MUHASARA

(المحاصرة)

Meskûn ve müstahkem bir yeri ele geçirmek için yapılan kuşatma hareketi.

Sözlükte “etrafını çevirmek, kuşatmak, ablukaya almak” anlamındaki hasr kökünden türeyen muhâsara kelimesi “ele geçirme amacıyla bir yerin etrafını sarıp müdafilerin dışarı çıkmasını ve yardım almasını engelleme” mânası taşır. Açık arazide düşmanın abluka altına alınması da sonuç bakımından muhasara olmakla birlikte


buna “çevirme hareketi” denilmekte, muhasara, yalnız kale ve müstahkem mevkilerle meskûn mahallerin kuşatılması hallerinde kullanılmaktadır.

Muhasara hareketi ve tekniklerinin tarihi Antikçağ’lara kadar iner. İlkçağ’larda sağlam duvarlarla çevrili yerleri ele geçirmek için kuşatma taktiklerinin uygulandığı bilinmektedir. Eski Yunan, Mısır ve İran’da kuşatma teknik ve vasıtaları zamanla daha da gelişmiştir. Müslüman Araplar’ın daha önceden herhangi bir muhasara tecrübesi bulunmuyordu. Hz. Peygamber zamanındaki ilk kuşatma savaşları, Medineli yahudilerle savaş sürecine girilince kale veya tahkimli mahallelerde oturan Kaynukā‘, Nadîr, Kurayza ve Hayber mensuplarına karşı yapılmıştır. Hendek Gazvesi müslümanların yaşadığı ilk kuşatılma tecrübesidir ve onların zaferiyle sonuçlanmıştır. Müstahkem bir yere kurulmamış olan ve etrafında sur bulunmayan Medine gibi bir düzlük şehrini savunmada izlenen taktik ve strateji bu kuşatma savaşını harp tarihindeki en önemli örneklerden biri haline getirmiştir. Resûl-i Ekrem döneminin ilk muhasaraları daima fetihle neticelenirken Tâif’in müstahkem surları karşısında başarı kazanılamamış ve yaklaşık yirmi gün sonra ordu geri çekilmiştir. Bundaki en büyük etkenin, surların sağlamlığının yanı sıra müslümanların yeni yeni öğrendikleri mancınık ve debbâbe (surlara yaklaşmakta yararlanılan bir tür zırhlı araç) gibi savaş gereçlerini kullanmakta acemilik çekmeleri ve çok iyi savunma yapan Tâifliler’in özellikle başarılı arrâde (hedefe çok isabetli atışlar yapabilen yakın mesafe mancınığı) atışlarıyla müslümanların önce debbâbelerini yakıp sonra başlarına taş ve ok yağdırmaları olduğu söylenebilir (bk. TÂİF GAZVESİ). Muhasaralarda düşmanın yardım alabileceği yolların kontrol altında tutulması savaşın seyrini etkilemesi bakımından büyük bir stratejik öneme sahiptir. Bu sebeple karargâhlar düşmanın atıcı silâhlarının menzili dışında kalan, kuşatılan yerin giriş noktalarıyla buralara gelen yolların gözetlenebildiği alanlarda kurulmaktaydı. Hz. Ebû Bekir döneminde Hadramut bölgesindeki Nüceyr Kalesi’nin muhasarası sırasında kalenin üç kapısından birinin kontrol edilememesi Kindeliler’in buradan sağladıkları yardımla uzun süre direnmelerine yol açmış ve muhasara ancak söz konusu kapıdan girişlerin engellenmesi üzerine sonuçlandırılabilmiştir.

Muhasara edilenler tarafından uygulanan savunma taktiği, eğer söz konusu yer bir akarsuyun yakınında ve düzlükte bulunuyorsa suyu o yöne çevirmek suretiyle araziyi bataklık haline getirmekti. Fihl (Ürdün) muhasarasında İslâm ordusu daha önce alışık olmadığı bu durumla karşılaşmış ve askerler, Bizanslılar’ın Beysân nehrini Fihl ovasına akıtarak meydana getirdikleri bataklıkta çok zor şartlar altında yürüttükleri, kaynaklara “zâtü’r-redğa” (kuvvetli balçık) olayı ismiyle geçen yaklaşık dört aylık bir kuşatmadan sonra şehri fethedebilmişlerdir. Muhasaraların süresi karşılıklı güç dengelerinin durumuna, savaş araç gereçlerine ve alınan savunma önlemlerine göre değişiklik gösteriyordu; birkaç gün sürenler olduğu gibi birkaç yıl devam edenler de vardı. Bazan da uzun süre sonuç alınamayan muhasara kaldırılıyor ve ardından bazı değişikliklerle yeniden başlatılıyordu. Meselâ önce Amr b. Âs, arkasından Yezîd b. Ebû Süfyân ve daha sonra Muâviye b. Ebû Süfyân tarafından sürdürülen Filistin’in sahil şehri Kaysâriye kuşatması yaklaşık yedi yılda neticelendirilmiş ve Muâviye bunu, ancak bir yahudi ajanın kendisine emân verilmesi karşılığında şehre giren su kanalının yerini göstermesi sayesinde başarmıştır. Bazan da uzun süreli muhasaralar düşmanın teslimiyle sonuçlanıyor ve bunda genellikle yiyecek stoklarının tükenmesi etkili oluyordu.

Başlangıçta müslümanların muhasara savaşlarında belirgin bir taktik ve stratejileri olmamışsa da zamanla kuşattıkları yerin durumuna ve düşmanın almış olduğu savunma önlemlerine göre değişik taktikler geliştirmişlerdir. Araplar’ın daha çok meydan savaşlarında başarılı olduğunu gören Bizanslılar ve Sâsânîler, özellikle Yermük ve Kādisiye’de uğradıkları büyük yenilgilerden sonra müslümanları açık arazi yerine kale veya müstahkem şehirlerde karşılama politikası gütmüşlerdir. Kale veya etrafı surlarla, bazan da ayrıca içi su dolu hendeklerle çevrili müstahkem şehirlerin muhasarasından uzun süre netice alınamadığı zaman ilk başvurulan yöntemlerden biri ajanlardan yararlanılarak su kanalı ve kaçış tüneli gibi gizli yolları öğrenmek olmuştur. İçeri giren ajanlar düşmanın durumu hakkında bilgi topladıkları gibi zaman zaman da kapıları açmışlardır. Bunun ilginç bir örneği, Abbâsî Halifesi Ebû Ca‘fer el-Mansûr döneminde Taberistan’a gönderilen kumandanlardan Ebü’l-Hâsib Merzûk’tur. Ebü’l-Hâsib, bizzat kaleye girip dövülmüş bir görünümle üstü başı dağınık halde Taberistan idarecisi ispehbede sığınmış ve diğer kumandanlar tarafından hain kabul edilerek karargâhtan kovulduğunu, eğer kendisine ilgi gösterilirse müslümanların sırlarını açıklayacağını söylemiştir. İspehbedin güvenini kazanan Merzûk daha sonra öğrendiği bütün bilgileri başkumandana sızdırmış ve bir hile ile kapıları açıp kalenin düşmesini sağlamıştır (Belâzürî, s. 334). Kuşatılan yerin nakliye yollarını ve su kanallarını kesme, surların ve kapıların dibinde ateş yakma, yangın ve panik çıkarmak için içeriye arrâdelerle neft ve yılan, çıyan, akrep doldurulmuş çömlekler atma, halat ve merdivenlerle surlara çıkma, surları yıkmak ve kapıları kırmak için mancınık, arrâde, debbâbe ve kebş (koçbaşı) gibi silâhlardan yararlanmanın yanı sıra düşmanı teslim olmaya zorlamak için yazılı ahidnâmeler veya moral bozucu haberler, şiirler vb. hazırlayıp oklarla içeri fırlatma gibi taktik ve stratejiler de uygulanan diğer yöntemlerin başlıcalarıdır.

Bazı muhasaralarda geri çekilme izlenimi verilerek âni bir baskınla sonuç alınmıştır. Lazkiye muhasarasında Ubâde b. Sâmit, askerlerini surların yakınlarında kazdırdığı büyük çukurlara saklayıp muhasarayı kaldırdığı izlenimini vermiş ve müslümanların çekildiğini zanneden Lazkiyeliler kapılarını açtıkları zaman âni bir hücumla şehri ele geçirmiştir (a.g.e., s. 138). Kuşatmalarda zaman zaman farklı


diplomatik yöntemlere de başvurulmuştur. Meselâ halkın ileri gelenlerine gizli elçiler gönderilmiş ve onlarla irtibat kurularak idareciler devre dışı bırakılmıştır. İsfahan’ı kuşatan Abdullah b. Büdeyl bu yolla şehrin kapılarını halka açtırmış ve yönetici çareyi kaçmakta bulmuştur.

Uzun muhasaralar müslüman askerlerini hayli uğraştırmakla birlikte düşmanın sürekli gözetim altında tutulmasını sağladığı için faydalı olmuş, böylece düşman tarafından gelebilecek tehlike bir bakıma kendiliğinden ortadan kalkmıştır. Ayrıca Yermük ve Kādisiye gibi büyük savaşlardan sonra dağılan Bizans ve Sâsânî askerleri sığındıkları kale ve müstahkem şehirlerde bu yolla uzun süre hareketsiz bırakılmışlardır. Öte yandan muhasara sırasında ayrı ayrı yerlerde savaşan düşman askerlerinin aralarındaki iletişim kopmuş ve bu durum düşmanı güç birliğinden yoksun bırakmıştır. Kale içerisine sıkışan insanların yiyecek sıkıntısı gibi birtakım zorluklarla karşılaşması ve idarecilerin bunlara çare bulamaması da halkın onlardan kopmasına ve müslümanlara yaklaşmasına zemin hazırlamıştır.

Müslümanlar Hz. Osman zamanından itibaren deniz muhasarası ile karşılaşmış ve bunda da başarılı olmuştur. Suriye valisi Muâviye Kıbrıs’taki fetihlerini muhasara yoluyla yapmış, daha sonra Rodos, Sicilya, İstanbul seferleri gibi birçok askerî harekât denizden kuşatma ile gerçekleştirilmiştir. Emevîler ve Abbâsîler zamanındaki en önemli muhasara savaşları arasında İstanbul kuşatmaları başta gelmektedir ve bunların en dikkat çekici özelliği şehrin hem karadan hem denizden kuşatılmasıdır.

Muhasara savaşlarında mancınık daha çok kale surlarını tahrip edebilecek ağır taşların, arrâdeler ise daha hafif taşlarla kızdırılmış demir parçaları gibi yaralayıcı ve neft gibi yakıcı maddelerin atımında kullanılmıştır. Medineli yahudilerin Hayber muhasarasında müslüman askerlere karşı kullandıkları mancınık kale fethedilince müslümanların eline geçmiş ve başta Tâif olmak üzere daha sonraki kuşatmaların vazgeçilmez silâhı olmuştur. Müslümanlar ileriki dönemlerde mancınığı geliştirmişlerdir. Surlarda gedik açmak ya da açılan gediği genişletmek amacıyla demirden yapılan koçbaşı kullanılmış, aynı amaçla debbâbelerden de faydalanılmıştır. Muhasaralarda ayrıca düşman askerlerini etkisiz hale getirmek amacıyla özellikle yetenekli okçular büyük rol oynamıştır. Kaleye çıkabilmek için ahşap ve halat merdivenler, kuşatma zincirleri ve halatları da muhasaralarda kullanılan diğer bazı savaş araç gereçleridir.

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “ĥśr” md.; Tâcü’l-Ǿarûs, “ĥśr” md.; Buhârî, “Meġāzî”, 9, 38, 56, 170, “Edeb”, 68, “Tevĥîd”, 14, 31; Müslim, “Cihâd”, 82; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 90, 115, “Cenâǿiz”, 16, “Ħarâc”, 19, 36; Tirmizî, “Siyer”, 48, “Diyât”, 14; Belâzürî, Fütûĥ (Rıdvân), s. 67, 138, 334, 424-425, ayrıca bk. tür.yer.; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, II, 73, 76, 159; VII, 15; Makdisî, el-Bedǿ ve’t-târîħ, III, 157; IV, 273; V, 21; VI, 43; İbnü’l-Cevzî, el-Muntažam (Atâ), V, 59; VI, 12; VIII, 261; X, 36, 198; Yâkūt, MuǾcemü’l-büldân, I, 148, 307; II, 511; III, 184, 423; IV, 12, 25, 156, 246, 262, 265; V, 256, 288; Ebû Şâme, Kitâbü’r-Ravżateyn (nşr. İbrâhim ez-Zeybek), Beyrut 1418/1997, I, 32, 57, 118, 120, 123, 138, 181, 259, 322, 349; II, 185, 332; III, 335; IV, 26, 41, 49, 53, 165, 243, 290, 418; İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü’z-zâhire, I, 13, 20, 115, 164; VI, 29, 329; VIII, 5; X, 225; XIV, 54; XV, 201; Makkarî, Nefĥu’ŧ-ŧîb, I, 270, 275; IV, 382, 403; VI, 353, 398; Selâvî, el-İstiķśâ, I, 79, 170; II, 109; E. Honigmann, Bizans Devletinin Doğu Sınırı (trc. Fikret Işıltan), İstanbul 1970, s. 93, 96, 104, 108; A. J. Butler, The Arab Conquest of Egypt, Oxford 1978, s. 194, 226-230; Hitti, İslâm Tarihi, I, 226, 229, 231-232, 253; F. McGraw Donner, The Early Islamic Conquests, Princeton 1981, s. 129-134, 137-139, 149-155, 173-176; Fâruk Ömer, en-Nužumü’l-İslâmiyye, Ayn 1983, s. 188-189, 208-211; Hâlid Câsim el-Cenâbî, Tanžîmâtü’l-ceyşi’l-ǾArabiyyi’l-İslâmî fi’l-Ǿaśri’l-Ümevî, Bağdad 1984, s. 188-192; Vefîk ed-Dakdûkī, el-Cündiyye fî Ǿahdi’d-Devleti’l-Ümeviyye, Beyrut 1985, s. 214-218, 230-236, 263-272; M. Zeki Terzi, Abbâsîler Döneminde Askerî Teşkilât (doktora tezi, 1986), AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 100, 135-137; a.mlf., Hz. Peygamber ve Hulefâ-i Râşidîn Döneminde Askerî Teşkilât, Samsun 1990, s. 90-92, 121-125; Nu‘mân Sâbit, el-ǾAskeriyye fî Ǿahdi’l-ǾAbbâsiyyîn (nşr. Hâmid Ahmed el-Verd), Bağdad 1987, s. 149-162, 215-225; W. E. Kaegi, Byzantium and the Early Islamic Conquests, Cambridge 1992, s. 101-110; Mustafa Fayda, Allah’ın Kılıcı Halid Bin Velid, İstanbul 1992, s. 285-286, 335, 344-346, 390-397; A. Christophilopoulou, Byzantine History (trc. T. Cullen), Amsterdam 1993, II, 39-41; M. Canard, “Tarih ve Efsaneye Göre Arapların İstanbul Seferleri” (trc. İsmail Hami Danişmend), İstanbul Enstitüsü Dergisi, sy. 1, İstanbul 1955, s. 213-225; Ahmed Bedr, “et-Tanžîmü’l-Ǿaskerî Ǿinde’l-ǾArâbi’l-müslimîn”, Dirâsât târîħiyye, sy. 4, Dımaşk 1401/1981, s. 139-143; Cl. Cahen, “Ĥiśār”, EI² (İng.), III, 469-470; G. S. Colin, “Ĥiśār”, a.e., III, 470; C. E. Bosworth, “Ĥiśār”, a.e., III, 470-472; D. Ayalon, “Ĥiśār”, a.e., III, 472-476; S. A. A. Rizvi, “Ĥiśār”, a.e., III, 481-483; Semavi Eyice, “Kale”, DİA, XXIV, 234-238.

İsrafil Balcı




Osmanlılar’da. Osmanlılar kuşatma tekniklerinde daha ilk fetihlerden itibaren kazandıkları tecrübeyle büyük bir gelişme sağlamıştır. İlk dönemlerde Osmanlılar’ın başarıyla uyguladığı usul, kuşatılacak kale civarında ve ulaşım yolları üzerinde bulunan hâkim noktalara havale kuleleri inşa etmek ve buralara kuvvet yerleştirerek hedeflenen yeri sürekli gözetleyip dışarıyla irtibatını kesmekti. Böylece uygulanan bir çeşit abluka ile kalenin zayıf ve zaptı kolay noktaları, ahali ve yöneticilerin durumu tesbit edilir, kuşatma altındakilerin durumunun kötüleştiği öğrenilince kuşatmanın askerî harekât kısmı başlatılır, genellikle de kale içindekiler açlıktan teslime mecbur bırakılırdı. Nitekim İznik, İzmit ve Bursa gibi büyük kaleler havale denilen bu mukabil istihkâmlarla tecrit edilip seneler süren ablukalarla düşürülmüştür.

Ortaçağ Avrupası’nda kale muhasaralarında kullanılmaya başlanan top ve ateşli silâhları Osmanlılar daha da geliştirip etkili hale getirmiş ve kuşatmalarda yeni bir çığır açmışlardır. II. Murad devrinden itibaren ateşli silâhların kalelerin ele geçirilmesinde ön plana çıktığı anlaşılmaktadır. Özellikle Fâtih Sultan Mehmed’in İstanbul kuşatması muhasara teknik ve


taktikleri açısından bir dönüm noktası olmuştur. Bu kuşatmada hem eski muhasara vasıtalarından hem de geliştirilen yeni teknik ve silâhlardan yararlanılmış, top ilk defa surları yıkmakta en etkili silâh olarak öne çıkmıştır. Birkaç topun bir arada belli bölgeleri hedef alışı ve özel bir atış tekniği surların yıkılmasını sağlayan başlıca faktör olmuştur. Fâtih’in geliştirip düzene koyduğu topçuluk ve muhasara sanatı daha sonraki devirlerde büyük aşama göstermiştir.

Balkanlar’a ve Orta Avrupa’ya yönelen askerî harekâtlar sırasında Osmanlı ordusu, savunma duvarlarını ve müstahkem şehirleri ele geçirmekte uyguladığı taktikler ve teknik donanımlarıyla önemli bir başarı kazanmıştır. Kuşatacakları kalenin civarını akıncılara tahrip ettiren Osmanlılar, ardından kalabalık kuvvetlerle harekâta girişip mevzilerini düşman istihkâmlarına hâkim noktalara kurar, muhasarayı ısrarla sürdürürlerdi. Planlı harekât sayesinde kuşatmalarda malzeme sıkıntısı fazla çekilmez, bol cephane ve mühimmat bulundurulurdu.

Osmanlılar oldukça uzun bir hazırlık safhasından sonra muhasaraya başlardı. Bu amaçla eyalet ve sancaklara hükümler gönderilip orduya katılmaları emredilir ve gerekli hazırlıklar yapılırdı. Düşmanın yardım alabileceği yerlere akınlar düzenlenir, şehrin yakın çevresiyle bağlantıları kesilip giriş çıkışlar önlenir, civardaki halk başka yerlere nakledilirdi. İslâm savaş usulü gereği kuşatmalarda önce karşı tarafa mektup veya elçi yollanarak kan akıtılmaması için kaleyi teslim etmeleri tavsiye edilir, kabul durumunda muhafızlara ve ahaliye eman verilirdi. Topların mevzilendirilmesi muhasaralarda önem verilen bir husustu. Topların toprak ve kumla örtülerek keşfedilmesi önlenir, kayalık alanlarda toplar için hususi mevziler düzenlenip setler yapılırdı. Osmanlılar kuşatma alanında da toplar dökerdi. Fâtih Sultan Mehmed’in İşkodra önlerinde, deve ve katırlarla bakır ve döküm levazımı getirtip dağlarda fırınlar kurdurmak suretiyle büyük toplar döktürttüğü bilinmektedir. Girit’te uzun süren Kandiye muhasarasında da top dökümü yapılmıştır. Muhasara topları genellikle orduyla birlikte nakledilirdi. Kuşatmanın başarısız olduğu hallerde bazan hızla geri çekilmek gerektiğinden topların karşı tarafın eline geçmesini önlemek için parçalandığı yahut toprağa gömüldüğü de olurdu. Muhasara topları 80, 100 ve 120 libre ağırlığında imal edilirdi. Kullanılan toplar ise bazaluka (bacaluşka), basilik, havan, balyemez, kolonborna, şâhî / darbzen, şayka, şakaloz, çarha, obüs idi. Muhasaralarda kullanılan topların en dikkat çekici örneği, 1 kental (100 kg.) ağırlıkta demir gülle atabilen 180 kental (18 ton) ağırlığındaki bazalukadır.

Top sayısı ihtiyaca göre düzenlenmekteydi. 1453’te büyük toplar günde yedi sekiz, 1478-1479’da İşkodra’da daha küçük çaplı olanları günde 131-194, 1522 Rodos’ta basilikler 130 defa atış yapmıştı. Topların atış menzili hakkında yeterli bilgi bulunmamakla birlikte XVI ve XVII. yüzyıllar için 720 m. tahmin edilmektedir. Muhasaralarda kullanılan tüfeklerin atış mesafesi ise 500-600 kadem (187,5-225 m.) olarak belirtilir. Mermiler etkili ve isabetli atış için koyun derisine sarılırdı. Osmanlılar’da “yuvarlak” diye anılan top gülleleri taş, demir, kurşun, granit, mermer ve bronzdan yapılırdı. 1453’te toplar taştan gülle atıyordu. Şâhî topunun attığı güllelerin ağırlığı 12 kantar (677 kg.), barut hakkı 200 libre idi. 1474 ve 1478 İşkodra muhasaralarında 13 kantar (733 kg.) ağırlığında, 1522 Rodos’ta 11-12 palme (yaklaşık 120 cm.) çapında, 1639’da Bağdat’ta 18, 20 ve 25, Kandiye’de 5, 7 ve 9 okkalık gülleler kullanılmıştır. Gülleler kuşatma sonunda yeniden kullanılmak üzere toplatılırdı.

Muhasara silâhları olarak önceleri koçbaşı, taş veya ok atan mancınık (katapult), ahşap müteharrik savaş kuleleri kullanılırken ateşli silâhlar ve topun kullanımıyla bunlar önemini kaybetmeye başlamıştır. Diğer muhasara teçhizatı olarak barut, barut kesesi, kumbara (humbara), kazan, çömlek, yangın ve el kumbarası, şişe, tunç el kumbarası (Kandiye’de günde 1000 adet kullanılmıştı), gönderli kumbara, demir, kurşun, bakır, çam sakızı, güherçile, zift, kükürt, bal mumu, yağ, keten tohumu yağı, gaz, katran, katranlı paçavra, yorgan parçaları, neft, kirpas, yün, pamuk, fitil, yanıcı ve öldürücü karışımlar, aydınlatma mermileri, ağaçtan ve ipten merdivenler, halatlar, kancalar, zincir, kazma, kürek, manivela kolu, balta, örs, körük, kereste, çivi, kazan, çuval, koyun, keçi ve öküz derisi, yük arabaları sıralanabilir. Tarihte ilk yangın bombası 1478 İşkodra, infilaklı tahrip bombası ise 1480 Rodos muhasarasında kullanılmıştır.

Osmanlılar, muhasaralarda dış hendek ve surlara yaklaşmak amacıyla sağa sola eğri büğrü sıçan yolları yaparak her hücum kolu için 10 metrede bir mevziler kurup aralarını gizli yollarla birleştirir, gerektiğinde birçok hücum kolunu tek kol haline getirirlerdi. Mevziler 1,5 m. uzunluğunda kum torbaları vb. maddelerle takviye edilirdi. Bunun yanında ilk defa 1422’de görülen tekerlekli ahşap savaş kuleleri etkili ölçüde 1453’te İstanbul ve 1596’da Eğri’de kullanılmış, Sigetvar’da aynı amaçla kale etrafına odunlar yığılıp toprak ve fışkı çuvallarından yapılan büyük bir kule üzerinden hücuma kalkılmıştı. Hendeklere çalı, odun vb. kum torbaları yığılarak tutuşturulur, bazan da kale burçları hendekle çevrilip içleri su doldurulurdu.

Yer altında tüneller açarak surları yıkmak amacıyla kullanılan lağımlardan


İstanbul ve İşkodra muhasaralarında yararlanılmıştır. Lağımlar surların yarım mil ilerisinden kazılmakta, düşman lağımcılarını âni baskınla püskürtüp tehlike anında geri çekilme taktiği uygulanmakta, faaliyetler gizlilikle yürütülmekteydi. Öte yandan kazılan tüneller kale suru altına kadar getirilir, buraya barut yığılarak patlatılır ve üstündeki surlar çökertilirdi. Eğri kuşatması bu tip bir tünel mücadelesine sahne olmuş, açılan karşılıklı tüneller birbirine rastlayınca yer altında küçük çaplı bir savaş cereyan etmişti.

Muhasara hattının kurulmasında ve askerî yerleşimde ilk işlerden biri toprak sürme denilen siper kazma faaliyetidir. Topların isabetli şekilde mevzilendirilmesi ve karargâh tanzimi noktasından muhasaraların önemli bir unsuru olan metrisler büyük ve geniş olarak tertip edilmekte, ancak bu siperler yağmurdan olumsuz yönde etkilenmekteydi. Muhasara hattı umumiyetle uygulandığı gibi merkez, sağ ve sol olmak üzere üç, 1522 Rodos’ta şartlar gereği beş, Lefkoşe’de ise yedi kol halinde düzenlenmiştir.

Muhasaraların sonunda anlaşma şartlarıyla teslim olma (vire) durumunda kaledeki müdafilerin can ve malına dokunulmaz, sivil halkın kalması yahut gitmesi kendi tercihine bırakılırdı. Kale muhafızlarına istendiğinde “hatt-ı emân” verilmekte, kale halkı bazan aileleri ve mallarıyla birlikte İstanbul’a nakledilmekteydi. Savaşla alınan şehirlerin statüsü ve onlara nasıl davranılacağı ise tamamen Osmanlı idarecilerinin tasarrufunda olurdu. Bu durumda bazan kale kumandanı ve muhafızlar idam edilebilir veya esir alınır, içerideki sivil halk da sürülebilirdi. Fetih neticesinde yeniçeriler ocaklarının sarılı kızıllı sancaklarını kaleye çeker, surlar üstünde ezanlar okunur, top şenlikleri yapılır, mehter takımı zafer havası çalardı. İslâmî an‘ane gereği fetihnâmeler düzenlenir, şehrin büyük kilisesi camiye çevrilir, ümerâ ve askere zafer mükâfatı dağıtılır, şehir ve kale hemen tamir ve tahkim edilir, gerektiğinde fethedilen yer yeni bir eyalet merkezi yapılırdı. Osmanlılar XVI ve XVII. yüzyıllarda muhasara usul ve istihkâmını çok geliştirmişler ve bunda büyük bir tecrübe sahibi olarak kuşattıkları yerleri genellikle kolayca ele geçirmişlerdir. XVII. yüzyıl sonundan itibaren Avrupa’da gelişen savaş usulleri kale kuşatmaları yerine açık alan muharebelerine odaklanmış, Osmanlılar bu yeni sisteme ayak uydurmakta zorluk çekmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Kalkaşendî, Śubĥu’l-aǾşâ (Şemseddin), I, 488-489; II, 148-154; Neşrî, Cihannümâ (Unat), II, 691, 693, 721; İbn Kemal, Tevârîh-i Âl-i Osmân, II, tür.yer.; VII, tür.yer.; Hadîdî, Tevârîh-i Âl-i Osmân (1299-1523) (nşr. Necdet Öztürk), İstanbul 1991, s. 45, 47-48, 63, 112, 202, 240; Anonim Tevârîh-i Âl-i Osmân (nşr. F. Giese, haz. Nihat Azamat), İstanbul 1992, s. 11, 15, 31; Ahmed Refik [Altınay], Devr-i Süleyman-ı Kanunî’de Birinci Viyana Muhasarası, İstanbul 1288 hş., s. 7-26; a.mlf., Mefâhir-i Askeriyye Sahifeleri, İstanbul 1325, s. 70, 72, 229, 233, 293; Uzunçarşılı, Kapukulu Ocakları, II, tür.yer.; a.mlf., Osmanlı Tarihi, I-III/1, tür.yer.; Mahmûd Şît Hattâb, el-Muśŧalaĥâtü’l-Ǿaskeriyye fi’l-Ķurǿâni’l-Kerîm, Beyrut 1386/1966, I, 185-186; Danişmend, Kronoloji2, I-III, tür.yer.; Selahattin Tansel, Osmanlı Kaynaklarına Göre Fatih Sultan Mehmed’in Siyasî ve Askerî Faaliyeti, Ankara 1985, s. 34, 39, 43, 48, 50-51, 63-111; V. J. Parry, “Savaşçılık” (trc. Yusuf Yazar), İslâm Tarihi Kültür ve Medeniyeti, İstanbul 1989, IV, 399-422; a.mlf., “Ĥiśār”, EI² (İng.), III, 476-481; Feridun M. Emecen, İstanbul’un Fethi Olayı ve Meseleleri, İstanbul 2003, s. 37-38.

Mehmet Canatar