MÜTEÂLÎ

(المتعالي)

Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri.

Sözlükte “şan, şeref, kuvvet ve kudret sahibi olmak” mânasındaki alâ’ veya ulüv kökünün “tefâül” kalıbından türeyen müteâlî kelimesi “izzet, şeref ve hükümranlık bakımından en yüce olan” demektir. Râgıb el-İsfahânî, aynı kökü teşkil eden alâ’ ile ulüv arasında fark gözeterek birinci kullanımın mekânlar ve cisimler için “yükselmek”, ikincisinin ise “mertebesi yüce olmak” anlamına geldiğini söyler ve kavram zât-ı ilâhiyyeye nisbet edildiğinde, “kimsenin O’nun mahiyetini anlatamayacağı, ârifler de dahil olmak üzere hiç kimsenin ilim ve irfanının künhünün bilgisine ulaşamayacağı” mânasında olduğunu belirtir (el-Müfredât, “Ǿalâ” md.).

Alâ’ veya ulüv kavramı yirmi yedi âyette Allah’a izâfe edilmiş olup bunlardan biri müteâlî, on dördü teâlâ, dokuzu alî ve üçü a‘lâ şeklindedir (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “Ǿalv” md.). Ra‘d sûresinde yer alan müteâlî ismi (13/9) İbn Kesîr dışındaki kıraat imamlarınca müteâl şeklinde okunmuştur (Fahreddin er-Râzî, XIX, 18). Müteâlî sözü bu âyette “kebîr” (büyük, ulu) ismiyle birlikte kullanılmıştır. Bunun sebebi, zât-ı ilâhiyyenin kebîrin muhtevasındaki “cüsseli oluş” niteliğinden tenzih edilmesi olmalıdır (bk. KEBÎR). Alâ’ kavramının “teâlâ” fiiliyle Allah’a nisbet edildiği âyetlerde kelimenin içeriği çerçevesinde Cenâb-ı Hakk’ın birliği vurgulanmıştır. A‘lâ (en üstün, en kudretli) doksan dokuz isim listesinde yer almamakla birlikte üç âyette Allah’a izâfe edilmiştir. Ebü’l-Bekā alînin (ve dolayısıyla müteâlînin) zâtından ötürü, a‘lânın ise diğer varlıklara nazaran Allah’ın yüceliğini ifade ettiğini belirtir (el-Külliyyât, s. 627; bk. ALÎ).

Müteâlî, İbn Mâce ve Tirmizî’nin rivayet ettikleri esmâ-i hüsnâ listelerinde yer almış (“DuǾâǿ”, 10; “DaǾavât”, 82), başka münasebetlerle de Allah’ın ismi olarak kullanılmıştır (Müsned, II, 88; Tirmizî, “Ķıyâmet”, 17). İftitah tekbirinden sonra okunan Sübhâneke’nin üçüncü cümlesi, “Azametin yücedir” meâlinde olup zât-ı ilâhiyyeye nisbet edilen teâlâ fiiliyle kurulmuştur (Müsned, III, 50, 69; Müslim, “Śalât”, 52; Tirmizî, “Mevâķīt”, 65). Ayrıca Hz. Hasan yoluyla Resûlullah’tan rivayet edilen ve namazda okunması istenen dua da, “Sen yüce ve münezzehsin” anlamındaki “teâleyte”


kelimesiyle bitmektedir (Müsned, I, 199; Ebû Dâvûd, “Śalât”, 119-120).

Âlimlerin müteâlî ismiyle ilgili yorumları genellikle teâlâ kelimesinin yer aldığı âyetlerin muhtevası çerçevesinde olmuştur. Bu da Allah’ın zâtı, sıfatları ve fiilleriyle yaratılmışlara benzemekten, denk ve şerîkten münezzeh olması noktasında yoğunlaşır. Ebû Abdullah el-Halîmî müteâlî ismini Allah’tan teşbihi nefyeden sıfatlar grubunda mütalaa etmiş ve onu “yaratılmışlara mahsus olan eş, evlât, organ vb. niteliklerden münezzeh” şeklinde mânalandırmıştır; çünkü sözü edilen hususların bir kısmı fâni oluşu, bir kısmı başkasına muhtaç olmayı, bazıları da değişim ve başkalaşmayı gerektirir (el-Minhâc fî şuǾabi’l-îmân, I, 196). Yaratılmışlara özgü niteliklerin zât-ı ilâhiyyeye nisbet edilmesi, O’na iftirada bulunanların ve ulûhiyyet konusunda isabetsiz düşüncelere kapılanların yapacağı bir şeydir. Alî, azîm, kebîr, kuddûs, mâcid-mecîd ve mütekebbir isimleriyle anlam yakınlığı bulunan müteâlî zâtî sıfatlar grubu içinde yer alır.

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “Ǿalâ” md.; Lisânü’l-ǾArab, “Ǿalv” md.; M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “Ǿalv” md.; Müsned, I, 199; II, 88; III, 50, 69; Müslim, “Śalât”, 52; İbn Mâce, “DuǾâǿ”, 10; Ebû Dâvûd, “Śalât”, 119-120; Tirmizî, “DaǾavât”, 82, “Ķıyâmet”, 17, “Mevâķīt”, 65; Hattâbî, Şeǿnü’d-duǾâǿ (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkāk), Dımaşk 1404/1984, s. 89; Ebû Abdullah el-Halîmî, el-Minhâc fî şuǾabi’l-îmân (nşr. Hilmî M. Fûde), Beyrut 1399/1979, I, 195, 196; İbn Fûrek, Mücerredü’l-Maķālât, s. 47; Kādî Abdülcebbâr, el-Muġnī, V, 214-215; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, Beyrut 1411/1990, XIX, 18; Ebü’l-Bekā, el-Külliyyât, s. 627.

Bekir Topaloğlu