NAHŞEBÎ, Ziyâeddin

(ضياؤ الدين نخشبي)

Hâce Ziyâüddîn Nahşebî (ö. 751/1350 [?])

Hindistan’da yaşamış mutasavvıf ve şair.

Hayatı Hakkında yeterli bilgi yoktur. Nisbesinden Semerkant yakınlarındaki Nahşeb (Nesef) şehrinde doğduğu anlaşılmaktadır. Muhtemelen genç yaşta doğum yerinden ayrılıp Hindistan’ın Bedâûn şehrine gitti. Burada Çiştiyye şeyhi Hamîdüddîn-i Nâgavrî’nin (Nâgûrî) torunu Şeyh Ferîdüddin Nâgûrî’nin müridi oldu. Sanskritçe öğrenen Nahşebî bu dilden bazı eserleri Farsça’ya tercüme etti. Hindistan’da yazdığı eserlerinin bazılarını ithaf ettiği Halacîler hânedanına mensup Delhi Sultanı Kutbüddin Mübârek Şah’ın himayesini gördü. Uzun bir ömür sürdükten sonra 750 (1349) veya 751 (1350) yılında Bedâûn’da vefat etti ve orada defnedildi.

Eserleri. 1. Ŧûŧînâme. Nahşebî’nin en tanınmış eseri olup Sanskritçe Çukasaptati adlı kitaba dayanmaktadır. Hind kökenli bu edebiyat klasiğinin günümüze ulaşan Ŧûŧînâme adlı Farsça üç farklı versiyonu vardır. Birincisi Çihil Ŧûŧî-yi Âmiyâne, diğeri İmâd b. Muhammed’in Ŧûŧînâme’si (Cevâhirü’l-eŝmâr), sonuncusu da Nahşebî’nin çalışmasıdır. Eserin konusu özetle şöyledir: Sâid adındaki bir tüccar uzun bir yolculuğa çıkacağı sırada, yapacağı her işte evdeki papağana (tûtî) danışması hususunda hanımıyla anlaşır. Tüccar yola çıkınca genç ve güzel hanımını komşularından biri baştan çıkarmaya çalışır. Ancak anlaşma gereği kadın papağana danışır. Papağan da her gece bir hikâye anlatarak onu kocası gelinceye kadar oyalar, böylece ihanet etmesini önler. Ŧûŧînâme’nin daha önce İmâd b. Muhammed tarafından yapılan çevirisinin iyi olmaması sebebiyle Nahşebî’den bu eseri yeniden tercüme etmesi istenmiş, o da daha anlaşılır bir ifadeyle hikâyeyi her birine “gece” adını verdiği elli iki bölüm halinde çevirmiştir


(730/1330). Ayrıca eklediği şiirlerle metne süslü bir anlatım kazandırmış, ancak bu özelliğiyle hikâyenin daha sonraki nesiller için ağır bir metin halini alması kaçınılmaz olmuştur. Bunun üzerine tercüme Ekber Şah’ın emriyle Ebü’l-Fazl el-Allâmî tarafından sadeleştirilmiş, bu metni de Muhammed Kādirî otuz beş bölüm halinde tekrar sadeleştirmiştir. Kādirî’nin düzenlediği Ŧûŧînâme, bazı Doğu ve Batı dillerine (Hindî, Bengalî, Tatarca, Almanca) tercümede esas alındığı gibi Sarı Abdullah da eseri yine bundan Türkçe’ye çevirmiştir (Bulak 1254; İstanbul 1256). Keşfü’ž-žunûn’da (II, 1118) Ŧûŧînâme’nin Kanûnî Sultan Süleyman adına tercüme edildiği kaydedilmektedir. Günümüz Türkçe’siyle sadeleştirilmesini ilk defa Şemsettin Kutlu yapmıştır (İstanbul, ts.). 1792’de M. Gerrans’ın Kādirî’nin metnini esas alarak on iki bölümü İngilizce’ye çevirmesinden sonra Batı’da esere ilgi duyulmaya başlanmış, eseri Carl Jakob Ludwig Iken (Stuttgart 1822) ve Georg Rosen (Leibzig 1858) Almanca’ya, Evgenii E. Berthels Rusça’ya çevirmiştir (Moscow 1979). H. Brockhaus da sekiz “gece”yi Almanca tercümesiyle birlikte neşretmiştir (Leipzig 1843). Eseri son olarak Gulâm Ali Âryâ yayımlamış (Tahran 1372 hş.), ayrıca Molla Vechî tarafından Urduca’ya çevrilmiştir (nşr. Mîr Saâdet Ali Rızvî, Haydarâbâd 1939). 2. Silkü’s-sülûk. Her birine “silk” adını verdiği 151 bölümden meydana gelen eser tasavvufî meseleler, mutasavvıfların özellikleri ve şeyhlerle ilgili hikâye, söz ve menkıbelerin yer aldığı bir kitaptır. Taş baskısından (Delhi 1895) çok sonra Gulâm Ali Âryâ tarafından neşredilen eseri (Tahran 1990) Mustafa Çiçekler ve Halil Toker Türkçe’ye çevirmiştir (İstanbul 1999). 3. Külliyât u Cüzǿiyyât. Her birine “nâmûs” adı verilen kırk bölümden oluşmakta, Çihil Nâmûs ve Nâmûs-ı Ekber diye de anılmaktadır. Kutbüddin Mübârek Şah’a takdim edilen kitap insan vücudunun her organıyla ilgili hikmetin süslü bir anlatımını konu edinmiştir (nüshaları için bk. Storey, III/2, s. 246). 4. Efsâne-i Gülrîz. Ma‘sûm Şah ile Nûşâbe adlı bir kızın aşkına dairdir (nşr. Âga M. Kâzım Şîrâzî - K. F. Azoe, Kalküta 1912). Nahşebî’nin diğer eserleri arasında Leźźetü’n-nisâǿ, ǾAşere-i Mübeşşere ve Neśâyiĥ u Mevâǿiž adlı çalışmalar yer almaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

Keşfü’ž-žunûn, II, 1118; Rieu, Catalogue of the Persian Manuscripts, II, 740-741, 753-754; Storey, Persian Literature, III/2 , s. 245-246; Tebrîzî, Reyĥânetü’l-edeb, VI, 153-154; Safâ, Edebiyyât, III, 1293-1296; Rypka, HIL, s. 223, 719; Athar Abbas Rizvi, A History of Sufism in India, New Delhi 1986, I, 131-133; Ahmed-i Münzevî, Fihristvâre-i Kitâbhâ-yi Fârsî, Tahran 1374 hş., I, 438-439; N. Hanif, “Nakhshabi, Shaykh Diya’al Din”, Biographical Encyclopaedia of Sufis: South Asia, New Delhi 2000, s. 262-264; Şerîfî, “Silkü’s-sülûk”, Dânişnâme-i Edeb-i Fârsî (nşr. Hasan Enûşe), Tahran 1380 hş., I, 508-509; a. mlf., “Leccetü’n-nisâǿ”, a.e., I, 771-772; Kûtî, “Ŧûŧînâme”, a.e., I, 603-604; M. Şekûrzâde, “Çiyâ-yi Naħşebî”, a.e., I, 594-595; Ziyâî, “Külliyyât ve Cüzviyyât”, a.e., I, 744; Cahit Öztelli, “Tûtî-Nâme Üzerine Bilgiler”, Sivas Folkloru, sy. 46, Sivas 1976, s. 3-7; O. F. Akimushkin, “The Tuti-Nama and The Predecessor of Nakhshabi: On the Question of Indo-Iranian Cultural Links”, Manuscripta Orientalia, IV/2, Helsinki 1998, s. 3-12; E. Berthels, “Naқћѕћabī”, EI² (İng.), VII, 925-926.

Rıza Kurtuluş