MERİÇ

Bulgaristan’ın iç kesimlerinden doğup Türkiye-Yunanistan sınırından Ege denizine ulaşan akarsu.

Meriç adı Bulgarca Maritsa’dan gelmektedir. İdrîsî de Grekler’in Hebros (bugün Evros) dedikleri akarsudan “nehru Mârisu” diye bahseder (Nüzhetü’l-müştâķ, II, 796); ancak haritasında onu “nehru Ahilu” olarak gösterir (Miller, II, 122, 126).

Rodop dağlarının kuzeybatı kesimindeki Rila dağının Musallâ tepesinden doğan Meriç Balkan yarımadasının en büyük akarsuyudur (490 km.). Balkan ve Rodop dağları arasındaki batı-doğu doğrultulu tektonik kırıkları (fay hattı) izleyerek ilerleyen nehir Seymenli’den sonra güney-doğuya yönelir ve Cisr-i Mustafa Paşa ile (Svilengrad) Kapıkule arasında Yunanistan-Bulgaristan, Edirne civarında Arda ve Tunca ile birleşip kuzey-güney yönünde ilerleyerek Türkiye-Yunanistan sınırını teşkil eder; ancak Karaağaç kesimi Meriç yatağının batısında bulunmasına rağmen Lozan Antlaşması uyarınca Türkiye sınırları içinde kalmıştır. İpsala’nın kuzeyinde sol tarafından Ergene çayını da alan Meriç, İpsala hizalarından itibaren yatak eğimi çok azaldığı için yavaş bir akımla ve bunun sonucu olarak çevresinde bataklıklar meydana getirip deltasını yayarak Ege denizine ulaşır; denize ulaşmadan önce Çatal mevkiinde doğudaki sınırı izleyen batıdaki Yunanistan topraklarına yönelen iki kola ayrılır. Geniş bir saha kaplayan ve yarısı Türkiye’de, yarısı Yunanistan’da bulunan Meriç deltası, bugün denizden içeride yer alan Enez’in yakın çağlara kadar bir liman şehri oluşunun da ortaya koyduğu gibi jeolojik açıdan çok genç bir deltadır. Düzensiz bir rejim gösteren nehrin suları mayıs ayında kabarır, temmuz ve ağustos aylarında en düşük seviyeye iner. Bu ortalama durumun dışında kışın kar yağışının fazla, yağmurların da sağanak şeklinde olması halinde taşkınlar görülür. Meselâ 27 Ocak - 5 Şubat 1947 tarihleri arasında Edirne’nin Yıldırım, İmaret ve Saraçhane gibi alçakta bulunan semtleri, 18 Ocak 1958’de İpsala ovasında geniş bir çeltik üretim alanı sular altında kalmıştı.

Meriç’in tarihteki önemi kendisinin ve kollarının ana yollara güzergâh teşkil etmesinden gelmektedir. Osmanlı döneminin Rumeli’deki ünlü “orta yol”u Edirne’den ötede Meriç vadisini izliyor, daha ötede Morava vadisini boydan boya geçerek


başşehir İstanbul’u Avrupa’nın başlıca merkezlerine bağlıyordu. Karayolları vadinin tabii koridorlarını takip ederken nehrin kendisi de özellikle Edirne’nin güneyinde kalan kesimiyle Eskiçağ’da Ege denizi kıyısında kurulan Enez’e (Ainos) kadar yoğun bir nehir taşımacılığına sahne oluyordu. Enez bütün Doğu Trakya’nın en önemli liman şehriydi ve bunu her şeyden önce Meriç nehrine borçluydu. Çünkü Karadeniz kıyısında Miletoslu Grekler’in kurduğu Odessos kolonisinden güneye ilerleyen ticaret yolu yukarı Meriç vadisine ulaştıktan sonra ya nehri takip eden karayolundan ya da belli bir kesimden itibaren teknelerin seyrettiği nehrin üzerinden Ege denizine ulaşıyordu. Eskiçağ’da kısalığından dolayı Karadeniz’i Ege’ye bağlamak açısından Boğazlar yoluna tercih edilen Meriç su yolunun Ortaçağ’da da kullanıldığına dair bazı bilgiler bulunmaktadır; meselâ Aydınoğlu Umur Bey, 1343 yılında savaş gemilerini Meriç üzerinden Dimetoka’ya çıkarmayı başarmıştı (Enverî, s. 95, 101, 103, 109). Meriç çevresi Osmanlı topraklarına katıldıktan sonra ise bu nehir üzerindeki gemicilik teşvik edilmiştir. Dimetoka’nın Sülemiş ve Sofularmehmedi adlı köyleri, Meriç üzerinde gemicilik yapmak için Yıldırım Bayezid’den “ahkâm-ı şerife” almıştı ve bu hizmetlerine karşılık avârız vergisinden muaf tutuldukları gibi Yıldırım Bayezid vakfında da payları vardı (Gökbilgin, s. 181-182). Pîrî Reis’in Kitâb-ı Bahriyyesi’nden edinilen bilgilere göre XV ve XVI. yüzyıllarda Enez’de Meriç sayesinde gelişen ticarî faaliyetin devam ettiği anlaşılmaktadır. Aynı şekilde Evliya Çelebi’den XVII ve Şemseddin Sâmi’den XIX. yüzyıla kadar Meriç’in su yolu olarak kullanılmaya devam ettiği öğrenilmektedir. Bu dönemlerde 300’den fazla küçük çaptaki gemi Meriç üzerinden Edirne’ye kadar gidip geliyor ve Trakya’nın tahıl ürünleri Edirne’den Enez’e kadar Meriç yolu, Enez’den İstanbul’a kadar da deniz yolu ile taşınıyordu.

Meriç havzası tarih boyunca bir nüfus toplanma alanı olmuş ve Enez’den başka nehrin kıyılarında ya da çok yakınında kurulan Tatarpazarcığı, Filibe, Dimetoka gibi şehirler Meriç su yolu ticarî faaliyeti sayesinde gelişmiştir. Kuruluş yerinin seçiminde Meriç ve kollarının etken olduğu en önemli şehir Edirne’dir. Edirne, Tunca’nın Meriç’e kavuşmadan önce çizdiği yarım daire şekilli bir yayın içinde kurulmuş ve bu yay şeklindeki nehir mecrası tabii bir savunma hendeği görevi yapmıştır. Ayrıca Tunca ve Arda’nın Edirne önlerinde Meriç’e kavuşması bu üç vadiyi izleyen yolların da bu mevkide birleşmesini sağlamış, böylece şehri yolların önünde düğümlendiği bir merkez durumuna getirmiştir. Tabii olarak Meriç Tunca ile birlikte Edirne’nin mimarisini de etkilemiş ve âdeta buraya köprüler şehri dedirtecek kadar çok sayıda köprü yapılmasına yol açmıştır. Meriç ve kolları, bazı şehirlerin kuruluşuna ve gelişmesine sebep olduğu gibi bunlardan bazılarının üzerindeki tarihî değeri yüksek köprüler vasıtasıyla isimlerini de etkilemiştir. Meselâ Bulgaristan’ın Svilengrad şehri Osmanlı dönemindeki adını Meriç üzerine yapılan Cisr-i Mustafa Paşa’dan, yine aynı şekilde Cisr-i Ergene de hem Osmanlı dönemindeki hem bugünkü adını (Uzunköprü) Ergene üzerine yapılan 174 kemerli Osmanlı köprüsünden almıştır.

Meriç ve kollarının çevrelerindeki topraklar bu nehirlerin etkisiyle bölgenin en verimli tarım arazileri haline gelmiştir. Meriç vadisinin Bulgaristan ortalarındaki batıdoğu doğrultulu kesimi, Balkan dağları vasıtasıyla kuzeyin soğuk baskınlarından da korunduğu için ülkenin tarımsal ürünlerinin en bol olduğu kesimidir (hububat, tütün, pamuk, pirinç, çeşitli meyveler, üzüm bağları ...). Arda’nın çevresindeki topraklar ise en önemli tütün üretim alanlarıdır. Meriç vadisinin Türkiye’deki bölümünde de yine tarımsal çeşitlilik söz konusudur (şeker pancarı, sebze, yonca, ayçiçeği, kavun, karpuz). Vadinin İpsala civarındaki kesimi pirinç üretiminde önemli bir yere sahiptir. Günümüzdeki baldo gibi yeni tip pirinçler tanınmadan önce 1950 ve 1960’lı yılların ünlü “Kulaklı” pirinçlerinin başlıca yetişme alanı bu topraklardı. Meriç ve kollarında yapılan balıkçılık da her üç ülkenin ekonomisine önemli katkılarda bulunmaktadır. Meriç deltasındaki Gala gölü Türkiye’nin daha çok dış ticaretine konu olan yılan balığının üretim alanıdır.

Balkanlar’ın elden çıkmasından sonra yapılan bütün sınır anlaşmalarında Meriç adı muhakkak gündeme gelmiştir. 6 Eylül 1915’te Sofya’da imzalanan Osmanlı-Bulgar Antlaşması’nda Meriç’in sol kıyısındaki 2 km. genişliğinde bir şeridin Bulgaristan’a verilmesi (Enez Osmanlı topraklarında kalmak üzere) kararlaştırılmıştır. Mudanya Mütarekesi (11 Ekim 1922) görüşmeleri sırasında Yunanlılar’ın hangi çizginin gerisine çekileceği tartışılırken “Meriç’in batısına dek” gibi muğlak bir ifade kullanılmış ve sınırın tesbiti için nehrin neresinin esas alınacağı ancak Lozan Antlaşması’nda (24 Temmuz 1923) kesinlik kazanmıştır. Fakat sonuca ulaşıncaya kadar Batılılar’ın Meriç’in sol kıyısının sınır kabul edilmesinde direnmeleri sorun yaratmıştır. Sol kıyının sınır çizgisi kabul edilmesi halinde Meriç ırmağı tamamıyla Yunanistan’a ait oluyordu; bu takdirde Türkiye’nin nehirden herhangi bir şekilde faydalanması mümkün değildi. İsmet Paşa (İnönü), “Çağıran devletler” dışişleri bakanlarına gönderdiği 8 Mart 1923 tarihli mektubunda Meriç’in sol kıyısının değil “talveg hattı”nın (vadinin en derin noktalarını birleştiren çizgi) sınır olmasını istedi. Türkiye’nin bu isteği uzun süren görüşmeler sonucunda benimsendi ve talveg hattının batısında kalan Karaağaç kesimi de on beş sayılı protokol ile Türkiye’ye bırakıldı. Burada dikkat çeken bir nokta, sol kıyı-talveg hattı konusunun uzun tartışmalara sebep olmasına karşılık nehrin denize dökülmeden önce Çatal mevkiinde ayrıldığı iki koldan hangisinin sınıra esas teşkil edeceği hususunun hiç tartışılmamasıdır. Batı kolunun varlığı hiç dile getirilmeden (veya bilinmeden) doğrudan doğruya doğu kolunun sınır kabul edilmesi şaşırtıcıdır. O toplantıda eğer batı kolunun varlığı bilinse ya da görüşülüp bu kol sınır kabul edilseydi Türkiye 75 km² civarında fazla bir araziye ve bu arada bazı delta göllerine (Nimfos gölü gibi) sahip olacaktı. Sonraları Meriç’in yatak değiştirmeleriyle ilgili bazı sorunlar ortaya çıkmış ve bunlar 19 Ocak 1963 ve 7 Aralık 1971 (yürürlüğe girmesi 29 Mart 1979) tarihlerinde imzalanan protokollerle çözümlenmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, Cevdet-Nâfia, nr. 696, 2190; Şerîf el-İdrîsî, Nüzhetü’l-müştâķ, Beyrut 1409/1989, II, 796; Pîrî Reis, Kitâb-ı Bahriye, İstanbul 1935, s. 98; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, III, 1420-1421; Enverî, Düstûrnâme (Mélikoff), s. 95, 101, 103, 109; Ahmed Vâsıf, Mehâsinü’l-âsâr, İÜ Ktp., TY, nr. 6013, vr. 272a; K. Miller, Mappae Arabicae: Arabische Weltund Länderkarten, Stuttgart 1927 → (ed. Fuat Sezgin), Frankfurt 1994, II, 122, 126; Nahid Sırrı, Bir Edirne Seyahatnamesi, Ankara 1941, s. 11, 12, 16, 20; Gökbilgin, Edirne ve Paşa Livâsı, s. 12, 18, 181-182, 216, 242, 282, 294, 393, 501; Nihat Erim, Devletlerarası Hukuku ve Siyasî Tarih Metinleri, Ankara 1953, I, 459, 460-461; Ahmet Ardel, “Le delta du Meriç et la région côtières des environs d’Enez”, Inqua International Assocation on Quaternary Research VIth Congress, Warsaw 1961, s. 176; a.mlf., “Marmara Bölgesinde Coğrafî Müşahedeler”, İÜ Coğrafya Enstitüsü Dergisi, sy. 7, İstanbul 1956, s. 13, 14, 15; a.mlf., “Keşan-Enez Bölgesinde Coğrafî Müşahedeler”, a.e., sy. 10 (1959), s. 140-141, 142-143; a.mlf.,


“Edirne ile İpsala Arasında Meriç Vadisi, Taban ve Vadinin Batı Tarafında Kalan Kenar Bölgesi”, a.e., sy. 11 (1960), s. 118-121; Besim Darkot, “Edirne (Coğrafî Giriş)”, Edirne: Edirne’nin 600. Fetih Yıldönümü Armağan Kitabı, Ankara 1965, s. 3; a.mlf. - Metin Tuncel, Marmara Bölgesi Coğrafyası, İstanbul 1981, s. 2, 39, 45, 60, 76, 98, 108, 110-111; Lozan Barış Konferansı: Tutanaklar Belgeler (trc. Seha L. Meray), Ankara 1969-72, I/1, s. 20, 25, 26, 33, 34, 44, 45, 46, 48, 52, 91, 181; I/2, s. 54; IV/1, s. 22, 29; Kemal Göçmen, Aşağı Meriç Vadisi Taşkın Ovası ve Deltasının Alüviyal Jeomorfolojisi, İstanbul 1976, tür.yer.; a.mlf., “Enez Limanının Değişen Öneminde Meriç Deltasının Etkileri”, GDAAD, sy. 2-3 (1974), s. 253-266; Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi, Ankara 1983, III/2, s. 478-480; İsmail Soysal, Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları: 1920-1945, Ankara 1983, I, 61, 73, 154; Afif Erzen, “Enez (Ainos) Araştırmaları”, GDAAD, sy. 1 (1972), s. 235, 236, 237; Acun Kurter, “Meriç Nehrinin Akım Özellikleri”, a.e., sy. 4-5 (1976), s. 285-294; Kāmûsü’l-a‘lâm, VI, 4270; S. Soucek, “Merič”, EI² (Fr.), VI, 1014-1015; Abdullah Uçman, “Edirne Üzerine”, İl İl Büyük Türkiye Ansiklopedisi, İstanbul, ts., I, 352; Şerafettin Turan, “Lozan Antlaşması”, DİA, XXVII, 216.

Metin Tuncel