MUHAKKİME-i ÛLÂ

(المحكّمة الأولى)

Hükmün sadece Allah’a ait olduğu sloganıyla Hz. Ali’ye karşı çıkan ilk Hâricîler’e verilen ad.

Sıffîn Savaşı sırasında (37/657) Ali b. Ebû Tâlib, Muâviye cephesini yenilgiye uğratmak üzere iken Amr b. Âs’ın teklifiyle askerler mızraklarının ucuna mushaf sayfaları bağlayarak Ali ordusunu Allah’ın kitabının hakemliğine davet etti (Dîneverî, s. 189). Hz. Ali’nin, bunun bir hile olduğunu söyleyip taraftarlarını uyarması etkili olmadığı gibi kendisi de ölümle tehdit edildi. Askerlerinin arasında bulunan ve “kurrâ” diye anılan tutucu grubun halifeyi Kur’an’ın hakemliğini kabul etmeye zorlaması (Taberî, V, 48-51) ve diğer baskılar yüzünden savaşı durduran Hz. Ali, Muâviye ile antlaşma yapmaya ve hakem tayinine rıza göstermek mecburiyetinde kaldı (antlaşma metni için bk. Dîneverî, s. 194-195; Taberî, V, 53-54). Hz. Ali, Kûfe’deki Kindeliler’in reisi sayılan Eş‘as b. Kays’ın zorlamasıyla Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’yi hakem ilân etti, Muâviye’nin hakemi ise Amr b. Âs’tı. Hakemlerin antlaşmayı imzalaması üzerine Eş‘as b. Kays kimseye danışmadan antlaşma metnini askerler arasında okumaya başladı. Temîm kabilesinden Urve b. Üdeyye, Allah’ın hüküm vermesi gereken hususlarda insanların karar alamayacağını söyledi ve “lâ hükme illâ lillâh” (hüküm ancak Allah’a aittir) diyerek yanındakilerle birlikte antlaşmaya karşı çıktı (Taberî, V, 55). Böylece “lâ hükme illâ lillâh” ifadesini ilk defa slogan olarak kullanan ve daha sonra bu konuda onlara tâbi olan Hâricîler Muhakkime-i Ûlâ (ilk tahkîmciler) diye anıldı.

Başlangıçta savaşın durdurulması ve hakemlere başvurulması konusunda ısrarlı olan bu grup daha sonra herhalde pişmanlık duymuş, haklı olarak girdiği mücadelede galipken mağlûp duruma düşmüş ve haklılığından şüphe eder hale gelmişti. Bu sebeple kişilerin hüküm vermesi esasına dayanan antlaşmayı bozması yahut tövbe ederek tahkîmi reddetmesi hususunda halifeyi ikna etmeye çalıştılarsa da bu mümkün olmadı. Ali ordusu Sıffîn’den Kûfe’ye döndükten sonra birkaç bin kişilik bir grup ordudan ayrılarak Kûfe yakınındaki Harûrâ mevkiine çekildi, bunlar artık Harûriyye adıyla anılmaya başlandı. Burada Şebes b. Rib‘î et-Temîmî’yi askerî kumandan, Abdullah b. Kevvâ’ el-Yeşkürî’yi namaz kıldırmak için imam seçen bu ayrılıkçı grup, emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker faaliyetini başlatıp dinî hususların şûra yoluyla yürütüleceğini ilân etti. Aralarında Attâb b. A‘ver, Abdullah b. Vehb er-Râsibî, Urve b. Cerîr, Yezîd b. Ebû Âsım el-Muhâribî ve Hurkūs b. Züheyr gibi ileri gelen kimselerin de bulunduğu grubu ikna etmek ve anlaşmazlığı gidermek amacıyla Hz. Ali önce Abdullah b. Abbas’ı Harûrâ’ya gönderdi, ardından bizzat kendisi karargâhlarına kadar gidip onlarla görüştü ve bazı vaadlerde bulunarak hepsini Kûfe’ye dönmeye ikna etti. Fakat uzlaşmaya rağmen tahkîmin halen devam ettiği ve hakemlerin, ilki Dûmetülcendel’de olmak üzere kendi aralarında birkaç görüşme yaptığı şeklindeki haber yayılınca ikinci bir ayrılma ortaya çıktı. Bu defaki ayrılış yeri Nehrevan’dı. Nehrevan yolunda, Hz. Ali safında yer alan ve Sıffîn’den dönen Abdullah b. Habbâb b. Eret’e rastlayan, kendisine bazı sorular sorduktan sonra onu karısıyla birlikte öldüren (Müberred, III, 1134-1135), sayıları 12.000 civarında olduğu söylenen Hâricî topluluğu burada Abdullah b. Vehb er-Râsibî ile Hurkūs b. Züheyr’i imam seçti. Nehrevan’a intikal eden Hâricîler’le irtibatını sürdüren Hz. Ali, bazı teşebbüsler sonunda bunların bir kısmını yeniden Kûfe’ye getirmeyi başardı, geride kalanlarla yaptığı münazaralardan bir netice alamayınca onlarla savaşmak zorunda kaldı (Bağdâdî, s. 78-80). Nehrevan savaşında Hâricîler’in tamamına yakını katledildi. Hâricî hareketinin Ali devrindeki ilk safhası olarak kabul edilen, tahkîmle başlayıp Harûrâ ve Nehrevan savaşıyla devam eden olaylar zinciri, sonraki Hâricî fırkalarının hareket noktasını teşkil etmiştir.

Kaynaklarda Muhakkime-i Ûlâ’ya nisbet edilen en önemli görüşlerden biri imâmet, diğeri tahkîm konusundaki düşünceleridir. Bu fırkaya göre imâmet Kureyş kabilesine ait bir hak olarak düşünülemez, Kureyş dışından birinin de imam olması câizdir. Kendi görüşlerine uygun olarak tayin edilmiş ve halka karşı âdil davranan herkes meşrû imam sayılır. Böyle bir imama isyan edenlerle savaşmak


gerekir. Ancak imam tayin edilen kişi haktan ayrılır ve insanlara zulmetmeye başlarsa onu seçen topluluk tarafından azledilir ya da öldürülür. İmam tayin edilmemesi veya imamın bulunmaması durumunu da meşrû sayan bu gruba göre ihtiyaç duyulduğunda herhangi bir kimsenin imam olması sahihtir. Yine bu fırkaya göre Hz. Ali tahkîm konusunda hatalı hareket etmiştir; zira insanlar arasında ortaya çıkan ihtilâflarda Kur’an’ın hakem olması gerekirken Ali kişilerin hakem olarak hükmetmesini ve onların verdiği hükme uymayı kabul etmiştir. Halbuki Hz. Ali’yi tahkîme kendileri zorlamış ve tahkîm hususunda kendileri hüküm ortaya koymuştu. Bu sebeple Hz. Ali onların, “Hüküm ancak Allah’a aittir” sloganını “bâtıla alet edilmiş doğru bir söz” diye nitelemiştir. Önceleri Hz. Ali’yi sadece hatalı kabul eden bu grup daha sonra onu tekfir etmeye yönelmiştir. Ali’nin Cemel Vak‘ası’ndan sonra muhaliflerinin mallarına ganimet olarak el koymadığını, kadın ve çocuklarına dokunmadığını, Sıffîn’de de aynı yöntemi uygulayıp tahkîme rıza gösterdiğini, halbuki Nehrevan savaşında mallarını aldığını ve çocuklarını esir ettiğini ileri sürerek onu lânetlemişlerdir. Bunun dışında Hz. Osman’ı, Cemel Vak‘ası’na katılanları, Muâviye ve taraftarlarını, hakemleri, tahkîme razı olanları, günah ve suç işleyenleri tekfir etmek Muhakkime-i Ûlâ’nın genel kabulleri arasında görülmektedir. Mezhepler tarihiyle ilgili eserlerde (meselâ bk. Şehristânî, I, 115) bu fırka mensuplarının zühd ve ibadete düşkün olduğu belirtilir, ancak onların şuursuz bir imana sahip bulundukları yolunda Hz. Peygamber’den nakledilen hadisler de aktarılır.

BİBLİYOGRAFYA:

Dîneverî, el-Aħbârü’ŧ-ŧıvâl, s.189-198; Müberred, el-Kâmil (nşr. M. Ahmed ed-Dâlî), Beyrut 1406/1986, III,1097-1101, 1130-1135; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), V, 48-63, 64-66, 72-93; Eş‘arî, Maķālât (Ritter), s. 127-128; Bağdâdî, el-Farķ (Abdülhamîd), s. 74-82; Şehristânî, el-Milel (Kîlânî), I, 115-118; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 316-322, 341-346; W. Montgomery Watt, Islamic Political Thought, Edinburgh 1968, s. 54-55; a.mlf., İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri (trc. Ethem Ruhi Fığlalı), Ankara 1981, s. 14-18; M. Rızâ Hasan ed-Düceylî, Fırķatü’l-Ezâriķa, Necef 1393/1973, s. 19-28; J. Wellhausen, el-Ħavâric ve’ş-ŞîǾa (trc. Abdurrahman Bedevî), Küveyt 1978, s. 25-27, 35-40; Selîm en-Naîmî, “Žuhûrü’l-Ħavâric”, MMİIr., XV (1967), s. 18-32; L. Veccia Vaglieri, “Ĥarūrāǿ”, EI² (İng.), III, 235-236; G. Levi Della Vida, “Қћāriғјites”, a.e., IV, 1074; Ethem Ruhi Fığlalı, “Hâricîler”, DİA, XVI, 169-170.

Mustafa Öz