MEVÂLİYYÂ

(المواليّا)

Arap halk türküleri formlarından ve halk diliyle yazılıp söylenen nazım şekillerinden biri.

Mevâliyyâ, sözlükte “efendi” anlamına gelen mevlâ kelimesinin çoğulu olan mevâlîye birinci tekil şahıs zamiri konumundaki nisbet “yâ”sı ile işbâ‘ (sondaki fetha-yı belirginleştirme) veya nidâ elifinin bitişmesiyle oluşmuştur. Bunun da çoğulu mevâliyyâttır. Ancak bu terimi mevâlî, mevâliyâ ve çoğulunu mevâliyât olarak tesbit eden kaynaklar da vardır. Mevâliyyânın halk ağzındaki söylenişi mevvâl, çoğulu ise mevâvîldir. Mevvâl kelimesi Türk edebiyatına maval şeklinde geçerek uzun nağmelerle söylenen Türk halk türküleri için kullanıldığı gibi “birini boş ve uzun sözlerle oyalayıp kandırmak” anlamında “maval okumak” deyiminde de yer alır.

Mevâliyyâ nazım şekli, bir beyitte “müstef‘ilün fâilün”ün dört defa tekrar edilmesiyle meydana gelen basit bahrinden türetilmiştir. Bu türün ilk şekilleri nahiv ve i‘rab kurallarına uygundu, ayrıca “savt” veya “beyteyn” adı verilen ve dört mısraı da aynı vezinde ve kafiyede bulunan iki beyitlik bendler (kıtalar) halindeydi. Bu form ile gazel ve medih temaları işlendiği gibi yalnız noktalı yahut yalnız noktasız harflerin kullanılması, beyitlerin belli sayıda kelime veya harflerden teşkil edilmesi, her kelimenin iki harfli veya emir kalıbında olması gibi lafzî sanatlar da icra ediliyordu. Mevâliyyâ türü Bağdat halkına intikal edinceye kadar bu üslûbu korumuşsa da onların elinde iken i‘rab ve gramer kurallarına dikkat edilmemiş, kelimelerin konuşma dilindeki şekilleri ve mâna güzelliği esas alınmış, mevâliyyâ hem ciddi hem mizahî ve müstehcen temalara konu olmuş, neticede bu şiir türü Bağdatlılar’a nisbetle anılmaya başlanmıştır (Safiyyüddin el-Hillî, s. 105-114). Daha sonra Mısır’a intikal eden mevâliyyâda şehir halkının zevki hâkim olmuş ve yolculuklarda türkü olarak yaygın şekilde söylenmiştir (a.g.e., s. 106; İbn Haldûn, s. 612).

Genellikle kabul edildiğine göre çiftçilik, inşaat, bağ bahçe düzenlemesi ve hurma toplama gibi işlerde çalışırken Vâsıt kölelerinin kısa kıtalar ve bentler halindeki bu şiirleri kolayca belleyip okumaları ve her bendin sonunda efendilerine işaret etmek üzere “yâ mevâliyyâ” (ey benim efendilerim) sözünü tekrar etmeleri sebebiyle tür bu adla anılmıştır. Türün ortaya çıkışıyla ilgili olarak başka rivayetler de vardır. Bunlardan birine göre, Abbâsî Halifesi Hârûnürreşîd’in Bermekîler’i cezalandırması ve bu arada Ca‘fer b. Yahyâ’yı öldürtüp kendisi hakkında mersiye söylenmesini de yasaklaması üzerine onun câriyelerinden biri efendisi için bir mersiye nazmetmiş, her beytin veya bendin sonunda “yâ mevâliyyeh” (ey benim efendilerim) ifadesini tekrarlamış, bundan dolayı tür bu adı almıştır (Ahmed el-Hâşimî, s. 152-153; Ahmed Rüşdî Sâlih, s. 170). Ayrıca bu türkü formunu söyleyenlerin mevâlî (köleler) olduğuna işaret etmek üzere bu adın verildiğini ileri


sürenler de vardır (Mîşâl Âsî - Emîl Bedî‘ Ya‘kūb, II, 1215).

Ahmed Rüşdî Sâlih ve Johann W. Fück gibi çağdaş araştırmacılar, diğer Arap ülkelerinde de benzer halk türküleri bulunduğundan hareketle türün doğuşunun bir şehir halkına mal edilmesini ve yalnız bir olaya bağlanmasını zayıf bir ihtimal olarak görürler. Ahmed Rüşdî’ye göre bu nazım şekli çiftçilerin çalışırken söyledikleri türkülerden doğmuş, şehir halkına intikal edince de aşk ve eğlence hayatının vazgeçilmez bir unsuru haline gelmiştir (Fünûnü’l-edeb, s. 170-171). Johann Fück’e göre ise müvelled yedi şiir türü olan “şi’r-i karîz, müveşşah, dûbeyt, zecel, mevâliyyâ, kâne ve kâne, kûmâ”nın başlangıç zamanını ve yerini belirlemek henüz mümkün görünmemektedir. Ancak bu türkü formları dönem şiirleri kapsamına dahil edilebilir. Bu tür şiirlerde her devirde aynı kafiyeye sahip mısralardan meydana gelen birer kıta ve bend oluşturulur. Her devrin kafiyesi farklı olduğundan bunlarda bir manzumede birden çok kafiye yer alabilir. Halbuki klasik kasidede baştan sona tek kafiye vardır. “Müzdevice” adı verilen dönem şiirlerinin ilk örnekleri II. (VIII.) yüzyılda yaşayan Beşşâr b. Bürd, Selm el-Hâsir, Ebân b. Abdülhamîd, Bişr b. Mu‘temir, Muhammed b. İbrâhim el-Fezârî ve Ebû Nüvâs gibi şairlerde görülür (el-ǾArabiyye, s. 95-99).

Müvelled yedi şiir türünden ilk üçü i‘rab ve gramer kurallarına uygun olup diğer dördü bu ilkelere riayet edilmeyen şiir ve türkü formlarıdır. Ancak mevvâllerin i‘rablı şekilleri de bulunduğundan bunlara “berzah” adını uygun görenler de vardır. Safiyyüddin el-Hillî’ye göre bu dört nazım türündeki güzelliğin ve çekiciliğin sırrı i‘rab ve gramer kuralları ile fesahat ölçülerine riayetsizliktedir. Çünkü bunlar selim zevke dayanan, insanın içine doğduğu gibi söylenmiş, basit ve kolay gibi görünmekle birlikte erişilmez yükseklikte sehl-i mümtenî türünden manzumelerdir. Bu türküler içinde öyle halk deyişleri vardır ki fesahat ve belâgat erbabı benzerini nazmetmekten âciz kalır. Bunlarda i‘rab ve gramer kuralları ile fesahat ölçülerine riayet edildiği takdirde şiirin doğallığı ve güzelliği ortadan kalkar (el-ǾÂŧılü’l-ĥâlî, s. 1-2).

Mevâliyyâ en yaygın halk şiiri ve türkü formudur. Bu konuda Irak ile Mısır önde gelmekle birlikte göç ve nakil yoluyla form diğer Arap ülkelerine de yayılmış, Kuzey Sudan’da, dört mısraı da aynı vezin ve kafiyede iki beyitlik kıtalar halindeki dûbeyt ve murabba şeklinde mevvâllere çokça rastlanmıştır. Mısır’da Saîd bölgesi mevvâlleri halk zevkini okşarken Delta bölgesi mevâliyyâsı şehirli zevkine göre gelişme göstermektedir.

Ele alınan temalar bakımından mevvâller “yeşil” ve “kırmızı” olmak üzere iki kategoriye ayrılır. Sevgi ve aşk konuları ile neşeli ve sevinçli temaların işlendiği türe yeşil mevvâl, üzüntülü ve acılı olaylarla savaşların hikâye edildiği türe kırmızı mevvâl adı verilir. Bunların da açık (meftûh), kapalı (mugattâ / merdûf), mürekkeb ve müfred şekilleri vardır. Mürekkeb mevvâl ferş, gıtâ ve kufle bölümlerinden meydana gelir. Ferşte bir mesele ortaya atılır, gıtâda ona cevap verilir ve çözüm getirilir, kufle bölümünde ise tartışmanın sonucu belirtilir (Ahmed Rüşdî Sâlih, s. 170-174).

Mevvâller başlangıçta dört mısraı da aynı kafiyede iki beyitlik bendler şeklinde iken daha sonra dördüncü mısraı farklı kafiyede olan beş mısralı ve dördüncü, beşinci ve altıncı mısraları aynı kafiyede, ancak diğerlerinden farklı olan yedi mısralı kıtalar halindeki formları ortaya çıkmıştır (İA, VIII, 177). Mevvâllerde kelime sonlarının sakin olarak okunması, fethaların ve özellikle kafiyelerdeki fethaların imâle ile söylenmesi, kafiyelerden sonra bazı edatlar, harf-i cer ve mecrûru gibi lafızların tekrar edilmesi, birçoğunda cinaslı kafiye düzeninin bulunması gibi özellikler vardır. Safiyyüddin el-Hillî, aşağıdaki mu‘reb mevvâl örneğinde cinaslı kafiye olarak “قد غارت” (battı) fiilini dört değişik bağlamda kullanmıştır:

ياطاعن الخيل والأبطال قد غارت

ومخصب الرّبع والأمواه قد غارت

هواطل السحب من كفّيك قد غارت

والشهب مذ شاهدت أضواك، قد غارت

(Ey atını mahmuzlayıp koşturan, dur bak, kahramanlar battı / Ey baharlığı verimli ve yemyeşil olan, dur bak, sular battı // Avuçlarından dökülen ihsan sağanakları battı / Ve senin ışıltılarını görünce parlak yıldızlar battı).

BİBLİYOGRAFYA:

Butrûs el-Bustânî, Muĥîŧü’l-Muĥîŧ, Beyrut 1870, “mvl”, “vly” md.leri; R. Dozy, Supplément aux dictionnaires arabes, Leiden 1881, II, 844; Safiyyüddin el-Hillî, el-ǾÂŧılü’l-ĥâlî ve’l-murħaśü’l-ġālî (nşr. Hüseyin Nassâr), Kahire 1981, s. 1-4, 105-114; İbn Haldûn, Muķaddime (nşr. Dervîş el-Cüveydî), Beyrut 1416/1996, s. 612; İbn Hicce, Bulûġu’l-emel fî fenni’z-zecel (nşr. Rızâ Muhsin el-Kureyşî), Dımaşk 1394/1974, s. 99-100, 138-139, 144; İbşîhî, el-Müsteŧraf, II, 466 vd.; Abdülhâdî Necâ el-Ebyârî, ŚuǾûdü’l-metâliǾ li-śuǾûdi’l-müŧâliǾ, Bulak 1283, I, 283; J. David, Les maouals, Caen 1864; Cebrân Mîhâîl Fûtiye, el-Basŧü’ş-şâfî, Beyrut 1890, s. 105; Muhammed Tal‘at, Ġāyetü’l-ereb fî śınâǾati şiǾri’l-ǾArab, Kahire 1316, s. 101; Muhammed ed-Demenhûrî, Ĥâşiye Ǿale’l-Kâfî, Kahire 1316, s. 36; Seyyid Emîn, Bülbülü’l-efrâĥ ve müzîlü’l-etrâĥ fi’l-mevâvîli’l-ħużr ve’l-ĥumri’l-milâĥ, Kahire 1316, s. 4 vd.; L. Şeyho, Ǿİl-mü’l-edeb, Beyrut 1908, I, 429; J. Fück, el-ǾArabiyye: Dirâsât fi’l-luġa ve’l-lehecât ve’l-esâlîb (trc. Abdülhalîm en-Neccâr), Kahire 1370/1951, s. 95-99; Nebîle İbrâhim, Eşkâlü’t-taǾbîr fi’l-edebi’ş-şaǾbî, Kahire 1981, s. 237, 246-251; M. Saîd İsbir - Bilâl Cüneydî, eş-Şâmil, Beyrut 1985, s. 937; Ahmed al-Hâşimî, Mîzânü’ź-źeheb fî śınâǾati şiǾri’l-ǾArab, Beyrut 1406/1986, s. 152-153; Mîşâl Âsî - Emîl Bedî‘ Ya‘kūb, el-MuǾcemü’l-mufaśśal fi’l-luġa ve’l-edeb, Beyrut 1987, II, 1215-1216; Ahmed Rüşdî Sâlih, Fünûnü’l-edebi’ş-şaǾbî, Kahire 1997, s. 170-180; Dihhudâ, Luġatnâme, XXVI/B, s. 21; Moh. Bencheneb, “Mevvâl”, İA, VIII, 177; P. Cachia, “Mawāliyā”, EI² (İng.), VI, 867-869.

İsmail Durmuş