MÜTENEBBÎ

(المتنبّي)

Ebü’t-Tayyib Ahmed b. el-Hüseyn b. el-Hasen b. Abdissamed el-Cu‘fî el-Kindî el-Mütenebbî (ö. 354/965)

Arap şairi.

303 (915-16) yılında Kûfe’nin Benî Kinde mahallesinde doğdu. Soyu, Yemen Mezhic kabilesinin kollarından Benî Cu‘fî b. Sa‘d el-Aşîre’ye dayanır. Şeceresi Ahmed b. Hüseyin b. Mürre b. Abdülcebbâr olarak da geçer (İbn Hallikân, I, 62). Babasının lakabı olan Îdânü’s-sikā terkibi Abdân es-Sekkā şeklinde okunarak onun Kûfe’nin Kinde mahallesinde deveyle suculuk yaptığına dair anekdotlar ortaya konulmuştur (İbrâhim el-Ureyyız, s. 60). Hayatı boyunca Güney Arapları’nı üstün görmesine rağmen nesebini gizlemesi, fitne ve ihtilâllerin yoğun olduğu döneminde kabilesi sebebiyle kendisine düşmanlık edilmesinden çekinmesi veya ailesinin yoksulluğu sebebiyledir.

Öğrenimine Kûfe’de başladı. 312’de (924) Karmatî istilâsından dolayı ailesiyle birlikte Semâve çölüne göç etti. Bedevî hayatı yaşayan Araplar arasında iki yıl kalarak dil yeteneğini geliştirme, lugat, şiir, hikmet ve emsal öğrenme imkânı buldu. 315 (927) yılının başlarına doğru babasıyla beraber çölden Kûfe’ye dönünce kendini şiire verdi; Ebû Temmâm’ı ve Buhtürî’yi taklit edip ilk ürünlerini vermeye başladı. Ailesinin yoksul olmasının da etkisiyle karşı durulmaz bir arzu duyduğu servet, şöhret ve iktidarın en güvenli yolunun şiir olduğunu düşünerek ilk övgüsünü Ebü’l-Fazl el-Kûfî adında felsefe kültürüne sahip Şiî-Karmatî eğilimli bir zengine takdim etti. Kasidede Bâtınî-Karmatî inancına uygun ifadelerin yer alması onun inanç ve felsefesinin etkisi altında kaldığına, hayata ve insanlara karşı baş kaldıran sert mizacının ve kötümser felsefesinin bundan kaynaklandığına, dünya hayatının aldatmadan ibaret olduğuna dair görüşünün ve dinî nasların sınırlayıcı kayıtlarından kurtulma fikrinin bu felsefeden geldiğine dair görüşler ileri sürülmüştür. Tâhâ Hüseyin ve R. Blachère bu kanaati taşıyanlardan bazılarıdır. Şevkī Dayf ve birçok çağdaş yazar ise bunu genç şairin takdir edilme arzusu ve kültürünün enginliğini gösterme amacıyla ilgili görmüş, hatta onun birçok şiirinde, Bâtınıyye-Karmatiyye gibi Arap ve İslâm toplumunu bozma niteliği taşıyan akımlara karşı mücadeleci tavrını ortaya koyan ve İmâmiyye akîdeleriyle alay eden görüşlerinin tesbit edildiğini belirtmiştir (Muhammed Berrâde, I, 100-111; M. Muhammed Hüseyin, XVIII [1964], s. 1-47).

Mütenebbî, 316 (928) yılının sonlarına doğru muhtemelen Karmatîler’in Kûfe’yi ikinci defa yağmalaması üzerine babasıyla birlikte Bağdat’a gitti. Burada İbn Düreyd, İbnü’s-Serrâc, Ahfeş el-Asgar, Ebû Ömer ez-Zâhid (Gulâmu Sa‘leb), Niftâveyh, İbn Dürüsteveyh ve Ebû Ali el-Fârisî gibi dilcilerden lugat, nahiv, edebiyat ve şiir dersleri aldı; kütüphanelerin ve kitapçıların müdavimlerinden oldu. Hallâc-ı Mansûr olayında rolü bulunduğu bilinen mutasavvıf Ebû Ali (Hârûn b. Ali) el-Evâricî’ye methiye yazması ondan tasavvuf kültürü aldığı ve etkisinde kaldığı şeklinde yorumlanmıştır. Bazı şiirlerinde tasavvufî ifadelere yer vermesi, bu alandaki engin kültürünü ortaya koyarak övdüğü kimseler tarafından beğenilme arzusu olarak algılanması şairin tabiatına daha uygun düşen bir yaklaşımdır. Muhammed b. Ubeydullah el-Alevî’ye yazdığı methiye de bu dönemde kaleme alınmıştır. 318’de (930) Suriye’ye gidip çeşitli şehir ve beldelerde gezginci şair olarak dolaştı, basit ücretler karşılığında methiyeler kaleme aldı. Menbic bölgesi bedevî reislerine, Trablusşam ve Lazkiye ediplerine yazdığı şiirler bu devreye rastlar. Bu dönemin şiirleri Ebû Temmâm ve Buhtürî’nin tesiri altında genellikle aceleye gelmiş, orta derecede neo-klasik tarzı yansıtan kasidelerden oluşur.

Bu deneme devresindeki şiirlerinin takdir edilmediğine öfkelenen Mütenebbî ücret karşılığında methiye yazmaktan vazgeçti; servet, mevki ve iktidara kavuşmanın en sağlam yolunun kuvvet ve şiddetten geçtiği kanaatine varıp Lazkiye’de isyan propagandasına başladı. Ağır vergiler koyan yönetime karşı olan bu hareket, Semâve’nin batı yakasında Benî Kelb ve Humus bâdiyesi bedevîleri içinde kısa zamanda yayıldı. Mütenebbî bedevîler arasında büyük bir nüfuz kazandı. Onun bu hareketi Karmatîliğin isyan, şiddet ve sertlik yanlısı ilkelerinden yararlanmış olduğu şeklinde yorumlandı. Başlangıçta başarılı gibi görünen birkaç teşebbüsün ardından Mütenebbî yenilgiye uğradı. İhşîdîler’in Humus valisi Lü’lü’ tarafından, o dönemde isyan çıkaranlara genellikle isnat edilen nebîlik iddiası suçlamasıyla 322 (934) yılı sonlarına doğru yakalanarak Humus’ta hapse atıldı. Tâhâ Hüseyin gibi çağdaş yazarlar şiirlerinde yer alan, gençler arasında yaydığı aksiyoner-devrimci fikirleri sebebiyle hapsedildiğini yazar (MaǾa’l-Mütenebbî, s. 166). 324’te (936) valiye özür dileyen bir methiye yazması üzerine Humus’u terketmek şartıyla serbest bırakıldı. Onun “Mütenebbî” lakabı bu olayla ilgili görülür. Aslında kendisi tarafından Kur’an’a nazîre olarak kaleme alındığı iddia edilen nesir parçaları (Hatîb, IV, 104) Mütenebbî isnadını haklı göstermek için uydurulmuş, edebî değeri onun gibi bir edibin sanatıyla bağdaşmayan yakıştırmalardır. Özellikle Ebü’l-Alâ el-Maarrî’nin Risâletü’l-ġufrân’ında zikrettiği (s. 423-424) serkeş deveyi uysallaştırması, tükürüğü ile bıçak kesiğini iyileştirmesi, kendilerine havlayıp duran ve öleceğini söylediği köpeğin ölmesi, duyu


ötesi olarak algılanan bazı haberleri vermesi gibi mûcize, keramet veya şathiye kabilinden anekdotlar da Mütenebbî lakabının yerleşmesi bağlamında ortaya konulmuş görünmektedir. Ancak peygamberlik iddiasına bedevîleri etkileyip nüfuz kazanmak amacıyla başvurulmuş olması da mümkündür. İbn Cinnî ise taraftarsız ve kimsesiz kalmışlığını anlattığı Semûd arasında Sâlih, yahudiler arasında Îsâ gibi olduğunu beyan eden ve kendisini peygamberlere benzeten dizeleri sebebiyle ona Mütenebbî lakabının takıldığını ileri sürer (Ebû Mansûr es-Seâlibî, I, 8). İbn Reşîķ de şiirlerinde ortaya koyduğu üstün başarı ve zekâ örneği dolayısıyla kendisine bu lakabın verildiğini söyler (el-ǾUmde, I, 45). Ancak Mütenebbî’nin bu lakaptan rahatsız olduğu göz önünde bulundurularak lakabın onu çekemeyen düşmanları tarafından takıldığını söylemek gerekir. Aslında siyasî ihtirasları olan bir kimsenin son peygamber inancının genel kabul gördüğü bir ortamda bu tür bir iddiaya kalkışması makûl görünmemektedir (M. Muhyiddin Abdülhamîd, VIII/1 [1937], s. 49-52). Mütenebbî’nin isyanından az önce ve isyanı sırasında kaleme aldığı şiirler ikinci dönem şiirlerini teşkil eder. Bunlar aşırı güven ve gurur duygularıyla yazılmış, yer yer geleneksel şiir kalıplarından ayrılan, ilham ve üslûp itibariyle daha güçlü ürünlerdir.

Hapiste iken her şeyden önce güçlü bir şair olması gerektiğini idrak eden Mütenebbî, 325-328 (937-940) yıllarında Dımaşk, Lazkiye, Taberiye, Halep, Antakya gibi şehirleri ve Lübnan’ın çeşitli yerlerini dolaşarak basit ücretler karşılığında orta halli kimseler ve küçük memurlar için methiyeler yazdı. Bu dönemde, üstün ırk olarak gördüğü Araplar’ın Türkler ve Deylem mevâlîsi gibi kendine göre düşük seviyeli yabancılar tarafından yönetilmesine üzüntülerini dile getirdiği şiirlerinde ırkçı görüşler ortaya koydu (Vâhidî, s. 148, 160; Nâsîf el-Yâzicî, s. 87, 96). Giderek şöhreti artan Mütenebbî, 328 (939) yılı başlarında Suriye emîrü’l-ümerâsı İbn Râiķ’ın Dımaşk valisi olan Arap menşeli Bedr b. Ammâr el-Harşânî el-Esedî ile tanıştı ve resmî şairi sıfatıyla onun için içten duygularını dile getirdiği yüksek ilham ürünü kasideler yazdı (Vâhidî, s. 206-245; Nâsîf el-Yâzicî, s. 132-163). Hapis hayatının sona ermesinden itibaren bu devrede kaleme aldığı şiirler genellikle şekil yönünden büyük ilerleme kaydetmiş kasîdelerle bazı irticâlî şiirler ve Ebû Nüvâs tarzı bir av tasvirinden meydana gelen üçüncü tarz şiirlerini oluşturur.

Aşırı derecede gururlu olması, saray hayatının entrikalarına ayak uyduramaması ve kendisini çekemeyenler yüzünden vali ile arası açılan Mütenebbî saraydan ayrılarak Suriye çölünde inzivaya çekildi. Dımaşk Valisi Bedr b. Ammâr’ın yeniden Irak’a hareket etmesi üzerine inzivadan çıkıp tekrar methiye yazmaya yöneldi ve ikinci derecedeki bazı kimseler için övgüler kaleme aldı. 336’da (947-48) Hamdânî Emîri Seyfüddevle’nin Antakya valisi Ebü’l-Aşâir’in yanına giderek methiyesini sundu. Vali, ertesi yıl Antakya’ya gelen Seyfüddevle’ye şairlik ve süvariliğinden övgüyle söz ettiği Mütenebbî’yi takdim etti. Seyfüddevle, sarayında birçok şair bulunmasına rağmen o dönemde Arap milletinin ve kendisinin özellikle Haçlılar’a karşı savaşlarını ve kahramanlıklarını daha güçlü bir tonda dile getirecek yiğit, savaşçı ve güçlü bir şaire ihtiyaç duyarak onu Halep sarayına davet etti. Mütenebbî şiirlerini huzurda oturarak okuması, el etek öpmemesi ve yılda en az üç kasidesine 3000 dinar ödenmesi şartıyla Hamdânî sarayına girip Seyfüddevle’nin şairi oldu.

Mütenebbî’nin Bedr ile aralarının bozulduğu 329 (941) yılı ortalarından 337 (948) yılı başlarına kadar kaleme aldığı şiirler dördüncü tarz şiirlerini teşkil eder. Bu koleksiyonda neo-klasik kaside şekline sadık kalınmış olmakla birlikte kadın aşkının dile getirildiği giriş kısımları (nesîb / teşbîb) asgari hadde indirilmiş, bazan bunun yerine hülyaları ile hayal kırıklıklarını dile getiren felsefî-lirik girişlere yer verilmiştir. Cesur, âlicenap ve cömert bir Arap reisi örneğini temsil eden hâmisi Seyfüddevle’ye bağlılığı samimi idi. Buna karşılık Seyfüddevle de şairinin kıymetini takdir ediyor, onu hediyelere boğuyor, kendisine arkadaş gibi davranıyor, seferlerinde yanına alıyordu. Mütenebbî de Halep’e dönünce hükümdarın Bizans’a ve bedevîlere karşı gerçekleştirilen savaşlarını tasvir ve terennüm ediyordu. Onun savaşları arasındaki kısa zamanlarda saray hayatına iştirak ediyor, çeşitli vesilelerle irticâlî şiirler ve övgüler yazıyor (Vâhidî, s. 522-537; Nâsîf el-Yâzicî, s. 376-395), Seyfüddevle’nin ölen yakınları için mersiyeler kaleme alıyordu (Vâhidî, s. 388 vd., 408 vd.). Mütenebbî’nin Seyfüddevle’nin yanında kaldığı dokuz yıl boyunca yazdığı şiirler sanat hayatının zirvesini teşkil etmekte olup beşinci tarz şiirlerini ve bütün eserlerinin üçte birini oluşturur. “Seyfiyyâtü’l-Mütenebbî” adı verilen bu şiirler, bizzat kendisinin de olayların içinde yer alması sebebiyle tarihî bakımdan birinci derece belge niteliği taşır. Araplar’ın yanı sıra İslâm’ın da azametini tasvir eden bu ürünler onun eserlerinin ve belki de bütün Arap şiirinin en yüksek noktasını teşkil eder. Bu eserlerinde Bizans savaşlarının azametini Ebû Firâs el-Hamdânî’ye göre daha dolgun ve daha destanî bir eda ile tasvir etmiştir. Mütenebbî, Seyfüddevle’nin sarayında birçok âlim, edip ve şairle tanıştı, bir kısmından yararlandı, mağrur tabiatı ve sert mizacı yüzünden çoğunun düşmanlığını kazandı. Ünlü filozof Fârâbî ile tanışması ve ondan faydalanması da bu sırada olmuştur. Sarayda göRüştüğü, dostluk kurduğu ve şiirlerindeki dil sorunlarıyla ilgili olarak muarızlarının itirazlarına cevap verdiği kaydedilen, şiirlerinin şârihi İbn Cinnî’nin konumu ise tarihî bakımdan güçlük arzetmekte, en azından bunun, İbn Cinnî’nin on beş-yirmi beş yaşları arasında iken gerçekleşmiş olması mümkün görünmektedir. Yine Ebü’t-Tayyib el-Lugavî, İbn Hâleveyh ve Hâtimî gibi dil ve edebiyat âlimleriyle tanışması ve bir kısmından istifade etmesi de bu süreçte gerçekleşmiştir. Şair Bebbegā da onun vefalı dostlarından biriydi. Kendisinden önce sarayın baş şairi olan Ebü’l-Abbas en-Nâmî ile Seyfüddevle’nin amcazadesi şair Ebû Firâs el-Hamdânî ve bunun yakın dostu dilci İbn Hâleveyh ise ona düşman olanların başında geliyordu. Ebû Firâs’ın düşmanlığının, Mütenebbî’nin yüksek sanatını kıskanmasından ya da onun Seyfüddevle’nin kız kardeşi Havle ile alâkasından ileri geldiği belirtilir, bazılarına göre ise böyle bir alâkanın mevcut olduğu iddiası asılsızdır.

Mütenebbî’nin kibir, azamet ve gururu tahammül edilmez bir noktaya varınca İbn Hâleveyh’in şiirindeki bir dil meselesiyle ilgili tartışmada Mütenebbî’nin yüzüne anahtar atıp onu yaralaması ve buna ses çıkarılmaması ya da bizzat Seyfüddevle’nin bir mecliste kendisine hokka fırlatması üzerine Mütenebbî ailesiyle birlikte 346 (957) yılının sonlarında Halep’ten kaçarak Şam’a sığındı. Oradan Filistin bölgesindeki Remle’ye gidip Kâfûr’un valisi İbn Tuğç’a methiye yazdı. Nihayet Fustat’a geçip İhşîdîler’in nâibi Habeşli emîr Kâfûr’un himayesine girdi. Muhtemelen kendisine Sayda valiliğini vaad etmiş bulunan emîr (Yûsuf el-Bedîî, I, 115), Mütenebbî’nin şiirlerinde açıkça ya da ta‘riz ve telmih yoluyla bu vaadi hatırlatmasına rağmen onun asıl maksadını ve iktidar hırsını görerek vaadini yerine getirmedi. Hayatının üçüncü devresini teşkil eden ve en sıkıntılı zamanlarını oluşturan bu süreçte maddî ve mânevî hürriyetlerinden mahrum kalan


şair kalben nefret duyduğu hâmisine kaside yazmak mecburiyetinde kaldı. “Kâfûriyyâtü’l-Mütenebbî” adı verilen bu zoraki övgülerde Seyfüddevle’nin teveccühünü kaybetmenin üzüntüsü ile Kâfûr’a duyulan hınç güçlü bir şekilde sezilmektedir (a.g.e., I, 125 vd.). Uzun zaman geçmesine rağmen söz konusu vaadin yerine getirilmediğini gören şair diğer İhşîdî kumandanı Rum asıllı Ebû Şücâ‘ Fâtik’in teveccühünü kazanmaya çalıştı, ancak bu zat 350’de (961) ölünce Kâfûr’la münasebeti daha gergin bir hal aldı. Neticede bir defa daha kaçmaya karar verdi, aynı yılın kurban bayramında Kâfûr’a ağır bir hicviye yazarak Arabistan çölünü güçlüklerle geçip Kûfe’ye ulaştı. Orada kısa bir süre kaldıktan sonra Bağdat’a giderek dostu, âlim ve edip Ali b. Hamza el-Basrî’ye konuk oldu. Burada Halife Tâi‘-Lillâh, emîrü’l-ümerâ Muizzüddevle ve Büveyhî Veziri Mühellebî için methiye yazmaktan imtina etmesi üzerine vezir el-Eġānî sahibi Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, Ebû Ali el-Hâtimî, İbnü’l-Haccâc ve İbn Sükkere el-Hâşimî gibi çevresindeki edip ve şairleri kışkırttı; onların, sanatını ve kişiliğini küçük düşürmeye çalışmalarına rağmen Mütenebbî kendilerine cevap bile vermedi (İbn Reşîķ el-Kayrevânî, I, 92). Bağdat’ta ikameti sırasında daha önce Mısır’da yaptığı gibi ders okuttu, dostlarına şiirlerini açıkladı, bir ara Kûfe’yi ziyaret etti.

354 (965) yılı başlarında Büveyhî Veziri Ebü’l-Fazl İbnü’l-Amîd’in daveti üzerine gittiği Errecân’da vezirin himayesine mazhar olup ona birkaç methiye kaleme aldı. Aynı yılın yazında Büveyhî Sultanı Adudüddevle’nin davetiyle Şîraz’a giden Mütenebbî’nin ona yazdığı methiyeler en iyi eserlerinden sayılır. Şîraz’dan Bağdat’a geçerken Sevâdübağdat’ın batısındaki Nûmâniye yakınında Deyrülâkūl denilen yerde Ramazan 354’te (Eylül 965), daha önce Hakkında hicviye yazdığı Dabbe b. Yezîd el-Utbî’nin dayısı Fâtik b. Ebû Cehl el-Esedî idaresindeki Benî Esed ve Benî Dabbe’den bir grup çapulcu bedevî tarafından yolu kesildi, meydana gelen çarpışma sonunda oğlu ve kölesiyle birlikte öldürüldü, divanının kendi yazdığınüshası dahil bütün malı ve eşyası yağmalandı (Yûsuf el-Bedîî, I, 227, 239).

Güçlü bir yapıya sahip olan Mütenebbî ilk yıllarını çölde bedevîler arasında geçirmesi, ayrıca Seyfüddevle’nin beraberinde yıllarca savaşlara katılmasının etkisiyle zorluklara katlanan, kuvveti ve kuvvetliyi yücelten, korkaklıktan nefret eden, gerektiğinde ölüme bile meydan okuyan bir kişiliği temsil ediyordu. Sınırsız bir yükselme ve iktidar hırsı taşıyan, megalomani derecesinde kibir ve gurur duygusuna sahip bulunan, asla eğilmeyen, başkalarını küçük gören, dolayısıyla birçok düşman kazanan bir şahsiyetti. Daima doğru sözlü, yalandan nefret eden, sevdiklerini yürekten seven vefakâr bir karakter ortaya koymuştur. Bunun yanında hayata, insanlara ve zamana karşı kötümser bir felsefenin temsilcisiydi. Mal hırsına ve cimriliğine dair bazı anekdotlar naklediliyorsa da bu husus, mal ve serveti şeref ve onurunu koruma vasıtası saydığı bir felsefeyle ilgili görülmüştür.

Birçoklarına göre en büyük Arap şairi sayılan Mütenebbî’nin şöhreti bugüne kadar varlığını sürdürmüştür. Daha hayatta iken çevresini kuşatan ateşli hayranları eserinin kıymetini düşürmeye çalışan muhaliflerine karşı onu savunmuştur. Muhaliflerinin çoğu mizacından şikâyetçi olduğu gibi şair olarak da eleştiriler yöneltiyordu, ancak bu eleştiriler sadece bir zümrenin düşüncelerini yansıtıyordu. Onun vefatıyla birlikte gerçekleri birincilerden daha açık gören ve ikincilerin abartılarına düşmeyen tarafsız bir üçüncü kitle meydana gelmiştir. Bu yeni zümrenin fikrî üstünlüğü galip gelmiş ve Mütenebbî’nin çağdaşı olan nesil ortadan kaybolunca hemen bütün aydınlar şairin yanında yer almıştır. V. (XI.) yüzyıldan itibaren Mütenebbî adı “büyük şair” sanıyla eş anlamlı sayılmıştır. Bu sebeple onun edebî otoritesi Arap şiiri üzerinde görülen en önemli etkilerden olmuş, methiye yazan bütün Arap şairleri çeşitli ölçülerde onun tesirinde kalmıştır. Bugün Kuzey Afrika’da en çok okunan şair olduğu gibi Suriye ve Mısır’da da övgü ve hayranlık dolu yayınların konusunu teşkil etmiş, Mısır’da edebî meziyetleri ve felsefesinin cüretkârlığı kadar Araplık hislerinin coşkunluğu sebebiyle de takdir edilmiştir.

Divanında yer alan ve çeşitli kültür verilerini yansıtan şiirler âlim, kültürlü ve aydın bir şair portresi çizmektedir. Çok okuyan bir kimse olduğu, seyahatlerinde bile kütüphanesini yanında taşıdığı, vefatından sonra kütüphanesinde yer alan kitaplarda kendi el yazısıyla düştüğü birçok hâşiye ve not görüldüğü, İbnü’l-Amîd’in lugata dair bir eserini kendisinden okuduğu, Mısırlılar’a İbn Vellâd’ın el-Maķśûr ve’l-memdûd’unu okuttuğu ve bu eser üzerine eleştiriler yaptığı kaydedilir.

Mütenebbî’nin şiirleri kendi zamanında Suriye, Irak ve Mısır’da meydana gelen hadiselerin, Bizans ve Hamdânîler’le alâkalı olay ve savaşların tarihî bir tescilidir. Bu durum, onun geniş tarih kültürünü gösterdiği gibi şiirinde yer alan şehir ve mekân adlarına dair zengin bir envanter de engin coğrafya bilgisini ortaya koymaktadır. İnsanın tabiat ve davranışları ile hayat-ölüm ilişkisine dair tecrübesini yansıtan hikemiyat onun şiirine hâkim olan ana temalardandır. Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’in mâna, üslûp, kıssa ve istiarelerinden etkilenme ve esinlenmeler şiirine yansıyan temel özelliklerdendir.

Gerçekte hiçbir felsefî ekol veya tasavvufî mezhebin müntesibi olmadığı halde sırf çevresindeki aydın kesime engin kültürünü kanıtlamak ve onların takdirini kazanmak amacıyla şiirlerinde sûfestâiyye, hevâiyye, maddiyye gibi akımlardan söz etmiş; hareket-sükûn, fâsit kıyas, ruhun ölümsüzlüğünden ve duyusal algının gerçekliğinden şüphelenme gibi düşüncelere yer vermiştir. Abdal, hulûl, tecellî, hal, havâtır, hakikat-hayal, zâhir-bâtın, huzur-gaybet, zaman, yakīn, kılletten kesretin çıkışı gibi sûfiyye, bâtıniyye, Karmatiyye ve Şîa sembolizmini onların abartılı üslûbu içinde şiirlerine yansıtmıştır (Şevkī Dayf, s. 321-351). Yunan kültür ve felsefesinin hikemiyatını mantıkî kıyaslarla pekiştirerek yeni kalıplar içinde dillendirmiştir. İbn Abbâd, yazdığı risâlede Mütenebbî’nin hikmet ve mesel haline gelmiş 370’den fazla beytini, Hâtimî ise risâlesinde Aristo’dan esinlendiği 120 kadar vecize ve hikmet dizesini açıklamıştır.

Mütenebbî, özellikle Arap dili ve edebiyatı alanında gördüğü tahsilin yanı sıra bedevîler arasında yetiştiği için dilin bütün inceliklerine vâkıf olmuştur. Şiirlerinde Kûfe dil mektebinin mensubu olarak yaygın Basra anlayışına ters düşen şâz kullanımlara, şâz terkiplere, nâdir ve garip lugatlara yer vermesi lugat ve nahiv sahasındaki geniş kültürünü kanıtlamak, takdir kazanmak, bilinçli olarak tefsir ve te’vil güçlüğü ortaya koyarak dikkatleri çekmek gibi amaçlarla ilgili görülmüştür. Mütenebbî lugat ve nahiv meselelerini derinlemesine şiirine yansıtan ilk ve son şairdir. Başta İbn Hâleveyh olmak üzere birçok dilci ile arasında özellikle Seyfüddevle’nin sarayında çetin tartışmalar geçmiş, çekemeyenleri bunları karalama ve küçük düşürme vasıtası olarak kullanmıştır. Radî el-Esterâbâdî, Şerĥu’l-Kâfiye’sinde Mütenebbî’nin bazı kıyas dışı kullanımlarına örnek vermiş, İbn Cinnî divanının şerhinde, İbnü’ş-Şecerî el-Emâlî’sinde, İbn Hişâm Muġni’l-lebîb’inde problemli görülen bazı ifadeleri te’vil ederek Mütenebbî’yi savunmuştur. Belâgat kitapları çoğu güzellik,


bir kısmı da kusur örneği olarak Mütenebbî’den getirilmiş dizelerle doludur.

Mütenebbî’nin şiirleri parlak mânalar, serpiştirilmiş zengin hikmet ve meseller, abartılı anlatımlar, bedevî unsurlar, kötümser felsefenin tezahürleri, sınırsız bir yükselme hırsı ile onur, gurur ve kibrin, yiğitlik ve kahramanlık ile Araplık ruhunun terennümü; olayları, savaş ve ihtilâlleri, dinî-fikrî mezhep, akım ve görüşleriyle çağının tarihî tescili; hırs, tamah, şan, şöhret ve yiğitliğiyle mustarip hayatının aynası konumundadır. Şiirinde istiare, müşâkele, cinas ve tıbâk (tezat) gibi geleneksel söz sanatlarını felsefî, tasavvufî ve lisanî telmihler ilâvesiyle lafız-mâna armonisi içinde kullanmıştır. İfade zarafetini esas alan Şam ekolünün en büyük temsilcisi sayılan Mütenebbî parlak teşbihler, zarif istiareler ve bazı lafzî sanatlarla süslü muhteşem bir üslûba sahiptir. Kasideye ya kadim şairler gibi gazelle başlar ya da doğrudan giriş yapar ve kasidelerini serpiştirilmiş hikmet dizeleriyle süsler. “Dizelerinde sebebinin açıklanması güç olan bir deha sırrı gizlidir” sözü onun şiiri Hakkında yapılmış en gerçekçi değerlendirmeyi yansıtır.

Daha çok medih ve fahr olmak üzere hikmet, mesel, edep, mersiye, hiciv, gazel ve tasvir ele aldığı başlıca temalardır. Methiyeleriyle hayatını kazanan Mütenebbî övdüklerinin kahramanlık, mertlik, cömertlik, soyluluk ve zekâ durumlarını abartılı bir dille anlatmış, genellikle övdüğü kimse ile ilişkisi kesilinceye kadar övgülerini yalnız ona hasretmiş, kasideyi memduhu ile kendisi arasında ikiye ayırarak kendi erdemlerinden de söz etmiştir. Kıtalar hariç divanında yer alan 112 övgü kasidesi arasında en güzelleri Seyfüddevle ile ilgilidir. Bunlar yürekten kopan bir sevgi ve duyguya tercüman olurken Kâfûr için kaleme aldığı zoraki övgüler ta‘riz ve telmihler şeklinde yergi iğneleri içerir. Kendisini herkesten üstün görmesinin doğal bir sonucu olarak çok miktardaki fahriye kıta ve dizelerinde kendini, ailesini, geçmişini ve şiirini över; çekemeyenlerini ve düşmanlarını yerer; zulümden nefret eden, üzerine yağan felâket ve musibetlere aldırmayan, ölüme meydan okuyan savaşçı kişiliğini ortaya koyar. Öldürülme olayında yolu kesildiğinde kaçıp kurtulmaya davranmışken kölesinin, “At, gece ve çöl tanır beni / Kılıç, mızrak, kâğıt ve kalem tanır beni” anlamındaki dizesini hatırlatması üzerine, “Kahrolası, beni katlettin!” demiş ve öldürülünceye kadar savaşmıştır.

Aklın hâkim olduğu mersiyelerinde yakınma ve acınma duygularından ziyade tâziye ve teselli dile getirilmiş, ölenin ve ailesinin erdem ve iyilikleriyle ölüm felsefesine dair hikmet ve mesellere yer verilmiştir. Kendi anneannesi, Seyfüddevle’nin annesiyle kız kardeşi Havle ve Ebû Şücâ‘ Fâtik’le alâkalı mersiyeleri en güzelleridir. Şahsî tecrübeleriyle Hint, Fars, Yunan kültür ve felsefelerine dair birikiminden doğmuş hikmet, mesel, vecize ve edep türü güzel sözler hemen bütün şiirlerinde yoğun biçimde yer alır. Dillerde dolaşan bu tür sözleri, Ebü’l-Atâhiye gibi sırf hikemiyata yönelmiş şairlerinkinden daha çok olup hayat-ölüm, zaman ve zamane insanları, insan tabiatı ve davranışlarına dair ilginç tesbitler ihtiva eder. Mütenebbî’nin fırtınalı hayatı tabiat manzaralarını seyretme imkânı ve fırsatı vermediğinden tasvire dair şiirleri azdır. Fakat onun Taberiye gölü tasviri, Şi‘bü Bevvân tasviri ve Hummâ tasviri belki de bütün Arap şiirinin tasvir şaheserleri olarak kabul edilmiştir. Hasımlarını küçümseyen ve onların seviyesine düşmek istemeyen mağrur tabiatı yergiye müsait olmadığından bu konudaki şiirleri de fazla değildir. Çoğu kıtalar şeklinde olup 200 beyte ulaşmayan bu şiirler genellikle ta‘riz ve telmihten öteye geçmez. Ancak canı acıtılınca ağır hiciv yeteneğini ortaya koyan şairin İhşîdî Emîri Kâfûr’la ipleri kopardığı zaman yazdığı ve onun fizikî kusurlarını karikatürize ettiği “Dâliyye”si bir hiciv şaheseri diye kabul edilir. Yine sert-ciddi ve mağrur erkek tabiatı, yüksek idealler uğrunda omuzunda ağır yük ve davalar taşıyan kişilik profiliyle uyuşmadığı için Mütenebbî’de kadın tasviri ve gazel teması da nadirdir; sadece bazı kasidelerinin girişinde geleneğin aksine asgari hadde indirilmiş vaziyette görülür. Ancak bu sertliğin arasında güzelliği hissettiren şiirlerinde gençliğini aralarında geçirdiği doğal güzelliği temsil eden bedevî kızlarını şehirli kızlara tercih ettiği görülür.

Divanı. Mütenebbî’nin bizzat derleyip tertip ettiği ve öğrencilerine okuttuğu divanı bütün şiirlerini kapsamaz. Divanını Ebü’l-Hasan Muhammed b. Ahmed el-Mağribî el-Müteyyem (ö. 400/1010), Ebü’l-Hasan Ali b. Eyyûb el-Kummî ile İbn Cinnî rivayet etmiştir. Son rivayet alfabetik dizimlidir. Divanda yer alan şiirler “Şâmiyyât” (2352 beyit), “Seyfiyyât” (1540 beyit), “Kâfûriyyât” (528 beyit), “Fâtikiyyât” (357 beyit) ve “Şîrâziyyât” (396 beyit) olmak üzere toplam 5173 beyti (şârih Vâhidî’ye göre 5490 beyti) kapsar. Hüseyin b. Ubeydullah es-Sıkıllî, et-Tekmile ve şerĥu’l-ebyâti’l-müşkile min (fî) Dîvâni Ebi’ŧ-Ŧayyib el-Mütenebbî (nşr. Mâcid el-Ceâfire v.dğr., Yermük 1980; nşr. Enver Ebû Süveylim, Amman 1985) ve Abdülazîz el-Meymenî, Ziyâdâtü Dîvâni şiǾri’l-Mütenebbî (Kahire 1345) adlı eserlerinde divanda yer almayan bazı şiir ve kasidelerini toplamış, Meymenî divana kaside ve kıta olarak kırk beş parça eklemiştir. İlk baskısı Kalküta 1230’da (1814) (Muhibbî şerhiyle birlikte) gerçekleştirilen eserin tahkikli ve tahkiksiz olarak çok sayıda neşri ve baskısı yapılmıştır (Avvâd v.dğr., VI/3 [1397], s. 273).

Divanda yer alan şiirlerin hepsinin veya müşkil kısımlarının şerhine ve bazı şerhlerin eleştirisine dair IV. (X.) yüzyılın sonlarından itibaren ve daha çok V. (XI.) yüzyılda olmak üzere 100’e yakın Arapça eser (krş. a.g.e., VI/3 [1397/1977], s. 275-291) ve birkaç Farsça şerh yazılmıştır. İlk şerh Sa‘d b. Muhammed el-Vahîd el-Ezdî el-Bağdâdî’ye (ö. 385/995) aittir. Mütenebbî’nin öğrencisi ve sadık dostu kabul edilen İbn Cinnî Fesrü şiǾri’l-Mütenebbî (nşr. Safâ Hulûsî, I, Bağdat 1390/1970; II, 1398/1978), el-Fetĥu’l-vehbî Ǿalâ müşkilâti’l-Mütenebbî (nşr. Muhsin Gayyâd Uceyl, Bağdat 1393/1973) ve Tefsîru maǾânî Dîvâni’l-Mütenebbî adıyla üç şerh kaleme almıştır. Bu şerhler için aralarında Ebû Abdullah Hüseyin b. Ahmed ez-Zevzenî, Ebû Hayyân et-Tevhîdî ve Şerîf el-Murtazâ’nın da bulunduğu edipler tarafından eleştiri eserleri kaleme alınmıştır. Divanın yayımlanmış diğer şerhlerinin müellifleri arasında Ebü’l-Alâ el-Maarrî, İflîlî, İbn Sîde, Ebü’l-Yümn el-Kindî, Batalyevsî, İbn Usfûr el-İşbîlî, İbnü’l-Müstevfî, Muhammed Emîn el-Muhibbî, Nâsîf el-Yâzicî ve Berkûkī gibi eski ve yeni isimler yer almaktadır. Ahmed b. Ali el-Mühellebî, el-Meǿâħiź Ǿalâ şurrâĥi Dîvâni’l-Mütenebbî adlı eserinde İbn Cinnî, Maarrî, Vâhidî, Ebü’l-Yümn el-Kindî ve Hatîb et-Tebrîzî şerhlerini eleştirmiş, eserin İbn Cinnî ve Maarrî eleştirileri kısmı yayımlanmıştır (nşr. Cemîl Mahmûd el-Mağribî, I-II, Mekke 1400/1980). Divanın Farsça şerhlerinden Muhammed b. İbrâhim’e (Kalküta 1261) ve Muhammed Abdülmün‘im Ubeydullah el-Hindî’ye (Agra 1300) ait olanlar basılmıştır. Abdülkāhir el-Cürcânî, Fuâd Efrâm el-Bustânî, Osman Ali el-Kar‘âvî ve Nebîl Fâzıl, Mütenebbî divanından antolojiler meydana getirmişlerdir. Hammer-Purgstall (Alm.), Pietro Poolen (Lat.), O. Rescher (Alm.); A. J. Arberry (İng.), A. Wormhoudt (İng.), Silvestre de Sacy (Fr.) divanın tamamını veya ondan yapılmış seçmeleri tercüme etmişlerdir (daha fazla bilgi için bk. a.g.e., VI/3 [1397], s. 273-275).


Mütenebbî’nin şiirleri üzerine, başta Ebû Temmâm ile Buhtürî’den olmak üzere kadîm şairlerden yaptığı iddia edilen serika ve intihallerle dil hataları ve bunlara yazılan reddiyelerle ilgili olarak çok sayıda eser yazılmıştır. Bu eleştirilerin bir kısmında şahsî husumet yüzünden küçük alâka ve benzerlikler de serika ve intihal kabul edilmiştir. Hâtimî, İbn Vekî‘, Sâhib b. Abbâd ve Ebû Sa’d (Saîd) Muhammed b. Ahmed el-Amîdî’nin eserleri bu kabildendir. Kādî Ebü’l-Hasan el-Cürcânî, Seâlibî ve Abdülkāhir el-Cürcânî gibi mutedil eleştirmenler, bunların birçoğunu tevârüd (rastlantı) veya şairler arasında ortak tema ve klişeler diye görmüştür. Bu konuda ilk eseri yazan râvisi Muhammed b. Ahmed el-Mağribî’dir (el-İntiśârü’l-münebbî Ǿan feżâǿili’l-Mütenebbî). Daha sonra Sâhib b. Abbâd, el-Emŝâlü’s-sâǿire min şiǾri’l-Mütenebbî (nşr. Zühdî Yeğen, Beyrut 1950) ve el-Keşf Ǿan mesâviǿi şiǾri’l-Mütenebbî (Kahire 1349); Hâtimî, er-Risâletü’l-mûđıĥa (veya el-Muvađđıĥa) fî źikri seriķāti Ebi’ŧ-Ŧayyib el-Mütenebbî ve sâķıŧı şiǾrih (nşr. M. Yûsuf Necm, Beyrut 1965) ve er-Risâletü’l-Ĥâtimiyye fîmâ vâfaķa’l-Mütenebbî fî şiǾrihî kelâme Arisŧo fi’l-ĥikme (nşr. Fuâd Efrâm el-Bustânî, Beyrut 1931) ve Kādî Ebü’l-Hasan el-Cürcânî, el-Vesâŧa beyne’l-Mütenebbî ve ħuśûmih (Sayda 1331) adlı eserlerini kaleme almışlardır. İbn Vekî‘, Ebû Mansûr es-Seâlibî, Muhammed b. Ahmed el-Amîdî, İbnü’d-Dehhân, Ziyâeddin İbnü’l-Esîr, İbn Bessâm eş-Şenterînî ve Bâ-Kesîr el-Hadramî de bu alanda eser ortaya koyanların bir kısmıdır.

Korkîs Avvâd ve Mîhâîl Avvâd’ın 1977’de yayımladığı Mütenebbî ve divanıyla ilgili yazma, kitap ve makalelerin listesi 127 sayfadır (el-Mevrid, VI/3 [1397/1977], s. 263-390). Listenin bugün itibariyle daha da uzadığı şüphesizdir. Kitaplardan bazıları şunlardır: Yûsuf el-Bedîî, eś-Śubĥu’l-münebbî Ǿan ĥayŝiyyeti’l-Mütenebbî (nşr. Yâsîn el-Arafât, Dımaşk 1350/1930); Hüseyin Hüsnî, el-Edebü’l-mürebbî fî ĥayâti’l-Mütenebbî (İskenderiye 1917); Kemal Hilmi, Ebü’ŧ-Ŧayyib el-Mütenebbî (Kahire 1921); Şefîk Cebrî, el-Mütenebbî mâliǿü’d-dünyâ ve şâġilü’n-nâs (Dımaşk 1349/1930); Mahmûd Muhammed Şâkir, Mütenebbî (Kahire 1976, I-II); Abbas Hasan, el-Mütenebbî ve Şevķī (Kahire 1951); Zekî el-Mehâsinî, el-Mütenebbî (Kahire 1956); Ma‘rûf er-Rusâfî, Nažra icmâliyye fî ĥayâti’l-Mütenebbî (Bağdat 1959); George Gureyyib, el-Mütenebbî (Beyrut 1967); M. Muhammed Hüseyin, el-Mütenebbî ve’l-Ķarâmiŧa (Riyad 1401/1981); Mustafa eş-Şek‘a, Ebü’ŧ-Ŧayyib el-Mütenebbî fî Mıśr ve’l-ǾIrâķeyn (Beyrut 1983); İlyâ Hâvî, el-Mütenebbî (Beyrut 1990). Vefatının hicrî takvime göre 1000. yılı (1355/1936) münasebetiyle yazılan bazı eserler de şunlardır: Tâhâ Hüseyin, MaǾa’l-Mütenebbî (Kahire 1936); Abdülvehhâb Azzâm, Źikrâ Ebi’ŧ-Ŧayyib el-Mütenebbî baǾde elf Ǿâm (Bağdat 1936); Muhammed Cevâd, el-Mütenebbî baǾde elf Ǿâm (Bağdat 1936, 1984); İbrâhim el-Ureyyız, Fennü’l-Mütenebbî baǾde elf Ǿâm (Küveyt 1962, 1974). Başta Francesco Gabrieli olmak üzere Bohlen, Hammer-Purgstall, Régis Blachère, E. Garcia Gomez, S. A. Bonebakker, Louis Massignon, Andras Hamori gibi birçok şarkiyatçı da Mütenebbî Hakkında eserler kaleme almıştır (daha fazla bilgi için bk. a.g.e., VI/3 [1397/1977], s. 382-390).

Frederic Gabrieli, Andras Hamori, R. Blachère ve Louis Massignon, ayrıca I. Goldziher, P. Bachmann, W. Björkman, I. J. Krackovskij, M. Canard, J. J. Reiske, Hammer-Purgstall, J. Hell, R. A. Nicholson ve Silvestre de Sacy gibi çok sayıda şarkiyatçı Mütenebbî’nin felsefesi, nebîlik iddiası, devrimci fikirleri, pesimizmi, Arapçılığı, şiirinde Antere etkisi, İsmâiliyye izleri, Maarrî, İbn Zeydûn, İbn Hânî ve Bâkî’ye tesirleri, şiirinde tabiat, Bizans-Arap savaşları, Seyfüddevle, Kâfûr, Ebû Şücâ‘ Fâtik ve diğerlerine yazdığı şiirleri gibi değişik konuları ele alan çok sayıda makale neşretmiştir. Bininci ölüm yılı dolayısıyla bazı şarkiyatçıların yazdığı makaleler, Dımaşk Fransız Enstitüsü’nün yayımladığı al-Mutanabbī recueil publié à l’occasion de son millenaire adlı eserde toplanmış (Beyrut 1936), Hasan el-İmrânî el-Mütenebbî fî dirâsâti’l-müsteşriķīne’l-Ferensiyyîn adıyla bir eser yazmıştır (Beyrut 1415/1994; daha fazla bilgi için bk. a.g.e., VI/3 [1397/1977], s. 382-390).

Vefatının 1000. yıl dönümü münasebetiyle Mütenebbî özel sayısı olarak yayımlanan Kahire Üniversitesi’nin Śaĥîfetü Dâri’l-Ǿulûm adlı dergisinin iki sayısı (Kahire 1936, II/4, III/1); Mecelletü MecmaǾi’l-Ǿilmiyyi’l-ǾArabî bi-Dımaşķ’ın iki özel sayısı (Dımaşk 1936; XIV, 1954, III) ve el-Mevrîd dergisinin özel sayısı (Bağdat 1397/1977, VI/3) başta olmak üzere Arapça dergi ve gazetelerin çoğunda, Ahmed Emîn, İbrâhim es-Sâmerrâî, Afîf Abdurrahman, Selîm el-Cündî, Necdî Nâsif, Ali el-Cârim, Ahmed el-Bedevî, Ekrem Fâzıl, Sibâî Beyyûmî gibi yazarlar tarafından Mütenebbî’yi çeşitli yönlerden inceleyen çok miktarda makale yazılmıştır (daha fazla bilgi için bk. a.g.e., VI/3 [1397/1977], s. 292-382).

BİBLİYOGRAFYA:

Mütenebbî, Dîvân (nşr. Abdülvehhâb Azzâm), Kahire 1363/1944, tür.yer.; Sâhib b. Abbâd, el-Emŝâlü’s-sâǿire min şiǾri’l-Mütenebbî (nşr. Zühdî Yeken), Beyrut 1950; Hâtimî, er-Risâletü’l-Ĥâtimiyye fîmâ vâfaķa’l-Mütenebbî fî şiǾrihî kelâme Arisŧo fi’l-ĥikme (nşr. Fuâd Efrâm el-Bustânî), Beyrut 1931; Ebü’l-Hasan el-Cürcânî, el-Vesâŧa beyne’l-Mütenebbî ve ħuśûmih (nşr. M. Ebü’l-Fazl İbrâhim - Ali M. el-Bicâvî), Sayda-Beyrut 1386/1966, s. 82, 183, 216, 441, ayrıca bk. tür.yer.; Ebû Mansûr es-Seâlibî, Yetîmetü’d-dehr, Dımaşk 1304, I, 8, 78-162; ayrıca bk. tür.yer.; Ebü’l-Alâ el-Maarrî, Risâletü’l-ġufrân (nşr. Âişe Abdurrahman), Kahire 1397/1977, s. 423-424; İbn Reşîķ el-Kayrevânî, el-ǾUmde (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Kahire 1353/1934, I, 45, 92; Hatîb, Târîħu Baġdâd, IV, 102-105; Vâhidî, Dîvânü Ebi’ŧ-Ŧayyib el-Mütenebbî ve fî eŝnâǿi metnihî şerĥu’l-Vâĥidî (nşr. F. Dieterici), Berlin 1861, s. 148, 160, 206-245, 388 vd., 408 vd., 522-537; Kemâleddin el-Enbârî, Nüzhetü’l-elibbâǿ (nşr. Muhammed Ebü’l-Fazl İbrâhim), Kahire 1294, s. 366-374; İbn Hallikân, Vefeyât, I, 62, 120-125; Yûsuf el-Bedîî, eś-Śubĥu’l-münebbî Ǿan ĥayŝiyyeti’l-Mütenebbî (Ukberî, Şerĥu Dîvâni’l-Mütenebbî içinde), Kahire 1308, I, 5-245; Abdülkādir el-Bağdâdî, Ħizânetü’l-edeb, I, 382-389; II, 302-317; Nâsîf el-Yâzicî, el-ǾArfü’ŧ-ŧayyib fî şerĥi Dîvâni Ebi’ŧ-Ŧayyib, Beyrut 1882, s. 87, 96, 132-163, 376-395; R. Blachère, La poète arabe al-Mutanabbī, Paris 1929; a.mlf., “Mütenebbî”, İA, VIII, 858-862; a.mlf. - [Ch. Pellat], “al-Mutanabbī”, EI² (Fr.), VII, 770-774; Tâhâ Hüseyin, MaǾa’l-Mütenebbî, Kahire 1936, tür.yer.; al-Mutanabbī, Beyrouth 1936; Ömer Ferruh, el-Minhâc fi’l-edebi’l-ǾArabî ve târîħih, Beyrut 1380/1960, s. 216-236; a.mlf., Târîħu’l-edeb, II, 455-483; Sezgin, GAS, II, 484-497; IX, 290-294; İbrâhim el-Ureyyız, Fennü’l-Mütenebbî baǾde elf Ǿâm, Küveyt 1974; Şevkī Dayf, el-Fen ve meźâhibüh, Kahire 1976, s. 303-351; Mahmûd M. Şâkir, el-Mütenebbî, Kahire 1976, I-II, tür.yer.; AǾyânü’ş-ŞîǾa, VIII, 277-281; J. Krackovskij, “Mutanabbi i Abu’l-Ala”, ZVO, XIX (1909), s. 1-52; F. Gabrieli, “La Vita di al-Mutanabbi”, RSO, XI (1926-28), s. 27-42; Śaĥîfetü Dâri’l-Ǿulûm (Mütenebbî özel sayısı), II/2, Kahire 1936; M. Hâşim Atıyye, “el-Mütenebbî ve Kâfûr”, a.e., s. 79-89; Mütevellî Kāsım, “el-Vaśf fî şiǾri’l-Mütenebbî”, a.e., s. 132-169; Hasan Alvân, “el-Merǿe fî şiǾri’l-Mütenebbî”, a.e., s. 188-207; M. Mehdî Allâm, “Felsefetü’l-Mütenebbî fî şiǾrih”, a.e., III/1 (1936), s. 5-66; Ali Cârim, “Ŧumûĥu’l-Mütenebbî”, a.e., s. 67-76; Sibâî Beyyûmî, “Ġazelü’l-Mütenebbî ve nesîbü’l-ħayâl ve’l-felsefe fîh”, a.e., s. 132-174; M. Muhyiddin Abdülhamîd, “Ĥayâtü’l-Mütenebbî tenebbüǿühû (1)”, ME, VIII/1 (1937), s. 49-57; MMİADm. (Mütenebbî özel sayısı), XXIX/3 (1374/1954); Ahmed Ahmed, “el-Mütenebbî ve Seyfüddevle”, a.e., s. 75-92; Ahmed Emîn, “Felsefetü’l-ķuvve fî şiǾri’l-Mütenebbî”, a.e., s. 92-102; Emîn er-Reyhânî, “el-Mütenebbî resûlü’l-Ǿurûbe”, a.e., s. 102-128; M. İs‘âf en-Neşâşîbî, “Ebü’ŧ-Ŧayyib ve’n-nüĥât”, a.e., s. 128 vd.; Ahmed Rızâ, “Rûĥu’ŧ-ŧumûĥ fi’l-Mütenebbî”, a.e., s. 212 vd.; M. Selîm el-Cündî, “Ŝeķāfetü’l-Mütenebbî ve mesâdirühâ”, a.e., s. 391 vd.; J. Daher, “Essai sur le pessimisme chez poète arabe al-Mutanabbī”, Arabica, IV/1, Leiden 1957, s. 42-54; Muhammed Berrâde, “el-Mütenebbî ve’l-Ķarmaŧıyye”, el-Baĥŝü’l-Ǿilmî, I,


Rabat 1964, s. 100-111; M. Muhammed Hüseyin, “el-Mütenebbî ve’l-Ķarâmiŧa”, Mecelletü Külliyyeti’l-âdâb, CâmiǾatü’l-İskenderiyye, XVIII, İskenderiye 1964, s. 1-47; el-Mevrid (Mütenebbî özel sayısı), VI/3, Bağdad 1397/1977; Ekrem Fâzıl, “el-Mütenebbî fî dirâsâti’l-müsteşrıķīn”, a.e., s. 43-86; Azîz Ârif, “el-İtticâhü’l-bâŧınî fî şiǾri’l-Mütenebbî”, a.e., s. 97-108; Abdülganî el-Mellâh, “Hel ilteķa’l-Mütenebbî bi-İbn Cinnî”, a.e., s. 141-150; Selmân Hâdî et-Tu‘me, “Sîretü’l-Mütenebbî”, a.e., s. 155-162; C. Avvâd - Mîhâîl Avvâd, “Râǿidü’d-dirâse Ǿan Ebi’ŧ-Ŧayyib el-Mütenebbî”, a.e., s. 263-390.

İsmail Durmuş