LAVTA

Telli bir mûsiki aleti.

Muhtemelen Almanca Laute veya İtalyanca liutodan Yunanca’ya laouto şeklinde giren kelimenin kökeni Arapça el-ûddur. Türkçe’ye Almanca’dan geçmiş olmalıdır. Bazı eski metinlerde lauta ve lağuta biçimlerinde de yazılır. Lavta kelimesi Türkçe’de üç anlamda kullanılmıştır. 1. Organalojide bir ses kutusu ile bir saptan oluşan telli çalgıların genel adı. Kısa ve uzun saplı olarak türlere ayrılan lavtalar ayrıca çalınışlarına göre yaylı ve mızraplı olarak sınıflandırılır. Ud kısa saplı, tambur uzun saplı lavtaların en tipik örneğidir. Ayrıca ud ve tambur mızraplı; keman, kemençe ve rebab yaylı lavtalardandır. 2. Rönesans ve erken barok dönemlerinde büyük bir rağbetle kullanılmış olan Avrupa sazı. Türkçe’de Avrupa lavtası, Rönesans lavtası gibi adlarla anılan bu saz uda çok benzemekte, ancak sapında perde bağları bulunmaktadır. 3. XIX. yüzyılın ikinci yarısıyla XX. yüzyılın ilk çeyreğinde İstanbul’daki gazinolarla çalgılı kahvehanelerde fasıl mûsikisi icra edilen profesyonel saz takımlarında yer alan tellimızraplı saz.

Yapı bakımından olduğu gibi tını bakımından da udla tambur arası bir saz olan ve geçmişi hakkında çok az bilgi bulunan lavtaya Osmanlı ve Doğu minyatüründe açıkça teşhis edilebilecek bir şekilde rastlanmamaktadır. Evliya Çelebi, yaşadığı dönemde İstanbul’da kullanıldığını söylediği sazlar arasında lavtayı zikretmez. Şemseddin Sâmi Kāmûs-i Türkî’sinde kelimenin Arapça uddan geldiğini ve bir nevi telli çalgı olduğunu belirtir. Rauf Yektâ Bey, lavtanın bas ses veren bir çalgı olarak bilhassa kemençeye refakat etmek ve Doğu mûsikisinde uyumlu sayılan akorları desteklemek için kullanıldığını, ancak son zamanlarda ince saza alınmasının doğru olmadığını belirtmiştir.

Lavtanın bilinen en eski resmi, Enderunlu Fâzıl’ın 1793 tarihli Hûbânnâme ve Zenânnâme adlı eserinde yer almaktadır. Burada, “tavşan” adı verilen dansçıya kemençe ile birlikte bir lavtanın eşlik ettiği görülmektedir. Ayrıca İngiliz Thomas Allom (ö. 1872), İtalyan Amadeo Preziosi (ö. 1882) ve Giovanni Brindesi (XIX. yüzyıl) gibi sanatçıların İstanbul şehir hayatını yansıtan resimlerinde lavtacı tasvirlerine de yer verilmiştir. Saraylı bir kadının tasvir edildiği Allom’un eserinin dışındaki diğer tasvirlerde lavtacıların Rum oldukları kıyafetlerinden anlaşılmaktadır. Ortaçağ’da udun yanı sıra kullanılan bir tür lavtanın mevcut olduğunu gösteren herhangi bir belgeye rastlanmamıştır. Bir Doğu sazı olan lavtanın Mağribîler aracılığı ile İspanya’ya, oradan XIV. yüzyılda Fransa’ya ve diğer Avrupa ülkelerine geçtiği kabul edilmektedir.

Lavtanın XIX. yüzyıldaki biçimini Ortaçağ sonlarında Batı Avrupa’da kazandıktan sonra mı İstanbul’a kadar yayıldığı, İstanbul’un fethinden önce veya sonra bir ud türü olarak İstanbul ve çevresinde mi doğduğu, yoksa daha yakın tarihlerde çeşitli yerel ud ve türlerinin kullanıldığı Balkanlar’da yeni bir ud şekliyle mi ortaya çıktığı kesin olarak bilinmemektedir. Yakın benzerlerine Batı Avrupa ve Balkanlar’da rastlanmadığı göz önüne alınırsa lavtanın İstanbullu lütiyeler tarafından şekillendirilmiş bir saz olduğu ihtimali kuvvet kazanır. Bugün Yunanistan’da “laouto” adıyla anılan, ud büyüklüğünde, armudî gövdeli ve kısa perdeli saplı, metal telli iki tür saz kullanılmaktadır. Ayrıca yine son yıllarda Yunanistan’da “laouto politiko” denilen Osmanlı lavtasının da yayılmakta olduğu görülmektedir.


Önceleri kemençe ile birlikte daha çok köçeklerin dansına eşlik eden lavta XIX. yüzyılın ortalarında fasıl heyetine girmiştir. Tanbûrî Cemil Bey’e (ö. 1916) kadar yalnız Rum asıllı sâzendelerin daha çok bir ritim sazı gibi çaldığı lavta Cemil Bey’in elinde bir taksim sazına dönüştü. Cemil Bey’den sonra Refik Fersan ve Mesud Cemil Tel gibi sâzendeler tarafından da icrada kullanılan lavtaya ilgi son zamanlarda azalmıştır. Fasıl lavtacılarının kullandığı ritmik mızrap vuruşları bazan alttan, bazan üstten bütün tellere vurmaya dayalıydı. Bir kısım ûdîlerin de benimsediği lavta mızrabı, babası da lavtacı olan ûdî Yorgo Bacanos’tan (ö. 1977) sonra unutulmaya yüz tutmuştur. Türk mûsiki tarihinde lavta icracılığıyla şöhret kazanmış mûsikişinaslar arasında yukarıda zikredilenlerin dışında Hristo, Andon ve Civan kardeşler, Ovrik Efendi, Lutfi Bey özellikle zikredilmelidir.

Avrupa lavtasında olduğu gibi sapında perde bağları olan Osmanlı lavtasının gövdesi (ses kutusu) udunki gibi armudîdir. Hilâl biçiminde 13, 15 veya 17 ahşap dilimin yan yana yapıştırılmasıyla yapılan gövde udun gövdesinden daha küçük ve sığ olup uzunluğu 44 cm., genişliği 29 cm. ve derinliği 14,5 santimetredir. Sapı ise udunkinden uzundur (31 cm.). Dolayısıyla tel boyu uda nazaran 10 cm. kadar fazla olup 68 santimetredir. Düzgün ve sıkça elyaflı ladinden yapılan göğsünde (ses tablası) 8 cm. çapında fildişi, bağa, boynuz, sedef kaplı ahşap gibi malzemelerden oyulmuş bir kafesle kapatılan yuvarlak bir delik bulunur. Genellikle iki ucunda birer kuş başı kabartması yer alan eşiği göğse yapışıktır ve aynı zamanda tel takozu işlevi görür. Eşikle göğüs deliği arasında daha çok ince bir bağa tabakasından yapılan mızraplık yer alır. Bu ise mızrabın zedelemesine karşı göğsü korumak içindir. Udunki gibi esnek bir maddeden olan mızrap dar ve uzundur. Eskiden kartal teleği sapı veya bağadan yapılan mızraplar da kullanılırdı. Udda olduğu gibi baş parmakla işaret parmağı arasında kullanılan mızrap tellere bazan alttan, bazan üstten vurulur. Burguluk da uddaki gibidir, ancak daha küçüktür, sonunda ağaçtan oyulmuş bir kuş başı figürü bulunur.

Kemençe ile birlikte en çok süslenmiş Osmanlı sazı olan lavta üçü çift olmak üzere dört tellidir. Tek olan en pest teldir (bam). Eskiden genellikle tellerin dördü de çift olarak takılırdı. Nevâ teli için eskiden bağırsak teller kullanılırdı, günümüzde ise naylon teller takılmaktadır. Diğer teller daha önceleri olduğu gibi gümüş veya bakır sargılı ibrişimdendir. Lavtanın en yaygın akort biçimleri tizden peste doğru şöyledir: Nevâ (orta sekizlideki re), rast (orta sekizlideki sol), yegâh (pest sekizlideki re), kaba rast (pest sekizlideki sol) veya nevâ (re), rast (sol), kaba çârgâh (pest sekizlideki do), kaba acemaşiran (pest sekizlideki fa). Eski lavtalarda sapın bittiği yerde tiz çârgâh (tiz sekizlideki do) perdesi yer alırdı. Günümüzde sapı biraz uzatılan lavtada sapın sonuna tiz nevâ (tiz sekizlideki re) perdesi bağlanmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA:

Mahmut Ragıp Gazimihal, Musiki Sözlüğü, İstanbul 1961, s. 147; Rauf Yekta, Türk Musikisi, s. 89-90; Bülent Aksoy, Avrupalı Gezginlerin Gözüyle Osmanlılarda Musiki, İstanbul 1994, s. 60, 277; Mesut Cemil, “Kaybolan Türk Sazı Lâvta”, MM, XXV/276 (1972), s. 4-5.

Fikret Karakaya