MÜCÎB

(المجيب)

Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri.

Sözlükte “kesmek; birinin susmasını sağlamak” anlamındaki cevb kökünün “if‘âl” kalıbından (icâbet) sıfat olan mücîb “dua ve dileklere olumlu cevap veren” mânasına gelir (İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “cvb” md.; Kāmus Tercümesi, I, 98-99). İcâbetin asıl anlamı “cevap vermek suretiyle söz söyleyenin kelâmını kesmek”tir. Râgıb el-İsfahânî taleplerin ve onlara mukabelede bulunmanın biri sözle, diğeri fiille olmak üzere iki şekilde gerçekleştiğini söyler. Kur’ân-ı Kerîm’de, “Allah’ın davetçisine icâbet ediniz” meâlindeki âyet (el-Ahkāf 46/31) birincisinin, “Ey Mûsâ ve Hârûn, ikinizin de talebi kabul edilmiştir” âyeti de (Yûnus 10/89) ikincisinin örneğini teşkil eder (el-Müfredât, “cvb” md.).

İcâbet kavramı beş âyette zât-ı ilâhiyyeye nisbet edilmektedir. Bunlardan biri mücîb şeklinde olup Hz. Sâlih’in kendi kavmine hitabı sırasında, “Allah’tan bağışlanma isteyin ve O’na dönün, zira benim rabbim kullarına çok yakındır, dua ve isteklerini kabul edendir” şeklindeki ifadesinde (Hûd 11/61) yer almaktadır. “Nûh bize yalvarıp yakarmıştı. Doğrusu biz en güzel biçimde cevap verenleriz” âyetinde ise (es-Saffât 37/75) mücîb ismi tâzim amacıyla çoğul olarak kullanılmıştır. İcâbet kavramı üç âyette fiil kalıplarıyla Allah’a izâfe edilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’in dokuz âyetinde yine cevb kökünden türeyen “isticâbet” kavramı da Allah’a nisbet edilmiştir (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “cvb” md.). İsticâbetin “icâbet” anlamında olduğu genellikle kabul edilmekle birlikte Ebü’l-Bekā ikisi arasında fark bulunduğunu kaydeder. İsticâbet talebe “olumlu cevap verme” mânasına geldiği halde icâbet “mutlak olarak cevap vermek” demektir ve bu cevabın menfi olması da mümkündür (el-Külliyyât, s. 51; krş. Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “cvb” md.).

Mücîb ismi İbn Mâce (“DuǾaǿ”, 10) ve Tirmizî (“DaǾavât”, 82) rivayetlerinde yer almış, icâbet ve isticâbet kavramları birçok hadiste zât-ı ilâhiyyeye nisbet edilmiştir (Wensinck, el-MuǾcem, “cvb” md.). İbn Abbas’ın naklettiğine göre Hz. Peygamber’in dua ve niyazlarından birinin son kısmı şöyledir: “Rabbim! Duamı kabul et, günahımı bağışla, çağrıma icâbet et, hak yol için kullandığım delilleri daima geçerli kıl, kalbimi hidayetten ve dilimi doğruluktan ayırma, kalbime gelebilecek kin duygularını benden uzaklaştır!” (Müsned, I, 227).

Ebû Abdullah el-Halîmî, mücîb isminin daha çok -doksan dokuz isim listesinde yer almayan- karîb ismiyle yahut “duayı kabul eden” veya “darda kalanların çağrısına olumlu cevap veren” anlamında kullanıldığını söyler ve yaygın mânasının “talepte bulunanın -kimsenin karşılamaya muktedir olamayacağı- arzusunu yerine getiren” olduğunu belirtir (el-Minhâc, I, 204). Kuşeyrî, Allah’ın, sadece kendisinin karşılayacağı ihtiyaçları olduğunu bildiği halde dostlarının bu sıkıntılarını giderme hususunda acele etmeyip bunu ortaya koymalarını istediğini kaydeder. Bazan da imtihanın yanı sıra sabır ve şükür yoluyla derecelerinin yükseltilmesi hikmetine bağlı olarak sıkıntılarını daha da arttırıp ümitsizlik noktasına yaklaştırır, fakat sonunda en güzel lutuflarla onları teselli eder (et-Taĥbîr fi’t-teźkîr, s. 64). Gazzâlî ise Cenâb-ı Hakk’ın dua ve yakarış olmadan da ihtiyaç sahiplerinin arzularını yerine getirdiğini söyler; çünkü O ezelde her şeye vâkıf olmuş ve yarattıklarının ihtiyaçlarına cevap verecek sistemleri kurmuştur. Ancak Gazzâlî, mücîb isminin tecellisine mazhar olabilmek için kulun kendisinin de mücîb olmasının gerektiğini kaydeder. Bu da Allah’ın emir ve nehiy biçimindeki davetlerine uymaya, gücü nisbetinde ihtiyaç sahiplerine yardım etmeye, gücü yetmediği yerde nezaketle cevap vermeye, kim çağırırsa çağırsın davete gitmeye ve ne olursa olsun verilen hediyeyi almaya yönelik icâbetlerle gerçekleşir (el-Maķśadü’l-esnâ, s. 129).

Mücîb Allah’ın fiilî sıfatları grubu içinde yer alır. Abdülkāhir el-Bağdâdî ve Fahreddin er-Râzî mücîbin “sözle mukabele eden, ezelde mütekellim olan” mânasına alınması halinde zâtî isimlerden olabileceğini kaydeder. Mücîb latîf, tevvâb ve gafûr isimleriyle anlam ilişkisi içinde bulunur.

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “cvb” md.; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “cvb” md.; Kāmus Tercümesi, I, 98-99; Wensinck, el-MuǾcem, “cvb” md.; M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “cvb” md.; Müsned, I, 227; Müslim, “Müsâfirîn”, 168-171; İbn Mâce, “DuǾâǿ”, 10; Tirmizî, “DaǾavât”, 82; Ebû Abdullah el-Halîmî, el-Minhâc fî şuǾabi’l-îmân (nşr. Hilmî M. Fûde), Beyrut 1399/1979, I, 204; Abdülkāhir el-Bağdâdî, el-Esmâǿ ve’ś-śıfât, Kayseri Raşid Efendi Ktp., nr. 497, vr. 168a-b; Kuşeyrî, et-Taĥbîr fi’t-teźkîr (nşr. İbrâhim Besyûnî), Kahire 1968, s. 64; Gazzâlî, el-Maķśadü’l-esnâ (Fazluh), s. 129; Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, el-Emedü’l-aķśâ, Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 499, vr. 89a-b; Fahreddin er-Râzî, LevâmiǾu’l-beyyinât (nşr. Tâhâ Abdürraûf Sa‘d), Beyrut 1404/1984, s. 281-282; Ebü’l-Bekā, el-Külliyyât, s. 51.

Bekir Topaloğlu