MOLLA

(ملّا)

Bazı İslâm toplumlarında tanınmış din âlimlerine veya belirli seviyede öğrenim görmüş kimselere verilen unvan.

Monla, munla ve mulla biçiminde de görülen kelimenin Arapça’da “efendi, sahip, âmir” mânasındaki mevlâdan geldiği kabul edilmektedir. Arapça’da “efendimiz” anlamındaki mevlânânın değişikliğe uğramasından ortaya çıktığı düşünülen ve daha eski bir kullanım olduğu sanılan monla (munla) kelimesindeki “n” harfi zamanla “l”ye dönüşmüştür. Molla unvanını alan kişinin bilgiyle dolu olduğu kabul edilerek mollanın “doldurmak” anlamındaki mel’ köküne dayandığı da ileri sürülmüşse de (Gıyâseddin, s. 857) bu ihtimal zayıf görülmektedir.

Tarih boyunca çeşitli İslâm toplumlarında görülen molla kelimesi günümüzde en çok İran’da kullanılmaktadır. İran’da halk dilinde yazı yazmayı bilmese de yazıyı okuyabilen kimselere molla denilmiştir. “Molla olmak ne kadar kolay, adam olmak ne kadar zordur” atasözü büyük ihtimalle bunu belirtmek için söylenmiştir (Dihhudâ, Emŝâl ü Ĥikem, s. 1731). İran’da esas olarak bu unvan iyi bir tahsil kademesinden geçmiş, liyakat sahibi kimseler için kullanılmıştır. Safevîler devrinde Molla Sadrâ diye bilinen Sadreddîn-i Şîrâzî, baba-oğul Molla Meclisî’ler gibi çok sayıda âlim ilmî bir şeref ve liyakat ifade eden molla unvanı ile anılmıştır. Bu durum Kaçarlar döneminde de sürmüş, kelime ulemâ arasında Molla Ali Kenî ve Molla Âgā Derbendî’ye unvan olmuştur. Ahund Molla Kâzım Horasânî’de görüldüğü gibi başına bazan “ahund” kelimesi getirilmiştir. Bu kullanım şekli, belirtilen kişinin sahasındaki üstünlüğünü ve ilmî muhtevasının yüksekliğini göstermekteydi. Molla kelimesi XX. yüzyılda giderek itibarını kaybetmiştir. Günümüz İran’ında tamamen aşağılayıcı bir anlam kazanmış olup genellikle ilmine güvenilmeyen veya -dine muhalif kimselerin dilinde- yüksek dereceli de olsa herhangi bir din âlimi için kullanılmaktadır. Bu anlam kötüleşmesi, sadece okuma yazma öğretilen okullarda öğrencilere ilk bilgileri veren kişilere molla unvanının verilmesinden de kaynaklanmış olabilir. Buralarda kızlara öğreticilik yapan hanımlara “molla bacı” denildiği gibi “mollaya gitmek” ifadesi bu tarzdaki mektep derslerine katılma mânasına gelmektedir. Bu arada İran’da Zerdüştî ve yahudi cemaatlerinin de kendi din âlimlerinin isimlerinin başına molla unvanını koyduklarını belirtmek gerekir (Dihhudâ, Luġatnâme, XXXIX, 1026).

Molla unvanı İran’da hiçbir zaman büyük şehirlerde görevli kadılar ve şeyhülislâmlık mevkiinde bulunanlar için kullanılmamıştır. Safevîler’in son dönemlerinde emsalinden üstün olduğu düşünülen ve kendilerine sarayda ikamet imtiyazı verilen âlim kişilere hükümdar tarafından tevcih edilen “mollabaşı” unvanı oldukça dikkat çekicidir. Mollabaşının, şahın ve prenslerin hocası olması ve belirli günlerdeki merasimlerde hükümdarın yanında yer alması dışında herhangi bir görevi tesbit edilememiştir. Safevî devrinin ilk mollabaşısı, İsfahan’da kurulan Medrese-i Çârbâğ’ın idaresine getirilen Mîr Muhammed Bâkır Hâtunâbâdî’dir. Bu zat, ilk mollabaşı olma konusunda isim benzerliği ve Safevî sarayına yakınlığı dolayısıyla çok defa Muhammed Bâkır Meclisî ile karıştırılmaktadır (Tadhkirat al-Mulūk, s. 110-111). Daha sonra Molla Muhammed Hüseyin Tebrîzî ve Molla Za‘ferân 1135 (1722) yılında İsfahan’ı ele geçiren Afgan idarecileri tarafından mollabaşı yapılmıştır. Safevî Devleti’ni ve kurumlarını yeniden sağlamlaştırmak amacıyla II. Tahmasb, Mirza Abdülhasan’ı mollabaşılık makamına getirdiyse de bu zat Safevî davasına bağlılığından dolayı 1736 yılında Nâdir Şah tarafından idam edilmiştir. Şiîlik ve Sünnîlik arasında barışı sağlamak ve dinî teşkilâtı buna göre yeniden kurmak isteyen Nâdir Şah, mollabaşılık kurumunu sürdürüp politikasının baş propagandacısı olarak Molla Ali Ekber’i bu makama getirmiş, fakat Nâdir Şah’ın 1160 (1747) yılında ölümüyle bu teşebbüs sonuçsuz kalmış, mollabaşı da bir öncekinin âkıbetine uğramıştır. Mollabaşı unvanı ve müessesesi bazı değişikliklerle Kaçarlar döneminde de devam etmiştir. Hânedanın kurucusu Âgā Muhammed Han, devrin yüksek dereceli âlimleriyle ilişkilerini düzenlemek için Molla Muhammed Hüseyin Mâzenderânî’yi mollabaşı tayin etmiş, ardından Molla Muhammed Asgar, Feth Ali Şah tarafından mollabaşılığa getirilmiştir. Kaçar hükümdarları ve eyalet idarecisi prensler de nazarî olarak dinî konularda hocalık, uygulamada ise dalkavukluk görevini yapacak mollabaşılar görevlendirmiştir.

Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan önceki dönemde molla ismine bir ilmî unvan olarak yer verildiği ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin sûfîliğinden ziyade ilmî özelliklerine atıfta bulunularak Molla-i Rûm şeklinde anıldığı bilinmektedir. Osmanlılar’da molla kelimesinin kullanılışı İran’dakinden daha farklı ve daha az karmaşık olmuştur. Bu unvan, genellikle müderrislikten sonraki mevleviyet pâyesi denilen dereceye ulaşan büyük âlimlerle Süleymaniye müderrislerinden mansıp alarak 300 akçelik kadılık mesleğine geçen, 300 akçeden yukarı mevleviyete tayin edilen birinci sınıf kadılara verilirdi. İstanbul kadısına daha çok “İstanbul efendisi” denilmekle birlikte diğer vilâyetlerin kadıları için meselâ “Edirne mollası” veya “Mısır mollası” ifadeleri kullanılırdı. Osmanlı tarihinde Molla Fenârî, Molla Hüsrev, Molla Gürânî ve İzzet Molla gibi unvanı tayinle birleşip devam edenler oldukça azdır. XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ilmiye sınıfında “zâdegân” diye anılan ulemâ nesli ortaya çıkınca “beşik ulemâsı” denilen grup türemiş ve bunlara “molla bey” unvanı verilerek diğerlerinden farklı sosyal bir sınıfa mensup oldukları belirtilmek istenmiştir. Babası molla unvanlı olan çocukların bu sınıfa girebilmesi için şeyhülislâmın muvafakati şart koşulmuşken molla unvanını taşımayan ilmiye mensubu vezirlerin ve memurların çocuklarına molla bey unvanının tevcihi padişahın iradesine bağlanmıştır. Osmanlılar’ın son dönemlerinden itibaren molla kelimesi sosyal anlamda değer kaybına uğramıştır. Bu sebeple medrese öğrencileri isimleriyle değil molla diye çağırılmaya başlamış, ayrıca kadınlar arasında


Kur’an ve mevlid okuma gibi dinî hizmetleri yerine getiren hanımların isimlerinin sonuna bu kelime eklenmiştir. Molla son devirlerde Türkiye’de kılık kıyafeti ve zihniyetiyle geri kalmış, yeniliklere ayak uyduramamış muhafazakârlar için aşağılayıcı bir ifade olarak kullanılmaktadır.

Kazan ve Kırım-Tatar lehçelerinde molla kelimesi yüksek bir ilmî seviyeyi gösterirken (Radloff, IV, 2197) Orta Asya’da, kendisinden herhangi bir talepte bulunulan önemli kişinin isminin başına bir nezaket ifadesi olarak getirilmektedir (Farhangi Zaboni Tociki, I, 726; Uzbek Tilining İzohli Lughati, III, 478). Molla Kürtçe’de “melâ” şekline dönüşmüş olup az çok medrese tahsili görmüş olanları belirtir. Hindistan yarımadasındaki müslümanlar arasında toplumda saygınlık kazanmış din âlimleri için kullanılan “maul(a)vî” unvanı da molla ile aynı kökten gelmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

Muhammed Hüseyn-i Tebrîzî, Burhân-ı ĶāŧıǾ (nşr. Muhammed Muîn), Tahran 1330 hş., IV, 2030; Gıyâseddin, Ġıyâŝü’l-luġāt, Tahran 1363 hş., s. 857; Radloff, Versuch, IV, 2197; Farhangi Zaboni Tociki, Moskva 1969, I, 726; Uzbek Tilining İzohli Lughati, Moskva 1981, III, 478; Tadhkirat al-Mulūk (nşr. ve trc. V. Minorsky), Cambridge 1980, s. 11, 24, 41, 57, 110-111; Uzunçarşılı, İlmiye Teşkilâtı, s. 157, 181, 265, 276-279; Hamid Algar, Religion and State in Iran, 1785-1906: The Role of the Ulama in the Qajar Period, Berkeley-Los Angeles 1969, s. 18-19; Dihhudâ, Emŝâl ü Ĥikem, Tahran 1363 hş., s. 1731; a.mlf., Luġatnâme, Tahran 1330 hş., XXXIX, 1026; Said Amir Arjomand, “The Mujtahid of the Age and the Mullā-Bashi: an Intermediate Stage in the Institutionalization of Religious Authority in Shi’ite Iran”, Authority and Political Culture in Shi’ism (ed. Said Amir Arjomand), New York-Albany 1988, s. 80-97; a.mlf., “The Office of Mullā-Bashi in Shi’ite Iran”, St. I, LVII (1983), s. 135-146; M. İsmail Marcinkowski, Mirza Rāfia’s Dustur al mulūk, a Manual of Later Safavid Administration, Kuala Lumpur 2002, s. 72-73, 242-245; Pakalın, II, 549; J. Calmard, “Mollā”, EI² (İng.), VII, 221-225; Hamid Dabashi, “Mullah”, The Oxford Encyclopedia of the Modern Islamic World (ed. J. L. Esposito), Oxford 1995, III, 177-178.

Hamid Algar