MÜFEVVİDA

(المفوّضة)

Âlemin yaratılışı ve idaresinin Hz. Peygamber’e, Ali’ye ve imamlara verildiğini ileri süren aşırı Şiî grubu.

Müfevvida kelimesi, sözlükte “bir işin yapılmasını ve o işte tasarrufta bulunulmasını başkasına havale etmek” anlamına gelen tefvîz kökünden türemiştir. Mezhepler tarihi kaynaklarında aşırı Şiî gruplarından, kâinatın yaratılması ve yönetilmesinin, ayrıca âhiret hayatında insanlara ceza veya mükâfat verme işinin Allah tarafından Hz. Peygamber’e, Ali’ye ve onun neslinden gelen imamlara havale edildiğini ileri sürenlere müfevvida (tefvîziyye) denildiği kaydedilmektedir. Nevbahtî ve Sa‘d b. Abdullah el-Kummî, müfevvida diye belirli bir fırkadan söz etmeyip Benî Esed’in âzatlı kölesi Muhammed b. Beşîr’e nisbet edilen Beşîriyye’den bahsederken bunların düşüncelerinin tefvîz ve havale konusunda aşırı fikirler ileri süren gālî fırkaların düşünceleriyle aynı olduğunu belirtirler (Fıraķu’ş-ŞîǾa, s. 71; el-Maķālât ve’l-Fıraķ, s. 92). Buna göre müfevvida aşırı Şîa içindeki tefvîz görüşünü benimseyenlerin müşterek vasfıdır. Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî aşırı Şiî fırkalarını tasnif ederken müfevvida adını zikretmemiş, Gāliyye’nin on beşinci fırkasını tanıtırken şöyle demiştir: “Onlara göre Allah, Hz. Peygamber’e âlemi yaratacak ölçüde güç vermiş, o da bu güçle


âlemi yaratmış ve bütün işlerini yürütmüştür. Bununla birlikte daha sonra fırka mensuplarının çoğu yaratma ve yönetme yetkisini Ali’ye izâfe etmiştir” (Maķālât, s. 16). Sonraki müelliflerin eserlerinde ise müfevvida başka iddialar da ileri süren aşırı bir Şiî fırkasının özel ismi olarak tanıtılmaktadır. Abdülkāhir el-Bağdâdî, görünüşte İslâm’a mensup olmakla birlikte İslâm’dan çıkmış bulunan fırkalar arasında yer verdiği müfevvidanın görüşlerini şöyle belirtir: Allah önce Hz. Muhammed’i halketmiş, o da müstakil olarak âlemi yaratmış, düzenleyip yönetme işini ise ikinci müdebbir olarak kabul edilen Hz. Ali’ye bırakmıştır (el-Farķ, s. 251). Daha geç döneme ait bir nakle göre ise Allah, Ali’nin ve imam olan evlâtlarının ruhlarını yarattıktan sonra âlemin yaratılması ve yönetilmesini onlara havale etmiş, onlar da yeryüzünü ve semaları yaratmıştır. Bundan dolayı namazların rükûlarında Ali ve evlâtlarına işaret edilmek üzere “Sübhâne rabbiye’l-azîm”, secdede ise Allah’a atıfta bulunarak “Sübhâne rabbiye’l-a‘lâ” denilmektedir (Fahreddin er-Râzî, s. 59). Tefvîz düşüncesi son dönem Şîa ulemâsında da görülmüştür. XIX. yüzyıl Şiî âlimlerinden Ahmed el-Ahsâî, Kazvin’de bulunduğu sırada ilâhî fiillerin imamlara tefvîz edildiğini ileri sürmesinden dolayı İmâmiyye tarafından tekfir edilmiştir.

Hz. Muhammed’i, Ali’yi ve evlâtlarını Allah’ın yarattığını kabul etmekle birlikte Allah’a ait işlerin onlara havale edilmesi ve dolayısıyla beşer üstü bir mevkide tasavvur edilmelerinin genellikle gulüv unsurlarından ilâhî nur veya ilâhî bir cevherin kendilerine hulûl ettiği görüşüne yahut tenâsüh anlayışına dayandırıldığı ileri sürülmektedir.

Müfevvida mutedil Şîa mensuplarınca kesin olarak reddedilmiştir. İmam Ca‘fer es-Sâdık’tan nakledilen bir rivayette Gāliyye’nin kâfir, müfevvidanın müşrik olduğu belirtilmiş (DMT, V, 13), İmam Ali er-Rızâ da bu düşüncede olanların şirke düştüğünü söylemiştir (Abdullah Hasan el-Mûsevî, s.135). İbn Bâbeveyh ise müfevvidanın inanç yönünden yahudiler, hıristiyanlar, Mecûsîler, Kaderiyye, Hâriciyye ve bid‘atçılardan daha büyük bir dalâlet içinde olduğunu ve İslâm’la alâkalarının bulunmadığını kaydetmiştir (Risâletü’l-i‘tikadât, s. 114-120). Tefvîz kavramı literatürde “irâdî fiillerin meydana getirilmesinin Allah tarafından tamamen insana havale edildiği” mânasında “cebr”in karşıtı olarak da kullanılmıştır. Nitekim, “İslâm dininde cebir de tefvîz de yoktur” şeklinde bir ifade Ca‘fer es-Sâdık’a nisbet edilmiştir (Batalyevsî, s. 87, 89).

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “fvż” md.; Tehânevî, Keşşâf, II, 1128; Sa‘d b. Abdullah el-Kummî, el-Maķālât ve’l-fıraķ (nşr. M. Cevâd Meşkûr), Tahran 1963, s. 92; Nevbahtî, Fıraķu’ş-ŞîǾa, s. 71; Eş‘arî, Maķālât (Ritter), s. 16; İbn Bâbeveyh, Risâletü’l-i‘tikadâti’l-İmâmiyye: Şiî-İmâmiyye’nin İnanç Esasları (trc. Ethem Ruhi Fığlalı), Ankara 1978, s. 114-120; Bağdâdî, el-Farķ (Abdülhamîd), s. 251, 333; Batalyevsî, el-İnśâf (nşr. Ahmed Ömer el-Mahmesânî), Kahire 1319, s. 87, 89; Fahreddin er-Râzî, İǾtiķādât (Neşşâr), s. 59; Muhammed b. Hasan ed-Deylemî, Beyânü meźhebi’l-Bâŧıniyye ve buŧlânih (nşr. R. Strothmann), İstanbul 1938, s. 2, 89; Ebû Muhammed Osman el-Irâkī, Sapıklarla Dinsizlerin Çeşitli Mezhepleri (trc. Yaşar Kutluay), Ankara 1962, s. 39-40; Abdullah Hasan el-Mûsevî, Ĥadîŝ ĥavle’l-cebr ve’t-tefvîż, Beyrut 1986, s. 135-136; Ca‘fer es-Sübhânî, Buĥûŝ fi’l-milel ve’n-niĥal, Kum 1416, VII, 19-20; Ali Refîî, “Tefvîżıyye”, DMT, V, 11-13.

Mustafa Öz