MÜSAMERE

(المسامرة)

Geceleyin yapılan eğlenceli sohbet.

Araplar gece sohbetleri için semer (ay ışığı veya ay karanlığı) kelimesini kullanmışlardır. Bu sohbetlere, genellikle karşılıklı konuşma tarzında geçtiğinden semr (mehtaplı gecelerde sohbet etmek) masdarından müsâmere adı da verilmekte, ayrıca gece sohbetine katılana semîr, bu meclislerde bulunan gruba da sâmir veya sümmâr denilmektedir. Sıcak çöl ikliminin serin gecelerinde bir ateş etrafında, çadırlarda veya meyhanelerde sazlı sözlü eğlenceler tertip edilir, muganniyeler şarkı söyler, kıssalar, esâtîr, eyyâmü’l-Arab’dan hâtıralar anlatılır ve meclis müfâharelerle gün ağarıncaya kadar devam ederdi. Câhiliye şiirinde müsamere meclislerinin de bahsi geçer. Meselâ Lebîd b. Rebîa, muallakasında latif gecelerin ay ışığında arkadaşlarıyla sabaha kadar yaptıkları sohbetlerden söz eder (Hatîb et-Tebrîzî, s. 191 vd.). Câhiliye dönemi müsamereleri genellikle içkili, müzikli olduğu ve şirk, hurafe, müstehcen konular üzerine düzenlendiği için Hz. Peygamber gençliğinden itibaren bunlara hiç katılmamıştır ve bu durumu onun faziletleri arasında yer almaktadır (Kurtubî, XVI, 58). Mekke’deki müsamere mekânlarının başlıcası Kâbe çevresiydi. Resûl-i Ekrem’in daveti ve Kur’an âyetlerinin tebliği burada yapılan toplantılarda konuşulmuş ve sert tepkilerle karşılanmıştır. Kur’an müşriklerin tavrını gece sohbetlerinde hezeyan etmek şeklinde açıklamaktadır (el-Mü’minûn 23/67; Elmalılı, V, 3459).

Müslümanlar zaman zaman Hz. Peygamber’den kıssa anlatmasını istemişlerdir. Bizzat Kur’an’ın “ahsenü’l-kasas” dediği (Yûsuf 12/3) Yûsuf kıssasının geçtiği Yûsuf sûresi bir rivayete göre böyle bir istek üzerine nâzil olmuş (Taberî, XII, 150) ve bu kıssa çağlar boyu müsamerelerde tekrarlanmıştır. İslâm’ın kabulünden sonra da Câhiliye unsurlarından arındırılan semer toplantıları devam etmiş, bu arada eski dönemden birtakım hâtıralar bazan üzüntü bazan da mizah konusu olmuştur. Hadis kaynaklarında semer kelimesi daha çok “sohbet” mânasında geçmektedir. Resûlullah’ın yatsıdan sonra toplu konuşmalar yapmayı uygun bulmadığına dair hadisleri bab başlıklarında “semer” kelimesiyle belirtilmiştir (Buhârî, “Mevâķītü’ś-śalât”, 39; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 23). Resûl-i Ekrem’in bu konuşmaları hoş görmemesinin sebebi, geç saatlere kadar sohbete dalan kimsenin sabah namazına ve işine geç kalması ihtimalidir. Ayrıca Kur’an’da gecenin dinlenme zamanı olarak yaratıldığına dair âyetler bulunmaktadır (el-En‘âm 6/96; Yûnus 10/67; en-Neml 27/86; el-Mü’min 40/61). Hz. Ömer de hilâfeti döneminde sohbete dalanları evlerine gitmeleri için ikaz ederdi (Abdürrezzâk es-San‘ânî, I, 561; Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm, III, 309). Ancak fıkhî ve ilmî meseleleri konuşmada bir sakınca görülmemiştir (Tirmizî, “Śalât”, 12; İbn Ebû Şeybe, II, 78, 79). Hz. Âişe semerin düğün ehli, misafirler ve gece ibadet eden kimseler için olduğunu söylemiştir (Heysemî, I, 314).

Müsamere geleneği Emevî ve Abbâsî dönemlerinde de sürdürülmüştür. Özellikle saraylarda hikâyeciler, komikler ve kıssacılar bulunurdu. İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist’inin sekizinci makalesinin ilk kısmını semer ve esâtîr konusunda yazılan eserlere ayırmıştır. Ona göre ilk gece sohbeti tertip eden kişi İskender'dir ve onun kendisini sohbetleriyle neşelendiren adamları vardı. İbnü’n-Nedîm'in verdiği bilgilerden genel anlamda müsamere konuları üzerine bir fikir edinilebilmektedir. Müellif ilk önce binbir gece masalları ile benzerleri Hakkında mâlûmat aktarmakta, ardından insan ve hayvanlarla ilgili masallardan söz etmekte, daha sonra da eski İran ve Hint


masallarına dair kitaplara yer vermektedir. Hint hikâye ve masal kitaplarının başında Kelîle ve Dimne zikredilir. Ardından Rumlar’la Bâbilliler’e dair eserler, Câhiliye ve İslâm dönemine ait, hikâyeleri müsamere konusu olmuş âşıklara dair Leylâ ve Mecnûn gibi eserler gelir (el-Fihrist, s. 363-367).

Zamanla müsamere bir kimsenin başından geçen olaylar, hükümdarların ve devlet adamlarının hikâyeleri (tarih) anlamında kullanılmış, bu bakımdan bazı tarih kitaplarına “müsâmerâtü’l-mülûk, enîsü’l-müsâmirîn, müsâmeretü’l-ahbâr” gibi adlar verilmiştir (Keşfü’ž-žunûn, I, 198, 275, 328; II, 1665, 1666, 1706). Sıddîk Hasan Han, bir ilim dalı olarak kabul edilen müsâmeretü’l-mülûkün konusunu hükümdarlarla zâdegân sınıfının başlarından geçen olaylarla yine onların ilgi duydukları hikâye, haber, mev‘iza, ibret verici meseller ve dünyanın değişik yerlerinde meydana gelen garip olaylar şeklinde tanımlar (Ebcedü’l-Ǿulûm, II, 484). Müsamerenin tasavvuf ehli arasında da benzer bir anlamı vardır. Muhyiddin İbnü’l-Arabî, Muĥâđaratü’l-ebrâr ve müsâmeretü’l-aħyâr fi’l-edebiyyât ve’n-nevâdir ve’l-aħbâr adlı eserinde (II, 189 vd.). Hz. Peygamber’in soyu, yakınları, hasâisi, bi‘seti, binekleri, silâhları; Hulefâ-yi Râşidîn, Emevî ve Abbâsî halifeleri, diğer peygamberlerin hikâyeleri, nâdir tarihî olaylar, haberler, âyetler, hadisler ve başkalarına ait hikmetli sözler ve muhtelif ahlâkî konulardan söz eder.

Türk halk ve saray kültüründe de müsamerenin önemli bir yeri bulunmaktadır. Eski Türk kültüründe “ozan, meddah, destan söyleyen, konuşan, hatip” vb. anlamlarda müsamerecileri ifade eden kelimelerin varlığı dikkat çekmektedir (Ögel, IX, 412 vd.). Osmanlı geleneğinde özellikle uzun kış gecelerinde kahvehanelerin yanı sıra evlerde de toplantılar yapılır ve çeşitli konularda sohbet edilirdi. Emin Nihat, Türkçe’de yayımlanmış Batı tarzındaki ilk hikâye kitaplarından biri olan Müsâmeret-nâme adlı eserinin başında uzun kış gecelerinde hoşça vakit geçirmek için yapılan sohbetlere temas eder. İstiklâl Savaşı’ndan sonra eve dönen gazilerin savaş hâtıraları ev ve kahve sohbetlerinin önemli konularından birini oluşturmuştur. Bu sohbetlerde çoğu yazıya dökülmemiş birçok kahramanlık hikâyesi anlatılırdı. Son dönemlerde ise Türkçe’de yalnız okullarda öğrenciler tarafından sunulan temsil gibi gösterilere müsamere denildiği görülmektedir (Millî Eğitim Bakanlığı Tebliğler Dergisi, sy. 2140 [1983], md. 84-101).

BİBLİYOGRAFYA:

İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, II, 399-400; Lisânü’l-ǾArab, “smr”, “fħt” md.leri; Müsned, I, 388, 400; IV, 125; Buhârî, “Mevâķītü’ś-śalât”, 39, 40, 41; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 23; Tirmizî, “Śalât”, 11, 12; Abdürrezzâk es-San‘ânî, el-Muśannef (nşr. Habîbürrahman el-A‘zamî), Beyrut 1403/1983, I, 561 vd.; Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm, Ġarîbü’l-ĥadîŝ (nşr. Muhammed Azîmüddin), Haydarâbâd 1385/1966, III, 309; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, I, 318; İbn Ebû Şeybe, el-Muśannef (nşr. Kemâl Yûsuf el-Hût), Riyad 1409/1989, II, 78, 79; Taberî, CâmiǾu’l-beyân, XII, 150; XVIII, 39, 40; İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist (Teceddüd), s. 363-367; Hatîb et-Tebrîzî, Şerĥu’l-ķaśâǿidi’l-Ǿaşr (nşr. Abdüsselâm el-Havfî), Beyrut 1405/1985, s. 191 vd.; Muhyiddin İbnü’l-Arabî, Muĥâđaratü’l-ebrâr, İstanbul 1305, II, 189 vd.; Kurtubî, el-CâmiǾ, XII, 136, 137, 138, 139; XVI, 58; Heysemî, MecmaǾu’z-zevâǿid, I, 314; Keşfü’ž-žunûn, I, 198, 275, 328; II, 1665, 1666, 1706; Sıddîk Hasan Han, Ebcedü’l-Ǿulûm (nşr. Abdülcebbâr Zekkâr), Dımaşk 1978, II, 484; Emin Nihat Efendi, Müsâmeret-nâme (haz. Salih Okumuş), İstanbul 2002, s. 22 vd.; Elmalılı, Hak Dini, V, 3459; Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, Ankara 2000, IX, 412 vd.; G. de Nerval, Doğu’da Seyahat (trc. Selahattin Hilav), İstanbul 2004, s. 616 vd.; Abdel-Aziz Abdel-Meguid, “A Survey of the Terms Used in Arabic for ‘Narrative’ and ‘Story’”, IQ, I/2 (1954), s. 199-200; “İlkokul, Ortaokul, Lise ve Dengi Okullar Eğitici Çalışmalar Yönetmeliği”, Millî Eğitim Bakanlığı Tebliğler Dergisi, sy. 2140, Ankara 1983, md. 84-101.

Nebi Bozkurt