MÂNİ‘

(المانع)

Şer‘î bir hükmün veya sebebinin gerçekleşmesini engelleyen vasıf ya da durum anlamında fıkıh usulü terimi.

Sözlükte “mahrum etmek, vermemek, engel olmak” gibi mânalara gelen men‘ kökünden ism-i fâil olan mâni‘ kelimesi, fıkıh usulünün tedvini ve terimleşmesi sürecinde bu ilim dalında özel bir anlam kazanmış, “varlığı sebebe hüküm bağlanmaması veya sebebin gerçekleşmemesi sonucunu doğuran açık (zâhir) ve istikrarlı (munzabıt) vasıf” şeklinde tanımlanmıştır (Şevkânî, s. 6).

Fıkıh usulünde şer‘î hüküm “şâriin iktizâ, tahyîr ve vaz‘ bakımından mükelleflerin fiillerine ilişkin hitabı veya bu hitabın neticesi” olarak tarif edilip teklifî ve vaz‘î olmak üzere iki kısma ayrılır. Bunlardan vaz‘î hüküm “şâriin bir şeyi başka bir şey için sebep, şart veya mâni‘ kılması”


(iki durum arasında böyle bir bağın bulunması) şeklinde tanımlandığında mâni‘ vaz‘î hükmün bir çeşidinin adı olmaktadır (bk. HÜKÜM). Nitekim Fahreddin er-Râzî, İbnü’l-Hâcib ve Şevkânî vaz‘î hükümleri sebep, şart ve mâni‘ olarak üç kısımda (el-Maĥśûl, I, 24; Müntehe’l-vüśûl, II, 7-8; İrşâdü’l-fuĥûl, s. 5-6); Âmidî sebep, mâni‘, şart, sıhhat, butlân ve azîmet-ruhsat olmak üzere altı kısımda (el-İĥkâm, I, 118-123); Şâtıbî ise sebep, şart, mâni‘, sıhhat-butlân ve azîmet-ruhsat olmak üzere beş kısımda (el-Muvâfaķāt, I, 187) incelemektedir. Zerkeşî buna edâ-kazâ-iade grubunu da ilâve eder (el-Baĥrü’l-muĥîŧ, I, 336-340). Usulcüler içerisinde mâni‘ kavramı hakkındaki en geniş doktriner değerlendirmeleri yapan kişi Şâtıbî’dir. Bunun sebebi hüküm konusunun Şâtıbî’nin “makāsıdü’ş-şerîa” nazariyesinin en önemli unsurlarından birini teşkil etmesi olmalıdır. Klasik dönem usulcülerinin bir kısmı vaz‘î hükmü farklı tasniflere tâbi tutar ve mânii vaz‘î hükmün müstakil bir çeşidi olarak görmez (Gazzâlî, I, 93-99; Sadrüşşerîa, II, 130-131; Molla Hüsrev, s. 285). Mânii vaz‘î hükmün müstakil bir çeşidi olarak inceleyen usulcülerin bu kavramı açıklarken verdikleri örneklerin büyük çoğunluğu, aralarında Hanefîler’in ağırlıkta olduğu diğer usulcülerin ruhsat ve azîmet konusunda verdikleri örneklerle büyük ölçüde benzeşmekte (krş. Şemsüleimme es-Serahsî, I, 117-124; Şâtıbî, I, 285-291), dolayısıyla ikinci grubun mânii ruhsat ve azîmet kavramları çerçevesinde değerlendirdiği görülmektedir. Öte yandan Hanefî usulcüleri, illetin tahsisinin cevazı tartışmasıyla bağlantılı olarak hükmün mâniini beş grupta ele alırlar (Sadrüşşerîa, II, 87-89; Bihârî, II, 277-278, 281).

Mânii, vaz‘î hükmün müstakil bir çeşidi olarak inceleyen usulcüler onu sebebin ve hükmün mânii olmak üzere iki kısma ayırır. Sebebin mânii varlığı kesin olarak sebebin hikmetini ihlâl eden bir vasıftır. Bu durumda sebebin şartlarından biri ortadan kalkmış demektir. Meselâ zekât için gerekli olan nisab miktarı mala sahip bir kişinin üzerinde bu miktarı etkileyen bir borcun bulunması bu tür bir mâni‘dir. Çünkü zekâtın vücûb sebebi nisab miktarına mâlik olmaktır. Bu borç zekâtın vâcip olma sebebinin gerçekleşmesini engellemektedir. Hükmün mânii varlığı sebebin hükmünün zıddını gerektiren bir vasıftır. Burada sebep gerçekleştiği ve şartları bulunduğu halde ona hükmün bağlanmaması sonucunu doğuran bir durum söz konusudur. Meselâ vârisin mûrisini kasten öldürmesi, “Kātil mirasçı olamaz” hadisi gereği (Müsned, I, 49; Dârimî, “Ferâǿiż”, 41; Ebû Dâvûd, “Diyât”, 18) onun hakkında miras hükmünün doğmasına engel olur. Burada, miras hükmünün sebebi olan akrabalık veya evlilik bağı mevcut olsa ve hüküm için gerekli şartlar gerçekleşmiş bulunsa bile mûrisini öldürme mânii miras hükmünün doğmasını engellemektedir. Aynı şekilde kātilin maktulün babası olması durumunda, “Babaya çocuğuna karşılık kısas uygulanmaz” hadisi gereği (Tirmizî, “Diyât”, 9) Mâlikîler dışındaki İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre kātile kısas cezası uygulanmaz. Zira burada kısas hükmünün sebebi olan kasıt ve düşmanlık mevcut ve bu cezanın uygulanması için gerekli şartlar yerine gelmiş olsa bile babalık kısas hükmünün sübûtuna engeldir. Sebepleri gerçekleştiği halde hayız ve nifasın namazın vücûbuna, din farklılığının mirasa engel olması da böyledir. Mâni‘ illeti ve hükmü hangi aşamada engellediğine göre de bazı ayırımlara tâbi tutulmaktadır (Debûsî, s. 334-335; Zerkeşî, I, 311).

Mâni‘ teklifî hükümlerle ilişkileri açısından üç kategoride ele alınır. Birincisi teklifî hükümle birleşmesi imkânsız olan mâni‘lerdir; uyku, delilik ve baygınlık gibi aklın gitmesinde etkili olan mâni‘ler böyledir. Bu tür mâni‘ler teklifî hitap için gerekli olan ehliyeti ortadan kaldırır. Zira aklı başında olmayan kimsenin herhangi bir teklifle yükümlü tutulması mümkün değildir. İkincisi teklifin aslı ile birleşmesi düşünülebilen mâni‘lerdir ve bunlar da teklifin aslını ortadan kaldırır. Meselâ murdar et veya domuz eti yemeyi ya da içki içmeyi mubah kılabilecek herhangi bir zaruret hali böyledir. Bu durumlarda teklifin aslı yani haramlık hükmü ortadan kalkmaktadır ki buna Hanefîler’de “ıskat ruhsatı” adı verilir. Üçüncü kategorideki mâniler ise teklifin aslını ortadan kaldırmayıp sadece onun lüzumunu ortadan kaldırarak muhayyerliğe çevirir. Buna da “terfih ruhsatı” denilir. Meselâ hastalık cuma namazının vücûbuna mâni‘dir. Ancak hasta bir kimse cuma namazını kılarsa namazı sahih olur.

Şer‘î hükmün veya onun sebebinin gerçekleşmesi konusunda çok önemli role sahip olan mâni‘lerin, teklifî hüküm kapsamındaki dinî değeri ve emredilen / yasaklanan bir husus olması dışında vaz‘î hüküm olarak mükellefler tarafından ortaya konulması veya ortadan kaldırılması yönünde şâriin özel bir kastı bulunmamaktadır (M. Sellâm Medkûr, s. 153). Mükellefin irade ve kastının mânie etkisi de önemli bir metodolojik sorundur. Mükellefin şer‘î bir mânii emredildiği veya yasaklandığı ya da muhayyer bırakıldığı şekilde ifa ya da terketmesi zorunludur. Mükellefin kendiliğinden herhangi bir mâni‘ ortaya koyma veya ortadan kaldırmaya yönelik girişimine gelince, onun yöneldiği mâni‘ şer‘an da kabul edilmiş bir mâni‘ ise bu takdirde onun kastı şâriin maksadına uygun düşmüş demektir ve bu tür şer‘î bir mâni‘ normal olarak kendi fonksiyonunu icra eder. Ancak mükellefin yöneldiği mâni‘ şer‘an kabul edilmemiş veya yok hükmünde bir mâni‘ ise bu tür bir mâniin dinî bir değeri yoktur ve hukuken de yok hükmündedir. Zira burada mükellef, şer‘î bir hükmün sebebi tahakkuk ettiği halde söz konusu hükmü iptal etmek için kendiliğinden mâni‘ler icat etmeye kalkışmakta ve böylece şâriin maksadına muhalefet etmektedir. Meselâ nisaba mâlik olan bir kimse, kendisinden zekâtı düşürmek amacıyla ve yıl geçince de kullanmadan iade etmek kastıyla borç alacak olsa onun bu borcu yani mânii yok hükmündedir ve o zekâtla mükelleftir.

BİBLİYOGRAFYA:

Müsned, I, 49; Dârimî, “Ferâǿiż”, 41; Ebû Dâvûd, “Diyât”, 18; Tirmizî, “Diyât”, 9; Debûsî, Taķvîmü’l-edille fî uśûli’l-fıķh (nşr. Halîl Muhyiddin el-Mîs), Beyrut 1421/2001, s. 334-335; Şemsüleimme es-Serahsî, el-Uśûl (nşr. Ebü’l-Vefâ el-Efgānî), Haydarâbâd 1372 → Beyrut 1393/1973, I, 117-124; Gazzâlî, el-Müstaśfâ, Bulak 1324, I, 93-99; Fahreddin er-Râzî, el-Maĥśûl, Beyrut 1408/1988, I, 24; Seyfeddin el-Âmidî, el-İĥkâm fî uśûli’l-aĥkâm, Kahire 1387/1968, I, 118-123; İbnü’l-Hâcib, Müntehe’l-vüśûl, Bulak 1403/1983, II, 7-8; Karâfî, el-Furûķ, Kahire 1347 → Beyrut, ts. (Âlemü’l-kütüb), I, 110-112; Sadrüşşerîa, et-Tavżîĥ fî ĥalli ġavâmiżi’t-Tenķīĥ (Teftâzânî, et-Telvîĥ içinde), Kahire 1377/1957, II, 87-89, 130-131; Şâtıbî, el-Muvâfaķāt, I, 187, 265-266, 273-291; Zerkeşî, el-Baĥrü’l-muĥîŧ (nşr. Abdülkādir Abdullah el-Ânî), Küveyt 1413/1992, I, 310-312, 336-340; Molla Hüsrev, Mirǿâtü’l-uśûl, İstanbul 1296, s. 285; Bihârî, Müsellemü’ŝ-ŝübût fî uśûli’l-fıķh (Gazzâlî, el-Müstaśfâ içinde), Bulak 1324, II, 277-278, 281; Şevkânî, İrşâdü’l-fuĥûl, Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), s. 5-6; M. Ebû Zehre, Uśûlü’l-fıķh, Kahire, ts. (Dârü’l-fikri’l-Arabî), s. 62-64; M. Sellâm Medkûr, Mebâĥiŝü’l-ĥükm Ǿinde’l-uśûliyyîn, Kahire 1379/1959, s. 150-154; Saîd Ali M. el-Humeyrî, el-Ĥükmü’l-vađǾî Ǿinde’l-uśûliyyîn, Mekke 1405/1984, s. 261-288; Abdülazîz b. Abdurrahman b. Ali er-Rebîa, el-MâniǾ Ǿinde’l-uśûliyyîn, Riyad 1407/1987, s. 109-178; Zekiyyüddin Şa‘bân, İslâm Hukuk İlminin Esasları (trc. İbrahim Kâfi Dönmez), Ankara 1990, s. 232.

Ferhat Koca