NASİHAT

(النصيحة)

Sözlükte “bir şey saf, halis olmak, kötülük ve bozukluktan uzak bulunmak; iyi niyet sahibi olmak ve başkasının iyiliğini istemek” anlamlarındaki nush kökünden türeyen nasîhat kelimesi “başkasının hata ve kusurunu gidermek için gösterilen çaba; iyiliği teşvik, kötülükten sakındırmak üzere verilen öğüt; başkasının faydasına ya da zararına olan hususlarda bir kimsenin onu aydınlatması ve bu yönde gösterdiği gayret” mânalarında kullanılmaktadır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “nśĥ” md.; et-TaǾrîfât, “en-Naśîĥa” md.; Lisânü’l-ǾArab, “nśĥ” md.; M. Tâhir İbn Âşûr, VIII/2, s. 193-194). Kaynaklarda nasihat daha umumi olarak kişinin inanç, ibadet ve her türlü iyiliklerdeki dürüstlük ve samimiyetini ifade edecek şekilde açıklanmaktadır. Bununla birlikte sadece sözle yapılan irşad ve uyarılara nasihat denildiği, sözlü olmayan uyarılar için kelimenin ancak istiare yoluyla kullanılabileceği belirtilmektedir (Lisânü’l-ǾArab, “nśĥ” md.).

Kur’ân-ı Kerîm’de nasihat kelimesinin on iki âyette isim ve fiil şeklinde türevleri geçmektedir (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “nśĥ” md.). Hadislerde ise hem nasihat kelimesi hem türevleri sıkça kullanılmıştır (Wensinck, el-MuǾcem, “nśĥ” md.). Özürlü, hasta veya savaş masraflarını karşılayacak maddî güçten yoksun olanları savaşa katılmaktan muaf tutan bir âyette (et-Tevbe 9/91) bunların Allah ve resulü için nasihat faaliyetinde bulunmaları halinde sorumlu tutulmayacakları ifade edilmektedir. Bu âyet Kur’an’ın, nasihati müslümanlar için görev sayması yanında özürlülerin de bazı faaliyetlere katılarak faydalı hizmetler verebileceklerini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Şevkânî, âyetteki “Allah için nasihat”in öncelikle “Allah’ın kullarına nasihat etme” anlamına geldiğini, ayrıca Allah’a iman edip O’nun dinine göre yaşama, Allah yolunda cihad edenleri destekleme ve müslümanların düşmanlarına hiçbir şekilde destek olmama şeklindeki görevleri de içerdiğini belirtmiş; “Allah’ın resulü için nasihat”i de onun peygamberliğini ve getirdiği dinin hükümlerini tasdik edip bütün emir ve yasaklarına uyma, dostuna dost, düşmanına düşman olma diye açıklamıştır (Fetĥu’l-ķadîr, II, 446).

Geçmiş kavimler ve peygamberlere dair bilgilerin yer aldığı A‘râf sûresindeki bazı âyetlerde (7/62, 68, 79, 93) Nûh, Hûd, Sâlih ve Şuayb’ın peygamber olarak gönderildikleri kavimlerine ilâhî emirleri duyurduktan sonra hemen hemen aynı ifadelerle kendilerinin Allah’ın mesajlarını tebliğ ettiklerini ve onlara nasihatçi olduklarını söyledikleri anlatılmaktadır. Bu âyetlerde peygamberlerin temel görevlerinin tebliğ ve nasihat kavramlarıyla ifade edilmiş olması bu iki kavramın geniş bir içeriğe sahip olduğunu göstermektedir. Nasihat kelimesinin muhteva zenginliğini daha açık şekilde anlatan bir hadislerinde Resûl-i Ekrem -bazı rivayetlere göre önemini vurgulamak için üç defa tekrar ederek- “Din nasihattir” demiş, çevresindekilerin, “Kim için?” diye sormaları üzerine, “Allah için, O’nun kitabı için ve O’nun elçisi için, müslümanların yöneticileri ve onların umumu için” demiştir (Müsned, I, 351; Buhârî, “Îmân”, 42; Müslim, “Îmân”, 95). Nevevî bunun geniş muhtevalı bir hadis olduğunu söyler (Şerĥu Müslim, II, 37). Ebû Dâvûd bu hadisi, “Helâl belli, haram da bellidir ...” (Buhârî, “Îmân”, 39; Müslim, “Müsâķāt”, 107; Ebû Dâvûd, “BüyûǾ”, 3); “Zarar görmek de yok, zarara zararla karşılık vermek de yok” (Müsned, I, 313); “Ameller niyetlere göredir” (Buhârî, “Îmân”, 41; Müslim, “İmâre”, 155; Ebû Dâvûd, “Ŧalâķ”, 11); “Size neyi yasakladıysam ondan uzak durun ve size neyi emrettiysem onu gücünüz yettiğince yapmaya çalışın” (Müsned, II, 196, 247, 268; Müslim, “Ĥac”, 412) meâlindeki hadislerle birlikte fıkhın temelini oluşturduğunu söyler (İbn Receb, s. 6). Nevevî’nin zikrettiği bir yoruma göre hadisteki Allah için nasihat ifadesi, sahih bir tevhid inancına sahip olup Allah’a ihlâsla kulluk etmeyi ve her türlü fenalıktan kaçınmayı, bu hususta kişinin öncelikle kendi kendinin nasihatçisi olmasını; Allah’ın kitabı için nasihat Kur’an’ın Allah kelâmı olduğunu tasdik edip emirlerini uygulamayı, ayrıca insanları buna davet etmeyi; Allah’ın resulü için nasihat, Hz. Peygamber’in nübüvvet ve risâletine inanıp emirlerine ve yasaklarına uymayı; yöneticiler için nasihat hak yolda olanlara itaat edip destek vermeyi, gerektiğinde onlara hatalarını göstermeyi, nasihat ve uyarıda bulunmayı, iyiliğe çağırmayı; müslümanların umumu için nasihat ise din ve dünya ile ilgili konularda onları iyi ve faydalı işlere yöneltmeyi, dinleriyle ilgili bilmedikleri konularda eğitmeyi, onlara iyiliği emredip kötülükten alıkoymayı ifade etmektedir (Şerĥu Müslim, II, 37-39). Hadislerde yöneticilere ve yüksek mevkideki diğer kimselere nasihat konusuna özel bir önem verildiği görülür (meselâ bk. Müsned, II, 327, 360; III, 225; İbn Mâce, “Menâsik”, 76; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 125).

İslâm âlimlerine göre nasihat farz-ı kifâyedir. Hz. Peygamber, müslümanın müslüman üzerindeki haklarından birinin de yüzüne karşı nasihatte bulunması veya gıyabında onun iyiliğini istemesi olduğunu belirtmiş (Tirmizî, “Edeb”, 1; Nesâî, “Cenâǿiz”, 52), özellikle kendisine nasihat edilmesini isteyenin bu talebine karşılık verilmesini emretmiştir (Müsned, II, 372; III, 418-419; Buhârî, “BüyûǾ”, 68). Buhârî şârihi İbn Battâl el-Kurtubî’ye göre nasihat farz olup gücü yeten herkes eğer nasihatine uyulacağını tahmin ediyor ve kendisine bir zarar gelmeyeceğini düşünüyorsa bu görevi yerine getirmelidir. Bunu yapan mükâfat kazanır, diğer müslümanlar da bu sayede sorumluluktan kurtulur (Nevevî, II, 39). Ebû Hâtim el-Büstî, “Din nasihattir” hadisini zikrettikten sonra, Resûl-i Ekrem’in müslümanlarla biatlaşırken namaz kılıp zekât vermeleri yanında diğer müslümanlara karşı dürüst ve samimi davranmaları hususunda onlardan söz aldığına (Buhârî, “Îmân”, 42; Müslim, “Îmân”, 97, 99) dikkat çekmiş, herkesin insanlara iyi niyetle yaklaşmasının bir görev olduğunu belirtmiş ve bu anlamda nasihati bir dostluk şartı olarak değerlendirmiştir. Ancak nasihat eden kişi kendini muhatabından daha fazla nasihate yetkili görmemelidir. İbn Hibbân’ın naklettiğine göre Hasan-ı Basrî bir müslümanı diğerinin parçası ve kardeşi saymış, kardeşinde beğenmediği bir davranışı görmesi halinde ona nasihat etmesini


ve yanlışını düzeltmesini söylemiştir (Ravżatü’l-Ǿuķalâǿ, s. 194-195). Mâverdî de nasihatin öneminden söz ederken Resûl-i Ekrem’in Hz. Ali’ye hitaben söylediği, “Senin sayende Allah’ın bir kişiye doğru yolu nasip etmesi, üzerine güneşin doğduğu bütün şeylerden daha değerlidir” meâlindeki hadisini hatırlatır (Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn, s. 93).

İslâm âlimleri nasihatin usul ve âdâbıyla ilgili bazı ilkeler benimsemiştir. İbn Hibbân, nasihatin bazan tepkiyle karşılanabileceğini söyleyerek yalnız kabule yatkın olan kişiye nasihatte bulunmayı öğütler. Esasen nasihate teşekkür etmeyene öğüt vermek çorak araziye tohum saçmak gibidir. Nasihati kabule yanaşmayanlar genellikle kendilerini beğenmiş kimselerdir. Ayrıca nasihat gizli yapılmalıdır. Usulüne uygun bir nasihat insanlar arasında sevgi, saygı ve dostluğu geliştirir, kardeşlik bağlarını güçlendirir (Ravżatü’l-Ǿuķalâǿ, s. 196). Mâverdî, nasihat edenin asıl görevinin muhatabın iyiliği için çaba göstermek olduğunu, mutlaka sonuç almak gibi bir görevinin bulunmadığını söyler (Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn, s. 293). İbn Hazm, nasihatin başlangıçta gizli ve dolaylı ifadelerle yapılmasının uygun olacağını belirtir, fakat muhatap kapalı sözlerden anlayacak düzeyde değilse açık ifadeler kullanmak gerekir. Bir konuda bir kere nasihatte bulunmak farzdır, ikincisi uyarıdır, üçüncüsü eziyet yerine geçer. Ancak konu dinin esaslarıyla ilgili ise muhatabın hoşuna gitsin veya gitmesin tekrar tekrar nasihatte bulunmak gerekir (el-Aħlâķ ve’s-siyer, s. 44). İslâm ahlâkçıları, “Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz” meâlindeki hadisi de (Müsned, IV, 118, 119; Buhârî, “Edeb”, 80) göz önüne alarak nasihati tatlı dille yapmanın gereği üzerinde önemle durmuşlar, öğüt verirken yumuşak ve nazik olmayı konuşmayla ilgili edep kuralları arasında zikretmişlerdir. Zira sert ve mütehakkim tavırla yapılan nasihat üzüntü ve nefret uyandırır. İbn Hazm’a göre muhatapta eziyet ve nefret uyandıracak şekilde vaaz ve nasihatte bulunmak peygamberlerin usulüne aykırıdır (ayrıca bk. DA‘VET; İRŞAD; VAAZ).

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “nśĥ” md.; et-TaǾrîfât, “en-Naśîĥa” md.; Lisânü’l-ǾArab, “nśĥ” md.; Wensinck, el-MuǾcem, “nśĥ” md.; M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “nśĥ” md.; Müsned, I, 313, 351; II, 196, 247, 268, 327, 360, 372; III, 225, 418-419; IV, 118, 119; Buhârî, “Îmân”, 39, 41, 42, “BüyûǾ”, 68, “Edeb”, 80; Müslim, “Îmân”, 95, 97, 99, “Ĥac”, 412, “Müsâķāt”, 107, “İmâre”, 155; İbn Mâce, “Menâsik”, 76; Ebû Dâvûd, “Ŧalâķ”, 11, “BüyûǾ”, 3, “Edeb”, 125; Tirmizî, “Edeb”, 1; Nesâî, “Cenâǿiz”, 52; İbn Hibbân, Ravżatü’l-Ǿuķalâǿ ve nüzhetü’l-fużalâǿ (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd v.dğr.), Beyrut 1397/1977, s. 194-198; Mâverdî, Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn (nşr. Mustafa es-Sekkā), Beyrut 1398/1978, s. 93, 293; İbn Hazm, el-Aħlâķ ve’s-siyer, Beyrut 1405/1985, s. 41, 43-44, 48, 62, 66; Nevevî, Şerĥu Müslim, II, 37-41; İbn Hacer, Fetĥu’l-bârî (Sa‘d), I, 223-226; İbn Receb, CâmiǾu’l-Ǿulûm ve’l-ĥikem, Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), s. 6; Şevkânî, Fetĥu’l-ķadîr, Beyrut 1412/1991, II, 446; M. Tâhir İbn Âşûr, et-Taĥrîr ve’t-tenvîr, Tunus 1984, VIII/2, s. 193-194.

Mustafa Çağrıcı