NAZÎRE

(النظيرة)

Bir edebî eserin benzeri.

Arap edebiyatında nazîre türü, muâraza kelimesiyle karşılanmış, ihtizâ, muhâkât ve modern zamanlarda taklîd, nazîr, mesîl kelimeleri de oldukça yaygınlık kazanmıştır. Muâraza “bir işi birinin yaptığı gibi yapmak, taklit etmek”, ihtizâ “ayakkabının tekini öbürünün ölçülerine göre yapmak, birinin yaptığı işe benzer şekilde iş yapmak”, muhâkât “taklit etmek, yansıtmak”, müsûl “benzeri olmak, yerini tutmak” gibi mânalara gelir (Lisânü’l-ǾArab, “Ǿarż”, “ĥky”, “ĥźv”, “ķld”, “mŝl”, “nžr” md.leri).

Muârazayı nazîre karşılığında ilk kullanan müelliflerden biri olan Hattâbî onu “başkasına ait bir hitabenin veya bir şiirin lafız ve anlam özelliklerinde yarışmak” diye tanımlamış ve bunun Câhiliye devrinden beri bilinmekte olduğunu belirtmiştir (Beyânü iǾcâzi’l-Ķurǿân, s. 53). Abbas b. Ali es-San‘ânî, istiânenin (tazmin) alt bölümünde yer verdiği muârazayı, “bir şairin ele aldığı bir fikir ve temayı ondan daha güzel lafız kalıbı ve üslûp içinde ifade etme” şeklinde tarif etmiştir (er-Risâletü’l-Ǿascediyye, s. 56). Nazîrenin edebî kuramına ilişkin orijinal görüşleri ilk defa Abdülkāhir el-Cürcânî ortaya koymuştur. Ona göre nazîre bir şaire ait şiirin üslûp özelliklerinin onu aşmak amacıyla taklit edilmesidir (ihtizâ); bu taklitte kafiye ve tema birliği şart değildir. Taklit bazı lafzî benzerlikler taşıyorsa açık, taşımıyorsa kapalı taklit adını alır. Bununla birlikte Cürcânî, başkasına ait bir dizenin kelimelerini eş anlamlı kelimelerle değiştirmenin çirkin bir serika olacağını ifade etmiştir (Delâǿilü’l-iǾcâz, s. 259-260, 467-472).

Yaygın anlamıyla nazîre daha çok şiirde görülür ve orijinal eserle aynı vezin ve revîde olur. Çoğunlukla onu aşmak amacıyla kaleme alınır. Bazan da nazîre eş değerde bir eser ortaya koymak, yarışmak veya ona duyulan ilgiyi ifade etmek için yazılır. Vezin ve kafiye birliği sebebiyle nazîrelerle nekāiz türü şiirler arasında şekil açısından benzerlik bulunsa da nekāiz atışmak gayesiyle ortaya konulduğundan nazîreden farklıdır (bk. HİCİV; ŞİİR). Ancak modern zamanlarda, iki şair arasındaki husumetten kaynaklanan ve istihfaf ifadesi olarak ortaya konan nazîreler de vardır. İbrâhim Tûkan’ın Ahmed Şevkī’nin Ķaśîdetü’l-muǾallim’ine nazîresi bunun örneklerinden biridir. Aynı şekilde “muhâkât tehekkümiyye” (parodi) adı verilen, taklit maharetine dayalı güldürme amacı taşıyan ve aslın üslûp özelliklerini yansıtan edebî bir eserin taklidi de bu bağlamda zikredilmelidir. Mustafa Hamâm’ın Amr b. Külsûm’un muallakasına yazdığı nazîre ile Zeynüddin el-Hımsî’nin Bûsîrî’nin Ķaśîdetü’l-bürde’sine nazîresi bu türdendir.

Nazîre veya intihal örnekleri olarak İslâm öncesi dönemden intikal edenler, biçim ve tema açısından aralarında benzerlik bulunan bazı beyit ve kıtalardan ibarettir. Gerçek anlamda nazîre İslâm devrinde Kâ‘b b. Züheyr’in “Bânet Süâd” kasidesine olan nazîrelerle başlamıştır. Bu kasideye yazılan elli kadar nazîreden kırk kadarını Muhammed Bûzîne Ķaśîdetü Bânet SüǾâd ve muǾârażâtühâ isimli mecmuasında toplamıştır (Tunus 1994). E. Wagner, Abū Nuwās adlı eserinde şairin yazdığı ve onun şiirlerine yazılan nazîre örneklerine yer vermiştir (s. 246 vd., 333 vd.). Bundan başka İbnü’l-Mu‘tez, İbn Düreyd, Ebü’l-Alâ el-Maarrî ve Ali b. Abdülganî el-Husrî’nin şiirlerine de eski ve yeni şairler tarafından nazîreler yazılmıştır. Husrî’nin “Kasîde-i Dâliyye”sine yapılan nazîreler Muhyiddin Rızâ ve Îsâ İskender el-Ma‘lûf tarafından yayımlanmıştır (bk. HUSRÎ, Ali b. Abdülganî). İbn Zeydûn’un “Nûniyye”sine nazîreleri de Muhammed Bûzîne Nûniyyetü İbn Zeydûn ve muǾârażâtühâ adlı koleksiyonunda toplamıştır (Tunus 1995). Bûsîrî’nin Ķaśîdetü’l-Bürde’si bedîiyyât türü kasidelere model olmuş, eski ve yeni şairler tarafından taklit edilmiştir. Muhammed Bûzîne bunların birçoğunu Ķaśîdetü’l-bürde ve muǾârażâtühâ ismiyle bir araya getirmiştir (Tunus 1994).

Endülüs ve Mağrib şiirinde nazîre geleneği yaygındır. Özellikle Doğulu şairlerin meşhur şiir ve eserlerine onları aşmak amacıyla nazîreler yazılmıştır. İbn Hafâce de Mütenebbî, Ebû Muhammed İbn Sâre gibi şairlerin bazı şiirleri için nazîreler düzenlemiştir (Dîvân, s. 105-106, 283-284, 358-359, 366-367). Onun bilhassa nazîre yapmak için Doğulu şairlerden iktibas ettiği dizeleri içeren muzammen türü şiirleri meşhurdur. Endülüslü yahudi şairleri de Doğu Arap şiirini taklit etmiş, Moïse ben Ezra, Mütenebbî’nin “Hummâ” adlı şiiri için nazîre kaleme almıştır.

VII. (XIII.) yüzyıldan itibaren nazîre müveşşah şairlerinde bir halk sanatı formunu almış (Hartmann, s. 227-228); özellikle Doğulu şairlerce Endülüs müveşşahlarına çok sayıda nazîre yazılmıştır. Safedî TevşîǾu’t-tevşîĥ’inde (s. 33-186) Endülüs, Mağrib, Mısır ve Suriyeli müveşşah şairlerinin bazı şiirleriyle bunların nazîrelerine yer vermiştir. Nevâcî ǾUķūdü’l-leǿâl’inde, Endülüs ve Mağrib müveşşahları ile zecellerine Doğulu şairlerce yazılan bazı nazîreleri toplamıştır. Ayrıca bazı Arap müveşşahları İbrânî edebiyatında taklit edilmiştir.

Mensur edebî eserlere nazîre yazan müellifler de vardır. İbnü’l-Hebbâriyye’nin Kelîle ve Dimne’yi taklit ettiği 2000 beyitlik Kitâbü’ś-Śâdiĥ ve’l-bâġim’iyle Ebü’l-Alâ el-Maarrî’nin aynı eseri taklit ettiği Risâletü’ś-Śâhil ve’ş-şâĥic’i ve İbn Abdülgafûr el-Kelâî’nin bu esere yazdığı nazîre olan es-SâciǾa ve’l-ġırbîb’i bunlardan bazılarıdır. Ayrıca Bedîüzzamân el-Hemedânî ile Harîrî’nin “makamat”larını taklit eden birçok eser kaleme alınmıştır.

Kur’ân-ı Kerîm, kendisinin dengi veya benzeri olacak bir kitap yahut on sûre veya


bir sûre telif etmeleri konusunda, onun beşer sözü olduğunu iddia eden muhaliflerine meydan okumuş ve bunu yapamayacaklarını beyan etmiştir (el-Bakara 2/23-24; Hûd 11/13; el-İsrâ 17/88). Bununla birlikte belâgat, fesahat, ifade, üslûp güzellikleriyle ilgili olarak sayıları az da olsa Kur’an’ın taklit ve nazîrelerine teşebbüs edenler görülmüştür. Başta yalancı peygamberler olmak üzere bazı edip, şair ve filozoflar ilham ürünü iddiasıyla veya edebî sanat eseri olarak nazîreler ortaya koymuş, ancak lafız itibariyle tumturaklı fakat anlam bakımından çelişkiler içeren bu sözler gülünç hezeyanlar olmaktan öteye geçememiştir. Yemâme’de peygamberlik iddiasında bulunan Müseylimetülkezzâb ve aynı dönemde el-Cezîre’de Benî Tağlib arasında peygamberliğini ilân eden Secâh ile müşriklerin ileri gelenlerinden Nadr b. Hâris’e ait bazı taklit parçaları aktarılmaktadır.

İbnü’l-Mukaffa‘a nisbet edilen, Kur’an ve İslâm inançlarına karşı Maniheizm’i savunan MuǾârażatü’l-Ķurǿân’ın ona ait olması şüphelidir. Eserin İbnü’l-Mukaffa‘ gibi bir edipten beklenen edebî muâraza yerine cedelci ve savunmacı bir üslûp taşıması, bir Maniheizm müdâfiince yazılarak İbnü’l-Mukaffa‘a nisbet edildiği izlenimini vermektedir (bk. İBNÜ’l-MUKAFFA‘). Onun ed-Dürretü’l-yetîme (el-Edebü’l-kebîr) adlı eserinin Kur’an’a nazîre için yazıldığı iddiası muhteva açısından mümkün görünmemektedir.

Ünlü şair Mütenebbî’nin on yedi yaşında iken Semâve çölündeki bedevîler arasında peygamberliğini ilân ettiği ve Kur’an’ın Mekke dönemine ait bazı âyetlerine nazîre yazdığı iddia edilir. Kaynaklarda yer alan bazı parçalar (meselâ bk. Hatîb, IV, 104 vd.; Yûsuf el-Bedîî, s. 55 vd.; Blachere, s. 67) Mütenebbî lakabının yerleşmesinden sonra onun adına uydurulmuş gibi görünmektedir (bk. MÜTENEBBÎ). Ebü’l-Alâ el-Maarrî’nin el-Fuśûl ve’l-ġāyât fî temcîdillâhi ve’l-mevâǾiž adlı eserinin de Kur’an’a nazîre olarak yazıldığı ileri sürülmüştür. Orijinal bir yöntemle telif edilen, Allah’a övgü ve öğütlere dair olan “rec‘” başlıklı asıl metinlerle açıklama kısımları dönüşümlü olarak devam eden eserin özellikle bu açıklamalarında sözlük, edebiyat, aruz, nahiv, sarf, tarih, hadis, fıkıh, astronomi ve astroloji gibi ilimlere dair zengin bilgiler yer alır. Eserde Kur’an üslûbunu andıran bazı sembolik anlatımlarla kâhin secilerine benzeyen kısımların bulunması Kur’an’a nazîre olarak telif edildiği ithamına yol açmış ve bilhassa onu çekemeyenler tarafından tarih boyunca asıl adı tahrif edilerek el-Fuśûl ve’l-ġāyât fî muǾârażâti’s-süver ve’l-âyât şeklinde anılmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “Ǿarż”, “ĥky”, “ĥźv”, “ķld”, “mŝl”, “nžr” md.leri; Hâtimî, Ĥilyetü’l-muĥâđara (nşr. Ca‘fer el-Kettânî), Bağdad 1979, II, 28 vd.; Hattâbî, Beyânü iǾcâzi’l-Ķurǿân (Ŝelâŝü resâǿil fî iǾcâzi’l-Ķurǿân içinde, nşr. Muhammed Halefullah - M. Zağlûl Sellâm), Kahire, ts. (Dârü’l-maârif), s. 53; Kādî Abdülcebbâr, el-Muġnî (nşr. Emîn el-Hûlî), Kahire 1380/1960, XVI, 222; Ebü’l-Alâ el-Maarrî, el-Fuśûl ve’l-ġāyât fî temcî-dillâh ve’l-mevâǾiž (nşr. Mahmûd Hasan Zenâtî), Beyrut 1982, neşredenin girişi, I, h-v; Hatîb, Târîħu Baġdâd, IV, 104 vd.; Abdülkāhir el-Cürcânî, Delâǿilü’l-iǾcâz (nşr. Mahmûd M. Şâkir), Kahire 1404/1984, s. 259-260, 467-473; İbn Hafâce, Dîvân (nşr. Seyyid Gāzî), İskenderiye, ts. (Münşeâtü’l-maârif), s. 105-106, 283-284, 358-359, 366-367; Abbas b. Ali es-San‘ânî, er-Risâletü’l-Ǿascediyye (nşr. Abdülmecîd eş-Şerefî), Tunus 1396/1976, s. 56; Safedî, TevşîǾu’t-tevşîĥ (nşr. Elbîr Habîb Mutlak), Beyrut 1966, s. 33-186, 397 vd.; Yûsuf el-Bedîî, eś-Śubĥu’l-münebbî Ǿan ĥayŝiyyeti’l-Mütenebbî (nşr. Mustafa es-Sekkā v.dğr.), Kahire 1994, s. 55-59; M. Hartmann, Das Muwaššaĥ, Weimar 1897, s. 227-228; R. Blachère, Un poète arabe du IVe siècle de l’hégire (Xe siècle de J.-C.): Abou ŧ-Ŧayyib al-Motanabbī, Paris 1935, s. 67; Ahmed eş-Şâyib, Târîħu’n-neķāǿiż, Kahire 1954, s. 6-8; G. E. von Grunebaum, Kritik und Dichtkunst, Wiesbaden 1955, s. 112-120; E. Wagner, Abū Nuwās, Wiesbaden 1965, s. 246 vd., 333 vd.; S. M. Stern, Hispano-Arabic Strophic Poetry, Oxford 1974, s. 45-49; İhsan Abbas, Târîħu’n-naķdi’l-edebî Ǿinde’l-ǾArab, Beyrut 1978, s. 509 vd.; J. van Ess, “Some Fragments”, Studia Arabica et Islamica, Beirut 1981, s. 151-163; Muhammed Bûzîne, Ķaśîdetü’l-Bürde ve muǾârażâtühâ, Tunus 1994, tür.yer.; a.mlf., Ķaśîdetü Bânet SüǾâd ve muǾârażâtühâ, Tunus 1994, tür.yer.; a.mlf., Nûniyyetü İbn Zeydûn ve muǾârażâtühâ, Tunus 1995, tür.yer.; Ahmed Matlûb, MuǾcemü’l-muśŧalaĥâti’l-belâġıyye ve teŧavvürühâ, Beyrut 1996, s. 628-629; Saîd es-Seyyid Ubâde, el-Fehârisü’l-mufaśśala, Kahire 1999, s. 12-13; U. Haxen, “The MuǾārađa Concept”, al-Andalus, XLIII, Madrid 1978, s. 113-124; A. Schippers, “MuǾārađa”, EI² (Fr.), VII, 262-263.

İsmail Durmuş




TÜRK EDEBİYATI. “Bir şairin manzum bir eserine başka bir şair tarafından aynı vezin ve kafiyede yazılan şiir” diye tanımlanan nazîre ve nazîre yazmak yerine tanzîr ve tanzîr etmek yanında nazîre deme, cevap deme, cevap verme tabirleri de kullanılmış, nazîre yazana nazîre-gû, nazîre-perdâz denilmiş, model olarak alınan şiirin tam zıddını ortaya koymaya da nakīza adı verilmiştir. Ancak Câhiliye dönemi Arap şiirinde çok yaygın olan nakīza Türk şiirinde rağbet görmemiştir.

Diyarbakırlı Berdahî’nin Türk diliyle yazılmış en eski belâgat kitabı sayılan Kitâbü Câmii’l-envâi’l-edebi’l-Fârisî adlı eseriyle Sürûrî’nin Bahrü’l-maârif’inde, nazîreyle esas alınan şiir arasında mâna bütünlüğünün de bulunması gereği vurgulanmaktadır.

Nazîrenin Berdahî’deki “ta‘bîr-i uhrâ” ile yani, yeni bir söyleyiş ve eda ile yazılması şartını Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin Efendi de “ta‘bîr-i âher” lafzıyla zikreder (Tolasa, XXIV-XXV [1986], s. 379). Mükemmel Osmanlı Lugati’nde buna “müsabaka kastı” ilâve edilmiştir. Gibb ise nazîrenin sadece tek kafiyeli manzumelerle ilgili bir terim olduğu, uzun mesnevilere yazılan “benzer”lere “cevap” denildiği görüşündedir (HOP, I, 100). Nazîre mecmualarında vezni, redifi veya kafiyesi, tanzîr edilen şiirden farklı olan örneklere rastlanılması bu tariflerin yeniden değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.

Türk edebiyatında hemen her nazım türündeki şiirler tanzîr edilmekle beraber nazîre en çok gazel ve mesnevi şekillerinde yazılmıştır. Nazîrelerin gazel üzerine yoğunlaşmasının sebebini gazelin klasik dönem şairlerinin şiir kudretini ispata en yatkın tarz olmasında, mesnevide ise bilhassa Nizâmî-i Gencevî’nin Ħamse’sine nazîre yazmanın Türk şairleri arasında âdeta bir gelenek haline gelmesinde aramak gerekir. Daha az olmakla beraber kasideler ve musammatlar da tanzîr edilmiştir. Hatta divan ve sözlük gibi eserlere bütünüyle nazîre yazıldığı görülmektedir. Nazîre mecmualarında, özellikle Eğridirli Hacı Kemal’in Câmiu’n-nezâir’inde gazelin murabba ile, kasidenin gazelle, gazelin kasideyle tanzîri gibi nazım örnekleri yer alır.

Türk edebiyatına İran şiirinden intikal eden nazîre için daha çok “cevap” kelimesi kullanıldığı gibi özellikle Timurlular devrinde “tetebbu‘” ve “istikbal” kelimelerine de rastlanmaktadır (Feldman, XXI/2 [1997], s. 42). Nitekim Ali Şîr Nevâî’nin Mecâlisü’n-nefâis’inde de tetebbu kelimesinin daima nazîre mânasında kullanıldığı görülmektedir. Sık olmamakla birlikte Anadolu sahası Türk şairleri ve tezkire yazarları da bu iki tabiri kullanmışlardır.

Nazîrenin, tanımından pratikte kullanılışına kadar problemli bir kavram olduğunu söylemek mümkündür. Bazı retorikçilerle edebiyat tarihçilerine göre bir şiirin nazîre sayılabilmesi için esas alınan şiirle aynı vezin ve kafiyede olması yeterliyken bazılarına göre aralarında ifade ve konu birliği de aranır. Bazılarına göre de nazîre esas şiiri her bakımdan geçmeli veya en azından onun seviyesine ulaşabilmelidir. Ancak nazîreyi taklit, nazîre yazıcılığını da


taklitçilik olarak kabul etmek doğru değildir. Ayrıca nazîrecilik şairlerin yetişmesinde önemli bir mektep olmuştur. Nazîre mecmualarında yer alan bütün şiirlerin gerçekten nazîre olup olmadığı veya belirtilen şiire nazîre diye yazılıp yazılmadığı konusu ayrı bir konudur. Nazîre mecmualarında model şiir diye gösterilen şiirin gerçekten o kafiye veya redifte ilk şiir olup olmadığı meselesi de önemli problemlerdendir. Dolayısıyla edebiyat tarihinin değerli kaynakları arasında yer alan bu mecmuaların ihtiyatla kullanılması gerekir.

Bir kısım nazîrelerde şiirin nazîre olduğu bilhassa matla‘ beyitlerinde belirtilmektedir. Bir başka özellik de nazîrelerde model alınan şiirde kullanılan atasözü, deyim, vecize, kelâmıkibar, ayrıca iktibas veya tazmin yoluyla alınmış meşhur bir mısra gibi söz kalıplarının aynen tekrarlanmasıdır. Nazîrelerde daha ziyade meşhur şairlerin / şiirlerin tanzîr edilmesinin esas sebebi onları geçme arzusu olmakla birlikte üstatları tâzim için de nazîreler kaleme alınmış, böylece bir taraftan “temrin” de yapılmıştır. Öte yandan Türk edebiyatında yer edinememiş birçok şairi nazîre yazmaya iten en önemli sebeplerden birinin daha önceden ortaya konmuş hazır kalıplara sığınma arzusu olduğu söylenebilir. Bilhassa XVIII ve XIX. yüzyıl şairlerinin nazîrelerinde bu husus hissedilmektedir. Sebep ne olursa olsun sonuçta tanzîr edilen şiire özenme ve öykünme esastır. Nazîreler beğeni ve hayranlık yanında hırs veya kıskançlık yüzünden üstünlük iddiasına da dayanabilir.

Şark edebiyatlarında nazîre derleyiciliği bir tür gelenek halini almıştır. Umumiyetle şiirden iyi anladıkları kabul edilen bu derleyiciler şiirleri “mecmûa-i nezâir”lerde bir araya getirmişlerdir. Bu mecmualar daha çok vezin esas alınmak üzere alfabe sırasına göre düzenlenmiştir. Çeşitli devirlerde rağbet gören şairler ve şiirleriyle bunların etkileri, şiir anlayışları, eğilimleri, zevkleri, işledikleri konular, kafiye, redif, vezin tercihleri nazîre mecmualarından öğrenilmektedir. Diğer taraftan adına kaynaklarda rastlanmayan bazı şairlerin tanınmasına imkân sağlamaları yanında bunlarda şairlerin divanlarına girmemiş şiirlerine de rastlanır. Nazîre mecmuaları sayesinde şairler arasında arkadaşlık, hemşehrilik, akrabalık, aynı tarikata mensubiyet, meslektaşlık gibi sosyal etkileşimleri de tesbit etmek mümkündür.

Türk edebiyatında bilinen ilk nazîre mecmuası Ömer b. Mezîd’in 840 (1437) yılında derlediği Mecmûatü’n-nezâir’dir (haz. Mustafa Canpolat, Ankara 1982, 1995). XVI. yüzyılda oldukça yaygınlaştığı anlaşılan bu mecmuaların derleyeni bilinen ikinci örneği Eğridirli Hacı Kemal’in 918’de (1512) hazırladığı, içinde 266 şairin 3140 şiiri bulunan Câmiu’n-nezâir’dir. Aynı yüzyıla ait Edirneli Nazmî’nin Mecmau’n-nezâir’i, 357 şairin 5527 şiirini bir araya getirmektedir. Derleyicisinin adıyla anılan Pervâne Bey Mecmuası 968’de (1560-61) hazırlanmış hacimli bir eserdir. Konya Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi’nde kayıtlı (nr. 2456), 170 şairin 761 gazelini ihtiva eden mecmuanın eserde yetmiş şiiri bulunan Hayretî tarafından derlendiği sanılmaktadır. XVII. yüzyılda düzenlenen Budinli Hisâlî’nin Metâliu’n-nezâir’inde şiirlerin sadece matla‘ beyitleri bulunmaktadır.

Tek nüshası Millî Kütüphane’de mevcut (nr. 8839), XV. yüzyılda derlenmiş olması kuvvetle muhtemel bir nazîre mecmuasının varlığından son yıllarda haberdar olunmuştur (Mermer, sy. 56 [2002], s. 75). Sondan eksik olan bu mecmuada sadece yedi şairin nazîreleri yer almaktadır. Bunların dışında bazı kütüphanelerde derleyeni bilinmeyen nazîre mecmuaları vardır. Derleyeni belli olan, fakat nüshası ele geçmeyen nazîre mecmualarından biri de Ahdî’nin Gülşen-i Şuarâ’sında zikredilen (TSMK, Hazine, nr. 1303, vr. 87a) İstanbullu Sabrî’nin Câmiu’n-nezâir’idir. Ali Emîrî Efendi’nin bir nazîre mecmuası olarak hazırlamaya başlayıp Tarih ve Edebiyat Mecmuası’na eklediği Vesâiku’l-âsâr’da yer alan beyitler arasında nazîre olmayanlar da vardır. Müellifin otuz cilt olacağını haber verdiği bu eserin (Ali Emîrî, sy. 6 [1334], s. 119) sadece üç fasikülü çıkabilmiştir. Kimin tarafından düzenlendiği bilinmeyen nazîre mecmualarına İstanbul Üniversitesi (TY, nr. 739, 2955), Süleymaniye (Hasan Hüsnü Paşa, nr. 894.35), Yapı ve Kredi Bankası (nr. 15913) kütüphanelerindeki mecmualar örnek gösterilebilir. Öte yandan kütüphanelerde “mecmua” başlığı altında tasnif edilmiş yazmalar arasında başka nazîre mecmualarının bulunması da mümkündür.

Türk edebiyatında nazîreye benzeyen başka şiir türleri de vardır, bunlardan en yaygını tahmîslerdir. Tahmîs, terbî‘, taştîr, tesdîs gibi nazım şekilleri, bir şairin umumiyetle gazelinin her bir beytini aynı vezin ve kafiyede anlamca onu bütünlemek üzere dörder, beşer, altışar … bendlik musammatlar haline dönüştürmekten ibarettir. Çok bilinen bir şiiri model alarak onunla aynı vezin ve kafiyede fakat mizahî tarzda yazılmış şiir demek olan tehzîl özellikle XIX ve XX. yüzyıl şairlerinde görülmektedir. Öte yandan müşterek şiir söyleme geleneğinin tehzilcilik gibi XIX ve XX. yüzyıl şairleri arasında rağbet görmesi dikkat çekicidir. Tazmîn ile, Türk şiirinde pek kullanılmamış olmakla birlikte nakīza ve selhi de nazîreye benzer şiirler arasında değerlendirmek mümkündür (Köksal, s. 239-249). Türk edebiyatında nazîre yazan şairler arasında şiirlerinin üçte biri nazîre olan Karamanlı Nizâmî, nazîrede usta sayılan Kefevî Hüseyin Efendi, Leylâ Hanım, kendi şiirlerine nazîre yazan Muallim Nâci, ayrıca Necâtî Bey ve Nedîm sayılabilir.

Cumhuriyet devrinde dahi, dönemin kimi şairleri tamamen eski tarzda nazîreler kaleme alarak geleneği bir anlamda devam ettirmişlerdir. Fazıl Ahmet Aykaç, Halil Nihat Boztepe, Necdet Rüştü Efe, Orhan Seyfi Orhon, Yusuf Ziya Ortaç gibi bazı şairler “tehzîl”leriyle -farklı bir mecrada da olsa- bu geleneği devam ettiren isimlerdir.

Türk halk şiirinde bazı şairler, diğer şairlerle aynı ayak ve ölçüde şiirler söylemişlerse de bir nazîrecilik geleneğinden söz etmek mümkün değildir. Bununla beraber aruzla yazan bir kısım halk şairlerinin


bazı şiirleri tanzîr ettikleri anlaşılmaktadır. Nitekim XVII. yüzyıl şairlerinden Âşık Ömer’in şiirlerine çağdaşı Gevherî’den başlamak üzere birçok şair nazîre yazmıştır. Âşık Ömer de Râsih’in “üstüne” redifli gazelini tanzîr etmiştir (Ergun, s. 71). Kayıkçı Kul Mustafa’nın şiirlerine Âşık Ömer ve özellikle çok etkilendiği Gevherî nazîre yazmıştır (Eren, s. 62-67). Âşık şiiri içinde önemli yeri olan atışma ve karşılaşmalar nazîreye benzetilebilirse de çoğunlukla irticâlen yapılmaları, oluşum sebebi, ortaya konuş şekli ve amaçları bakımından nazîreden farklıdır. Bu tür şiirlerin divan şiirinde münâzara ile ilişkilendirilmesi daha doğru olur.

BİBLİYOGRAFYA:

Gibb, HOP, I, 99-100; Sadettin Nüzhet Ergun, Âşık Ömer, İstanbul, ts., s. 71-83; Hikmet İlaydın, Türk Edebiyatında Nazım, Ankara 1951, s. 104; Hasan Eren, Türk Saz Şairleri Hakkında Araştırmalar, Ankara 1952, s. 62-67; Nihad Sami Banarlı, Büyük Nazîreler: Mevlid ve Mevlid’de Millî Çizgiler, İstanbul 1962, s. 7; W. G. Andrews, An Introduction to Ottoman Poetry, Minneapolis 1976, s. 166; a.mlf., “Starting Over Again: Some Suggestions for Rethinking Ottoman Divan Poetry in the Context of Translation and Transmission”, Translations: (Re)shaping of Literature and Culture (ed. Saliha Paker), İstanbul 2002, s. 15-40; Cem Dilçin, Türk Şiir Bilgisi, Ankara 1983, s. 269-273; a.mlf., “Gazel”, TDl., sy. 415-417, s. 78-245; Haluk İpekten, Eski Türk Edebiyatı: Nazım Şekilleri, Ankara 1985, s. 21; Agâh Sırrı Levend, Türk Edebiyatı Tarihi I, Ankara 1988, s. 167-169; İskender Pala, “Türk Edebiyatında Tehziller ve Argo Kelimelerin Edebiyata Yansıması”, Uluslararası Türk Dili Kongresi 1988 (26 Eylül 1988 - 3 Ekim 1988), Ankara 1996, s. 363-381; Edirneli Nazmî, Mecmaü’n-Nezâir: İnceleme-Tenkitli Metin (haz. M. Fatih Köksal, doktora tezi, 2001), Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, hazırlayanın girişi, I, 2-81; M. Fatih Köksal, “Nazire Kavramı ve Klâsik Türk Şiirinde Nazire Yazıcılığı”, Diriözler Armağanı: Prof. Dr. Meserret Diriöz ve Haydar Ali Diriöz Hatıra Kitabı, Ankara 2003, s. 215-290; Tevfik Fikret, “Nazîreperdâzlık”, SF, sy. 263 (1312), s. 34-35; Ali Emîrî, “Muazzam Bir Esere Teşebbüs”, Osmanlı Tarih ve Edebiyat Mecmuası, sy. 6, İstanbul 1334, s. 118-122; Mustafa İsen, “Divan Şiirinde Nazire Geleneği”, Mavera, sy. 54, İstanbul 1981, s. 24-26; Harun Tolasa, “18. yy.’da Yazılmış Bir Divan Edebiyatı Terimleri Sözlüğü: Müstakimzâde’nin Istılâhâtü’ş-şi’riyye’si II”, TDED, XXIV-XXV (1986), s. 363-379; E. G. Ambros, “Nažīre, The Will-o’-the wisp-of Ottoman Dīvān Poetry”, WZKM, LXXIX (1989), s. 57-65; Hüseyin Ayan, “Bir Nazire Mecmûası”, MÜTAD, sy. 7 (1993), s. 111-118; W. Feldman, “Imitatio ... in Ottoman Poetry: Three Ghazals of the Mid-Seventeenth Century”, TSAB, XXI/2 (1997), s. 41-58; Asgar Dilberîpûr, “Türk Edebiyatında Nizâmî’nin Takipçileri ve Hamse’sine Nazire Yazanlar” (trc. M. Fatih Köksal), Türklük Bilimi Araştırmaları, sy. 8, Sivas 1999, s. 199-238; Kâzım Yetiş, “XVI. Yüzyıl Başında Yazılmış Bir Kavâid-i Şiiriyye Risalesi”, TDED, XXIX (2000), s. 294-307; Hasan Aktaş, “Nazirecilik Geleneği ve Çağdaş Şiirimizin Ufukları”, Hece, sy. 53-55, Ankara 2001, s. 282-294; Ahmet Mermer, “XV. Yüzyılda Yazılmış Bilinmeyen Bir Nazire Mecmuası ve Aydınlı Visâlî’nin Bilinmeyen Şiirleri”, Millî Folklor, sy. 56, Ankara 2002, s. 75-94; Kenan Akyüz, “Nazîre”, TA, XXV, 160-161; “Nazîre”, TDEA, VI, 544-545; Ömer Faruk Akün, “Divan Edebiyatı”, DİA, IX, 398-409.

M. Fatih Köksal




FARS EDEBİYATI. Fars edebiyatında nazîre karşılığında istiķbâl, cevâb, tazmîn gibi terimler kullanılmış, istikbal bazan istiâne, bazan tazmîn ile aynı kabul edilmiştir. Bazıları ise istiâneyi bir beyitten fazla olan tazmin diye nitelendirmiştir. İstikbal karşılığı olarak derc de kullanılmıştır. Şairlerin söz söylemedeki yaratıcılığı ve bunu ispattaki ısrarları onları kendilerinden önceki bir şairin ele aldığı konuyu yeniden nazmetmeye, o şiire nazîre yazmaya sevketmiştir. Bir şiir veya manzumeye esas olan konu halk tarafından kabul görüp beğenildiğinde şairler, kendi edebî kudret ve kabiliyetini ortaya koymak amacıyla o şiire nazîre yazmaya yönelmişlerdir. Rakibi mağlûp etmek, muasırları ve halefi olacak kavgacı şairleri şiir meydanından atmak için bazı şairler kendilerini güç kafiye ve redifler kullanmaya zorlar veya şiirde kullanılması ve bir araya getirilmesi güç kelimeleri seçerek edebî sanatlarla ve kelimelerle oynar, kasidesinin sonunda da bundan dolayı kendini över. Cemâleddîn-i İsfahânî “âteş” redifli kasidesinde Eşref-i Gaznevî ve Reşîdüddin Vatvât’ı hedef alır. Zahîr-i Fâryâbî “gevher” redifli kasidesinde şairleri bu redifle şiir söylemeye davet eder. Kemâleddîn-i İsfahânî, Zahîr’in kasidesine cevap olarak yazdığı nazîrede kendisinin ondan üstün olduğunu söyler. Abdülvâsi-i Cebelî’nin leff ü neşr sanatıyla yazdığı kasidesine Emîr Hüsrev-i Dihlevî cevap / nazîre yazmıştır. Nazîrî-i Nîşâbûrî gibi bazı şairlerin kasidelerinin çoğu üstatlarının şiirlerine nazîre niteliğindedir.

Kafiye ve redif arasındaki irtibatı korumak, redifle uyumlu mazmunları ortaya çıkarmak zor olduğundan bazı şairler nazîrelerinde başarılı olamamışlardır. Sabâ-yı Kâşânî “âfitâb” redifli kasidesinin sonunda, bu güçlüğü aşarken gösterdiği başarıdan dolayı kendini övmüştür. Bazan da memduhlar şairleri birbirine karşı kışkırtıp nazîre düzenlemeye teşvik etmişlerdir. Mes‘ûd-i Sa’d-i Selmân, Hakîm-i Râşidî’nin zor bir vezinle yazdığı ve filleri vasfedip şahı methettiği kasidesine nazîre yazmış, içinde onun ustalığını ve maharetini de belirtmiştir.

Bir kısım şairler bir başka şairi överken şiirin bazı türlerinde onun yeteneğinin az olduğunu ima etmiş, bunu kabullenmeyen şair ise bu türde de kabiliyetini ispat etmek için nazîre yazmıştır. Sa‘dî-i Şîrâzî’nin edebî yetkinliğini dile getirmek isteyen bir kişinin destan türünün artık sona erdiğini söylemesi üzerine Sa‘dî, bu konuda da maharetini ispat için âdeta Firdevsî ile kavgaya tutuşur gibi onun tarzında şiir söylemiştir. Yine Sabâ-yı Kâşânî, Şehinşâhnâme’sinde Firdevsî’den saygı ile söz etmesine rağmen muâraza kastının olduğu da açıktır.

Fars edebiyatında Firdevsî’nin Şâhnâme’si ve özellikle Nizâmî-i Gencevî’nin Ħamse’si türlerinin en güzel eserleri olduğundan bunlara çeşitli nazîreler yazılmıştır. Nizâmî’nin Ħamse’sini oluşturan mesnevilere Emîr Hüsrev-i Dihlevî, Hâcû-yi Kirmânî, Şemseddin Kâtibî, Abdurrahman-ı Câmî, Hâtifî, Feyzî-i Hindî gibi tanınmış şairler nazîre düzenlemiştir. Türk edebiyatındaki hamselerin çoğu Nizâmî, Emîr Hüsrev ve Câmî’nin mesnevilerine nazîre veya cevap niteliğinde yahut bunlardan tercüme yoluyla kaleme alınmıştır.

Manzum eserlerin dışında örnek kabul edilen mensur eserlere de nazîreler yazılmıştır. Bunlardan en önemlisi Sa‘dî’nin Gülistân’ıdır. Gülistân yazıldığından itibaren birçok yazar ve şairin ilgisini çekmiş, gerek tertip gerekse muhteva ve üslûp açısından nazîreleri kaleme alınmıştır. Bunlar arasında Muînüddîn-i Cüveynî’nin Nigâristân’ı, Ubeyd-i Zâkânî’nin Aĥlâķu’l-eşrâf’ı, Mecd-i Hafî’nin Ravża-i Ħuld’ü (Ħâristân), Câmî’nin Bahâristân’ı, Kemalpaşazâde’nin Nigâristân’ı, Kaânî-i Şîrâzî’nin Perîşân’ı, Rızâ Kulı Han Hidâyet’in Riyâżü’l-muĥibbîn’i, Ali Ekber-i Ferâhânî’nin Bahâristân ile Ħâristân’ı ve Edîb-i Kirmânî’nin Ħâristân’ı sayılabilir.

BİBLİYOGRAFYA:

Râdûyânî, Tercümânü’l-belâġa (nşr. Ahmed Ateş), İstanbul 1949, s. 103-104; Reşîdüddin Vatvât, Ĥadâǿiķu’s-siĥr fî deķāǿiķi’ş-şiǾr (nşr. Abbas İkbâl), Tahran 1362 hş., s. 72; Zeynelâbidîn Mü’temen, Taĥavvül-i ŞiǾr-i Fârsî, Tahran 1352 hş., s. 77; a.mlf., ŞiǾr u Edeb-i Fârsî, Tahran 1364 hş. s. 273-279; Celâleddin Hümâî, Fünûn-ı Belâġat ve ŚanâǾât-ı Edebî, Tahran 1354 hş., s. 217-219, 403; Necef Kulî Mirzâ, Dürre-i Necefî (nşr. Hüseyin Âhî), [baskı yeri yok] 1362 hş., s. 210-211; Ebü’l-Kāsım Râdfer, Ferheng-i Belâġ-ı Edebî, Tahran 1368 hş., I, 111, 371-372; II, 1150; Abbâspûr, “İstiķbâl”, Ferhengnâme-i Edeb-i Fârsî (nşr. Hasan Enûşe), Tahran 1381 hş., II, 86; a.mlf., “Tażmîn”, a.e., II, 372.

Mustafa Çiçekler