MÂLÜLBEY‘A

(مال البيعة)

Halife ve hükümdarlar tarafından biat sırasında askerler, devlet erkânı ve ilmiye sınıfına dağıtılan cülûs bahşişi.

Resmü’l-bey‘a, hakku’l-bey‘a, sılatü’l-bey‘a, câizetü’l-bey‘a da denilen ve temelde ücretli askerlere ek ödemeden ibaret olan bu uygulamaya bazan asker dışındaki kesimler de dahil edilmiştir. Bunun Emevîler devrinde ve Abbâsîler’in ilk döneminde bilinmediğini ileri sürenler olduğu gibi (EI2 [İng.], VI, 205) Emevî Halifesi I. Yezîd’in, düzenlenen törende yaptığı konuşmanın ardından orada bulunanlara konumlarına göre mal verilmesini, maaşlarının arttırılmasını ve derecelerinin yükseltilmesini emretmesini (Mes‘ûdî, III, 86) uygulamanın ilk örneği olarak görmek de mümkündür. Ancak mâlülbey‘anın sistemli hale gelmesi ve düzenli biçimde uygulanmaya başlaması Abbâsîler zamanında gerçekleşmiştir. Abbâsî Devleti’nin kurucusu Ebü’l-Abbas es-Seffâh’ın Kûfe’de biat aldıktan sonra atıyyeleri 100’er dirhem arttırması (Taberî, VII, 426), veliahtlıktan feragat eden Îsâ b. Mûsâ ile aile efradına Ebû Ca‘fer el-Mansûr tarafından ödenen para (a.g.e., VIII, 25), Muhammed el-Mehdî’nin ölümünün ardından halife olan Mûsâ el-Hâdî’nin ayaklanan askerlere iki yıllık maaşlarını peşin olarak ödemesi (a.g.e., VIII, 188) gibi uygulamaların mâlülbey‘aya dahil olup olmadığı hususu açık değildir. Hârûnürreşîd iktidara geldiği zaman önemli bir meblağı bahşiş olarak dağıttığı gibi oğlu Emîn için biat alırken çeşitli hediyelerin yanında bir yıllık maaşı peşin ödemiştir (Ya‘kūbî, II, 408). Bu uygulama, Hârûnürreşîd’den sonra halife ilân edilen Emîn’in Dîvânü’l-ceyş’e kayıtlı askerlere yirmi dört aylık maaşlarının karşılığı olan 3 milyon dirhemi dağıtarak onları kendisine biat etmeye çağırması (Taberî, VIII, 365) ve kardeşi Me’mûn’un askerlerin bir yıllık maaşını biat hakkı olarak dağıtmasıyla (a.g.e., VIII, 527) sistemli hale gelmiştir. Mütevekkil-Alellah’ın divana kayıtlı askerlere sınıflarına göre sekiz, dört ve üç aylık (İbn Kesîr, X, 324), Müntasır-Billâh’ın on aylık (Ya‘kūbî, II, 493), Müstaîn-Billâh’ın beş aylık ve yaptığı ödemeye bütün devlet erkânını dahil eden Muktedir-Billâh’ın süvarilere üç, piyadelere altı aylık (Arîb b. Sa‘d, s. 28) maaşlarını biat hakkı olarak dağıtması gibi örnekler uygulamanın yaygınlaştığını göstermektedir.

Dârülhilâfe bütçesinden karşılanan, genellikle vezirler tarafından yürütülen mâlülbey‘a için bazan yeterli ödenek bulunamamaktaydı. Mu‘tez-Billâh askerlerin on aylık maaşlarını biat hakkı olarak ödemek istemiş, bütçede bu miktarın bulunmadığını görünce iki aylık kısmını ödemekle yetinmiştir (Taberî, IX, 284). Bazan devlet hazinesini sarsacak kadar ağır bir masraf haline gelen, bazan da ayaklanmalara yol açan mâlülbey‘a, Abbâsîler’in siyaseten zayıflamasıyla birlikte iç karışıklıklara sebep olacak kadar kontrol dışına çıkmış ve zaman zaman askerlerle yeni halife arasında pazarlık konusu olmuştur.

Halife Me’mûn Merv’de bulunduğu sırada Bağdat halkı tarafından halife ilân edilen İbrâhim b. Mehdî askerlere altı aylık erzakı biat hakkı olarak vermeyi vaad etti, bunu geciktirmesi askerlerin ayaklanmasına sebep oldu. Bunun üzerine askerlerden bir kısmına 200’er dirhem, bir kısmına da bu kıymette arpa ve buğday verilmesini emretti (a.g.e., VIII, 557). Ayaklanan askerlere biatı yenilemeleri halinde günlük 2’şer dirhem ödeyeceğini söyleyen Mühtedî-Billâh hal‘edilip öldürülmekten kurtulamamıştı (a.g.e., IX, 465-469). Muktedir-Billâh, sık sık biat resmi isteyerek ayaklanan askerlere biatının yenilenmesinden dolayı üç defa biat hakkı dağıtmak zorunda kalmış (Dayfullah Yahyâ ez-Zehrânî, s. 146), sonuncusunda biat resmi isteyen askerlerin bir kısmının öldürülmesinden sonra biat tamamlanabilmişti. Cülûs bahşişi isteyerek ayaklanan askerler tarafından hal‘edilen Muktedir-Billâh’ın yerine tahta çıkarılan Kāhir-Billâh istekleri karşılamayınca iktidarda ancak iki gün kalarak canını zor kurtarmıştı. İkinci defa tahta çıktığı zaman biat hakkı olarak ödenen miktar, vezir İbn Mukle tarafından hazinede bulunan elbiselerle (İbn Miskeveyh, I, 199-200) Dârü’l-vizâre olarak bilinen konağın satılmasından elde edilen gelirin 1/8’inden karşılanmış (a.g.e., I, 258) ve divana kayıtlı askerlere bir aylık, Mûnis el-Muzaffer’e bağlı olanlara üç aylık maaşları mâlülbey‘a olarak dağıtılmıştı (Arîb b. Sa‘d, s. 156). Babasından boş bir hazine devralan Kāim-Biemrillâh cülûs bahşişi dağıtamayınca askerler ayaklanmış ve Irak Büveyhî Hükümdarı Celâlüddevle’nin yeni halife adına 3000 dinar gibi büyük bir meblağı bahşiş olarak dağıtması üzerine isyan bastırılabilmişti. Kāhir-Billâh’ın yerine halife olan Râzî-Billâh, cülûs bahşişi ödeyebilmek için hapsettirdiği selefinden borç istediği gibi Müttakī-Lillâh emîrü’l-ümerâlıkta bıraktığı Beckem’den, Müstekfî-Billâh da emîrü’l-ümerâ Tüzün’den aldığı paraları dağıtmıştı. Abbâsî geleneklerine bağlı olarak hareket eden Büveyhî Hükümdarı Celâlüddevle ölünce askerler büyük oğlu el-Melikü’l-Azîz Ebû Mansûr’a haber gönderip kendisine bağlı kalacaklarını bildirdiler, ancak mâlülbey‘anın hemen ödenmesini şart koştular. Bunun üzerine hazinede meblağı karşılayacak miktarda para bulunmadığı için tehir edilmesini isteyen yazışmalar olmuştu. Celâlüddevle’nin ölüm haberini duyan yeğeni Ebû Kâlîcâr, kumandan ve askerlere daha fazla mâlülbey‘ayı daha kısa zamanda ödeyeceğini bildirince


askerler Ebû Mansûr’dan ayrılıp onun tarafına geçtiler (İbnü’l-Esîr, IX, 516-517).

Endülüs Emevîleri’nde emirlik veya hilâfet makamına gelen kimsenin askerlere dağıttığı bahşişin yanında biat merasimine katılanlara makam ve mevkilerine göre çeşitli hediyeler verilmesi âdetti. Tahta çıkan hükümdarların biat merasimi münasebetiyle cülûs bahşişi dağıtması bütün İslâm-Türk devletlerinde ve Moğollar’da da görülen bir uygulamaydı. Selçuklular ve Moğollar’da biat merasimlerinde orada bulunanlara çeşitli hediyelerin verilmesi yanında eski Türk âdetlerine uygun olarak “nisâr” adı verilen dinar, dirhem ve mücevher de saçılırdı (İbn Bîbî, I, 235). Adları Memlüklü sultanlarıyla birlikte zikredilen Mısır Abbâsî halifeleri için düzenlenen törenlerde de aynı uygulama sürdürülüyordu (İbnü’l-Esîr, XI, 257). Memlükler’de “nafakatü’l-bey‘a, nafakatü’s-saltana” denilen bu uygulamaya Osmanlılar’da önce “cülûs bahşişi”, XVII. yüzyıldan itibaren “cülûs in‘âmı” adı veriliyordu (bk. CÜLÛS).

BİBLİYOGRAFYA:

Ya‘kūbî, Târîħ, II, 408, 440, 484, 487, 493; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), VII, 426; VIII, 25, 188, 365, 527, 557; IX, 155, 284, 401, 465-469; X, 88; Ebû Bekir es-Sûlî, Aħbârü’r-Râżî-Billâh ve’l-Müttaķī-Lillâh (nşr. J. H. Dunne), Beyrut 1403/1983, s. 4-5, 121; Mes‘ûdî, Mürûcü’ź-źeheb (Abdülhamîd), III, 86, 117; Arîb b. Sa‘d, Śılatü Târîħi’ŧ-Ŧaberî (Taberî, Târîħ [Ebü’l-Fazl], XI içinde), s. 28, 153, 156; İbn Miskeveyh, Tecâribü’l-ümem, I, 4, 199-200, 258, 260; II, 3; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, VIII, 10, 203; IX, 516-517; XI, 257; İbn Bîbî, el-Evâmirü’l-Alâiyye: Selçuknâme (trc. Mürsel Öztürk), Ankara 1996, I, 39, 108, 235; II, 89; el-ǾUyûn ve’l-ĥadâǿiķ fî aħbâri’l-ĥaķāǿiķ (nşr. Ömer es-Saîdî), Dımaşk 1972, IV/1, s. 4-7, 67, 131, 207, 267; IV/2, s. 415; İbn İzârî, el-Beyânü’l-muġrib, II, 91, 120; III, 38; İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 324; XI, 329; İbn İyâs, BedâǿiǾu’z-zühûr, II, 65; III, 5, 407; Dayfullah Yahyâ ez-Zehrânî, en-Nafaķāt ve idâretühâ fi’d-devleti’l-ǾAbbâsiyye, Mekke 1406/1986, s. 141-148, 463; H. Kennedy, “Māl al-BayǾa”, EI² (İng.), VI, 205-206.

Mustafa Sabri Küçükaşcı