NA‘L-i ŞERİF

(نعل شريف)

Hz. Peygamber’e nisbet edilen ayakkabı.

Türkçe’ye tekil hali nal ve ikil biçimi nalın (nâlîn / nâleyn) şeklinde geçen na‘l ismi Arapça’da sandalet tarzı ayakkabılar için kullanılır. İmam Mâlik’in, na‘li Araplar’a mahsus bir giyecek olarak kabul ettiğine dair bir söz nakledilirse de (İbn Ebû Zeyd, s. 228) bu doğru değildir. Hz. Ömer, Azerbaycan’daki orduya gönderdiği mektupta gördükleri birtakım kıyafetleri almamalarını, ataları Hz. İsmâil’in kıyafetini giymeyi sürdürmelerini ister; bunlar arasında na‘l de vardır (İbn Balabân, XII, 268). Hz. Mûsâ’nın na‘l giydiği Kur’an’da (Tâhâ 20/12) ve Tevrat’ta (Çıkış, 3/5) zikredilmektedir. Mukātil b. Hayyân’ın ifadesine göre Hz. Îsâ’nın Resûl-i Ekrem’in vasfına dair aldığı bir vahiyde onun da na‘l giyeceği belirtilmiştir (Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, Delâǿilü’n-nübüvve, I, 378). İbnü’l-Esîr na‘li yaşadığı dönemde “tâsûme” adı verilen ayakkabıyla izah eder (en-Nihâye, V, 83). Hz. Peygamber’in, üzerindeki tüyler kazınıp karaz bitkisiyle tabaklanmış (İbn Hacer, Fetĥu’l-bârî, X, 308, 309) deri sandaletler giydiği ve bunları abdest alırken de kullandığı bilinmektedir (Buhârî, “Vuđûǿ”, 30; Müslim, “Ĥac”, 25). Rivayete göre bu sandaletlerin önde parmaklar arasından geçen, “kıbâl” veya “zimâm” denilen bir tür tasmaları vardı (Buhârî, “Libâs”, 37) ve bunlar çift çift idi (İbn Ebû Şeybe, V, 177). Resûl-i Ekrem’in na‘lleri “muakkabe” (ökçeli), “muhassara” (tabanın orta kısmı içe doğru alınıp inceltilmiş), “mülessene” (tabanın ön kısmı dil biçiminde) tarzında (İbn Sa‘d, I, 481) ve sarı renkte (Ahmed b. Muhammed el-Makkarî, vr. 13a) olduğu rivayet edilir. Onun zaman zaman ayakkabılarını bizzat onardığı (Müsned, VI, 106, 121, 167, 260), bazan da bu işi Hz. Ali’nin yaptığı ve bunun için kendisine “hâsifu’n-na‘l” denildiği bilinmektedir (Müsned, III, 33, 82; Tirmizî, “Menâķıb”, 20). Abdullah b. Mes‘ûd’a da Hz. Peygamber’e ayakkabılarının muhafazasında ve giyinmesinde yardımcı olduğu için “sâhibü’n-na‘leyn” lakabı takılmıştı (Abdülhay el-Kettânî, I, 115-117). Makkarî’nin verdiği ölçüye göre na‘lin uzunluğu bir karış iki parmaktı (Fetĥu’l-müteǾâl vr. 38b). Fetĥu’l-müteǾâl’de taban şekliyle ilgili bazı hayalî çizimler yer almaktadır (bk. vr. 38a, 39b, 41a-b, 42a-b).

Resûl-i Ekrem’in ayakkabıları vefatından sonra muhafaza edilmiştir. Bunlardan bir çift kendisine on yıl hizmette bulunan Enes b. Mâlik’te kalmıştı (Buhârî, “Farżü’l-ħumus”, 5; “Libâs”, 37). İbn Asâkir’in rivayetine göre bir çifti de Şeddâd b. Evs’te idi, daha sonra oğlu Muhammed’e intikal etti, o da bir tekini kız kardeşi Hazrec’e verdi. Abbâsî Halifesi Mehdî-Billâh Kudüs’e geldiğinde Hazrec’de bulunan teki almış ve karşılığında büyük ihsanda bulunmuştu. Na‘lin diğer tekini Muhammed’den almaya çalışmışsa da o, bizzat Hz. Peygamber’in ailesine hediye ettiği na‘lin hiç değilse elindeki bir tekinin kendisinde bırakılmasını istemiş ve na‘li vermemiştir (Târîħu Dımaşķ, XXII, 409-410). Resûl-i Ekrem’in Hz. Âişe’de bulunan bir na‘li sonradan onun kız kardeşi Ümmü Külsûm’e geçmiş, Ümmü Külsûm’un kocası Talha b. Ubeydullah’ın Cemel Vak‘ası’nda ölümünün ardından Abdurrahman b. Abdullah b. Ebû Rebîa el-Mahzûmî ile evlenmesinden sonra da onun torunlarına intikal etmiştir (Ahmed b. Muhammed el-Makkarî, vr. 33b). Bu na‘lin ve Ubeydullah b. Abbas’ın kızı Fâtıma’nın elindeki diğer bir na‘lin sonraları model alınarak benzerlerinin yapıldığı anlaşılmaktadır (İbn Sa‘d, I, 479; İbn Hacer, el-Meŧâlibü’l-Ǿâliye, II, 281; Ahmed b. Muhammed el-Makkarî, vr. 33b). Hz. Peygamber’in na‘llerinden bir parçanın (kılâde) sahâbeden Süleyman b. Ebû Hadîd es-Sülemî’de olduğu ve ondan torunlarına kaldığı, vârissiz ölen son torunundan el-Melikü’l-Eşref Mûsâ tarafından alınıp Şam’daki Eşrefiyye Medresesi’ne konulduğu bilinmektedir (İbn Hacer, el-İśâbe, III, 173). Ayrıca Şam’da Eşrefiyye Dârülhadisi’nde Resûl-i Ekrem’in tam bir na‘linin bulunduğu ve sonraları kaybolduğu söylenir (Abdülhay el-Kettânî, I, 245).

Hz. Peygamber mest türü ayakkabılar da (huff) giymiştir. Rivayete göre bunların Habeş Necâşîsi Ashame tarafından gönderilen bir çifti siyah deriden ve üzerinde


herhangi bir motif bulunmayan sade bir ayakkabıydı; Resûl-i Ekrem abdest alırken onun üzerini meshederdi (İbn Sa‘d, I, 482). Bundan başka Dihye b. Halîfe de kendisine bir çift huff hediye etmiş ve Resûlullah bunları eskiyinceye kadar giymiştir (Tirmizî, “Libâs”, 30). Hz. Peygamber, na‘l bulamayan ihramlıların topuk altına gelen kısımlarından kesilmiş mest giyebileceklerini belirtir (Buhârî, “Ĥac”, 21; “Cezâǿü’ś-śayd”, 15; “Libâs”, 37; Müslim, “Ĥac”, 1, 2, 3). Topkapı Sarayı Müzesi Mukaddes Emanetler Dairesi’nde (Envanter nr. 21/518) yer alan ve “başmak-ı şerif” adıyla da anılan ayakkabı aşık kemikleri hizasından kesilmiş bir mest olmalıdır; bunun diğer teki Fatih’te Hırka-i Şerif Vakfı’ndadır.

Topkapı Sarayı Müzesi Mukaddes Emanetler Dairesi’nde Hz. Peygamber’e ait olduğu söylenen sandalet tipi üç na‘l bulunmaktadır. Bunların saraya intikali farklı zamanlarda vuku bulmuştur. Evliya Çelebi, Mısır’dan getirilişini anlattığı mukaddes emanetler arasında bir “pâybûş-i şerif”ten söz eder. 21/190 envanter numarasında kayıtlı sandalet yukarıda verilen tanıma uymakta ve koyu kahverengi birer çift sırımdan oluşan, biri baş parmakla yanındaki, diğeri orta parmakla yanındaki parmaklar arasından geçen iki kıbâlinin olduğu ve bunların ayak tarağı üstünde topuklardan gelen birer çift bağ ile (şirâk) birleştiği görülmektedir. Bağlar yanlardan tabana tutturulan ve aşık kemiklerine kadar yükselen, ikiye katlanmış örgü şeklindeki iki parçanın içlerinden geçirilerek arkada düğümlenmiştir. Taban dört kat ince kösele ve bir kat koyu kahverengi meşinin (taban astarı) tığla birbirine dikilmesiyle oluşturulmuş, topuk altına biri en alta eklenen, diğerleri taban köselelerinin aralarına yerleştirilen dört kösele parçasıyla -kaynaklarda belirtildiği gibi- (İbn Sa‘d, I, 478) ökçe yapılmıştır. Taban astarının kenarlarına ve ortasına koyu sarı sırımla oyulgama dikiş görünümünde süslemeler işlenmiştir. Sultan Abdülaziz zamanında Bitlis’te ortaya çıkan ve 1872’de mukaddes emanetler arasına dahil edilen na‘l muhtemelen bu na’l-i şeriftir. Aynı tarihte Pertevniyal Vâlide Sultan tarafından yaptırılan gümüş mahfaza da (TSMA, Envanter nr. 21/91) bunun için olmalıdır. Şîrinzâde Hâfız Sâdeddin na‘lin Bitlis’ten İstanbul’a getirilişini, yolda karşılaşılan olağan üstü hadiseleri ve insanların ona gösterdiği ilgi ve saygıyı anlatan “Na’l-i Resûl” adında bir manzume kaleme almıştır (Millet Ktp., Manzum, nr. 1407; yeni yazı çeviri metni için bk. Aydın, s. 130-135).

Mukaddes emanetler arasındaki diğer iki sandaletten 21/528 envanter numaralı olanı baş parmak ve yanındaki parmak arasından geçen tek kıbâllidir ve kıbâl de arka yanlardaki örgülere giden şirâklar da tek kat meşinden olup diğer na‘linkine göre daha kalındır. Bu sandaletin ayrıca takunya kayışı gibi koyu kahverengi meşinden enli tasması bulunmakta ve yine koyu sarı sırımla yanlarına kısa verev çizgiler, ortasına çift sıra oyulgama dikiş şeklinde süslemeler yapıldığı görülmektedir. Bir önceki na‘l gibi bunun da tabanı dört kat ince kösele ile -etrafı koyu sarı sırımla işlenen çift sıra oyulgama dikiş bezemeli- koyu kahverengi meşin astardan oluşturulmuş ve topuğu diğerininki gibi dört kösele parçasıyla yükseltilmiştir. Her iki na’l-i şerif yapım tekniği ve malzemeleri açısından birbirine benzemektedir. 21/508 envanter numarası ile kayıtlı diğer sandalet teki takunya modelidir ve kayışının bir kısmı koparak kaybolmuştur. Yürürken esneyen yerlerinden kırılmış, ökçe kısmının en üst tabaka kösele dahi aşınacak derecede yıpranmış ve tasmanın da kopmuş olması bu ayakkabının artık giyilemez hale gelinceye kadar kullanıldığını göstermektedir.

Uğur getirdiğine ve bulunduğu yeri her türlü kötülükten koruduğuna inanıldığı için stilize edilmiş na’l-i şerif tabanı şeklinde modeller ve sancak alemleri bulunmakta, yine Mukaddes Emanetler Dairesi’nde muhafaza edilen içi arabesk motifler ve dualarla doldurulmuş ahşap bir yazmacı kalıbı (Envanter nr. 21/71) bu şekillerin tekstil üzerinde de kullanıldığını göstermektedir (resim için bk. a.g.e., s. 84, 136-137). Ayrıca na’l-i şerif şekli işleme motifleri arasında da yer almaktadır (resim için bk. a.g.e., s. 138).

BİBLİYOGRAFYA:

İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, V, 83; Müsned, II, 60, 66, 110, 114; III, 33, 82; VI, 106, 121, 167, 260; Buhârî, “Vuđûǿ”, 30, “Farżü’l-ħumus”, 5, “Ĥac”, 21, “Cezâǿü’ś-śayd”, 15, “Libâs”, 37, 41; Müslim, “Ĥac”, 1, 2, 3, 25; Tirmizî, “Libâs”, 30, “Menâķıb”, 20; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, I, 478, 479, 480, 481, 482; İbn Ebû Şeybe, el-Muśannef (nşr. Kemâl Yûsuf el-Hût), Beyrut 1409/1989, V, 177; İbn Ebû Zeyd, el-CâmiǾ fi’s-sünen ve’l-âdâb ve’l-meġāzî ve’t-târîħ (nşr. M. Ebü’l-Ecfân - Osman Bittîh), Beyrut 1406/1985, s. 228; Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, es-Sünenü’l-kübrâ, Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), I, 72, 73, 287; V, 37-38; a.mlf., Delâǿilü’n-nübüvve (nşr. Abdülmu‘tî Kal‘acî), Beyrut 1405/1985, I, 378; İbn Asâkir, Târîħu Dımaşķ (Amrî), XXII, 409-410; XXVII, 362, 363; XLII, 455; İbn Balabân, el-İĥsân fî taķrîbi Śaĥîĥi İbn Ĥibbân (nşr. Şuayb el-Arnaût), Beyrut 1412/1991, XII, 268; İbn Hacer, el-İśâbe (Bicâvî), III, 173; a.mlf., Fetĥu’l-bârî (nşr. M. Fuâd Abdülbâkī - Muhibbüddin el-Hatîb), Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), X, 308, 309, 312; a.mlf., el-Meŧâlibü’l-Ǿâliye (nşr. Habîbürrahman el-A‘zamî), Küveyt 1393/1973, II, 281; Bedreddin el-Aynî, ǾUmdetü’l-ķārî, Kahire 1392/1972, XVIII, 53; Ahmed b. Muhammed el-Makkarî, Fetĥu’l-müteǾâl fî vaśfi’n-niǾâl, Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi, nr. 1307, vr. 7a-b, 8a, 13a, 14b, 26b, 27b, 29a-b, 31b, 33b, 34a-b, 38a-b, 39b, 41a-b, 42a-b; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, X, 123; Ahmed Râsim, Menâkıb-ı İslâm, İstanbul 1326, s. 340; Danişmend, Kronoloji, II, 43; Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtîbü’l-idâriyye (Özel), I, 115-117, 245; III, 239; Ali Yardım, Peygamberimiz’in Şemâili, İstanbul 1997, s. 133 vd.; Hilmi Aydın, Hırka-i Saadet Dairesi ve Mukaddes Emanetler, İstanbul 2004, s. 84, 125-138; D. S. Margoliouth, “Relics of the Prophet Mohammed”, MW, XXVII (1937), s. 25; Nebi Bozkurt, “Mukaddes Emanetlerin Tarihi ve Osmanlı Devletine İntikali”, MÜİFD, sy. 13-15 (1997), s. 12, 13, 20; U. Rubin, “al-NaǾl al-Ѕћarīf”, EI² Suppl. (İng.), s. 660-661.

Nebi Bozkurt



#&&TÜRK EDEBİYATI.

Na’l-i şerif, İslâmî edebiyatta hem Resûl-i Ekrem’in zatı hem de ayağının kutsiyetine nisbetle iki yönden önemli görülmüştür. Hz. Peygamber’in giydiği ayakkabılar (huff ve na‘l) na‘t ve mevlidlerin yanı sıra sîre ve şemâil gibi eserlerde “na’l-i pâk, na’l-i şerif, na’l-i mübârek, na’l-i saâdet, na’l- i resûl, başmak-ı şerif” gibi isimlerle anılmıştır. Resûlullah’ın “kadem-i şerif” veya “nakş-i kadem-i saâdet” denilen ayak izleri de İslâmî edebiyata intikal etmiş ve her iki konuda müstakil manzumeler kaleme alınmıştır. Bu arada Hz. Peygamber’in ayakkabılarını saklama ve kendisine giydirme görevi sebebiyle “sâhibü’n-na‘leyn” diye anılan İbn Mes‘ûd Hakkında da şiirler yazılmıştır (M. Abdülhay el-Kettânî, s. 169, 170).

Na’l-i şerif için yazılan manzumelerde, içinde Resûl-i Ekrem’in ayak izinin bulunduğu evlerin yanmayacağı ve ziyaretçiden mahrum kalmayacağı, ayrıca ayağının izini gören kimsenin gözlerine hastalık ârız olmayacağı ve nakş-ı kademe yüz sürenlerin insanların ve cinlerin zararına uğramayacağına dair inanca yer verilmesi bunların yazılmasına rağbetin sebeplerini de ortaya koymaktadır. Arap edebiyatında Hz. Peygamber’in ayakkabılarıyla ilgili elli küsur eser olduğu ileri sürülmektedir. Bunların yazarları arasında Ebü’l-Yümn İbn Asâkir, Sirâcüddin el-Bulkīnî, Büstî, Şemseddin Muhammed b. Îsâ el-Makkarî sayılabilir.

Hadis kaynaklarında ayrıntılı biçimde tarif edilen Resûl-i Ekrem’e ait ayakkabılar Osmanlı kültüründe “başmak-ı şerif” diye de anılır. Na’l-i saâdetlerden birinin 1872 yılında İstanbul’a getirilişini anlatan şiirler yazılmıştır. Şîrinzâde Hâfız Sâdeddin’in, bu yolculukla ilgili olarak yazdığı mesnevi şeklindeki 235 beyitlik “Na’l-i Resûl” manzumesini (Millet Ktp., Manzum, nr. 1407) Nihat Öztoprak neşretmiştir (bk. bibl.). Manzumeden müellifin bu yolculukta bizzat bulunduğu ve bu sırada oluşan mânevî ortamı müşahede ettiği anlaşılmaktadır. Na’l-i şerifin İstanbul’a nakli sırasında onu ziyaret eden Trabzonlu Emin Hilmi Efendi’nin hissiyatına dair fıkra ise münşeatında yer almaktadır (Divan ve Münşeât, s. 243-247). Bir başka manzume ise şair Senîh’e aittir (Aydın, s. 123). Şairi meçhul bir manzume de Topkapı Sarayı’ndaki resm-i kadem-i şerif üzerinde bulunan şu dörtlüktür: “Fahr-i rusülü bâis-i rahmet biliriz biz / Hâk-i rehini kühl-i saâdet biliriz biz / Nakş-ı kademi başımız üstünde yer etsin / Yüz sürmeyi sermâye-i devlet biliriz biz” (a.g.e., s. 123).

BİBLİYOGRAFYA:

Emin Hilmi Efendi, Divan ve Münşeât, Trabzon 1293, s. 243-247; M. Abdülhay el-Kettânî, Hz. Peygamber’in Yönetimi: et-Terâtîbu’l-idâriyye (trc. Ahmet Özel), İstanbul 2003, I, 168-171; Nihat Öztoprak, “Na’l-i Resül Manzumesi”, Ayakkabı Kitabı (haz. Emine Gürsoy Naskali), İstanbul 2003, s. 93-115; Hilmi Aydın, Hırka-i Saadet Dairesi ve Mukaddes Emanetler, İstanbul 2004, s. 118-135; Nebi Bozkurt, “Kadem-i Şerif”, DİA, XXIV, 57-58.

Vildan Serdaroğlu