MEN ve SELVÂ

(المنّ و السلوى)

İsrâiloğulları’na çölde mûcizevî bir şekilde verilen iki temel yiyeceğin adı.

Sözlükte “ihsan etmek, nimet vermek; başa kakmak” anlamlarına gelen menn kökünden türetilen men İsrâiloğulları’na çölde verilen ve kudret helvası olarak bilinen yiyeceğin adıdır (Lisânü’l-ǾArab, “mnn” md.). Yunanca, Latince ve Batı dillerinde man veya manna (manne) olarak geçen kelimenin İbrânîce ve Ârâmîce’deki karşılığı mândır (Kohler - Baumgartner, II, 596-597). Bu yiyeceğin isminin, İsrâiloğulları’nın onu çölde ilk defa gördüklerinde Mûsâ’ya sordukları “mân hû (o nedir?)” sorusundan (Çıkış, 16/15, 31) veya Ârâmîce ve İbrânîce’de “ne, kim” anlamındaki “man”dan geldiği de ileri sürülmüştür (JE, VIII, 292). Öte yandan o bölgede yaşayan Araplar’ın ılgın (tamaris) ağacının salgıladığı tatlı sıvı için “mennü’s-semâ” (göğün ihsanı) dedikleri, İbrânîce’ye buradan geçmiş olabileceği (Cohen, s. 440), Eski Mısırlılar’ın aynı maddeyi mennu diye adlandırdıkları belirtilmektedir (DB, IV/1, s. 657).

Tevrat’ta ifade edildiğine göre Mısır’dan çıktıktan sonra Sînâ çölüne gelen İsrâiloğulları, Mısır’daki et ve ekmekten mahrum kaldıkları için şikâyetçi olunca Rab Yahova onlara gökten ekmek yağdıracağını, sabah ekmek, akşam et yiyeceklerini ve ekmeği günlük olarak toplayacaklarını, cuma günü ise cumartesinin hissesini de alacaklarını, çünkü o gün man verilmeyeceğini bildirir. Akşam bıldırcınlar çevreyi kaplar, sabah olunca da yağan çiğ kalktığında toprağın üzerinde kırağı gibi küçük ve yuvarlak şeyler (pulcuklar) görürler ve bunun Rabb’in vermeyi vaad ettiği ekmek (man) olduğunu öğrenirler. Kişi başına ancak bir ölçek (yaklaşık 3,5 litre) toplanacak olan man o gün tüketilecek, ertesi sabaha bırakılmayacaktır. Bu kurala uymayanların


topladıkları fazla miktar ise ertesi sabah kurtlanıp kokmaktadır (Çıkış, 16/2-30). Man, Sînâ yarımadasında sadece İsrâiloğulları’nın bulunduğu bölgeye gece boyunca çiğ gibi yağmış, çölde kaldıkları kırk yıl süresince bir rivayete göre Ken‘ân diyarı sınırına, diğer bir rivayete göre ise Gilgal’e gelinceye kadar man yemişlerdir (Çıkış, 16/2-35; Yeşu, 5/12); sonraki nesiller bu nimeti görsünler diye Mûsâ, Hârûn’dan testi içinde bir ölçek man saklamasını istemiştir (Çıkış, 16/32-34). Manın kırağı şeklinde küçük ve yuvarlak, kişniş tohumu gibi beyaz ve ak günnük görünüşünde olduğu, lezzetinin ballı yufkaya benzediği belirtilmektedir (Çıkış, 16/14, 31). Man hiçbir işleme tâbi tutulmaksızın tabii haliyle yenebildiği gibi ondan çeşitli yiyecekler de yapılıyordu. İsrâiloğulları manı toplar, değirmende öğütür veya havanda döverek tencerede haşlar, pide yaparlardı ve bu taze yağ tadında olurdu (Sayılar, 11/8).

Manın mahiyetiyle ilgili araştırmalar yapılmış, İsrâiloğulları’na verilen bu ilâhî yiyecekle Sînâ’da düzenli biçimde meydana gelen tabii bir olay arasında ilişki kurulmak istenmiştir. Tamarisin reçinesinin Tevrat’ta sözü edilen man olduğu ileri sürülmüş, yahudi yazarı Josephus manın kendi döneminde de yağmakta olduğunu kaydetmiş, Hıristiyanlığın ilk devirlerinde Sînâ’da yaşayan keşişler Kitâb-ı Mukaddes’teki man ile tamaris çalılıklarının mahsulünü aynı saymışlardır (IDB, III, 260).

Rabbânî literatüre göre man yaratılış şabatının arefesinde şafak vakti yaratılan on şeyden biridir. O göklerde melekler tarafından öğütülmekte, dürüst insanların ileride kullanmaları için hazırlanmakta ve “meleklerin ekmeği” diye adlandırılmaktadır. Çünkü onu yiyenler melekler gibi güçlü olmaktadır. O yiyen kişinin istediği yemeğin tadını almakta, çocuk için süt, genç için et, yaşlı için bal tadına dönüşmektedir (The Mishnah, Aboth, 5/6). Îsâ mandan “gökten gelen ekmek”, Pavlus “ruhanî yiyecek” diye bahsetmektedir (Yuhanna, 6/31-65; Korintoslular’a I. Mektup, 10/3).

İsrâiloğulları’na verilen yiyeceklerden biri de Arapça’da selvâ, İbrânîce’de şelâv denilen bıldırcın kuşu olup kelime Tevrat’ta iki yerde geçmektedir. Birincisinde İsrâiloğulları’nın et yokluğundan şikâyet etmeleri üzerine akşamleyin bıldırcınların çıkıp ordugâhı kapladığı (Çıkış, 16/13), ikincisinde yine şikâyet üzerine denizden esen rüzgârın bıldırcınları getirdiği, halkın o gün ve o gece ile ertesi gün bıldırcın topladığı bildirilir (Sayılar, 11/31-32; Mezmurlar, 78/26-29).

Kur’ân-ı Kerîm’de İsrâiloğulları’nın çöldeki hayatı nakledilirken üç yerde (el-Bakara 2/57; el-A‘râf 7/160; Tâhâ 20/80) onlara verilen nimetlerden olmak üzere men ve selvâdan bahsedilmektedir. Taberî mennin ağaçtan sızan reçine, bal, sütten beyaz ve baldan tatlı bir yiyecek olduğu, ağaçların üzerine düştüğü, kar gibi İsrâiloğulları’nın üzerine yağdığı, yenilen, pişirilip içilen bir yiyecek olduğu şeklindeki farklı rivayetleri aktarmıştır (CâmiǾu’l-beyân, I, 293-295). Fahreddin er-Râzî, fecir vaktinden güneşin doğmasına kadar her insan için belli miktarda kar gibi yağan bir yiyecek (Mefâtîĥu’l-ġayb, III, 87), İbn Kesîr de bal gibi gökten indirilen ve su katılarak tüketilen bir içecek, tek başına yenildiği gibi başka yiyeceklere de katılan bir yiyecek (Tefsîrü’l-Ķurǿân, I, 406-408) olduğunu belirten rivayetleri kaydetmiştir. Müfessirler, selvânın da Allah tarafından İsrâiloğulları’na yetecek kadar yemeleri için gönderilen bıldırcın, bıldırcın kuşuna benzer bir kuş veya bıldırcından daha büyük güvercin gibi besili bir kuş olduğu şeklinde farklı rivayetler nakletmişlerdir (Taberî, I, 295-296; Fahreddin er-Râzî, III, 87).

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “mnn” md.; Ch. Cohen, “Manna”, The Oxford Dictionary of the Jewish Religion (ed. R. J. Z. Werblowsky - G. Wigoder), New York 1997, s. 440-441; Taberî, CâmiǾu’l-beyân, I, 293-296; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, III, 87; İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ķurǿân (nşr. Mustafa es-Seyyid Muhammed v.dğr.), Kahire 1421/2000, I, 406-408; H. Lesetre, “Manne”, DB, IV/1, s. 656-663; a.mlf., “Caille”, a.e., II/1, s. 33-37; J. L. Mihelic, “Manna”, IDB, III, 259-260; W. S. McCullough, “Quail”, a.e., III, 973; The Mishnah (trc. Herbert Danby), Oxford 1992, Aboth, 5/6; L. Kohler - W. Baumgartner, The Hebrew and Aramaic Lexicon of the Old Testament, Leiden 1995, II, 596-597; M. Seligsohn, “Manna”, JE, VIII, 292-294; J. Feliks, “Manna”, EJd., XI, 883-886; a.mlf., “Quail”, a.e., XIII, 1420; F. Viré, “Salwā”, EI² (Fr.), VIII, 1041-1042.

Ömer Faruk Harman