MÜŞKİL

(المشكل)

Sîgasında bulunan kapalılıktan dolayı kendisiyle kastedilen mânanın başka deliller yardımıyla veya derinlemesine düşünme yoluyla anlaşılabildiği lafız anlamında usûl-i fıkıh terimi.

Sözlükte “karışmak, güçleşmek” anlamındaki işkâl masdarından türeyen müşkil kelimesi, fıkıh usulü terimi olarak “kendisiyle kastedilen mânanın ancak onu kuşatan karîne ve emâreler üzerinde incelemede bulunma ve derinlemesine düşünme yoluyla anlaşılabildiği lafız” demektir. Hanefî usulcülerinin nasların yorumuyla ilgili kurallar çerçevesinde yaptıkları lafız tasnifi içerisinde müşkil kapalılık bakımından lafız kategorilerinden birini teşkil eder. Bazı farklılıklar taşısa da ilk usul eserlerindeki müşkille ilgili tanımların özünü, “kendisindeki bir anlam inceliğinden dolayı dilde vazedildiği mânaya yahut onu istiare yoluyla kullananın ne kastettiğine ulaşmakta ve başka bir delil olmaksızın veya derinlemesine düşünmeksizin benzerlerinden ayırt etmekte zorluk bulunan lafız” diye ifade etmek mümkündür (Debûsî, s. 118; Pezdevî, I, 52-53; Şemsüleimme es-Serahsî, I, 168). Pezdevî, bu zorluğun kaynağını “mânadaki kapalılık veya istiâre-i bedîa sebebiyle” şeklinde bir ayırım yaparak açıklamıştır.

Fukaha (Hanefî) metoduna göre yazılan usul eserlerinde mânaya delâleti kapalı olan lafızlar en az kapalılık taşıyandan başlamak üzere hafî, müşkil, mücmel ve müteşâbih olarak sıralanır. Bunlardan, kapalılığı ictihad ve araştırma ile giderilebilecek olanlar hafî ve müşkil, kapalılığı ancak sözün sahibinin açıklamasıyla giderilebilenler mücmel ve kapalılığı hiçbir surette giderilemeyenler müteşâbih adını alır. Debûsî ve Serahsî, delâlet dereceleri açık ve kapalı olan lafızları birbiriyle eşleştirerek hafînin zâhir, müşkilin nas, mücmelin müfesser, müteşâbihin muhkemin karşıtı olduğunu söylemiştir (Taķvîmü’l-edille, s. 117; el-Uśûl, I, 163, 168). Usulcülerin bu konudaki açıklamalarından çıkan ortak anlama göre müşkildeki kapalılığın sebebi


bizzat sözün kendisidir. Bu özellikte müşkil mücmelle birleşirken hafîden ayrılır, çünkü hafîdeki kapalılık lafzın dışındaki bir sebebe bağlıdır. Buna karşılık kapalılığın giderilme şekli açısından müşkil hafî ile birleşirken mücmelden ayrılır, zira gerek müşkil gerekse hafîdeki kapalılık ictihad yoluyla giderilirken mücmelde bu ancak sözün sahibince yapılacak açıklamayla olabilir. Öte yandan müşkildeki kapalılık hafîdekinden daha fazla olduğundan anlaşılması için ortaya konması gereken ictihad faaliyetinin kapsamı daha geniştir. Hafîde fakih, kapalılığa sebep olan ârızî durumun zâhir anlamda fazlalık mı yoksa eksiklik mi meydana getirdiğini belirleyen bir inceleme ve tesbitle sonuca varırken müşkilde öncelikle lafzın sîgasında ve kapalılığa yol açan benzerlikler üzerinde gerekli inceleme ve tesbiti (talep) yaptıktan sonra üzerinde derinlemesine düşünmek (teemmül) durumundadır (Abdülazîz el-Buhârî, I, 53-54; M. Edîb Sâlih, I, 255-256). Debûsî, hafî ile arasındaki kapalılık derecesiyle ilgili bu farktan dolayı müşkilin âdeta mücmelin bir uzantısı gibi göründüğünü, hatta birçok âlimin bu ikisini tefrik edemediğini belirtir (Taķvîmü’l-edille, s. 118). Alâeddin es-Semerkandî, müşkil lafızdaki kapalılığın zannî bir delille giderilmesi halinde müevvel durumuna geleceğini söylemiştir (Mîzânü’l-uśûl, s. 348; bazı durumlarda mücmelin müşkile dönüşmesi, kelâmcı metodunu benimseyen usulcülerin kapalı lafızlarla ilgili terminolojisi Hakkında bk. MÜCMEL).

Bir lafzı müşkil kılan (işkâl) sebeplerinin başında lafzın vaz‘ı itibariyle birden fazla mânaya açık olup bunlardan birinin kastedilmiş olması gelir. Müşterek terimiyle ifade edilen lafızlarda durum böyledir, bununla ne kastedildiğini belirlemek için bazı delil ve karînelere müracaat edilir. Meselâ, “Boşanmış kadınlar kendi başlarına -evlenmeden- üç kur’ süresi beklerler” meâlindeki âyette (el-Bakara 2/228) geçen “kur’” kelimesi, dilde vazedildiği mânalar bakımından hem âdet süresi hem de iki âdet arasındaki temizlik süresini ifade eder. Âyette bunlardan hangisinin kastedildiğini tesbit için bazı delillerden ve karînelerden yararlanılarak ictihad etmek gerekir. Hanefîler, bu karîneler üzerinde yaptıkları incelemeler sonunda kur’dan maksadın “ayhali süresi”, Şâfiîler ise “temizlik müddeti” olduğu sonucuna varmışlardır. Diğer bir işkâl sebebi de lafzın hakikat olarak başka bir mâna için vazedilmiş olmasına rağmen mecazi bir anlamda kullanılması ve bu anlamın yaygınlık kazanması durumudur (başka örnekler için bk. M. Edîb Sâlih, I, 257-275; Zekiyyüddin Şa‘bân, s. 385-386).

Klasik usul eserlerinde müşkil lafzın hükmü, kendisiyle kastedilenin doğru olduğuna inanmanın ve amele esas olmak üzere kastedilen mâna anlaşılıncaya kadar gereken araştırma ve teemmülün vücûbu şeklinde ifade edilmiştir (Debûsî, s. 118; Şemsüleimme es-Serahsî, I, 168). Bu araştırma ve düşünme faaliyeti sırasında müctehidin rehberi diğer naslar, lafızlardan hüküm çıkarma kuralları ve kanun koyucunun temel maksatları olup bunların ışığında ulaşılan sonuçların da zannî nitelikte ve aynı değere sahip birer ictihad ürünü olduğu dikkatten kaçırılmamalıdır.

BİBLİYOGRAFYA:

Debûsî, Taķvîmü’l-edille fî uśûli’l-fıķh (nşr. Halîl Muhyiddin el-Meys), Beyrut 1421/2001, s. 117-118; Pezdevî, Kenzü’l-vüśûl, I, 52-54; Şemsüleimme es-Serahsî, el-Uśûl (nşr. Ebü’l-Vefâ el-Efgānî), Haydarâbâd 1372 → Beyrut 1393/1973, I, 163, 168; Alâeddin es-Semerkandî, Mîzânü’l-uśûl (nşr. M. Zekî Abdülber), Katar 1404/1984, s. 348, 354; Abdülazîz el-Buhârî, Keşfü’l-esrâr, İstanbul 1307, I, 52-54; Sadrüşşerîa, et-Tavżîĥ fî ĥalli ġavâmiżi’t-Tenķīĥ (Teftâzânî, et-Telvîĥ içinde), Kahire 1377/1957, I, 126-127; İbn Melek, Şerĥu’l-Menâr fi’l-uśûl, İstanbul 1965, s. 94, 103-104; Ali Haydar Efendi, Usûl-i Fıkıh Dersleri, İstanbul 1966, s. 182-184; M. Edîb Sâlih, Tefsîrü’n-nuśûś fi’l-fıķhi’l-İslâmî, Beyrut 1404/1984, I, 229, 253-275; Ferhat Koca, İslam Hukuk Metodolojisinde Tahsis, İstanbul 1996, s. 83, 142; Zekiyyüddin Şa‘bân, İslâm Hukuk İlminin Esasları (trc. İbrahim Kâfi Dönmez), Ankara 2004, s. 385-386, 391.

Ferhat Koca