MEHMED EFENDİ, Hocazâde

(ö. 1024/1615)

Osmanlı şeyhülislâmı.

28 Şâban 975 (27 Şubat 1568) tarihinde Bursa’da doğdu. Babası Osmanlı tarihçisi ve âlimi Hoca Sâdeddin Efendi’dir. İlk eğitimini babasından aldı. Ayrıca Molla Tevfik’ten ve başka hocalardan özel dersler gördü. Kısa ve parlak bir tahsil hayatından sonra yine babasından mülâzemet aldı ve onun nüfuzu ile ilmiye derecelerini birbiri ardınca aştı. Mevcut teamülleri zorlayan bu yükseliş, babasının hocalık yaptığı III. Murad dahil olmak üzere birçok kimseyi rahatsız etti ve tenkitlere yol açtı. 994 Cemâziyelevvelinde (Mayıs 1586) İsmihan Sultan Medresesi müderrisliği pâyesiyle ilmiye mesleğinde göreve başladı. Cemâziyelâhir 997’de (Nisan 1589) Sahn-ı Semân müderrisliği pâyesini aldı. Rebîülâhir 999’da (Şubat 1591) Yavuz Sultan Medresesi’ne, aynı yıl içinde Süleymaniye Medresesi’ne müderris oldu.

Şevval 1000’de (Temmuz 1592) Mekke kadılığına getirildi (Selânikî, s. 278). Cemâziyelâhir 1001 (Mart 1593) tarihinde istifa etti ve kendisine 120 akçe emekli maaşı bağlandı. Ardından Cemâziyelevvel 1004’te (Ocak 1596) İstanbul kadısı, iki ay sonra Damad Efendi yerine Anadolu kazaskeri oldu. Aynı yıl başlayan III. Mehmed’in Eğri seferine babasıyla birlikte katıldı ve padişahın yakınında yer aldı. Daha sonra İstanbul’daki törenlerde çok defa babasının yanında kardeşleri Esad ve Aziz efendilerle beraber bulundu (Selânikî, s. 691, 812). Babası siyasî çekişme içinde olduğu rakiplerinin tesiriyle gözden düşüp 9 Cemâziyelâhir 1005’te (28 Ocak 1597) padişah hocalığından alındığında o da kazaskerlikten azledildi. Hoca Sâdeddin’in yeniden güç kazanıp 1006’da (1598) şeyhülislâmlık makamına getirilmesi üzerine Zilkade 1007’de (Haziran 1599) Rumeli kazaskeri oldu. Babasının 12 Rebîülevvel 1008’de (2 Ekim 1599) vefatının ardından 20 Ramazan 1009’da (25 Mart 1601) görevden alınınca inzivaya çekildi. 2 Safer 1010’da (2 Ağustos 1601) Sun‘ullah Efendi’nin yerine şeyhülislâm olduysa da 22 Receb 1011’de (5 Ocak 1603) azledildi ve Sun‘ullah Efendi tekrar şeyhülislâmlığa getirildi. 20 Safer 1017’de (5 Haziran 1608) dördüncü defa mâzul olan Sun‘ullah Efendi’nin yerine şeyhülislâmlığa tayin edildi ve ölümüne


kadar bu makamda kaldı. 5 Cemâziyelâhir 1024’te (2 Temmuz 1615) vebadan ölen Mehmed Efendi’nin mezarı Eyüp’te babasının türbesi içerisindedir. Toplam şeyhülislâmlık süresi sekiz buçuk yıldır. Rumeli kazaskerliği zamanında çeşitli vesilelerle mülâzemet verilen 166 ilmiye adayı ile ilgili müstakil bir rûznâmçe defteri bulunmaktadır (İstanbul Şer‘iyye Sicilleri Arşivi, Rumeli Kazaskerliği Rûznâmçeleri, nr. VII).

Şeyhülislâmlığı döneminde çeşitli idarî ve siyasî hadiselerde etkili olan Mehmed Efendi’nin babasının siyasetini sürdürdüğü, devlet erkânı arasında özellikle Nasuh Paşa ile anlaşmazlığa düştüğü kaynaklarda zikredilir. Bayramlarda sadrazamların şeyhülislâmı ziyareti âdet olduğu halde Sadrazam Nasuh Paşa’nın onun ziyaretine gitmediği, durumdan haberdar olan I. Ahmed’in emri üzerine Nasuh Paşa’nın kıyafet değiştirip bir kayıkla Mehmed Efendi’nin yalısına gidip hiç oturmadan bayramını tebrik ederek ayrıldığı belirtilir. Onun Nasuh Paşa ile olan çekişmesinde sadrazamın ilmiye mensuplarının tayin işine karışmasının etkili olduğu anlaşılmaktadır. Nasuh Paşa bazı medrese ve kadılıkları padişaha re’sen arzedince I. Ahmed, “Şeyhülislâmın göreceği işe niçin müdahale ediyorsun?” demiş, bunun üzerine sadrazam, Ebüssuûd Efendi’nin tezkiresini göstererek, “Bu benim vazifemdir, selefte vüzerâ göregelmiştir” diyerek izin almışsa da bu müdahale sadece onun zamanına münhasır kalmıştır (Uzunçarşılı, İlmiye Teşkilâtı, s. 179).

Mehmed Efendi’nin ilmiye derece ve makamlarına hızla gelişinde babasının rolü dönemin bazı şairleri tarafından eleştirilmiştir. Ulemâ çocuklarına ayrıcalık tanınması ve onların daha küçük yaşlarda üst makamlara yükselmelerinin sistemleşmesinde Hoca Sâdeddin Efendi’nin oğulları örnek olarak gösterilmiştir. Hoca Sâdeddin’in Mehmed Efendi’yi yirmi dört yaşında Mekke kadısı, arkasından İstanbul kadısı tayin ettirmesi üzerine bir şair, “... Oldu kādî-i şehr-i İstanbul / On ikide on üçte bir çelebi / Şimdi oğlancık oyununa döndü / Hizmet-i muktezâ-i şer‘-i nebî / Saldı oğluyla dehre bir âteş / Gör babası olan Ebû Leheb’i” diyerek ağır eleştiride bulunmuştur. Yine III. Mehmed’in Hoca Sâdeddin’e güvendiğini, fakat onun genç oğlu Mehmed’i Anadolu kazaskerliği, küçük oğlu Esad’ı Edirne kadılığı için arzetmekle ulemâ arasında sultanı mahcup, kendisini rezil ettiğinden yakındığı belirtilir (Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, III/1, s. 124).

Bu tür suçlamalara rağmen Mehmed Efendi’nin iyi yetişmiş bir âlim olduğu, Türkçe, Arapça ve Farsça şiir ve nesirleri bulunduğu bilinmektedir. Babasının Tâcü’t-tevârîh adlı eserinin zeyli durumundaki İbtihâcü’t-tevârîh’in üçte ikisini kendisi hazırlamış, fakat Kanûnî Sultan Süleyman dönemini ihtiva eden bu eser tamamlanamamıştır. Mehmed Efendi kitabın girişinde babasının notlarını düzenlediğini ve kardeşiyle birlikte yer yer ilâvelerde bulunduğunu ifade eder. Ahmet Akgün tarafından eser üzerinde bir doktora tezi hazırlanmıştır (bk. bibl.). Mehmed Efendi’nin ayrıca döneminde yazılmış bazı eserlerin başında takrizleri vardır. III. Murad’ın emri üzerine Abdülkādir-i Geylânî’nin menâkıbını tercümeye girişen Hoca Sâdeddin, oğulları Mehmed ve Esad efendilerin yardımı ile bunu altı ayda tamamlamıştır (Peçuylu İbrâhim, II, 451-452). İlmiyye Salnâmesi’nde yedi özgün fetvası ve imzası bulunmaktadır (s. 428-431).

BİBLİYOGRAFYA:

İstanbul Şer‘iyye Sicilleri Arşivi, Rumeli Kazaskerliği Rûznâmçeleri, nr. VII; Hocazade Mehmed Efendi’nin İbtihâcü’t-tevârîhi (haz. Ahmet Akgün, doktora tezi, 1995), İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; Selânikî, Târih, tür.yer.; Peçuylu İbrâhim, Târih, II, 451-452; Atâî, Zeyl-i Şekāik, s. 575-577; Kâtib Çelebi, Fezleke, I, 372; Naîmâ, Târih, I-II, tür.yer.; İlmiyye Salnâmesi, s. 426-431; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, III/1, s. 123-124; III/2, s. 459, 460; a.mlf., İlmiye Teşkilâtı, s. 73, 179-180; Danişmend, Kronoloji, III, 527, 528; Mehmet İpşirli, “Osmanlı İlmiye Teşkilatında Mülazemet Sisteminin Önemi ve Rumeli Kadıaskeri Mehmed Efendi Zamanına Ait Mülazemet Kayıtları”, GDAAD, sy. 10-11 (1983), s. 221-231.

Mehmet İpşirli