MİKDÂD b. AMR

(المقداد بن عمرو)

Ebû Ma‘bed el-Mikdâd b. Amr b. Sa‘lebe el-Kindî el-Behrânî (ö. 33/653)

Sahâbî.

Babası işlediği bir cinayet yüzünden mensup olduğu Behrâ kabilesinden kaçıp Kinde kabilesine sığındı ve Mikdâd burada doğdu. Daha sonra onun da bu kabileden Ebû Şemr b. Hucr’u yaralayarak Mekke’ye kaçtığı, şehirde himayesine girdiği Esved b. Abdüyegūs’un onu evlât edindiği ve bu sebeple Mikdâd b. Esved (İbnü’l-Esved) diye tanındığı belirtilmiş, ayrıca Ebû Amr, Ebû Saîd künyeleri ve Hadramî nisbesiyle de anılmıştır.

Mekke’de İslâm’ı ilk kabul edenlerden olan Mikdâd İkinci Habeşistan hicretine katıldı, ardından Mekke’ye geri döndü. Hz. Peygamber’in hicretinden sonra müşriklerin Medine’ye bir sefer düzenleyeceğini öğrenen Mikdâd bunu bir mektupla Resûlullah’a bildirdi ve kendisi de Mekkeliler’le birlikte yola çıktı. Durumdan haberdar olan Hz. Peygamber, Ubeyde b. Hâris kumandasındaki bir seriyyeyi müşriklere karşı gönderdi. İki grup Seniyyetülmerre’de karşılaştığında Mikdâd ile Utbe b. Gazvân müslümanların safına geçtiler. Medine’ye döndüklerinde Mikdâd bir süre Külsûm b. Hidm’in evinde misafir olarak kaldı ve ardından Resûl-i Ekrem, Mikdâd ile Cebbâr b. Sahr veya Cebr b. Atîk arasında kardeşlik bağı kurdu. Bu kardeşliğin Abdullah b. Revâha ile gerçekleştirildiği de nakledilmiştir.

Bir gün Abdurrahman b. Avf, Mikdâd’a niçin evlenmediğini sormuş, o da kızıyla evlenmek istediğini söyleyince Abdurrahman bu teklife öfkelenip ağır sözler söylemişti. Durumu öğrenen Hz. Peygamber Mikdâd’ı teselli etti, onu amcası Zübeyr’in kızı Dubâa ile evlendirdi. Bedir, Uhud, Hendek, Hayber gazvelerine ve diğer savaşlara katılan Mikdâd Resûlullah’ın okçularındandı. Hicretin 1. yılı Zilkade ayında (Mayıs 623) gerçekleştirilen Harrâr seferine çıkılırken beyaz bayrağı Resûl-i Ekrem ona verdi. Uhud Gazvesi’nde ordunun ana kanadının kumandasını Hz. Hamza ile birlikte yürüttü. Bedir Gazvesi’ne Sebha adlı atıyla katılıp bir elini kaybettiği, bu savaştaki çok az süvariden biri olduğu ve bundan dolayı ilk İslâm süvarisi kabul edilip “fârisü Resûlillah” lakabıyla


anıldığı, Hz. Peygamber’in hem Mikdâd hem de atı için ganimetten pay ayırdığı zikredilmiştir.

Cesaretiyle ünlü Mikdâd’ın Bedir Gazvesi’nde Resûlullah’ın yanına gelerek, “Biz İsrâiloğulları’nın Mûsâ’ya, ‘Sen ve Rabbin gidin ve birlikte savaşın, biz burada oturacağız’ (el-Mâide 5/24) dediği gibi demeyeceğiz. Senin dört bir yanında savaşacağız” dediği ve Hz. Peygamber’in bu sözlerden çok memnun olduğu rivayet edilmiştir (Buhârî, “Meġāzî”, 4, “Tefsîr”, 5/4). Hâtıb b. Ebû Beltea’nın Resûlullah’ın Mekke’ye sefer yapacağını haber vermek üzere yola çıkardığı Sâre’yi yakalamak amacıyla Hz. Ali’nin başkanlığında sevkedilen seriyyede yer aldı. Recî‘ Vak‘ası’ndan sonra yakalanıp bir ağaç dalına asılarak şehid edilen sahâbî Hubeyb b. Adî’nin cesedini getirmek için gönderilenler arasında o da vardı. Tebük Seferi’nin ardından müslüman olup İslâm’ı öğrenmek üzere Medine’ye gelen Behrâ kabilesine mensup on üç hemşehrisi Mikdâd’ın evinde misafir oldu. Mikdâd Yermük Savaşı’na (13/634) katıldı ve Hz. Peygamber’in Bedir Gazvesi’nden sonra başlattığı, düşmanla karşılaşınca Enfâl sûresini okuma sünnetini bu muharebede o yerine getirdi. Hz. Ömer’in halifeliği sırasında onunla birlikte Câbiye ziyaretinde bulundu ve yine aynı dönemde Mısır’ın fethine katıldı. Hz. Osman’ın hilâfeti yıllarında Abdullah b. Sa‘d b. Ebû Serh kumandasında gerçekleştirilen İfrîkıye’nin fethinde (27/647), bir yıl sonra da Şam Valisi Muâviye tarafından Kıbrıs’a gönderilen orduda yer aldı.

Çok kilolu olduğu belirtilen Mikdâd, Rum asıllı kölesi tarafından yağlarının bir kısmının alınması için karnının yarılmasından veya “hırva‘” (Kāmus Tercümesi, III, 224) adlı bir bitkiden elde edilen yağı içtikten sonra 33 (653) yılında yetmiş yaşlarında iken Medine’nin kuzeybatısındaki Cürf’te vefat etti ve Medine’ye getirilerek Hz. Osman’ın kıldırdığı cenaze namazının ardından Bakī‘ Mezarlığı’na defnedildi.

Mikdâd, Resûl-i Ekrem zamanında verilen ölüm cezalarını infaz edenlerden biriydi (DİA, VII, 270). Hz. Ömer, kendisinden sonraki halifeyi seçmesini teklif ettiği heyetin bir yerde toplanmasını sağlama görevini Mikdâd’a verdi. Hz. Osman’ın seçildiği bu toplantıda Mikdâd, Hz. Ali’nin halife olmasının daha uygun olacağını savunanlar arasında yer aldı.

Mâide (5/87) ve En‘âm (6/52) sûrelerindeki birer âyetin nüzûlüne sebep olduğu bildirilen sahâbîler arasında Mikdâd’ın da adı geçmekte, Allah’ın Hz. Peygamber’e sevmesini emrettiği ve onun da kendilerini sevdiğini açıkladığı birkaç sahâbî içinde o da zikredilmektedir (İbn Mâce, “Muķaddime”, 11; Tirmizî, “Menâķıb”, 30).

100 dinar borç verdiği birinden alacağını vadesinden önce 10 dinar eksik olarak tahsil eden Mikdâd’a Resûl-i Ekrem’in, “Hem faiz yedin hem yedirdin” dediği rivayet edilmiştir (Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, VI, 28). Mikdâd b. Amr, ölümünden önce Hz. Peygamber’in hayattaki her bir hanımına 7000, torunları Hasan ile Hüseyin’e 18.000’er dirhem verilmesi için vasiyette bulunmuş ve bu vasiyeti yerine getirilmiştir.

Kendisinden hanımı ve kızı Kerîme ile Hz. Ali, Abdullah b. Mes‘ûd, Abdullah b. Abbas, Târık b. Şihâb gibi sahâbîler, Cübeyr b. Nüfeyr, Meymûn b. Ebû Şebîb ve Hemmâm b. Hâris gibi tâbiîler hadis rivayet etmiş, Hz. Peygamber’den naklettiği kırk iki hadis (Nevevî, II, 112) Kütüb-i Sitte yanında İmam Mâlik’in el-Muvaŧŧaǿı ile Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’inde (IV, 79; VI, 2-6, 8) yer almıştır.

Muhammed Muhammedî Sîmâ-yi Miķdâd (Kum 1351/1973), Muhammed Ali İsbir eś-Śaĥâbiyyü’l-celîl el-Miķdâdü’bnü’l-Esved el-Kindî: Fârisü Resûlillâh (Beyrut 1982), M. Cevâd el-Fakīh el-Miķdâdü’bnü’l-Esved el-Kindî: Evvelü Fâris fi’l-İslâm (Beyrut 1402/1982, 1405/1985) ve Muhammed Halîl el-Bâşâ el-ErbaǾatü’l-mümeccedûn: Selmân el-Fârisî, Ebû Źer el-Ġıfârî, el-Miķdâdü’bnü’l-Esved, ǾAmmâr b. Yâsir (Beyrut, ts.) adıyla çalışmalar yapmışlardır.

BİBLİYOGRAFYA:

Kāmus Tercümesi, III, 224; Wensinck, el-MuǾcem, VIII, 262-263; Müsned, IV, 79; V, 2-6, 8; Buhârî, “Meġāzî”, 4, 12, 13, 46, “Tefsîr”, 5/4, 60/1, “Cihâd”, 141; Müslim, “Zühd”, 69; İbn Mâce, “Muķaddime”, 11, “Zühd”, 7, “Edeb”, 36; Tirmizî, “İstiǿźân”, 26, “Menâķıb”, 30, “Zühd”, 55; İbn İshak, es-Sîre, s. 156, 206; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, III, 161-163; Hâkim, el-Müstedrek, III, 348-350; Ebû Nuaym, Ĥilye, I, 172-176; Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, es-Sünenü’l-kübrâ, Haydarâbâd 1344, VI, 28; İbn Abdülber, el-İstîǾâb (Bicâvî), IV, 1480-1482; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe (nşr. Halîl Me’mûn Şîhâ), Beyrut 1418/1997, IV, 184-185; Nevevî, Tehźîb, II, 111-112; İbn Manzûr, Muħtaśaru Târîħi Dımaşķ, XXV, 207-222; Zehebî, AǾlâmü’n-nübelâǿ, I, 385-389; İbn Hacer, el-İśâbe, IV, 454-455; Hasan İbrâhim Hasan, ZüǾamâǿü’l-İslâm, Kahire 1980, s. 150-155; M. Cevâd el-Fakīh, el-Miķdâdü’bnü’l-Esved el-Kindî: Evvelü Fâris fi’l-İslâm, Beyrut 1405/1985; G. H. A. Juynboll, “al-Miķdād b. ǾAmr”, EI² (İng.), VII, 32-33; Mehmet İpşirli, “Cellât”, DİA, VII, 270.

Mustafa Ertürk