MİNHÂCÜ’s-SÜNNE

(منهاج السنّة)

İbn Teymiyye’nin (ö. 728/1328) İbnü’l-Mutahhar el-Hillî’ye ait Minhâcü’l-kerâme adlı esere yazdığı reddiye.

Tam adı Minhâcü’s-sünneti’n-nebeviyye fî naķżi kelâmi’ş-ŞîǾa ve’l-Ķaderiyye olup bazı kaynaklarda Red Ǿale’r-Revâfıż fi’l-imâme Ǿalâ İbn Muŧahhar (Safedî, VII, 26), Minhâcü’s-sünneti’n-nebeviyye fî nakżi kelâmi’ş-ŞiyaǾ ve’l-Ķaderiyye (Keşfü’ž-žunûn, II, 1872), Minhâcü’l-iǾtidâl fî naķżi kelâmi ehli’r-Rafżi ve’l-iǾtizâl (Îżâĥu’l-meknûn, II, 585) şeklinde kaydedilmiştir.

İbn Teymiyye, eserini telif etme amacını belirtirken Ehl-i sünnet’ten bir grubun Şiî bir âlimin İmâmiyye mezhebini özendiren, dinî bilgisi eksik yöneticileri etkileyebilecek nitelikte bir kitabını kendisine getirdiğini ve müslüman görünen bazı Bâtınîler’in bu görüşlerin yayılmasına katkıda bulunduğunu söylediğini anlatır. Bu kişilerin özellikle İlhanlı Hükümdarı Olcaytu Han’ın Şiî görüşlerine meyletmesine sözü edilen kitabın etkili olduğunu ifade edip kendisinden bir reddiye yazmasını istediklerini bildirir (Minhâcü’s-sünne, I, 4-8, 21). Olcaytu Han ile iyi münasebetler kuran Şiî taraftarı Mekke Emîri Humeyde ile İbn Teymiyye arasında cereyan eden tartışmanın da eserin telifine zemin hazırladığını söylemek gerekir (DİA, XX, 393).

Müellifinin beyanlarından 710 (1310) yılı civarında yazıldığı anlaşılan Minhâcü’s-sünne, Minhâcü’l-kerâme’nin iç planına paralel biçimde bir mukaddime ile altı bölümden (fasıl) meydana gelir. Eserde İbnü’l-Mutahhar’ın temas ettiği konular tek tek ele alınır ve ileri sürülen iddialar aklî ve naklî delillerle cevaplandırılır. Bu arada konuyla dolaylı bağlantısı olan bazı hususlara dair bilgiler de verilir. Sistematik bir muhtevaya sahip olmayan Minhâcü’s-sünne’nin girişinde yazılış amacının yanı sıra genel olarak Şîa (Râfıza) ile ilgili değerlendirmeler yapılır ve Hillî’nin mukaddimesinde öne sürdüğü iddialar reddedilir. Birinci bölümde, Hillî tarafından Ehl-i sünnet’e nisbet edilen görüşlerden olmak üzere ilâhî fiillerin hikmetle muallel olmayışı, hüsün-kubuh, salâh-aslah vb. hususlar aslına uygun biçimde incelenir. Ayrıca hilâfetle ilgili tartışmalar ve Hz. Ali’nin hilâfetinde ümmetin icmâ ettiği iddiaları üzerinde durulur. İkinci bölümde İmâmiyye’ye tâbi olmanın zorunluluğuna dair görüşler eleştirilir. Allah’ın sıfatları hakkında Ehl-i sünnet’e yöneltilen tenkitler cevaplandırılır ve bunların imâmetle ilgisinin bulunmadığına dikkat çekilir. Burada kelâmcılarla filozoflar da eleştirilir. Râfizîler’in peygamberlerin mâsumiyetiyle ilgili telakkisi reddedilir, nübüvvetten önce ve sonra kendilerinden


küçük günah sâdır olmayacağı düşüncesi ümmetin icmâına aykırı bulunur. Hıristiyanların ezelî varlıkları üçe çıkarmakla tekfir edildiği, halbuki Eş‘arîler’in bu varlıkları dokuza çıkardığı şeklindeki iddiaların iftira olduğu, Fahreddin er-Râzî’nin böyle bir görüş ileri sürmediği ve hıristiyanların Hz. Îsâ’nın üç ilâhın üçüncüsü olduğunu söylemeleri sebebiyle kâfir sayıldığı belirtilir. Bu bölümde ayrıca Ehl-i sünnet’e mensup bazı kişilerin itibar görmeyen fıkhî konulardaki görüşlerine Şiîler’ce yöneltilen eleştiriler ele alınır.

Minhâcü’s-sünne’nin üçüncü bölümünde Hz. Ali’nin imâmetiyle ilgili iddialara, bu çerçevede ilk üç halifeye yöneltilen eleştirilerle bunların yanlışlığını gösteren kanıtlara yer verilir. Burada Hillî’nin delil olarak öne sürdüğü âyet ve hadisler ele alınır, hadisler sened ve metin açısından tenkide tâbi tutulur. İlk üç halifenin üstünlükleri vurgulanır. Eserin dördüncü bölümü on ikinci imam Mehdî el-Muntazar’ın imâmetiyle ilgili iddianın eleştirisine dairdir. Bu konuda Hz. Peygamber’e nisbet edilen rivayetin Şiîler’ce mütevâtir gösterildiğine dikkat çekilir; sadece bir grup Şiî’ye ait olan bu iddianın Resûlullah’ın vefatından 250 yıl sonra uydurulduğu belirtilir. Beşinci bölümde yine ilk üç halifeye dair iddialar cevaplandırılır ve onların faziletlerinden bahsedilir. Hz. Ali’nin imâmetinin nasla vâcip olduğu yolundaki telakki de aklî ve naklî delillerle çürütülür. Altıncı bölüm Hz. Ebû Bekir’in imâmetine ayrılmıştır. Burada, Hz. Ali’nin diğer üç halifeden daha faziletli olduğu ve imâmete sadece onun lâyık bulunduğu yolunda ileri sürülen rivayetlerin bir kısmı ile Şiîler’in on iki imamın imâmetini ispat yöntemleri eleştirilir.

Eserin temel hedefinin, imâmet meselesini imanın esaslarından sayan ve buna dayanarak İmâmiyye mezhebine uymanın gerekliliğini savunan Şiî telakkiyi reddetmek, buna karşılık Allah’a ve Resulü’ne iman etmenin çok daha önemli sayıldığını ortaya koymak olduğu söylenebilir. Eserde Şîa’ya karşı bütün Sünnî mezhepler savunulmuş ve bunların bazı görüşlerinin yanlış anlaşıldığı ileri sürülmüştür. Minhâcü’s-sünne’de üzerinde durulan meselelerden biri de peygamberlerin din konusunda hata yapmadığına Sünnîler’in inanmış olduğu ve bu hususta Şiîler’in onlara benimsemedikleri bir görüşü nisbet ettikleri fikridir. Eserde Şiîler’in imamlarını aşırı derecede yüceltmeleri bakımından Hz. Îsâ’yı tanrılaştıran hıristiyanlara benzediklerine de dikkat çekilmektedir. Kitapta Şîa’ya yöneltilen en önemli eleştiri, sahâbîlerin Kur’an’da “en hayırlı topluluk” olarak nitelenmesine rağmen (Âl-i İmrân 3/110) Ebû Bekir’e biat ettikleri gerekçesiyle Şiîler’ce kötülenmesi ve bu suretle naslarla çelişkiye düşülmesidir. Şiîler, Moğollar’a yardımcı olmaları sebebiyle de tenkit edilmiştir.

Minhâcü’s-sünne aynı zamanda döneminin yaygın inanışlarını dile getiren, dinler ve mezheplerle alâkalı değerlendirmelerde bulunan, hadislere dair temel problemlere temas eden, kelâmî ve felsefî kozmolojiyi ve metafizik anlayışları eleştirip Selefiyye’yi savunan bir eser olarak da önem taşır. Yûsuf en-Nebhânî, kitapta Mâtürîdiyye ve Eş‘ariyye mekteplerine yönelik eleştirilerde bulunduğunu belirtir, ayrıca tasavvuftaki gavs* telakkisiyle ilgili değerlendirmelerin isabetli olmadığını ileri sürer (Şevâhidü’l-ĥaķ, s. 196). Müellifin, Hillî’nin atıfta bulunduğu hadisleri eleştirirken bazı hatalar yaptığı, hasen olan hadisleri mekzûb, zayıf hadisleri de mevzû olarak gösterdiği belirtilmiştir (İbn Hacer, ed-Dürerü’l-kâmine, II, 71). Tâceddin es-Sübkî, Minhâcü’s-sünne’yi amacını gerçekleştirmekte başarılı bulmuş, ancak başlangıcı bulunmayan hâdis varlıkların Allah’ın zâtında mevcut olduğu gibi eleştiriye açık birçok yanlışı da ihtiva ettiğini söylemiş, bu görüşlerini Ķaśîde fî źemmi’r-revâfıż ve’r-red Ǿalâ İbn Teymiyye fîmâ śannefe fi’r-red Ǿalâ İbn Muŧahhar adlı eserinde dile getirmiştir (Ŧabaķāt, X, 176-177; Keşfü’ž-žunûn, II, 1872). İbn Hacer de Hillî’nin eserin bir kısmı kendisine ulaşınca, “Söylediklerimi anlamış olsaydı ona cevap verirdim” dediğini nakletmektedir (Lisânü’l-Mîzân, II, 317). Muhammed Mehdî el-Kazvînî Minhâcü’ş-şerîǾa fi’r-red Ǿalâ İbn Teymiyye adıyla bir eser yazmışsa da (Necef 1346) bu çalışma yetersiz kalmıştır (DİA, XXIII, 151).

Minhâcü’s-sünne’nin Süleymaniye (Reîsülküttâb Mustafa Efendi, nr. 559, baş taraftan eksik) ve Nuruosmaniye (nr. 2138) kütüphanelerinde yazma nüshaları bulunmaktadır. Eserin Muhammed Reşâd Sâlim tarafından gerçekleştirilen neşrinin I. cildinde (Kahire 1382/1962) önce Minhâcü’l-kerâme’ye yer verilmiş (I, 77-202), fakat bu yayım devam etmemiştir. Aynı kişinin daha sonra dokuz cilt halinde yaptığı neşirde (Riyad 1406/1986; Kahire 1409/1989) Minhâcü’l-kerâme’nin metni kaydedilmemiş, ancak eleştiri sırasında önce Hillî’nin görüşü zikredilmiştir. Kitabın bunun dışında çeşitli baskıları mevcuttur (Serkîs, I, 59). Zehebî eseri el-Münteķā min Minhâci’l-iǾtidâl fî naķżı kelâmi ehli’l-iǾtizâl (Kahire 1374/1954), Abdullah b. Muhammed el-Guneymân da Muħtaśaru Minhâci’s-sünne (Medine 1410/1990) adıyla özetlemiştir. Ali b. Muhammed el-İmrân, el-ĶavâǾid ve’l-fevâǿidi’l-ĥadîŝiyye isimli çalışmasında (Mekke 1417/1996) Minhâcü’s-sünne’de bulunan bazı konuları incelemiştir (DİA, XX, 394). Salih Özer, İbn Teymiyye’nin Minhâcü’s-sünne Kapsamında Rivayetleri Kabul ve Red Kriterleri adıyla bir doktora tezi hazırlamıştır (1998, AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü).

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Teymiyye, Minhâcü’s-sünne (nşr. M. Reşâd Sâlim), Riyad 1406/1986, I-IX; Zehebî, el-Münteķā min Minhâci’l-iǾtidâl (nşr. Muhibbüddin el-Hatîb), Kahire 1374/1954; İbn Kayyim el-Cevziyye, Esmâǿü müǿellefâti Şeyħilislâm İbn Teymiyye (nşr. Selâhaddin el-Müneccid), Beyrut 1403/1983, s. 19; Safedî, el-Vâfî, VII, 26; Sübkî, Ŧabaķāt (Tanâhî), X, 176-177; İbn Receb, eź-Źeyl Ǿalâ Ŧabaķāti’l-Ĥanâbile, Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), II, 403; İbn Hacer, Lisânü’l-Mîzân, II, 317; a.mlf., ed-Dürerü’l-kâmine, II, 71; Keşfü’ž-žunûn, II, 1872; Leknevî, el-Ecvibetü’l-fâżıla (nşr. Abdülfettâh Ebû Gudde), Halep 1384/1964, s. 174-175; Yûsuf b. İsmâil en-Nebhânî, Şevâhidü’l-ĥaķ fi’l-istiġāŝe bi-seyyidi’l-ħalķ, Kahire 1393/1973, s. 196; Serkîs, MuǾcem, I, 59; Brockelmann, GAL Suppl., II, 120; Îżâĥu’l-meknûh, II, 585; Abdülvehhâb İbrâhim Ebû Süleyman, Kitâbetü’l-baĥŝi’l-Ǿilmî, Cidde 1403/1983, s. 271-273; Ferhat Koca, “İbn Teymiyye, Takıyyüddin”, DİA, XX, 393, 394; İlyas Üzüm, “İsnâaşeriyye”, a.e., XXIII, 151.

Salih Sabri Yavuz