LAĞIMCI OCAĞI

Osmanlılar’da yer altında tüneller açmak ve kaleleri yıkmakla görevli askerî sınıf.

Osmanlı askerî teşkilâtında geri hizmet kıtalarından biri olan bu ocak adını “yer altı tüneli” anlamına gelen lağımdan alır. Genellikle kale surlarını yıkmak için yer altından tünel açma işine “lağım bağlama”, barut koyarak ateşlemeye ise “lağım atma” denir. Tarih boyunca kale kuşatmalarında sıkça kullanıldığı anlaşılan bu yönteme Osmanlılar dışındaki Türk-İslâm devletlerinde de rastlanır. Ancak özellikle kale kuşatmalarında oldukça uzmanlaşmış olan Osmanlılar’da etkili şekilde kullanılmış ve askerî teşkilâtın önemli bir parçasını oluşturmuştur.

Osmanlılar’da Lağımcı Ocağı’nın ilk defa ne zaman kurulduğu bilinmemektedir. Çelebi Mehmed ve II. Murad dönemlerinde lağımcıların var olduğuna dair bilgiler bulunmaktadır. Lağımcıların ocak şeklinde teşkilâtlandırılması, muhtemelen kuşatılması sırasında etkili rol oynadıkları İstanbul’un fethinden sonradır. Nitekim fetih sırasında kendilerinden faydalanılan lağımcıların bir bölümünün Balkanlar’daki maden ocaklarından getirildiği bilinmektedir. Ardından bunun bir askerî ocak şeklinde teşkilâtlanmış olduğu anlaşılmaktadır.

Hendese bilmeyi gerektiren lağımcılık teşkilâtı en mükemmel şeklini XVI. yüzyılda almıştır. Kanûnî Sultan Süleyman devrinde (1520-1566) İstanbul su kemerlerinin onarım ve inşaatında da kullanılan lağımcıların (Eyyûbî, s. 196) sayısı kâfi gelmediğinde dışarıdan takviye yapılırdı. Nitekim 1566’da Sigetvar ve 1571’de Kıbrıs seferlerine çıkılırken çeşitli kazalardan lağımcı talebinde bulunulmuştu. Aynı şekilde 1594 Avusturya seferi için İstanbul ve Galata sakinlerinden yirmi beş kişi istenmişti. 1596’da Eğri seferine gidilirken götürülen lağımcı adedi 500 idi. Eğri Kalesi surları altında karşılıklı açılan tünellerde her iki taraf arasında çarpışmalar olmuş ve kalenin teslim olmasında lağımcılar önemli rol oynamıştı. 1669’da Kandiye kuşatması sırasında da Kayseri, Samakov, Sidrekapsi, Silistre, Niğbolu ve İstanbul taraflarından 700 lağımcı çağırılmıştı. 1692 Girit seferine ordu ile birlikte elli lağımcı katılmıştı. Lağımcılar son büyük hünerlerini uzun süren Kandiye kuşatmasında göstermişler ve Girit’in tamamen fethinde büyük rol oynamışlardı. Buradaki Türk istihkâm tekniği orada bulunan Fransız Generali Vauban tarafından öğrenilmiş ve zamanla Avrupa’ya yayılmıştır. Daha sonra ihmal edilen teşkilât bozulmuş, dirlikleri gelişigüzel ve ehil olmayanlara verilen lağımcıların sayısı gittikçe azalmıştır. Lâle Devri’nde ocak teşkilâtının ıslahına çalışılmış, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’nın ardından I. Abdülhamid döneminde (1774-1789) Sadrazam Halil Hamîd Paşa’nın gayretleriyle lağımcılığa tekrar önem verilmiş, ocağa lâyık kişiler alınarak bunlara geliri yüksek timarlar tevcih edilmesine özen gösterilmiştir. Kâğıthâne’de yapılan lağım tâlimlerine bazan padişah da gelerek başarılı olanları taltif etmiştir (Vâsıf, s. 177).

III. Selim döneminde (1789-1807) Nizâm-ı Cedîd reformları çerçevesinde Lağımcı Ocağı’na da el atıldı. 29 Eylül 1792’de çıkarılan nizamnâmeye göre (BA, HH, nr. 3721) lağımcılar Humbaracı Ocağı’na ve bu ocağın nâzırına bağlandı, yoklamaları yapılarak mevcut olmayanların kayıtları silindi, diğerleri ise imtihana alınıp yetenekli bulunanları istihdam edildi, başarısız olanların iki yıl eğitilmelerine karar verildi. Lağımcılar bundan böyle sürekli kışlalarında kalarak eğitim göreceklerdi. İstanbul Halıcıoğlu’nda humbaracılar için inşa edilen kışla civarında Sütlüce’de lağımcılar için de 125 neferlik iki kışla yapıldı (BA, HH, nr. 13418). İki sınıfa ayrılacak lağımcılardan birincisi lağım bağlama tekniğinde, diğeri köprü, tabya ve kale yapma, siper kazma gibi mimari ilimlerle hendesede uzmanlaşacak, bu arada obüs tâlimi


yapacaklardı. Eskiden olduğu gibi aralarından veya dışarıdan ehil bir kişi imtihanla lağımcıbaşı olarak görevlendirilecekti. Lağımcıların şartları uygun olanlarından ocak kethüdâsı, çavuş, alemdar ve kâtip gibi zâbitler tayin edilecekti. Humbaracı Ocağı nâzırı ve lağımcıbaşı tarafından timarlılar dışında, 30’ar akçelik yevmiye ile genç ve yetenekli kimselerden elli kişi mülâzım yazılacak, bunlar yeteneklerine göre anılan sınıflara taksim edilecekti. Mahmud Şevket Paşa’ya göre lağımcıbaşı, başına kırmızı kadifeden kalpak, üzerine mintan ve şalvar, ayağına ise kırmızı yemeni giyerdi. Kıyafet olarak başlarında taşıdıkları bir şeritle humbaracılardan ayrılacaklardı (Osmanlı Askerî Teşkilâtı, s. 48, 49).

Ocaklarına yeni bir nizam verilen humbaracı ve lağımcıların kışlaları civarında 1795 yılında Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyun açıldıktan sonra lağımcılar, salı ve cuma günleri dışında burada başta matematik ve hendese olmak üzere teorik ve pratik meslekî bilgilerle ilgili dersler görmeye başladılar. Bu arada mühendishâne hocaları lağımcılıkla ilgili kitaplar telif ve tercüme ettiler; bu eserler Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyun Matbaası’nda bastırıldı. 22 Şevval 1212 (9 Nisan 1798) tarihli bir belgeye göre ocak mensuplarının maaşları yeniden düzenlendi, humbaracılar gibi bunlara da yevmiye ödenmesi kararlaştırıldı. 1806’da lağımcılar Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyun’dan ayrılarak müstakil hale getirilmek istendiyse de bu gerçekleşmedi. İki yıl sonra lağımcılar Humbaracı Ocağı’nın 7, 26, 36, 65. bölüklerine ilhak edildi ve Lağımcı Bölüğü adıyla müstakil bir birlik sayıldı.

Kabakçı İsyanı, III. Selim döneminde Nizâm-ı Cedîd reformları çerçevesinde çağdaş eğitimle yetiştirilmelerine özen gösterilen lağımcıların da sonunu getirdi. II. Mahmud zamanında Yeniçeri Ocağı’nın ilgası sırasında olumlu rol oynayan lağımcılar diğer askerî sınıflar gibi yeniden teşkilâtlandırıldı. Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye kurulurken Rumeli ve Anadolu’daki lağımcılar İstanbul’a getirtilerek yoklamadan geçirildi. Sipahilik unvanları kaldırılıp topçular ve humbaracılarla birlikte Tophâne-i Âmire Müşirliği’ne bağlandı. Mühendishânede eğitilmelerine devam edilen lağımcılar zamanla yerlerini modern istihkâm sınıflarına bırakmışlar, II. Meşrutiyet döneminde ve özellikle I. Dünya Savaşı’nda önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, MD, nr. 5, s. 648; nr. 7, s. 827; nr. 12, s. 75, 137, 402; BA, MAD, nr. 4049, s. 63; nr. 10116, s. 543-544; BA, Ali Emîrî, II. Mahmud, nr. 3052; BA, Cevdet-Askerî, nr. 12165, 27559, 46778; BA, HH, nr. 3713, 3721, 3722, 7852, 8510, 8795, 9408, 12506, 12515, 12529, 12531, 12533, 12534, 12558, 13418, 14922, 16304, 16702, 17584, 17593, 17642, 28728 A, 29436, 31509, 34868, 58411, 58412; BA, Dîvân-ı Hümâyun Tahvil Kalemi Defterleri, nr. 46, 47; BA, Kānunnâme-i Askerî Defterleri, nr. 5; Hadîdî, Tevârîh-i Âl-i Osmân (nşr. Necdet Öztürk), İstanbul 1991, s. 127, 432, 439; Anonim Tevârîh-i Âl-i Osmân (nşr. F. Giese, haz. Nihat Azamat), İstanbul 1992, s. 39, 57, 141; Marsigli, Osmanlı İmparatorluğunun Askeri Vaziyeti, s. 95; D’Ohsson, Tableau général, VII, 369; Eyyûbî, Menâkıb-ı Sultan Süleyman (nşr. Mehmet Akkuş), Ankara 1991, s. 196; İbrâhim Kâmî b. Ali, Tâlimnâme-i Humbaracıyân, İÜ Ktp., TY, nr. 6873; Halil Nuri, Târih, İÜ Ktp., TY, nr. 5996, vr. 189b-303a; Ahmed Câvid, Hadîka-i Vekāyi (nşr. Adnan Baycar), Ankara 1998, s. 133-134, 137, 138; Vâsıf, Târih (İlgürel), s. 177; Mahmud Râif Efendi ve Nizâm-ı Cedîd’e Dair Eseri (nşr. Kemal Beydilli - İlhan Şahin), Ankara 2001, s. 74-75; Sahaflar Şeyhizâde Esad Efendi, Târih (nşr. Ziya Yılmazer), İstanbul 2000, s. 507 vd., 511, 610, 614; a.mlf., Teşrîfât-ı Kadîme, s. 131; Mustafa Nuri Paşa, Netâyicü’l-vukūât (nşr. Mehmed Gālib Bey), İstanbul 1327, IV, 111; Mehmed Dâniş, Netîcetü’l-Vekāyi (nşr. Şamil Mutlu), İstanbul 1994, s. 66; Cevad Paşa, Târîh-i Askerî-i Osmânî, İÜ Ktp., TY, nr. 4178, s. 63; Mahmud Şevket Paşa, Osmanlı Askerî Teşkilâtı ve Kıyafeti (haz. Nurettin Türsan - Semiha Türsan), Ankara 1983, s. 48, 49-50; Uzunçarşılı, Kapukulu Ocakları, I, 547, 550, 551, 553, 579, 604, 605; II, 9, 12, 19, 69, 120, 131-133, 137, 267; Kemal Beydilli, Türk Bilim ve Matbaacılık Tarihinde Mühendishâne, Mühendishâne Matbaası ve Kütüphânesi: 1776-1826, İstanbul 1995, s. 28-29, 49, 59, 78, 83, 254, 332, 382; Pakalın, II, 347-352.

Abdülkadir Özcan