NAZMÜ’d-DÜRER

(نظم الدرر)

Bikāî’nin (ö. 885/1480) âyetler ve sûreler arasındaki münasebetleri esas alan tefsiri.

Tam adı Nažmü’d-dürer fî tenâsübi’l-âyât ve’s-süver olup Münâsebâtü’l-Ķurǿân ve Münâsebâtü’l-BiķāǾî isimleriyle de anılır. Bikāî tefsiri için Fetĥu’r-raĥmân fî münâsebâti eczâǿi’l-Ķurǿân, Tercümânü’l-Ķurǿân ve mübdî münâsebeti’l-furķān ve Lemmâ adlarını da önerir (Nažmü’d-dürer, I, 5; XXII, 447-449; Fetĥu’l-ķudsî, s. 80-81). Eserin yazımına Şâban 861’de (Temmuz 1457) başlayan müellif, hocası Ebü’l-Fazl Muhammed b. Muhammed el-Mağribî’nin âyet ve sûreler arasındaki münasebeti tesbit konusunda ortaya koyduğu yöntemin kitabın esaslarını tesbitte ve yazımında büyük yardımı olduğunu söyler (I, 17-18). Bikāî tefsirinin yarısına gelince çeşitli kesimlerden takdir ve tenkitler almaya başlamıştır. Gelen itirazlar, genellikle Kitâb-ı Mukaddes’ten yapılan nakiller ve münasebet konusunun çok geniş olarak ele alınması üzerinde yoğunlaşmaktaydı. Ardından müellif, eserini yazmaya ara vererek Kitâb-ı Mukaddes’ten naklin cevazına dair el-Aķvâlü’l-ķavîme (ķadîme) fî ĥükmi’n-naķl mine’l-kütübi’l-ķadîme (DİA, VI, 149) ve münasebet ilminin gerekliliğine dair MeśâǾidü’n-nažar li’l-işrâfi Ǿalâ maķāśıdi’s-süver adıyla iki eser kaleme almıştır (Nažmü’d-dürer, XXII, 443-445). Ayrıca tefsirin bazı cüzlerini incelemeleri için Yahyâ b. Muhammed el-Münâvî, İzzeddin el-Askalânî ve Kâfiyeci gibi Kahire’nin ileri gelen âlimlerine göndermiş, onların olumlu görüşlerini almıştır (MeśâǾidü’n-nažar, I, 112-129). Tartışma ve dedikoduları etkisiz hale getiren Bikāî eserini 10 Şâban 882’de (17 Kasım 1477) Şam’da tamamlamıştır (Nažmü’d-dürer, XXII, 443).

Bikāî dirâyet tefsirinin cevazına dair delilleri, münasebet ilminin önemini ve tarihini, Kur’an’ın terkip ve tertip açısından mûcize oluşunu, âyetler arasındaki münasebeti gösterebilmek için çektiği zorlukları ve tefsirinin eşsizliğini anlattığı bir mukaddime ile eserine başlar. Sûrelerin tefsirine sûrenin ana fikrini ve konusunu açıkladığı “maksûdühâ” ifadesiyle giriş yaptıktan sonra sûrenin ismi üzerinde durur ve bu isimle muhteva arasında ilişki kurmaya çalışır. Her sûre başındaki besmeleye o sûrenin konusuna uygun anlam verip bir önceki sûre ile olan münasebetini belirtir (a.g.e., I, 19). Ardından âyetleri tek tek ele alarak bunları cümle cümle, kelime kelime izah eder ve aralarındaki irtibatı ortaya koyar. Yer yer âyet grupları arasındaki ilgiden de söz eder; sûrelerin ilk ve son âyetleri arasındaki münasebeti gösterip sûreyi tek bir âyet gibi değerlendirir.

Müellif, bunun yanında klasik yönteme uyarak mücmel ve mutlak anlamlı âyetleri veya âyetlerdeki kelimelerin lugat mânalarını başka âyetlerle açıklamaya çalışır (meselâ bk. a.g.e., I, 119; II, 259-260; V, 269-287). Âyetleri tefsir ederken mânası müşkil kelimelerin izahında lugat âlimlerine başvurur ve bu konuda faydalandığı eserleri zikreder. Bikāî, âyetlerde geçen garîb kelimeleri ilk defa Halîl b. Ahmed tarafından Kitâbü’l-ǾAyn’da uygulanan taklîb sistemine göre ele alır ve o kelimenin muhtemel anlamlarını maklûb şekillerine göre verir. Meselâ “sevvele” kelimesi için “velese, vesele, levese, sevele, yesele, seyele, selâ, leyese, lesâ” şeklinde dokuz kalıp çıkarır, bunları anlamlandırıp sonuçta bir tek mânada toplayarak âyette kastedilen anlamı ortaya koyar (a.g.e., X, 32-35). Bikāî’nin bu tür açıklamaları bazan bir kelimede birkaç sayfayı bulur (örnekler için bk. Kara, Bikâî ve Tefsirindeki Metodu, s. 281-283).

Nažmü’d-dürer, Kur’an’ın i‘câzını ve belâgatını göstermesi bakımından önemli bir tefsirdir. Meânî, bedî‘ ve beyân ilimleri açısından gerekli izahları yapan Bikāî âyetlerdeki sanatların türünü de açıklar ve âyetin ifade ettiği mânayı belirtir. İ‘câzın alt başlıklarından olan, bir sözdeki iki mukabil kelimeden birinin hazfiyle ilgili “ihtibâk” sanatı üzerinde durur. Müellif tefsirinde 300’e yakın âyeti bu sanata göre izah etmiş, konuyla ilgili olarak el-İdrâk li-fenni’l-iĥtibâk adıyla bir de risâle yazmıştır (Süyûtî, II, 831).

Kıraat-dil ilişkisi üzerinde de duran Bikāî farklı okuyuşların anlama etkisini gösterir ve tercih ettiği mânanın hangi kıraate dayandığını söyler (Nažmü’d-dürer, III, 328, 354; VII, 134; VIII, 234-235, 311). Bu arada Kur’an’ın sünnetle tefsirine de önem verir; hadisleri muteber hadis kaynaklarından naklederek sıhhatlerine dair değerlendirmeler yapar. Sahâbe ve tâbiîn sözleri için hadis kaynakları yerine rivayet tefsirlerini kullanır (Kara, Bikâî ve Tefsirindeki Metodu, s. 177-196). Tefsirinde usûl-i fıkıhla ilgili meselelere yer veren müellif fıkhî konuları ayrıntılarıyla ele alır. Fıkıhta olduğu gibi kelâm konularında da genellikle Şâfiî mezhebine ait eserlere başvurur. Bazı kelâm meselelerinde ilmî tartışmalara girer. Kaynakları içinde Mu‘tezile’den Zemahşerî ve Rummânî’nin eserlerinin bulunmasına rağmen itikadî mezhepler arasında bilhassa Mu‘tezile’yi kıyasıya eleştirir (Nažmü’d-dürer, IV, 23).

Bikāî, tasavvuf kitaplarını ve selef-i sâlihînin hayat hikâyelerini okumanın yararı üzerinde durur ve zühd hayatını tavsiye eder (a.g.e., XIV, 469, 477). Ancak Ehl-i sünnet akîdesine, Kur’an’a ve Sünnet’e ters düştüğüne inandığı ittihad ve hulûle dair görüşleri sebebiyle sûfîleri şiddetle eleştirir ve neredeyse küfürlerine hükmeder (a.g.e., II, 195; XIV, 300, 423, 434, 452, 483).

Müteşâbih âyetlerin Allah’ın zâtına yakışır şekilde te’vil edilmesi gerektiğini söyleyen Bikāî, yahudi ve hıristiyanların müteşâbihi te’vil etmeyip zâhirî anlamlarında kullandıkları için doğru yoldan saptıklarını ileri sürer. Hz. Îsâ’nın Allah’ın kulu olduğuna dair âyetlerin İncil’de de yer aldığını hatırlatarak İncil’den uzun uzun nakiller yapar (meselâ bk. a.g.e., IV, 228-232). Ehl-i kitap’tan bahseden âyetlerin tefsirinde


Tevrat, İncil ve Zebûr’dan nakillerde bulunur (Kara, Bikâî ve Tefsirindeki Metodu, s. 212-237).

Müellif, en çok Harâllî’nin Miftâĥu’l-bâbi’l-muķaffel Ǿalâ fehmi’l-Ķurǿâni’l-münezzel ve İbnü’z-Zübeyr es-Sekafî’nin el-Burhân fî tertîbi süveri’l-Ķurǿân (nşr. Muhammed Şa‘bânî, Küveyt 1404/1984) adlı eserlerinden yararlanmış, özellikle Harâllî’nin tefsiri kendi metodunun ve yazım üslûbunun kaynağını oluşturmuştur. Harâllî’ye ait eserin Kur’an’ın başından Âl-i İmrân sûresinin 37. âyetine kadarki kısmın tefsirini içeren bir cüzünü ele geçirdiğini söyleyen Bikāî, münasebet ilminin kullanıldığı bu kısımdan beğendiği yerleri aynen aldığını, bundan sonrasını da kendisinin tamamladığını anlatır (Nažmü’d-dürer, I, 6, 10; Nažmü’d-dürer’in diğer kaynakları için bk. Kara, Bikâî ve Tefsirindeki Metodu, s. 117-168).

Bikāî, âyetler ve sûreler arasındaki ilgi konusunda önceki kaynaklarda bulunan dağınık bilgileri bir araya getirmesi ve bunlar üzerine yeni bilgi ve değerlendirmeler eklemesi sebebiyle bu alana ilgiyi arttırmıştır. Nažmü’d-dürer’den sonra yazılan birçok eserde bu tefsirin etkisini görmek mümkündür (a.g.e., s. 402-406). Özellikle münasebet ilmine büyük değer veren Hint alt kıtası müfessirlerinin çalışmalarında onun tefsirinin yeri belirgindir. Eser bazı kimseler tarafından eleştirilmişse de çoğunluk onu takdir etmiştir (İbn Hacer el-Heytemî, s. 53; Cemâleddin el-Kāsımî, I, 45).

Nažmü’d-dürer’in çeşitli kütüphanelerde çok sayıda yazma nüshası vardır (Brockelmann, GAL, II, 179; Suppl., II, 177-178; Kara, Bikâî ve Tefsirindeki Metodu, s. 98-104; Bikāî, el-Ķavlü’l-müfîd, neşredenin girişi, s. 8). Şeyh Ömer es-Süveydî takma adını kullanan Carlo de Landberg, Nažmü’d-dürer’in kumarla ilgili bölümünü (el-Bakara 2/219’un tefsiri) Primeurs arabes (Turaf Arabiyye) adlı serinin içinde diğer bazı risâlelerle birlikte “LuǾabü’l-ǾArab bi’l-meysir fi’l-Câhiliyyeti’l-ûlâ” adıyla yayımlamıştır (Leiden 1886). Tefsirin Kadı Şerefeddin Ahmed başkanlığındaki bir heyetin tahkikiyle ilk tam neşri (I-XXII, Haydarâbâd-Dekken 1969-1979), ayrıca ofset baskıları (Haydarâbâd 1978-1984; Kahire 1413/1992) gerçekleştirilmiştir. Eser daha sonra Abdürrezzâk Gālib el-Mehdî’nin tahkikiyle yeniden neşredilmiştir (I-VIII, Beyrut 1424/2003 [2. bs.]). Tefsir üzerinde Necati Kara bir doktora tezi hazırlamış (bk. bibl.), Seyyid Ahmed Halîl yüksek lisans çalışması yapmış (1986, Câmiatü Ezher külliyyetü usûli’d-dîn), ayrıca Tebâreke cüzünün tefsirini tahkik etmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Bikāî, Nažmü’d-dürer (nşr. Şerefeddin Ahmed), Haydarâbâd 1398-1404/1978-84, I, 5, 6, 10, 17-18, 19, 119; II, 195, 259-260; III, 328, 354, 367-370; IV, 23, 228-232, 233, 323; V, 269-287; VII, 71-72, 134; VIII, 234-235, 311; X, 32-35; XIV, 300, 423, 434, 452, 469, 477, 483; XX, 108, 177-178; XXII, 443-445, 447-449; a.mlf., Fetĥu’l-ķudsî fî âyeti’l-kürsî (nşr. Abdülhakîm el-Enîs), Dübey 1422/2001, s. 80-81; a.mlf., MeśâǾidü’n-nažar li’l-işrâf Ǿalâ maķāśıdi’s-süver (nşr. Abdüssemi‘ M. Ahmed Haseneyn), Riyad 1987, I, 112-129; a.mlf., el-Ķavlü’l-müfîd fî uśûli’t-tecvîd li-kitâbi rabbine’l-mecîd (nşr. Hayrullah eş-Şerîf), Beyrut 1995, neşredenin girişi, s. 8, dipnot 1; Süyûtî, el-İtķān (Bugā), II, 831; İbn Hacer el-Heytemî, el-Fetâva’l-ĥadîŝiyye, Kahire 1989, s. 53, 54-55; Makkarî, Nefĥu’ŧ-ŧîb, II, 188-189; Keşfü’ž-žunûn, II, 1961-1962; Şevkânî, el-Bedrü’ŧ-ŧâliǾ, I, 20; a.mlf., Fetĥu’l-ķadîr, I, 72-73; Cemâleddin el-Kāsımî, Tefsîrü’l-Ķāsımî: Meĥâsinü’t-teǿvîl (nşr. M. Fuâd Abdülbâkī), Kahire 1376/1957, I, 45; Brockelmann, GAL, II, 179; Suppl., II, 177-178; Abdülmüteâl es-Saîdî, en-Nažmü’l-Fennî fi’l-Ķurǿân, Kahire 1992, s. 5; M. Ali Ayâzî, el-Müfessirûn: Ĥayâtühüm ve menhecühüm, Tahran 1414, s. 712-717; Necati Kara, Burhânuddin ’Omer el-Bikâî ve Tefsirindeki Metodu, Van 1994, s. 98-104, 117-168, 177-196, 212-237, 281-283, 394-400, 402-406; Abdülhamit Birışık, Hind Altkıtası Düşünce ve Tefsir Ekolleri, İstanbul 2001, s. 196; Ömer Kara, “Belagatta Bir ‘İcâz-ı Hazf’ Çeşidi: İhtibâk -Kur’ân Metinlerindeki Pratiği-”, EKEV Akademi Dergisi, II/1, Ankara 1999, s. 118-162; a.mlf., “Bikâ’î’nin ‘Nazmü’d-Dürer’inde Yer Alan ‘İhtibâk Metinleri’ -Bir İnşa Denemesi-”, Yüzüncü Yıl Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, III/3, Van 2000, s. 149-224; Suat Yıldırım, “Bikāî”, DİA, VI, 149; Mustafa Çiçekler, “Landberg, Carlo de”, a.e., XXVII, 99.

Necati Kara