MUÎD

(المعيد)

Medreselerde müderris yardımcısına verilen ad.

Sözlükte “tekrarlayan” anlamına gelen muîd kelimesi, medreselerde müderrisin verdiği dersi arkadaşlarına tekrar eden ve müderrise yardımcı olan öğretim elemanıdır. Muîdlik görevi iâde terimiyle ifade edilirdi. Muîd kelimesine yukarıdaki anlamda V. (XI.) yüzyıl öncesi kaynaklarında rastlanmaması, bu mesleğin Nizâmiye medreselerinin kurulmasıyla ortaya çıktığı şeklinde yorumlanmaktadır. Ancak geleneğin kaynağını Hz. Peygamber dönemine kadar götürenler vardır. Rivayete göre Resûl-i Ekrem ders halkasından kalktıktan sonra ashaptan bazıları Abdullah b. Revâha’nın etrafında toplanır, Resûlullah’ın öğrettiği şekilde beraberce zikrederlerdi; Abdullah da onlarla dinî konuları müzakere ederdi (krş. Müsned, I, 230; II, 132; III, 265; Heysemî, X, 76; Abdülhay el-Kettânî, III, 42). Medrese öncesinde mescidlerde, dârüssünne veya dârülhadislerdeki imlâ meclislerinde, “miâd” da denilen hadis derslerinde aslında kendisi de hadis talebesi olan ve hocanın söylediklerini o anda tekrarlayan “müstemlî” adlı yardımcı elemanlar vardı. Fakat bunlar daha çok hocanın sesini duyurabilmek için tekrar ederlerdi. Esasen çok kalabalık olmayan fıkıh meclislerinde görev yapan muîd ise ders sırasında hocayla beraber oturur, ders bittikten sonra diğer öğrencilere dersi tekrarlardı. Muîdler genellikle diğerlerine göre daha ileri seviyede olan öğrencilerden seçilirdi. Ancak mezun olmuş bir öğrenci veya kürsüsü bulunmayan bir fıkıh âlimi de bu göreve tayin edilebilirdi. Müderris en zeki, en kabiliyetli ve çalışkan öğrencisini muîd seçerdi. Muîdlerin mezun olduktan sonra iyice olgunlaşmadan ve hocası görevi bırakmadan kürsü işgal etmesi ilim geleneğine aykırı sayılırdı. Hoca tayin edilmediği dönemlerde ise mûidler de ders vermiştir. Nitekim daha önce müderrislik görevinde bulunanlar da muîdlik yapabiliyordu. Fakat müderris sıfatı ile ders veren muîdler onların aldığı maaşı alamazdı.

Medreselerde genellikle her hocanın bir veya iki muîdi olurdu. Müstansıriyye Medresesi’nde ise dört mezhep müderrisinden her birinin dörder muîdi vardı. Bağdat’ı ziyareti esnasında bir derse katılan İbn Battûta, müderrisin ders sırasında sağında ve


solunda yer alan muîdlerden ve hocanın kıyafetinden söz etmektedir. Burada ayrıca muîdlik görevi yanında dârüssünne veya dârülhadis bölümünde hadis şeyhlerinin “kāriü’l-hadîs” denilen yardımcıları vardı. Bunlar daha sonra meşihat makamına yükselirdi. Eyyûbîler döneminde muîdlik önemli bir mevki haline gelmiştir. Nâsıriyye ve Salâhiyye medreselerinde her müderrisin iki muîdi bulunmaktaydı.

Muîdlerin aldığı maaş görevlerinin önemi ve zamanın iktisadî şartlarına bağlı olarak değişmektedir. Müstansıriyye vakfiyesine göre fıkıh medresesi muîdlerinin aylığı 3 dinardır. Bunun yanında günlük yiyecek ihtiyaçları karşılanmaktadır. Otuz kadar yetim çocuğun okuduğu dârülkur’ân hocasına (şeyh mukrî) yardımcı olan muîdin maaşı aylık 1 dinar 20 kırattır. Konya’da bulunan İplikçi (Altun-aba) Medresesi’nin 598 (1202) tarihli vakfiyesine göre muîdin yıllık ücreti 240 dinardır (DİA, XXVIII, 326).

Osmanlı medrese sisteminde de muîd aynı anlamda kullanılmıştır. Fâtih Sultan Mehmed’in yaptırdığı Sahn-ı Semân medreselerinin her birinde birer muîd bulunuyordu. Fâtih’in vakfiyesinde muîdlerin kabiliyetli öğrenciler arasından seçileceği, akranı içinde iyi yetişmiş ve mâhir olanların muîd olabileceği, bunlara günlük 5’er akçe verileceği kaydedilmektedir. Muîdler, sadece müderrisin okuttuğu derslerin tekrarı ve müzakeresiyle değil aynı zamanda talebenin gözetimiyle de ilgileniyordu. Şeyhülislâmlar, vakfiyesi gereği aynı zamanda Beyazıt Medresesi müderrisliği yaptıklarından altı ayda bir defa medrese muîdine ve “muzaf” denilen muîd yardımcısına na mülâzemet verirlerdi. Bu sistem XVIII. yüzyılda yeniden düzenlenmiştir. Doğrudan hocaya bağlı olan muîdler müderrislik yolunda en kuvvetli adaylardı. Nitekim vefat eden, görevi değişen veya başka bir medreseye tayin edilen müderrisin, ellerinde beratları bulunan muîdlerinin mülâzemete kaydedileceği kanunnâmelerinde belirtilmiştir. Fakat bu sistemde zamanla aksamalar olmuştur. XVII. yüzyıl başlarında Koçi Bey, 1005 (1596-97) yılına gelinceye kadar Sahn-ı Semân muîdlerinin müderrisler kadar itibarlı sayıldığını, medreselerde uzun süre ilimle meşgul olmadıkça mülâzım yazılmadıklarını söyler ve artık bu kuralın bozulduğunu bildirir (Risâle, s. 34). Ancak XVII. yüzyıldan önce de bu sistemde önemli problemler olduğuna dair kayıtlara rastlanmaktadır. Meselâ 963’te (1556) Edirne’de Üç Şerefeli Medrese’nin müderrisi vefat edince muîdi Muhyiddin Efendi’nin mülâzım olmasını Kanûnî Sultan Süleyman’ın oğlu Bayezid rica etmiş ve tayin şartlarına uygun olmamasına rağmen bu istek yerine getirilmiştir. Ulemâ mesleğini düzenlemek için yapılan ıslahatlar sebebiyle çıkarılan emirlerde müderrisliğe geçiş şartları belirtilirken muîdlik üzerinde de önemle durulmuştur. Muîdlik, II. Meşrutiyet’in ardından idâdî programlarının genişletilmesiyle oluşturulan sultânîlerde hemen hemen aynı vazifeyi görmek üzere ihdas edilmişse de daha sonra kaldırılmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

Müsned, I, 230; II, 132; III, 265; İbn Abdülber en-Nemerî, CâmiǾu beyâni’l-Ǿilm (nşr. Abdurrahman M. Osman), Medine 1388/1968, I, 50; Sem‘ânî, Edebü’l-imlâǿ ve’l-istimlâǿ (nşr. M. Weisweiler), Beyrut 1401/1981, s. 84-108; İbnü’l-Cevzî, el-Muntažam, V, 171; IX, 68; İmâdüddin el-İsfahânî, Târîħu devleti Âl-i Selcûķ, Kahire 1900, s. 33, 57; İbnü’l-Müstevfî, Târîħu Erbil (nşr. Sâmî es-Sakkār), Bağdad 1980, I, 237; İbn Hallikân, Vefeyât, I, 5; III, 219; VII, 86-87; el-Ĥavâdiŝü’l-câmiǾa (nşr. Mustafa Cevâd), Bağdad 1351/1932, s. 55, 57, 58, 346, 445, 449, 456; Bedreddin İbn Cemâa, Teźkiretü’s-sâmiǾ ve’l-mütekellim fî edebi’l-Ǿâlim ve’l-müteǾallim (nşr. Seyyid Muhammed Hâşim en-Nedvî), Haydarâbâd 1354, s. 15; İbn Battûtâ, er-Riĥle, Paris 1938, I, 141-142; Sübkî, Ŧabaķāt (Tanâhî), V, 41, 226; İsnevî, Ŧabaķātü’ş-ŞâfiǾiyye, II, 616; Heysemî, MecmaǾu’z-zevâǿid, Kahire-Beyrut 1407, X, 76; Semhûdî, Vefâǿü’l-vefâǿ bi-aħbâri dâri’l-Muśŧafâ, Beyrut 1968, II, 440, 445; Abdülkādir b. Şeyh b. Abdullah el-Ayderûsî, en-Nûrü’s-sâfir, Bağdad 1934, s. 99, 135-136; Koçi Bey, Risâle (Aksüt), s. 34; Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtîbü’l-idâriyye (Özel), III, 42; Ahmed Şelebî, Târîħu’t-terbiyeti’l-İslâmiyye, Beyrut 1954, s. 237-241; Uzunçarşılı, İlmiye Teşkilâtı, s. 7-8, 66, 69, 79, 244, 247, 275; A. Bailey - S. Reit, Universal History of the World, the west in the Middle Ages, New York 1966, VI, 491; Nâcî Ma‘rûf, Târîħu Ǿulemâǿi’l-Müstanśıriyye, Kahire 1396/1976, I, 144 vd., 218, 219, 258; G. Makdisi, The Rise of Colleges: Institutions of Learning in Islam and the West, Edinburgh 1981, s. 103, 127, 173, 192-195, 213, 214; Sâmî es-Sakkār, “Lemĥa Ǿan nüşûǿi’l-ĥareketi’l-Ǿilmiyye fi’l-Ĥicâz fî śadri’l-İslâm”, en-Nedvetü’l-Ǿâlemiyyetü’ŝ-ŝâliŝe li-dirâsâti târîħi’l-Cezîreti’l-ǾArabiyye, Riyad 1982, III/2, s. 35-93; a.mlf., “el-Medresetü’l-Müstanśıriyye”, el-ǾUśûr, II/2, Riyad 1987, s. 25-45; Hisham Nashabe, Muslim educational Institutions, Beirut 1989, s. 110, 156 vd.; Pakalın, II, 573; Nebi Bozkurt, “Medrese”, DİA, XXVIII, 326.

Sâmî es-Sakkår