukî ihtilâflar hatta toplumsal rahatsızlıklar doğabilir. Bu sebeple tüketici hangi bedeli ne evsaftaki kaç birim mala ödediğinden emin olmalıdır. Zira fiyatla miktar arasında doğru orantılı bir ilişki vardır. Malın pahası ile oynayamayanlar miktarı hakkında yanıltıcı beyanda bulunarak dolaylı yoldan birim fiyatını arttırırlar. Ayrıca gerek alırken gerek satarken özverili davranmayı tavsiye eden Resûlullah, aldığı malın bedeli olan altın veya gümüşü öderken fazla tarttırarak bu konuda örnek davranışlar sergilemiştir (meselâ bk. Buhârî, “BüyûǾ”, 34, “Hibe”, 23; Müslim, “Müsâķāt”, 115, “RađâǾ”, 57; Ebû Dâvûd, “BüyûǾ”, 7). Hz. Peygamber, piyasadaki farklı ölçek ve tartılar arasında birlik sağlamak amacıyla şu tâlimatı vermiştir: “Ölçek Medine’nin ölçeği, tartı Mekke’nin tartısıdır” (Ebû Dâvûd, “BüyûǾ”, 8; Nesâî, “Zekât”, 44, “BüyûǾ”, 54). Bunun aksi yönünde bir rivayet bulunmakla beraber yiyecek üretim ve ticaretiyle uğraşan Medine halkının ölçmede, farklı ağırlıkta muhtelif dirhemlerin dolaştığı ve sikkelerin yanı sıra her türlü altın gümüş eşyanın da para gibi kullanıldığı canlı bir piyasada söz konusu madenlerin ağırlıklarını hesaplayarak ödeme yapan Mekke tüccarının hassas tartmada uzmanlaştığı dikkate alındığında zikredilen rivayetin gerçeğe daha uygun olduğu anlaşılır.

Hulefâ-yi Râşidîn’in ilgili uygulamalarına gelince bir defasında Hz. Ömer minbere çıkmış, elindeki müd ve kıst adlı ölçekleri sallayarak bunlarda eksiklik yapanlara beddua etmiştir. Yine müdlerindeki noksanlık sebebiyle Yemenli tüccarla alışverişi yasaklamış, bu yasağı çiğneyen bir kölesini cezalandırmıştır. Ayrıca dinî hükümleri bilmedikleri ve ölçü tartıda sahtekârlık yaptıkları gerekçesiyle Acemler’in (muhtemelen Yemen’deki Ebnâ yani Arap-Fars melezleri) Medine pazarlarında satış yapmalarını yasaklamış ve ticaretten menedilmelerini sağlayacak zâbıtalar görevlendirmiştir. Hz. Osman, özellikle Medine pazarlarındaki ölçü tartı alet ve birimlerini denetlemesi için Hâris b. Hakem’i istihdam etmiştir. Hz. Ali pazar denetimlerinde tüccara ölçü tartıda dürüst olmaları uyarısında bulunmuş, Mısır valiliğine tayin ettiği Eşter’e alışverişlerin doğru ölçü ve tartılarla yapılmasına dikkat göstermesini söylemiştir (Kallek, s. 204-206). Kaynaklarda, malî yönetim ve pazar denetiminin gereği olarak yetkililerin genellikle şikâyet edilecek kadar çok çeşidi bulunan ölçü tartı birimlerine standart getirme, kamuya açık bazı yerlerde bunların numunelerini sergileme ve halkı bilgilendirmenin yanı sıra resmî ölçü ve tartılardan başkasının kullanılmasını engelleme sorumlulukları vurgulanmıştır. Meseleye bütüncül bakan âlimler, yetkililerin bu konudaki düzenlemelerinin hem uhrevî açıdan insanların hayrına olacağını hem de dünyevî bakımdan kamu yararıyla sonuçlanacağını belirtmiştir (Yahyâ b. Ömer el-Kinânî, s. 104). Dolayısıyla parada ve ölçü tartıda hile meselelerine denkleştirici adalet boyutundan çok bölüşüm adaleti cihetinden yaklaşıldığı düşünülebilir.

İslâm toplumlarında karşılıksız kazanç ve haksız rekabete zemin hazırlayan ölçü tartı sahtekârlığının önüne geçilmesi işi hisbe teşkilâtına verilmiş, şehrin mümkün mertebe en güvenilir kişisi muhtesib olarak seçilip pazardaki işlemleri, paraların, ölçü tartı alet ve birimlerinin ayarını düzenli biçimde denetlemekle görevlendirilmiştir. Hisbeye dair eserlerde bu hususta hilekârlığı alışkanlık haline getirenlerin suçları nisbetinde darb, pazarlarda teşhir, hapis veya pişman olup tövbe edinceye kadar ticaretten menle cezalandırılması gerektiği vurgulanmaktadır. Ölçme tartmanın adalete ve âdetlere uygun biçimde yapılış yöntemleri anlatılmakta, standartlaştırmada şer‘î ölçü tartı birimlerinin örnek alınması istenmekte, bilinmeyen bir ölçekle yapılan işlemlerin câiz olmadığı belirtilmektedir (a.g.e., s. 103-105, 130-134). Bu tür kitaplarda ölçülerin birbiri cinsinden karşılıkları verildiği gibi ölçme tartma sırasında yapılan hilelere dikkat çekilmektedir. Ayrıca kileci veya kantarcıların hilelerine de vurgu yapılarak bunların muhtesib tarafından uyarılmasının ve düzenbazlık yapanların cezalandırılmasının gerekliliği belirtilmektedir (Muhammed b. Ahmed b. Abdûn et-Tücîbî, s. 29 vd.; İbn Abdürraûf, s. 106-109; Celâleddin eş-Şeyzerî, s. 15-20; İbnü’l-Uhuvve, s. 137-151).

Ölçülebilirlik. Mislî mallardan hacim ölçü birimiyle ölçülerek işlem görenlere “keylî” (mekîl), bunlardan tartılarak muameleye tâbi tutulanlara “veznî” (mevzûn) denir. Uzunluğu / alanı ölçülerek işlem görenlere ise “mezrû” (zer‘î) adı verilir. Fakihlerin çoğuna göre özel hükümlü bir nas, meselâ faize konu olan malların ölçekle veya tartıyla alınıp satılmasını hükme bağlamışsa (Buhârî, “BüyûǾ”, 74, 76; Müslim, “Müsâķāt”, 79-81; Tirmizî, “BüyûǾ”, 23) bunların keylî ya da veznî niteliklerini daima koruması gerekir; örfteki değişmeye itibar edilmez. Hakkında nas bulunmayan şeyler ise örfe tâbidir. Yargının başında uzun süre görev yapan Ebû Yûsuf ve diğer bazı Hanefîler ise örfün değişmesi halinde -istihsan gereği- ölçekle işleme tâbi tutulanın tartıyla, tartıyla olanın ölçekle alınıp satılabileceği görüşündedir (İbnü’l-Hümâm, V, 282-283). Ebû Yûsuf’un anlayışına göre hadisler o devirde âdet gereği altın ve gümüş için tartıdan, buğday, arpa, hurma ve tuz için ölçüden bahsetmiştir. Bu hususta denklik önemlidir; âdet değişir ve meselâ eskiden ölçülen tartılır hale gelirse eşitlik yeni teamüle göre temin edilir. Burada nassın özüne ve maksadına aykırı davranılmamış, yalnızca âdete bağlı olan şekil değişmiştir (İbn Âbidîn, MecmûǾatü resâǿil, II, 116-118). Faiz bulaşması ihtimali bulunan selem gibi akidlerde miktarın önceden belirlenmesinin gerekliliği çerçevesinde meselâ keylî olan şeylerin niceliğinin örfen ağırlık cinsinden (veya aksi) belirlenmesinin hükmü tartışılmıştır. Hanefîler bunu câiz görmüş, Şâfiîler hassas tartı gerektiren kıymetli ürünleri istisna ederek onlara katılmış, Hanbelîler’den hem olumlu hem olumsuz iki farklı görüş rivayet edilirken Mâlikîler âdete uyulmasını şart koşmuştur. Ölçü, tartı veya sayıya itibar edilerek satılan eşyanın kabzının nasıl gerçekleşeceği hususu da ihtilâflıdır.

Ölçme Tartma Ücreti. Hz. Peygamber’in pazarlardaki kileci ve kantarcıları yadırgamaması, hatta onlara bizzat işlem yaptırması bu meslek mensuplarının hizmetinden yararlanılmasının meşruluğuna delil gösterilmiş (Şevkânî, VI, 21), daha sonraki dönemlerde kapanlarda ücretli kantarcılığın cevazına hükmedilmiştir (İbn Teymiyye, XXX, 189). Bu arada alım satımda


ölçme emrinin gerekçeleri arasında kileci, kantarcı ve hamal gibi çalışanları menfaatlendirme gayesi de gösterilmiştir (Ali b. Ahmed el-Adevî, II, 191; Muhammed b. Ahmed ed-Desûkī, III, 151). Ayrıca ölçü ve tartı aletlerinin kiralanmasında bir sakınca görülmemiştir (Sahnûn, IV, 418). Yûsuf sûresinin 88. âyetine dayanılarak kileci ve kantarcı ücretleri gibi mebîin teslimine dair masrafların satıcıya ait olduğu hususunda ittifak edilmiştir. Ancak sikkenin sayma ve tartma ücretleri gibi semene ilişkin olan harcamalar müşteriye aittir (Mecelle, md. 288-289). Şâfiîler’de zekât tahsilâtı sırasında istihdam edilen kileci veya kantarcının ücretinin mükellef tarafından yahut âmiller payından ödeneceği yolunda iki farklı görüş bulunmakla birlikte önceki daha sahih sayılmış, Hanbelîler ise ikinci görüşü benimsemiştir. Zekâtın sekiz sınıfın mensupları arasında paylaştırılmasıyla görevlendirilenlerin ücretinin âmiller hissesinden tahsis edileceği ileri sürülmüştür. Borcun tasfiyesi için tutulan kileci veya kantarcının ücretini borçlu öder. Terekenin taksimi için görevlendirilen kileci yahut kantarcının ücreti mirasçılar tarafından hisseleri oranında karşılanır. Ebû Yûsuf’a göre haraç ölçüm masrafları mükelleflere yüklenmemelidir (Kitâbü’l-Ħarâc, s. 118).

Ölçü Tartı Birimleri. Ölçme teknikleri içinde ilk standartlar parmak, tutam, karış, ayak, arşın, kulaç, boy; avuç, kucak, yudum gibi insanın doğal organ boyutlarından (antropometrik sistem) yola çıkılarak oluşturulmuştur. Ancak bunlar kişiden kişiye değiştiği için ya orta bedenli bir kimsenin veya bir kabile şefi yahut idarecinin vücut ölçüleri esas alınıp standartlaştırma yoluna gidilmeye çalışılmıştır. Milâttan önce 4000 yıllarında Mısır’da Firavun’un arşını (dirseği ile orta parmağının ucu arasındaki mesafe) uzunluk ölçüsü birimi olarak benimsenmiştir. Milâttan sonra 1101 yılında İngiltere Kralı I. Henry’nin yardası da (burnu ile yana açılmış elinin orta parmağının ucu arasındaki mesafe, yarım kulacı) standart olarak kullanılmıştır. Değerli maddelerin hassas ölçümünde çeşitli bitki tohum ve çekirdekleri, yumurta vb. doğal ölçülerden yararlanılırken büyük hacimlerin ölçümünde bazı hayvanların tulumlarının istiap hadlerini (bahâr ve tulum/kırba gibi) yahut taşıyabilecekleri ortalama ağırlıkları (hıvâr/harvâr: eşek yükü; himl: daha çok at yükü; vesk: özellikle deve yükü gibi) ifade eden birimler de kullanılmıştır. Ayrıca avaz, taş atımı, ok menzili, göz erimi, merhale, zerre gibi muğlak ölçüler de bunlar arasında yer almıştır. İktisadî ilişkilerin gelişmesi ve vergilendirmenin yaygınlaşması gibi sebeplerle zaman içinde standart birimlere ihtiyaç duyulmuştur. Hacim ölçülerinin parmak ve arşın gibi uzunluk birimlerinin küpleri alınarak meydana getirildiği anlaşılmaktadır. Ağırlık birimlerinin kullanımı terazilerin icadını gerektirdiği için tartıların ölçeklerden sonra geliştirildiği, bundan dolayı zamanla bilhassa katı maddelerin hacimleri yerine kütlelerinin ölçülmeye başlandığı düşünülmektedir. En eski ağırlık birimleri taş ve ahşaptan imal edilirken daha sonra tunç, kurşun ve demir gibi metaller kullanılarak çeşitli modellerde üretilmeye başlanmıştır. Arazi ölçümü devlet tarafından onaylanmış “damgalı urgan” (Ar. habl, eşl) denilen bir uzunluk ölçüsüyle yapılmıştır.

İslâm tarihi boyunca ölçü tartı birimleriyle ilgili birçok kitap yazılmıştır. Bu konuya dair bilgilere tefsir, fıkıh, hadis, edebiyat, matematik, astronomi, tarih, coğrafya, seyahat, kamu maliyesi, siyaset, hisbe, tıp ve eczacılık gibi çeşitli alanlardaki eserlerde de rastlanmaktadır. Ölçüler fıkıh kitaplarının tahâret (abdest ve gusül için yeterli su miktarı, teyemmüm için kaynağın uzaklığı, suların temizliği ve harimi), namaz (kısaltılabilmesi veya cemedilebilmesi için gerekli sefer mesafesi), oruç (kazâya bırakılabilmesine ruhsat oluşturan asgari yolculuk mesafesi), zekât (fitre ve sadaka dahil olmak üzere ödenecek aynî ve nakdî miktar), hac (ihram yasaklarının ihlâlinden kaynaklanan kefâretler), nikâh (mehir tutarı), alım satım, icâre, arâyâ (cevazı için belirlenen âzami ölçü), ribâ, selem, şirket, ferâiz (miras paylaşımı), vergi, hadler (diyet, hırsızlık haddi), kefâret, nafaka gibi pek çok bölümünde geçmektedir. Bu değerlendirmeler sırasında birimlerin birbirleri cinsinden karşılıkları aktarılmış, zaman ve mekâna has bazı örfî ölçülerin şer‘î olarak nitelenenler cinsinden karşılıklarının hesaplanmasına önem verilmiştir. Bunun sebebi dinî yükümlülüklerin hassasiyetle yerine getirilebilmesini sağlamaktır. Dinî hükümlere mesned teşkil eden şer‘î ölçüler şunlardır: Bağdat rıtlı (bazan men), ukıyye, nevât, miskal, dirhem; mil, arşın; vesk, kulle, farak, sâ‘ ve müd. Ana birimlerse dirhem, müd, arşın (zirâ) ve cerîbdir. Ancak İslâm hukukçuları dirhem ve müddün dahi diğerleri cinsinden karşılıklarının tesbitinde ihtilâfa düşmüş, bununla birlikte mesele bazı yorumlarla çözülmeye çalışılmıştır.

Eski ölçülerle ilgili kuramsal inceleme iki ana temele dayanır: Zaman içinde geliştirilen ölçü sistemlerinin tanımlanması ve çeşitli ölçülerin metrik karşılıklarının belirlenmesi. İkincisi ilgili maddelerde geniş biçimde incelendiğinden burada birincisi önem kazanmaktadır. Câhiliye devri Arap ölçü ve tartıları önceleri Mezopotamyalılar (Sumer, Akkad, Asur vb.), Mısırlılar ve Persler, Makedon istilâlarından sonra Yunanlılar ve Romalılar gibi eski milletlerden alınmış olup bunların etimolojik tahlilleri orijinlerine işaret etmektedir. Ölçü ve tartılar gerek işgaller gerekse ülkeler arası ilişkiler aracılığıyla çok geniş coğrafyalara yayılmıştır. Irak’ta Persler’in, Mısır ve Suriye’de daha çok Romalılar’ın / Bizanslılar’ın ölçü sistemi ağırlığını hissettirmiştir. Eski Mısır’da ve Çin’de kullanılan onluk sistem kesin hesaplamalar için daha uygun iken Bâbil ve Asur gibi ülkelerde geçerli olan altmışlık sistemle Roma’nın benimsediği on ikilik sistem kesirlerinin çokluğu sebebiyle (1, 2, 3, 4, 5, 6, 10, 12, 15, 20 ve 30) paylaşım kolaylığı sağlamaktadır. Dolayısıyla İslâm ülkelerinde kullanılan ölçü ve tartılar adapte edilen eski sistemlerin bir karışımından ibarettir. Müslümanlar özgün bir ölçü tartı sistemi üretmemişse de (İbn Teymiyye, XIX, 248-252) hassas ölçüm tekniğini öyle ilerletmişlerdir ki meselâ 780 yılından kalma cam sencelerin standart sapması miligramın üçte birini aşmamaktadır. Bu kadar ince ayarlarda sence üretilebilmesi için neredeyse günümüzün elektronik tartı aletlerinin hassasiyetinde teraziler kullanılmış olmalıdır. Avrupa’nın yüzyıllar sonra ulaşabildiği bu gelişmişlik düzeyi müslüman bilim adamları, darphânelerde görevli teknisyenler ve ölçü tartı üreticilerinin titizliğinin derecesini yansıtmaktadır (Kisch, s. 8-9). Ayrıca zerrenin bile tartılabilirliğini gösteren âyetler (en-Nisâ 4/40; Yûnus 10/61; Sebe’ 34/3, 22; ez-Zilzâl 99/7-8) bu konuda müslümanlara yön gösterici ve hedef belirleyici bir rol oynamış olabilir.

Bazı müslüman yazarlara göre ölçü ve tartıları icat eden İdrîs peygamberdir (meselâ bk. Hemdânî, I, 44). Kaynaklar genelde örfî ve şer‘î ölçü tartılar arasında bir ayırıma gitmektedir. Özelde de eczacı, kuyumcu, tüccar, darphâne ve maliyeye has olanlar birbirinden tefrik edilmektedir. Hacim ölçüleri de kendi içinde katı ve sıvı ölçekleri olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Buna karşılık aynı adlı bir birim ağırlık, hacim, uzunluk veya alan ölçü kümelerinden birkaçı yahut hepsi arasında yer alabilmektedir. Özellikle arazi tahririnde ve vergi


tahsilâtında kullanmak veya âdil bir ölçü sistemi kurmak üzere meydana getirilen birimler bunu yapan halife, sultan, emîr ya da valinin adıyla anılarak diğerlerinden ayırt edilmektedir.

Aslında para ve ölçü tartıların denetimi hükümranlık alâmetleri arasında sayıldığından birimlerin belirlenmesi, denetim, ayarlanma ve damgalanması iktidarın süreklilik ve istikrarı açısından, bunların standartlaştırılması da vergi tahsilâtında ve alım satım işlemlerinde ortaya çıkacak ihtilâfların önlenmesi bakımından önem taşır. Ömer b. Abdülazîz’in âmillerine gönderdiği öne sürülen meşhur tâmimde ölçülerin standartlaştırılmasının önemi vurgulanmıştır (İbn Abdülhakem, s. 100). Zaman zaman ölçü ve tartılarda reform yapılmış, meselâ Büveyhî Emîri Adudüddevle, İlhanlı Sultanı Gāzân Han ve Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan gibi idareciler yeni ölçü sistemleri getirmiştir. Bazı vali, emîr ve hükümdarların vergilere esas olmak üzere ihdas ettikleri çeşitli ölçü birimleri ise mahallî kalmıştır. Buna karşılık meselâ Abbâsîler’in etkisiyle Bağdat rıtlı yaygın bir standart sağladığı gibi özellikle Hanefîler’ce şer‘î rıtl sayılmıştır. Rivayete göre Abbâsî Halifesi Me’mûn kendi ihdas ettiği menni Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu’nun kurucusu Charlemagne’a göndermiş, o da bunu standart olarak benimsemiştir.

Ebû Yûsuf gibi hukukçular, merkezî hükümetin toplumsal barış adına aynî vergilerin ölçülerini belli bir standarda bağlamasının, tahsildarların keyfî uygulama ve suistimallerine açık kapı bırakılmamasının önemini ısrarla vurgulamıştır (Kitâbü’l-Ħarâc, s. 87, 93-94, 115-116, 134). Nitekim vergiye esas olan ölçü tartı birimlerinde devlet lehine yapılan standart değişiklikleri zaman zaman mükelleflerin isyanıyla sonuçlanmıştır. Emevîler devrinde Musul bölgesinden Mısır’a göç ettirilerek Delta’nın doğu tarafındaki toprakların ihyasına özendirilen Araplar’ın Me’mûn döneminde vergilendirilmesi, bu uygulama sırasında arazi tahririnin standart uzunluk biriminden daha kısa bir ölçüyle yapılması, dolayısıyla fazla vergi konulması, üzerlerindeki malî yükün ağırlığına dayanamayan Kıbtî ve müslüman çiftçilerin 214 (829) yılında ayaklanmasıyla neticelenmiştir (Taberî, VIII, 253-254, 256; Makrîzî, I, 80-81, 94, 172-174, 308, 311; II, 261).

Toplumlar arası ilişkilerin sıklaşmasıyla beraber özellikle ağırlık ve uzunluk birimlerini karşılaştıracak, bu konuda birliği sağlayacak bir ölçme sistemine ihtiyaç duyulmuş, XVII. yüzyılın ortalarında Fransa’da karmaşayı gidermeye yönelik sistematik bir çalışma başlatılmıştır. 1793’te Paris Bilimler Akademisi, Dunkirk-Barcelona üzerinden geçen meridyenin 1/40.000.000’ini yeni uzunluk birimi olarak kabul edip buna metre adını vermiş, böylece ondalık sistem benimsenmiştir. Ayrıca 4°C sıcaklıktaki 1 desimetreküp saf suyun ağırlığından hareketle kilogram adı altında bir ağırlık birimi belirlenmiştir. 1799 yılında kabul edilen ondalık metrik sistem, 4 Temmuz 1837 tarihinde onaylanan Ölçü ve Ağırlıklar Kanunu ile Fransa çapında geçerli tek nizam olarak açıklanmıştır. Bu sistem zamanla diğer ülkelerce de benimsenerek dünya standardı haline gelmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nde de 26 Mart 1931 tarih ve 1782 sayılı Ölçüler Kanunu ile bu konuda ilk kapsamlı düzenleme yapılmış, 11 Ocak 1989 tarih ve 3516 sayılı Ölçüler ve Ayar Kanunu’yla eski yasa yürürlükten kaldırılmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

Ebû Yûsuf, Kitâbü’l-Ħarâc (nşr. Muhibbüddin el-Hatîb), Kahire 1396, s. 87, 93-94, 115-116, 118, 134; İbn Abdülhakem, Sîretü ǾÖmer b. ǾAbdilǾazîz (nşr. M. Revvâs Kal‘acî), Halep, ts. (Mektebetü Rebî‘), s. 100; Sahnûn, el-Müdevvene, IV, 418; Yahyâ b. Ömer el-Kinânî, Aĥkâmü’s-sûķ (nşr. Mahmûd Ali el-Mekkî, Śaĥîfetü’l-MaǾhedi’l-Mıśrî içinde), IV/1-2, Madrid 1375/1956, s. 103-105, 130-134; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), VIII, 253-254, 256; Hemdânî, el-İklîl (nşr. Muhammed b. Ali el-Ekva‘ el-Hivâlî), Kahire 1383/1963, I, 44; Serahsî, el-Mebsûŧ, XV, 6; Muhammed b. Ahmed b. Abdûn et-Tücîbî, Risâle fi’l-ķażâǿ ve’l-ĥisbe (nşr. E. Levi-Provençal, Ŝelâŝü resâǿil Endelüsiyye fî âdâbi’l-ĥisbe ve’l-muĥtesib içinde), Kahire 1955, s. 29 vd.; İbn Abdürraûf, Risâle fî âdâbi’l-ĥisbe ve’l-muĥtesib (a.e. içinde), s. 106-109; Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, Aĥkâmü’l-Ķurǿân (nşr. M. Abdülkādir Atâ), Beyrut, ts. (Dârü’l-fikr), III, 76, 199; IV, 364-365; Kâsânî, BedâǿiǾ, V, 208; Celâleddin eş-Şeyzerî, Nihâyetü’r-rütbe fî ŧalebi’l-ĥisbe (nşr. Seyyîd el-Bâz el-Arînî), Kahire 1365/ 1946, s. 15-20; Burhâneddin el-Mergīnânî, el-Hidâye, [baskı yeri ve tarihi yok] (el-Mektebetü’l-İslâmiyye), III, 27; İbn Kudâme, el-Muġnî (Herrâs), II, 655; IV, 126, 318-319; İzzeddin İbn Abdüsselâm, ĶavâǾidü’l-aĥkâm, Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), I, 162; Kurtubî, el-CâmiǾ, IX, 254; XIX, 250; Nevevî, el-MecmûǾ, VI, 174-175; X, 263-275; İbn Teymiyye, MecmûǾu fetâvâ, XIX, 248-252; XXVIII, 343, 385; XXIX, 474-475; XXX, 189; İbnü’l-Uhuvve, MeǾâlimü’l-ķurbe fî aĥkâmi’l-ĥisbe (nşr. M. Mahmûd Şa‘bân - Sıddîk Ahmed Îsâ el-Mutîî), Kahire 1976, s. 137-151; Makrîzî, el-Ħıŧaŧ, I, 80-81, 94, 172-174, 308, 311; II, 261; İbnü’l-Hümâm, Fetĥu’l-ķadîr (Bulak), V, 282-283; Ali b. Süleyman el-Merdâvî, el-İnśâf fî maǾrifeti’r-râciĥ mine’l-ħilâf (nşr. M. Hâmid el-Fıkī), Beyrut 1406/1986, IV, 472; Mevvâk, et-Tâc ve’l-iklîl, Beyrut 1398, IV, 530-531; İbn Hacer el-Heytemî, ez-Zevâcir Ǿan iķtirâfi’l-kebâǿir, Beyrut 1408/1988, I, 244-247; Şirbînî, Muġni’l-muĥtâc, II, 73, 107-108; Buhûtî, Keşşâfü’l-ķınâǾ, III, 283; Meclisî, Biĥârü’l-envâr, Beyrut 1403/1983, XLVII, 217; Ali b. Ahmed el-Adevî, Ĥâşiye Ǿalâ Kifâyeti’ŧ-ŧâlibi’r-rabbânî (nşr. Yûsuf Muhammed el-Bikāî), Beyrut 1412, II, 191; Muhammed b. Ahmed ed-Desûkī, Ĥâşiye Ǿale’ş-Şerĥi’l-kebîr, Beyrut, ts. (Dârü’l-fikr), III, 151; Şevkânî, Neylü’l-evŧâr, Beyrut 1973, VI, 21; İbn Âbidîn, MecmûǾatü resâǿili İbn ǾÂbidîn, Beyrut, ts. (Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî), II, 116-118; Mecelle, md. 288-289; B. Kisch, Scales and Weights: A Historical Outline, New Haven-London 1965, s. 8-9; M. Necmeddin el-Kürdî, el-Meķādîrü’ş-şerǾiyye ve’l-aĥkâmü’l-fıķhiyyetü’l-müteǾalliķa bihâ, [baskı yeri yok] 1404/1984 (Matbaatü’s-saâde); Cengiz Kallek, Asr-ı Saâdet’te Yönetim-Piyasa İlişkisi, İstanbul 1997, s. 204-206; M. Ahmed İsmâil el-Harûf, “Vihdâtü’l-vezn ve âlâtühâ Ǿinde’l-müslimîn”, Mecelletü’l-baĥŝi’l-Ǿilmî ve’t-türâŝi’l-İslâmî, IV, Mekke 1981, s. 416-463; Salâh Hüseyin el-Ubeydî, “el-Mekâyîlü’l-ǾArabiyyetü’l-İslâmiyye fi’l-meśâdiri’l-eşeriyye”, el-Mevrid, XV/3, Bağdad 1986, s. 73-84; Ahmed el-Haccî el-Kürdî, “el-Meķādîrü’ş-şerǾiyye (el-mekâyîl ve’l-mevâzîn) ve mâ yeteǾallaķu bihâ mine’l-ahkâmi’ş-şerǾiyye ve mâ yuķābilühâ mine’l-meķādîri’l-muǾâśıra”, Mecelletü’ş-şerîǾa ve’d-dirâsâti’l-İslâmiyye, XVI/47, Küveyt 1422/2001, s. 245-301; “Keyl”, Mv.F, XXXV, 177-181; “Meķādîr”, a.e., XXXVIII, 295-325.

Cengiz Kallek