MENÂT

(المناة)

İslâm öncesi Arap toplumundaki putlardan biri.

İslâm’dan önce Arap putperestliğinde üstün varlıkla (Allah) insanlar arasındaki aracı tanrılardan biri de Kur’an’ın bildirdiğine göre (en-Necm 53/19-20), putperest Araplar tarafından Allah’ın kızları olarak kabul edilen Lât ve Uzzâ ile birlikte Menât adlı puttur. Menât, Sâmî panteonunun en eski ilâhlarından biridir. Onun adına, Babilonya verimlilik ilâhesi İştar’ın isimlerinden biri olan Menutum şekliyle Sargon öncesi dönemde de rastlanmaktadır (Bottero, s. 30). Kur’an’da Menât kelimesi elif harfiyle olduğu gibi vav harfiyle “منوة” olarak da yazılmaktadır ki Lihyânî dilinde manat ve Nabatî dilinde manawatu şeklindedir (Wellhausen, s. 28; Lidzbarski, I-II, 313; Winnett, XXX [1940], s. 119). Milâttan önce V ve IV. yüzyıllara ait Lihyânî metinlerinde Allah ve üç ilâhe inancına tesadüf edildiği gibi Semûdî ve Nabatî belgelerinde de Menât adı geçmektedir (Winnett, XXX [1940], s. 116). Kitâb-ı Mukaddes’te “mnv” kökündeki v, i harfine dönüşmekte ve kelime Meni şeklini almaktadır (İşaya, 65/11), Sallier papirüsünde Meni, Mısır dininde ilâh Ptah’ın evindeki dokuzlu ilâh grubunda yer alan bir Sâmî ilâh diye takdim edilmektedir (Pritchard, s. 250). Meni, Bâbil esareti sonrasında bazı yahudilerin taptığı kader kısmet putunun adıdır ve Menât’ın karşılığı olarak kabul edilmektedir (IDB, III, 350).

Gerek Menât gerekse Meni isminin menşei olan ve bütün Sâmî dillerde bulunan “mnv” (mny) kökü “saymak” yani “hayatın günlerini saymak”, dolayısıyla “ölüm” (meniyye) ve “paylaşmak” (herkese hissesini vermek, dolayısıyla kader, tâlih) anlamlarına gelmektedir (Bezold, s. 176; Gesenius - Buhl, s. 43 vd.; IDB, III, 350). Müslüman dilciler de Menât kelimesinin “kader” veya “ölüm“ mânasındaki “mnv” (mny) kökünden gelmiş olabileceğini belirtmektedir (Lisânü’l-ǾArab, “mny” md.; Tâcü’l-Ǿarûs, “mny” md.). Kelimenin “kesmek” anlamına geldiği, taştan özel bir şekilde kesildiği için Menât’a bu adın verildiği de nakledilmektedir (Mustafavî, XI, 188). Yâkūt ise Menât’ın “kader, ölüm” veya “imtihan” mânasındaki menâdan gelmiş olabileceğini belirtmektedir (MuǾcemü’l-büldân, V, 205). Menât kelimesi, muadili olan Grek-Roma kader ilâhlarının isimleriyle (Tukhai ve Fortunae) aynı anlamdadır. Bu kullanım Semûd ve Nabatî dillerinde de vardır (van Branden, s. 110). Palmir’de Menât kader ilâhesi Nemesis gibi bir platform üzerine oturmuş, elinde bir âsa tutar vaziyette tasvir edilmiştir (Starky, s.103).

İbnü’l-Kelbî’ye göre Menât, Araplar’ın taptıkları putların en eskisiydi ve bütün Araplar ona saygı gösteriyordu. Fedek’te olduğu da rivayet edilmekle birlikte (Ya‘kūbî, I, 255) Menât, Mekke ile Medine arasında Kudeyd’e yakın, Medine’ye 15 km. mesafedeki Müşellel denilen yerde deniz kenarında Hüzeyl kabilesine ait siyah bir kaya idi. Menât’a ait bir ev, hediyelerin konulduğu bir oda ve bekçi vardı.

Menât’ın bir kayadan ibaret olduğu, kesilen kurbanların kanları orada akıtıldığı için bu adın verildiği ileri sürüldüğü gibi taştan yontulmuş, deniz kenarında dikili bir heykel olduğu da nakledilmektedir. Menât sunağında kurban kesilmesi onun yağmur yağdırması içindir. Bu da gösteriyor ki Menât rüzgârı estiren, bulutları getiren ve yağmur yağdıran bir ilâhtır; dolayısıyla onun deniz ve su ile alâkası vardır ve belki de bu sebepten onu sembolize eden kaya deniz kenarına dikilmiştir (Cevâd Ali, VI, 247). Evs ve Hazrec kabileleri başta olmak üzere Araplar buraya o kadar çok önem veriyorlardı ki Menât’ı ziyaret edip başlarını tıraş etmedikçe Mekke’de yaptıkları haccın tamam sayılmadığına inanıyorlardı.

Menât Mâbedi, Mekke fethinin ardından çevredeki putları yıkmak için çeşitli birliklerin gönderilmesi çerçevesinde, 25 Ramazan 8 (16 Ocak 630) tarihinde Hz. Peygamber’in görevlendirdiği Sa‘d b. Zeyd el-Eşhelî tarafından ortadan


kaldırılmıştır (İbn Sa‘d, II, 147; Taberî, II, 164). Bu hadisenin Mekke’nin fethi için Medine’den hareket edildikten dört veya beş gece sonra vuku bulduğu, Resûl-i Ekrem’in Menât Mâbedi’ni yıkmak üzere Ali b. Ebû Tâlib’i gönderdiği, onun da mâbedi yıkıp oradan aldıklarını Resûlullah’a getirdiği, içlerinde Gassân Kralı Hâris b. Ebû Şemir el-Gassânî’ye ait “mihzem” ve “resûb” adında iki kılıcın da olduğu ve Hz. Peygamber’in bu kılıçları Hz. Ali’ye verdiği de rivayet edilmiştir. Fakat aynı kaynaklar, bu kılıçların Tay kabilesinin putu olan Füls (Fils veya Fels) Mâbedi’nde bulunduğunu da nakletmektedir (İbnü’l-Kelbî, s. 30; Yâkūt, V, 205). Bir rivayette ise putu yıkmaya Ebû Süfyân b. Harb’in gönderildiği belirtilir (İbn Hişâm, I, 90).

Hadislerde, ensarın müslüman olmadan önce Menât putuna Müşellel’de ibadet ettiği ve bunun için ihrama girdiği, müslüman olduktan sonra ise Safâ ile Merve arasındaki sa‘y konusunda şüpheye düştüğü için Bakara sûresinin 158. âyetinin indirildiği bildirilmektedir (Buhârî, “Ĥac”, 79; “ǾUmre”, 10; “Tefsîr”, 2/21; Müslim, “Ĥac”, 260, 261, 263).

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “mny” md.; Tâcü’l-Ǿarûs, “mny” md.; Mustafavî, et-Tahķīķ, XI, 188; Buhârî, “Ĥac”, 79, “ǾUmre”, 10, “Tefsîr”, 2/21; Müslim, “Ĥac”, 260, 261, 263; İbnü’l-Kelbî, Putlar Kitabı: Kitâb al-Asnâm (trc. Beyza Düşüngen), Ankara 1969, s. 29-30; İbn Hişâm, es-Sîre (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Beyrut, ts. (Dârü’l-fikr), I, 90; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, II, 146-147; Ya‘kūbî, Târîħ, I, 255; Taberî, Târîħ, Beyrut 1987, II, 164; Zemahşerî, el-Keşşâf, Riyad 1998, V, 643; Yâkūt, MuǾcemü’l-büldân, V, 204-205; J. Wellhausen, Reste arabischen Heidentums, Berlin 1897, s. 28; M. Lidzbarski, Handbuch der Nordsemitischen Epigraphik, Weimar 1898, I-II, 313; C. Bezold, Babylonisch-assyriches Glossar, Heidelberg 1926, s. 176; W. Gesenius - Fr. Buhl, Hebräisches und aramäisches Handwörterbuch über des Alte Testament, Berlin 1949, s. 43 vd.; J. B. Pritchard, Ancient Near Eastern Texts Relating to the Old Testament, Princeton 1950, s. 250; A. van Branden, Les inscriptions thamoudéennes, Louvain 1950, s. 110; J. Starky, Palmyre, Paris 1952, s. 103; J. Bottero, “Les divinités sémitiques anciennes en Mesopotamie”, Le antiche divinita semetiche (ed. S. Moscati), Roma 1958, s. 30; Cevâd Ali, el-Mufaśśal, VI, 246-250; F. V. Winnett, “The Daughters of Allah”, MW, XXX (1940), s. 113-130; J. Gray, “Meni”, IDB, III, 350; T. Fahd, “Manāt”, EI² (Fr.), VI, 358.

Tevfîk Fehd