MİHRİCAN

(مهرجان)

İran’ın sonbahar ekinoksu günlerinde kutlanan ikinci büyük bayramı.

İran güneş yılının yedinci ayı olan Mihr’in 16. günü (geceyle gündüzün eşit olduğu gün, sonbahar ekinoksu, 21 Eylül) başlayıp 21’ine kadar devam eder. Kaynaklarda Nevruz’la (ilkbahar ekinoksu, yılbaşı bayramı) aralarındaki gün sayısı konusunda 167, 169, 174, 194 gibi farklı rakamlar verilir. Bunun sebebi muhtemelen İran güneş takviminde bir yılın 360 gün olarak kabul edilmesidir. Bu bayram Helenistik dönemde Batı’ya da geçmiş ve Romalılar tarafından güneş ilâhı Mithra’nın, yeniden doğan ve karanlıkları mağlûp eden güneşin (Natalis Solis invicti) bayramı olarak 25 Aralık günü kutlanmış, daha sonra Hıristiyanlık, “Natalis Solis invicti”yi Mesîh’in doğum günü bayramı olarak benimsemiştir (Catholicisme, IX, 1310; New Catholic Encyclopedia, IX, 983; EI² [İng.], VII, 17).

Mihrican kelimesi, Ârî panteonunda ışığın (güneş kursuyla sembolize edilir) ve gerçeğin tanrısı olan Mithra’nın (Mihr) adından Parthça (Orta Farsça’nın batı kolu) “-akāna” ekiyle türetilmiştir (Mithrakāna > Mihregān > Mihricân) ve aslında güneşin kış başlangıcında yer altına inmesini, yani tabiatın uykuya dalmasını ifade eder. Fakat zamanla oluşan çeşitli efsaneler sebebiyle birtakım farklı anlamlar da kazanmıştır.

Eski İran’da mevsimler yaz ve kış (Osmanlı Türkçesi’nde hızır ve kasım) olarak ikiye ayrılıyor, önceleri yılbaşı bayramı yazın değil kışın ilk günü kutlanıyordu. Daha geç dönemlere ait efsanelere göre ise bu günün bayram sayılmasının sebepleri farklıdır. Meselâ Ferîdun, Biyûresb de (Bîveresb) denilen Dahhâk’i o gün meleklerin yardımıyla Rey yakınlarındaki Demâvend (Debâvend) dağına hapsetmiş, böylece dedesi Cemşîd’in intikamını aldığı gibi Dahhâk’in bozduğu Mecûsîliği de eski haline getirmiştir. Bunun için o güne Mihrican (vefa sultanı) adı verilmiştir (mihr “vefa”, can “sultan” demektir; Kalkaşendî, II, 449). Efsanenin bir varyantına göre ise Dahhâk’i yenen Kâve’dir (Kâvî, Gâve). Bir demirci olan Kâve, ayı veya aslan derisinden yapılmış önlüğünü bir mızrağın ucuna bağlayarak Dahhâk’e karşı ayaklanan halkın başına geçmiştir. Zaferden sonra kendisine hükümdarlık teklif edildiğinde bunun için ehil olmadığını söyleyip yanında bulunan Cemşîd’in soyundan Efrîdûn (Ferîdun) adındaki gencin hükümdar yapılmasını istemiştir. Ferîdun’un tahta çıktığı o gün bayram ilân edilmiş, Direfş-i Kâveyân adı verilen Kâve’nin önlüğü de altın ve kıymetli taşlarla süslenerek hükümdarlık sancağı yapılmıştır (Bîrûnî, s. 222). Mihrican’ın ilk Sâsânî hükümdarı Erdeşîr b. Bâbek’in taç giydiği gün olduğu da söylenir. Bîrûnî bu günün “Hürmüzd-rûz” (Hürmüz’ün günü) olduğunu, içinde bulunduğu ayın adından dolayı ona Mihrican denildiğini ve bu adın “can sevgisi” anlamına geldiğini yazmaktadır (a.g.e., a.y.).

İran takviminin iki büyük gününden (Nevruz, Mihrican) hangisinin daha önemli olduğu hususunda İranlı şair ve edipler farklı görüştedir. Selmân-ı Fârisî’nin, “Müslüman olmadan önce İran’da şöyle söylerdik: Allah kulları için Nevruz’da yakuttan, Mihrican’da zebercetten birer ziynet çıkarmıştır ki onların diğer günlere üstünlüğü bu kıymetli taşların diğer taşlara üstünlüğü gibidir” sözü (a.g.e., a.y.) Nevruz’un daha kıymetli olduğunu göstermekteyse de (çünkü İlkçağ ve Ortaçağ’da en kıymetli taş olarak yakut bilinmektedir) Mihrican’ı daha fazla öven birçok şair ve yazar vardır. Bunlar sonbaharı ilkbahardan üstün tuttukları gibi Mihrican’ı da Nevruz’a tercih etmişler, bu görüşlerine Aristo’nun, İskender’in aynı konudaki bir sorusuna verdiği cevabı delil getirmişlerdir. Aristo’ya göre kışın uyuyan kötülükler ilkbaharda yeniden ortaya çıkıp gelişir; sonbahar onların gitmeye başladığı zaman olduğu için ilkbahardan daha faziletlidir.

Mihrican bayramı büyük törenlerle kutlanır ve üzerlerine bu güne has elbiseler giyen, başlarına güneş kurslu başlıklar takan ve ban (sorgun) yağı sürünen protokol mensupları hükümdara hediyeler sunar, hükümdar da onlara hil‘at giydirir, diğer memurlara ise kışlık elbise ve ihtiyaç maddeleri dağıtırdı. O gün sarayda çok fazla miktarda içki tüketilir, hükümdar aşırı derecede içip sarhoş olmakta sakınca görmezdi. Halk da o gün büyük sofralar kurarak yer içer ve raksedip eğlenirdi. Geleneğin İran nüfuzu altındaki diğer bölgelerde, bu arada Kuzey Arabistan’da da bazı yansımalarının olduğu görülmektedir. Hz. Peygamber, Medine’ye geldiği zaman burada insanların yılda iki defa eğlendiğini görmüş, sebebini sorduğunda bu günlerin Câhiliye dönemine ait iki bayram (Nevruz ve Mihrican) olduğunu öğrenmiştir (Münâvî, IV, 511; Azîmâbâdî, III, 341). Resûl-i Ekrem bunun üzerine ensara, Allah Teâlâ’nın kendilerine onlara karşılık daha hayırlı iki gün verdiğini, bunların da ramazan ve kurban bayramları olduğunu belirtmiştir (Müsned, III, 103, 178, 235, 250; Ebû Dâvûd, “Śalât”, 239, 245). Bu bayramların İran etkisiyle daha sonra Emevî ve Abbâsî dönemlerinde, özellikle ilk üç asırda müslüman halk arasında ve saraylarda yeniden etkin bir şekilde kutlanmaya başlandığı görülmektedir. Nevruz ve Mihrican’ın daha yaygın biçimde kutlanmasını isteyen ve hediyeleri ilk defa resmîleştiren kişinin Haccâc b. Yûsuf es-Sekafî olduğu söylenir. Karmatîler’in ibadetleri arasında Nevruz ve Mihrican günlerinde oruç tutma da vardır (Taberî, Târîħ, V, 603). İbn Kudâme, Nevruz ve Mihrican’a has olarak oruç tutmayı bu günleri ehl-i küfür tâzim ettiği için mekruh saymıştır (el-Muġnî, III, 53).

Mihrican kelimesinin kişi (erkek) ve yer adı olarak kullanıldığı da görülmektedir. Hadis kaynaklarında Ya‘kūb b. Mihricân, Ebû Bekir b. Mihricân, Ahmed b. Mihricân, Abdülmelik b. Mihricân gibi râvilere rastlanır. Yâkūt genellikle İran’da bulunan Mihrican adlı bazı yerleri eserine almıştır (MuǾcemü’l-büldân, I, 177; II, 30; IV, 304, 453; V, 233).


BİBLİYOGRAFYA:

Müsned, III, 103, 178, 235, 250; Ebû Dâvûd, “Śalât”, 239, 245; Taberî, Târîħ, Beyrut 1407, I, 122, 132; V, 603; a.mlf., CâmiǾu’l-beyân, I, 429; Mes‘ûdî, Mürûcü’ź-źeheb (Abdülhamîd), I, 247; II, 181, 186; Hâkim, el-Müstedrek (Atâ), II, 290; Bîrûnî, el-Âŝârü’l-bâķıye Ǿani’l-ķurûni’l-ħâliye (nşr. E. Sachau), Leipzig 1923, s. 222-224; İbn Asâkir, Târîħu Dımaşķ (Amrî), VI, 116; XLII, 477; XLIII, 269; LXV, 326; İbn Kudâme, el-Muġnî, Beyrut 1405, III, 53; Yâkūt, MuǾcemü’l-büldân (nşr. Mustafa Abdülkādir Atâ), Beyrut 1990, I, 177; II, 30; IV, 304, 453; V, 233; Kalkaşendî, Śubĥu’l-aǾşâ (Şemseddin), II, 448, 449, 450; IX, 51 vd.; Münâvî, Feyżü’l-ķadîr, IV, 511; Azîmâbâdî, ǾAvnü’l-maǾbûd, Beyrut 1415, III, 341; Mahmûd Şükrî el-Âlûsî, Bulûġu’l-ereb, Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), I, 352 vd.; İbrâhim Pûrdâvûd, “Mihr ve’l-Mihricân”, ed-Dirâsâtü’l-edebiyye, Beyrut 1959, II-III, 124 vd.; Ca‘fer Murtazâ el-Âmilî, el-Mevâsim ve’l-merâsim, Tahran 1987, s. 99-100; M. Plessner, “Mihr”, İA, VIII, 294; J. Calmard, “Mihragān”, EI² (İng.), VII, 15-20; J. Lemarié, “Noël”, Catholicisme, IX, 1310; J. Duchesne-Guillemin, “Mithras and Mithraism”, New Catholic Encyclopedia, Washington 1967, IX, 983.

Nebi Bozkurt