MUHTELİFÜ’l-HADÎS

(مختلف الحديث)

Birbirine zıtmış gibi görünen hadisleri inceleyen bilim dalı.

Sözlükte “birbiriyle uyuşmamak, birbirine denk olmamak” anlamındaki ihtilâf masdarından türeyen muhtelif kelimesi muhtelef şeklinde de okunur. İhtilâfü’l-hadîs diye de anılan bu ilim, güvenilir bir hadisin yine güvenilir olan başka bir hadis veya birçok hadise zıt görünmesinin sebeplerini araştırır ve bunu gidermenin yollarını inceler. Hadislerde ihtilâf genelde aralarında nesih ilişkisi bulunan rivayetlerde görülür. Bunun dışında birbirine denk iki hadisten birinin diğerine her bakımdan ters düşmesi durumunda da ihtilâftan söz edilebilir. Muhtelifü’l-hadîs yalnız hadisler arasındaki ihtilâfı, müşkilü’l-hadîs ise hadisin hadisle ve diğer delillerle çelişkisini ele aldığı halde hadis usulü müellifleri İbnü’s-Salâh’a uyarak genellikle bu iki ilim


dalını birbirinden ayırmamışlardır. Aralarında ihtilâf bulunan rivayetlerin bir kısmını İmam Muhammed Kitâbü’l-Ĥücce Ǿalâ ehli’l-Medîne ve’l-âŝâr’da ele almış, İmam Şâfiî de sahâbe arasındaki ihtilâfları ve diğer mezhep mensuplarıyla kendisi arasındaki ihtilâflı konuları incelemiş (el-Üm, VII, 172-200, 201-284), er-Risâle’sinde hadisler arasındaki ihtilâf konusunu teorik açıdan ele alıp ihtilâfın çözümünü temin edecek ilkeleri belirlemiş, ayrıca bu sahada ilk müstakil eseri telif ettiği için muhtelifü’l-hadîs ilminin kurucusu kabul edilmiştir.

İhtilâf Sebepleri. Genellikle muhatapların yanlış anlamasına yol açan ihtilaf sebeplerinden biri hadislerdeki ifade özellikleridir. Konuşmalarında açık ifadeler kullanan Hz. Peygamber muhataplarının durumunu dikkate alarak bazan mecaz, kinaye, temsil gibi edebî sanatlardan yararlanmıştır. O dönemde bilinen bu tür ifadeler sonraki devirlerde yeterince anlaşılamadığı için hadislerin farklı şekillerde yorumlanmasına ve ihtilâflı zannedilmesine sebep olmuştur. Ayrıca Arapça’da lafız ve mânaları birbirine yakın (müştebih) ve birkaç şekilde okunması mümkün kelimeler bulunmaktadır. Meselâ “dede” mânasındaki “ced” kelimesi (Buhârî, “Eźân”, 155) “cid” okunduğunda “azimle çalışmak” anlamına gelir. Zamirlerin yanlış yere gönderilmesi de ihtilâf kaynağı olabilmektedir. Nitekim Resûl-i Ekrem şarap, ölü hayvan, domuz ve putların satışının haram olduğunu söylemiş, kendisine ölmüş hayvanın iç yağı ile gemi cilâlanması, deri yağlanması ve bu yağın kandillerde kullanılması hususu sorulduğunda, “Hayır, o haramdır” demiştir (Buhârî, “BüyûǾ”, 112). Bu hadiste geçen “o” zamirinin satış veya söz konusu nesneden çeşitli şekillerde faydalanma fiilleriyle ilişkilendirilmesine göre mâna değişeceğinden konuyla ilgili diğer hadislerle bu hadis arasında ihtilâf durumu doğabilmektedir.

Resûlullah’ın davranışlarının doğru anlaşılması için maksadının ve teşriî konumunun bilinmesi gerekmektedir. Onun muallim ve mürşid, devlet reisi ve ordu kumandanı gibi sıfatlarla yaptığı açıklamalar ve verdiği hükümler arasındaki fark dikkate alınmadığında hadisler arasında ihtilâf bulunduğu zannedilebilir. Benzer görünen meselelerin gerçekte birbirinden ayrı olması da bu zannı güçlendirir. Hz. Peygamber’in bir konudaki uygulamaları farklı ve görünürde çelişkili olsa da hadislerin doğru anlaşılması için bu uygulamaların birlikte rivayet edilmesine özen gösterilmiştir. Meselâ onun bazan ayakta, bazan oturarak su içtiği hadis kitaplarında nakledilmiş (Tirmizî, “Eşribe”, 11, 12), bu uygulamalarından birinin ruhsat, diğerinin faziletli hüküm bildirdiği söylenerek rivayetler yorumlanmıştır. Resûl-i Ekrem’in müslümanlara kolaylık olsun diye farklı uygulamaları zaman zaman bilerek yaptığı da olmuştur.

İhtilâfın hadisin rivayetinden kaynaklandığı da görülmektedir. Sahâbîlerin Hz. Peygamber’in yaptıklarını ondan gördükleri gibi, duyduklarını ise anladıkları şekilde nakletmeleri sebebiyle hadisler arasında bir ihtilâfın mevcut olması durumunda bu ihtilâf Resûlullah’tan değil sahâbeden kaynaklanmıştır (Tahâvî, II, 90). Meselâ Mekke’nin fethi sırasında Hz. Peygamber Bilâl-i Habeşî, Üsâme b. Zeyd ve Osman b. Talha gibi sahâbîlerle Kâbe’nin içine girmiş, Bilâl, Resûl-i Ekrem’in orada namaz kıldığını (Buhârî, “Śalât”, 30, 81, 96, 97; Müslim, “Ĥac”, 388-394), Üsâme ise dua ettiğini (Müslim, “Ĥac”, 395, 396) söylemiştir. Muhtemelen Üsâme, Kâbe’nin içinde kendisi dua ile meşgul olduğundan Hz. Peygamber’in namaz kıldığını farketmemiştir.

Sahâbîler ve daha sonraki râviler hadisleri bazan mânasını esas alarak kendi cümleleriyle nakletmişlerdir. Ahmed b. Hanbel hadis hâfızları yanında Arapça’nın inceliklerine vâkıf, anlamı bozacak hususları ayırabilenlerin mâna ile rivayetlerinin câiz olduğunu söylemiştir (İbn Receb, I, 427). Ancak mâna ile rivayet zamanla hadisin gerçek ifadesinin unutulmasına, anlamayı kolaylaştıran karînelerin rivayet sırasında zikredilmemesine, aşırı ihtisara ve hadis lafızlarının takdim-tehiri (kalb) gibi rivayet hatalarına yol açtığı için hadislerin ihtilâflı zannedilmesinin en önemli sebeplerinden birini teşkil etmiştir. Bu tür hadisler arasında ihtilâf görüldüğünde lafzen rivayet edilen hadisler tercih edilmiştir. Bazı hadis râvileri, naklettikleri sözü veya olayı kendileri iyi bildikleri için daha sonra gelenlerin de kolayca anlayabileceklerini düşünerek rivayette ihtisar cihetine gitmiş ve ihtilâfların ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Resûlullah’ın câriyelerin para kazanmasını yasakladığına dair rivayet böyledir (Buhârî, “BüyûǾ”, 113, “İcâre”, 20). Muhtasar bir şekilde nakledildiği için Kur’an ve meşhur sünnetle çeliştiği sanılan bu hadisin farklı rivayetleri incelenince Hz. Peygamber’in câriyelerin gayri ahlâkî yollardan elde ettikleri kazançları yasakladığı anlaşılmıştır (Tahâvî, II, 82). Hadiste geçen garîb kelimeleri ve anlamı kapalı ifadeleri açıklamak için yapılan eklemelerin (idrâc) hadis metninden zannedilmesi de ihtilâflara yol açmış, aynı şekilde hadislerde görülen tashîf ve tahrîf zaman zaman metinlerin yanlış anlaşılmasına sebep olmuştur.

İhtilâfı Giderme Yolları. Hadis âlimleri rivayetler arasındaki ihtilâfları gidermek için cem‘ ve telif, nesih, tercih ve tevakkuf gibi yöntemlere başvurmuşlardır. Bunların sıralanması hususunda teorik tartışmalar yapılmışsa da ihtilâf gibi görünen noktaları gidermeye çalışan âlimler çok defa konunun muhtevasına göre bir yöntem belirlemişler, bazan da birkaç yöntemi birlikte uygulamışlardır. Bunlardan nesih ve tercih daha kesin bir çözüm yolu olmakla birlikte hadislerden birinin ihmal edilmesine meydan verdiği için gerekli olmadıkça bunlara başvurulmamıştır.

Cem‘ ve telif hüküm çıkarmaya elverişli iki ihtilâflı hadisin birlikte değerlendirilmesidir (Üsâme Abdullah el-Hayyât, s. 142). Bu metodu anlatmak için ilk dönem müellifleri daha çok “haml ve tevcîh”, usul âlimleri ise cem‘ ve telif terimlerini kullanmışlardır. Aslında bir te’vilden ibaret olan ve çok farklı şekillerde uygulanabilen cem‘ ve telifte ihtilâfı gidermek genellikle haml, tahsis ve takyid yollarından biriyle olur. Haml, çelişkili görünen iki hadisten her birinin farklı hususlara tevcih edilerek yorumlanması olup vürûd şartlarının bilinmesine bağlıdır. İhtilâflı hadislerden birinin ruhsat, diğerinin azîmet ya da birinin mubah diğerinin faziletli olanı bildirdiği söylenerek bu ihtilâfın giderilmesine çalışılmıştır. Hadisler arasındaki ihtilâf yerine göre durum, nitelik, zaman veya mekân farklılığına hamledilerek çözümlenmiştir (bk. CEM‘ ve TE’LÎF).

Tahsisin gerçekleşmesi için “muhassıs” denilen ayrı bir delile ihtiyaç vardır. İhtilâflı zannedilen iki hadisten birinin âm, diğerinin onu tahsis eden muhassıs olması hadislerde sık karşılaşılan bir durumdur. Meselâ bir hadiste yağmurla sulanan ziraat mahsullerinde öşür verilmesi emredilmiş (Buhârî, “Zekât”, 55), diğer bir hadiste ise 5 vesaktan az mahsullerde zekât verilmeyeceği belirtilmiştir (Buhârî, “Zekât”, 4). İmam Şâfiî ikinci hadisin birinci hadisi tahsis ettiğini söylemiştir (el-Üm, VII, 180).

Takyidde biri mutlak, diğeri mukayyed iki hadisten mukayyed olanın mutlakı takyit etmesiyle bu hadisler arasındaki ihtilâf çözümlenmiş olur. Meselâ soğan ve sarımsak yemenin mubah olduğunu bildiren hadisler yanında (Müslim, “Eşribe”,


171) bunları yiyenlerin mescide gelmesini yasaklayan hadisler de vardır (Buhârî, “Eźân”, 160). Bu hadisler ilk bakışta ihtilâflı gibi görünmekteyse de soğan ve sarımsak gibi kötü kokan yiyecekleri mescide gelmemek kaydıyla yemenin bir sakıncasının olmadığını söylemek suretiyle problem çözülmektedir.

Hadisler arasındaki ihtilâfı gidermede nesih önemli bir yere sahiptir. Nesih, devam edeceği zannedilen şer‘î bir hükmün daha sonra gelen bir nasla sona erdirilmesi olup (Ebü’l-Bekā, s. 892) haberlerde değil sadece hüküm bildiren hadislerde görülür; küllî kaideler ve ebedî olduğu bildirilen hükümlerde değil teferruata dair meselelerle ilgili hükümlerde gerçekleşir. Neshe dair eser yazan ilk müellifin İbn Şihâb ez-Zührî olması veya onun hadis tedvini esnasında nâsih ve mensuh rivayetleri birlikte tedvin etmesi, ilk tedvin faaliyetiyle beraber muhaddislerin nâsih ve mensuh hadisleri belirlediklerini göstermektedir. Bir hükmün neshedildiği bunu Hz. Peygamber’in açıkça bildirmesinden anlaşılır. Sahâbînin, “Falan hüküm neshedildi” veya, “Resûlullah bize önce şunu emretti, sonra onu yasakladı” demesi yahut uygulamalardan birinin daha sonra olduğunu bildirmesi de bir konuda neshin bulunduğunu gösterir. Hanefîler, sahâbîlerin Hz. Peygamber’in sünnetine bilerek muhalefet etmeyecekleri gerekçesiyle onlardan birinin rivayet ettiği hadisi terketmesini ya da aksini yapmasını neshin delili kabul etmiştir. Neshin bilinmesinin yollarından biri de tarihtir. Tarih açıkça belirtilmemişse hükümler arasındaki öncelik ve sonralık ictihadla bilinir. Birbiriyle çelişik hadislerin vürûd tarihleri belli ise sonraki rivayetin öncekini neshettiğine hükmedilir. Rivayetlerde tarih açıkça zikredilmediği zaman bunu başka yollarla anlamak mümkündür. Ümmetin icmâı ile hadisin mensuh olduğuna hükmedilebileceği iddiası kabul görmemiş, icmâın ancak nesih ihtimalini hatıra getiren bir delile dayanarak sabit olabileceği öne sürülmüştür.

Aralarında ihtilâf bulunan hadislerden birinin nâsih, diğerinin mensuh olduğunu tesbit etmek mümkün olmazsa üçüncü çözüm yolu hadislerden birini tercih etmektir. İhtilâflı görünen hadislerin her yönüyle birbirine denkliği mümkün olmadığından bu tür rivayetler çeşitli yönlerden karşılaştırılmış ve birini diğerine tercih etme yönleri araştırılmıştır. Bunların ya râviler ve isnadlarla veya metinler yahut hadisin hükmüyle ilgili olduğunu ya da hadisin dışında bir sebebi bulunduğunu söylemek mümkündür (Abdullatîf Abdullah Azîz el-Berzencî, II, 151 vd.). Bu tercih sebepleri arasında teorik olarak bir öncelik sıralaması yapmak mümkünse de pratikte bunun bir değeri bulunmamaktadır. Zira uygulamada çok sayıda tercih sebebinin çelişmesi durumu ile karşılaşmak neredeyse imkânsız gibidir.

İhtilâflı iki rivayetten birinin râvisi sahâbî, diğeri sahâbî olduğu bilinmeyen bir kişi ise hadiseyi bizzat görme veya duyma ihtimali bulunduğu için sahâbînin rivayeti, râvilerin ikisi de sahâbî ise olayı bizzat yaşayan râvinin rivayeti, bir hadiseyi özetleyerek anlatan sahâbînin rivayetine o olayı olduğu gibi anlatan sahâbînin rivayeti tercih edilir. Bir sahâbînin Hz. Peygamber’e daha yakın, ilim ve anlayışının daha üstün olması, uzmanlık alanıyla ilgili rivayette bulunması gibi tercih sebepleri de vardır. Hâfızası kuvvetli, âdil, fıkıh ve gramer bilen, rivayet ettiği konu hakkında bilgi sahibi olan, hadisi mâna ile değil lafzan rivayet eden, hâfızadan değil kitaptan nakleden râvinin rivayeti bu nitelikleri taşımayan râvilerin rivayetlerine tercih edilir. Râvinin meşhur olması, hadisçilerle birlikte bulunması ve Medineli olması gibi hususlar da tercih sebepleri arasında zikredilmiştir. İsnadın muttasıl olması, râvinin hadisi duyarak aldığını gösteren lafızlarıyla nakletmesi de birer tercih sebebidir.

Metinle ilgili tercih sebeplerine gelince vürûd sebebi zikredilen hadis zikredilmeyene, lafzı ihtilâflı ve muztarib olmayan fasih hadis böyle olana tercih edilir. Özellikle fakihler bir hükmü açıkça ifade eden hadislerin tercih edilmesi gerektiğini belirtirler. Tahsis bildiren hadis metni umumi olana, mukayyed mutlaka, hakikat mecaza ve mecaz müştereke tercih edildiği gibi tehdit anlamı taşıyan taşımayana, nehiy emre, nehiy ve emir mubahlık bildiren hadise tercih edilir. Hükmü hafif olanı ağır olana, müsbet olanı menfiye tercih etmek ve ihtiyata daha uygun olan rivayeti benimsemek de birer tercih sebebidir. Hadisin Kur’an’a, meşhur sünnete, kıyasa, ümmetin ve Medineliler’in ameline uygun olması, râvinin rivayet ettiği hadisle amel etmesi, bir hadisi Hulefâ-yi Râşidîn’in de uygulaması birer tercih sebebidir. Mürsel veya münkatı‘ bir rivayetin desteklediği hadis böyle bir desteği olmayana, Buhârî ve Müslim’in birlikte eś-Śaĥîĥ’lerine aldığı hadisler de diğerlerine tercih edilir. Tercih metodu iki hadisten birinin terkedilmesini gerektirdiği için son çözüm yolu kabul edilmiştir.

Bütün bu çözüm yolları yeterli olmadığında ihtilâflı hadisler yine de reddedilmeyip bir karar vermeden beklenilir, buna “tevakkuf” denir. Mu‘tezile kelâmcıları, ihtilâf durumunda delillerin her ikisinin birden düşürülmesi (tesâkut) gerektiğini söylemişlerse de (Câhiz, el-ǾOŝmâniyye, s. 145-148) onların çokça başvurduğu bu metoda Ehl-i sünnet âlimleri itibar etmemişler, hadisler arasında cem‘, nesh ve tercih metotlarından biriyle çözülemeyecek bir ihtilâfın bulunmadığını belirtmişlerdir. Tevakkufun nazarî olduğunu, uygulamada örneğinin az bulunduğunu söyleyerek tevakkufa daha çok metafizik konulardaki müşkil ve müteşâbih hadislerde başvurmuşlardır.

Literatür. Muhtelifü’l-hadîs konusu hadis ilimlerinin bir türü olarak hadis usulü kitaplarında ele alınmışsa da bu hususla ilgili ayrıntılı bilgileri daha çok fıkıh usulü eserlerinin teâruz bahislerinde bulmak mümkündür. Bu konuda ilk telifin İmam Şâfiî’nin İħtilâfü’l-ĥadîŝ’i olduğu bilinmektedir (nşr. Âmir Ahmed Haydar, Beyrut 1405/1985; nşr. Muhammed Ahmed Abdülazîz, Beyrut 1406/1986). Şâfiî’den sonra Ali b. Medînî günümüze ulaşıp ulaşmadığı bilinmeyen Kitâbü İħtilâfi’l-ĥadîŝ adlı eserini telif etmiştir (Hâkim en-Nîsâbûrî, s. 71), Muhammed b. Cerîr et-Taberî Tehźîbü’l-âŝâr, Tahâvî Şerĥu MeǾâni’l-âŝâr adlı kitaplarında hadisler arasındaki ihtilâfları incelemişlerdir. Şerĥu MeǾâni’l-âŝâr hem hacmi hem metodu ve muhtelifü’l-hadîsin karakteristik özelliklerini yansıtması açısından bu ilmin en önemli kitabıdır. Tahâvî, Şerĥu Müşkili’l-âŝâr’ında da hadisler arasındaki ihtilâflar yanında hadise yönelik diğer itirazları da değerlendirmiştir. İbn Kuteybe’nin Teǿvîlü muħtelifi’l-ĥadîŝ’i (nşr. Mahmûd Şehbenderzâde, Kahire 1326/1908, 1362, 1386/1966; Mekke 1406/1986, Beyrut 1988) Mu‘tezile’nin, aralarında ihtilâf bulunduğunu iddia ettikleri hadislerle ilgili itirazlarına cevap vermek maksadıyla kaleme alınmıştır. Abdülcelîl b. Mûsâ el-Kasrî’nin Tenbîhü’l-efhâm (enâm) fî müşkili eĥâdîŝihî Ǿaleyhisselâm (Şerĥu Müşkili’l-ĥadîŝ) adlı eseri bazı hadislerde geçen müşkil lafızlara dairdir (Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 409; Mahmud Paşa, nr. 107).

Günümüzde de muhtelifü’l-hadîsi değişik yönleriyle ele alan çalışmalar yapılmıştır. Bunlar arasında Ahmed Hasan Rıdvân’ın Mesâǿil fî teǿvîli’l-eĥâdîŝ (Kahire 1398), Abdülhamîd Mustafa Mahmûd Ebû Şehâde’nin İħtilâfü’l-ĥadîŝ ve Ǿinâyetü’l-muĥaddiŝîn bihî (yüksek lisans tezi, 1404,


Câmiatü’l-İmâm Muhammed b. Suûd el-İslâmiyye), Muhammed Reşâd Halîfe’nin et-Teǿlîf beyne muħtelifi’l-ĥadîŝ (Kahire 1405/1984), Abdullah b. Ali en-Necdî el-Kasîmî’nin Müşkilâtü’l-eĥâdîŝi’n-Nebeviyye ve beyânühâ (nşr. Halîl el-Meys, Beyrut 1985), Hasan Muzaffer er-Rezû’nun DefǾu’t-teǾâruż Ǿan muħtelifi’l-ĥadîŝ (Ebûzabî 1406), Üsâme b. Abdullah Hayyât’ın Muħtelifü’l-ĥadîŝ ve mevķıfü’n-nüķķād ve’l-muĥaddiŝîn minh (Mekke 1986) ve Muħtelifü’l-ĥadîŝ beyne’l-muĥaddiŝîn ve’l-uśûliyyîn el-fuķahâǿ (Riyad 1421/2001), Abdüllatîf es-Seyyid Ali Sâlim’in el-Menhecü’l-İslâmî fî Ǿilmi muħtelifi’l-ĥadîŝ, menhecü’l-İmâm eş-ŞâfiǾî (İskenderiye 1412/1992), Nâfiz Hüseyin Hammâd’ın Muħtelifü’l-ĥadîŝ beyne’l-fuķahâǿ ve’l-muĥaddiŝîn (Mansûre 1414/1993), Abdülmecîd Muhammed İsmâil’in Menhecü’t-tevfîķ ve’t-tercîĥ beyne muħtelifi’l-ĥadîŝ ve eŝeruhû fi’l-fıķhi’l-İslâmî (Demmâm 1417/1997), Abdullah Şa‘bân’ın Đavâbiŧu’l-iħtilâf fî mîzâni’s-sünne (Kahire 1997) ve İsmail Lütfi Çakan’ın Hadislerde Görülen İhtilaflar ve Çözüm Yolları: Muhtelifü’l-Hadîs İlmi (İstanbul 1982, 1996) adlı eserlerini zikretmek mümkündür.

Gerard Lecomte’un “Un exemple d’évolution de la controverse en Islam: De l’Ihtılâf al-Hadît d’al-Şâfi’î au Muhtalif al-Hadît d’Ibn Qutayba” adlı makalesi (St.I, XXVII [1967], s. 5-40) Türkçe’ye çevrilmiş (bk. bibl.), İsmail Lütfi Çakan da “Hadis Usûlü Kitaplarında İhtilâfü’l-hadîs” başlığıyla bir makale kaleme almıştır (MÜİFD, sy. 4 [1986], s. 75-116).

BİBLİYOGRAFYA:

Buhârî, “Eźân”, 155, 160, “Śalât”, 30, 81, 96, 97, “Zekât”, 4, 55, “BüyûǾ”, 112, 113, “İcâre”, 20; Müslim, “Ĥac”, 388-396, “Eşribe”, 171; Tirmizî, “Eşribe”, 11, 12, “Ǿİlim”, 6; Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî, el-Ĥücce Ǿalâ ehli’l-Medîne (nşr. Seyyid Mehdî Hasan el-Kîlânî), Beyrut 1983, I, 223-261; Şâfiî, el-Üm, Beyrut 1990, VII, 172-200, 201-284; a.mlf., İħtilâfü’l-ĥadîŝ (nşr. M. Ahmed Abdülazîz), Beyrut 1986; Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm, Ġarîbü’l-ĥadîŝ, Beyrut 1396/1976, I, 257-259; Câhiz, el-Beyân ve’t-tebyîn (nşr. Hasan es-Sendûbî), Tunus 1990, II, 115; a.mlf., el-ǾOŝmâniyye (nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), Kahire 1374/1955, s. 145-148; İbn Kuteybe, Teǿvîlü muħtelifi’l-ĥadîŝ (nşr. Abdülkādir Ahmed Atâ), Beyrut 1408/1988; Tahâvî, Şerĥu Müşkili’l-âŝâr (nşr. Şuayb el-Arnaût), Beyrut 1415/1994, II, 81-86, 90; Hasan b. Abdullah el-Askerî, Taśĥîfâtü’l-muĥaddiŝîn fî ġarîbi’l-ĥadîŝ (nşr. Ahmed Abdüşşâfî), Beyrut 1408/1988, s. 3-103; Hâkim en-Nîsâbûrî, MaǾrifetü Ǿulûmi’l-ĥadîŝ (nşr. Seyyid Muazzam Hüseyin), Medine-Beyrut 1397/1977, s. 71, 122-130; İbn Hazm, el-İĥkâm (nşr. M. Ahmed Abdülazîz), Kahire, ts., IV, 564-633; Ebû Ca‘fer et-Tûsî, el-İstibśâr (nşr. Seyyid Hasan el-Mûsevî), Tahran 1970, I, 2-5; Şemsüleimme es-Serahsî, el-Uśûl (nşr. Ebü’l-Vefâ el-Efgānî), Haydarâbâd 1372, II, 12-86; Hâzimî, el-İǾtibâr fi’n-nâsiħ ve’l-mensûħ mine’l-âŝâr (nşr. Abdülmu‘tî Emîn Kal‘acî), Kahire 1410/1989, s. 45, 59-90; İbnü’s-Salâh, ǾUlûmü’l-ĥadîŝ, s. 284-288; İbn Teymiyye, RefǾu’l-melâm Ǿani’l-eǿimmeti’l-aǾlâm, Kahire 1991, s. 36-40; İbn Receb, Şerĥu Ǿİleli’t-Tirmiźî (nşr. Hemmâm Abdürrahîm Saîd), Zerkā / Ürdün 1987, I, 427; Şemseddin es-Sehâvî, Fetĥu’l-muġīŝ (nşr. Ali Hüseyin Ali), Kahire 1995, IV, 65-69; Süyûtî, Tedrîbü’r-râvî (nşr. Abdülvehhâb Abdüllatîf), Medine 1972, s. 196-202; Ebü’l-Bekā, el-Külliyyât, s. 892; Emîr es-San‘ânî, Tavżîĥu’l-efkâr (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Kahire 1366, II, 423-426; Leknevî, el-Ecvibetü’l-fâżıla (nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde), Kahire 1984, s. 182-221; Abdüllatîf Abdullah Azîz el-Berzencî, et-TeǾâruż ve’t-tercîĥ beyne’l-edilleti’ş-şerǾiyye, Bağdad 1977, II, 151 vd.; Sâlih Avaz, Dirâsât fi’t-teǾâruż ve’t-tercîĥ Ǿinde’l-uśûliyyîn, Kahire 1400/1980; İsmail L. Çakan, Hadislerde Görülen İhtilaflar ve Çözüm Yolları: Muhtelifü’l-Hadîs İlmi, İstanbul 1982, s. 33-37; M. Reşâd Halîfe, et-Teǿlîf beyne muħtelifi’l-ĥadîŝ, Kahire 1984; M. İbrâhim M. el-Hifnâvî, et-TeǾâruż ve’t-tercîĥ Ǿinde’l-uśûliyyîn, Kahire 1986; Üsâme Abdullah el-Hayyât, Muħtelifü’l-ĥadîŝ ve mevķıfü’n-nüķķād ve’l-muĥaddiŝîn minh, Mekke 1986, s. 142; Muhammed Muhammed es-Semâhî, Menhecü’l-ĥadîŝ fî Ǿulûmi’l-ĥadîŝ, Kahire, ts., s. 103-123; G. Lecomte, “Şâfiî’nin İhtilâfü’l-hadîs’inden İbn Kuteybe’nin Muhtelifü’l-hadîs’ine” (trc. İbrahim Kâfi Dönmez), İslâm Medeniyeti Dergisi, V/1, İstanbul 1981, s. 3-37; Ahmed Pâketçî, “İħtilâfü’l-ĥadîş”, DMBİ, VII, 168-170.

Ayhan Tekineş