KÜRSÜ

Türk ve İslâm mimarisinin öğelerinden biri.

Asıl şekli Arapça kürsî olup Türkiye’de özellikle cami ve medreselerde vaaz veya ders vermeye mahsus, üstüne genelde merdivenle çıkılan bir mimari öğedir. Kürsü, değişik çağlarda ve çeşitli müslüman milletlerde az çok farklı fakat birbiriyle ilişkili mânalarda kullanılmıştır. Meselâ Kâbe’nin kapısındaki üst basamağı eşiğe denk gelen hareketli merdivene, üç veya dört ayaklı tabureye, örekeye (doğum iskemlesi), arkalıklı sıra ve küçük masa gibi eşyalara kürsü denilirken rahle, usturlap kereveti, müzehhip tezgâhı, yüzük kaşı (taş oturtulan yer), muska mahfazası, çakmaklı tüfeklerin levha kısmı, tuğrada padişah isminin yazıldığı yer, ayrıca pâyitaht kürsü olarak anılmıştır. Bununla birlikte kürsü denilince ilk akla gelen şey, cami ve medreselerle günümüzde üniversite dersliklerinde ve parlamento, konferans salonları gibi konuşma yerlerinde kullanılan mimari öğedir. “Vâiz kürsüsü” adıyla da bilinen cami kürsüsü, cuma günleri camide vaaz veren hocalara


“kürsü şeyhi” denilmesine ve bir memurluğun doğmasına sebep olmuştur. İslâm sanat tarihinde bilinen en erken tarihli kürsü, Tûrisînâ St. Catherine Manastırı içindeki camide muhafaza edilen Fâtımî dönemine ait kürsüdür. Kürsünün Fâtımîler’den itibaren yaygınlaşmaya başladığı görülmektedir.

Türk mimarisinde kürsüler çok defa ahşaptan hareketli, bazan da duvara veya taşıyıcı bir ayağa bağlı olarak taştan yahut yine ahşaptan sabit biçimde yapılmıştır. Kürsülerin alt kısmına “kürsü ayağı”, gövdesine “kürsü bedeni / gövdesi” veya “kürsü taşı” denir; sedir bölümü, yani oturulan kısmı korkuluk-şebeke ile çevrilidir ve genellikle önünde konuşmacının kitap ve notlarını koyması için bir tabla veya rahle bulunur. Bilhassa sabit kürsü örneklerinde şekiller yapıldıkları çağın sanat üslûplarına, bulundukları yere ve kullanılan malzemeye göre değişir; taşınabilen ahşap örnekler de yine devir üslûplarına göre farklılıklar gösterir. Osmanlı mimarisinin klasik devrinde umumiyetle kürsülerin ayak kısmı kafes oyma (ajur) geometrik, gövde kısmı sedef kakmalı geometrik ve şebeke kısmı yine kafes oyma geometrik süslemelere sahiptir.

Türkiye’de diğer ülkelerde olduğu gibi vâiz kürsüleri camilerin vazgeçilmez eşyaları arasında sayılmıştır. Osmanlı mimarisinin erken dönemlerinden itibaren gelişim çizgisi içerisinde kürsülerin sanat üslûplarına göre ele alınması, Osmanlı sanatının merkeziyetçi tavrının ne kadar kuvvetli olduğuna işaret etmektedir. Edirne Murâdiye Camii (1436) vâiz kürsüsü ahşap örneklerin en güzellerinden biridir. Ceviz ağacından kafes oyma tekniğinde yapılan eserin gövdesi üç yüzünde de geometrik geçme kompozisyonlarına sahiptir; ön yüzün üst tarafında yıldızlı bir süsleme şeridi bulunmaktadır. Edirne Üç Şerefeli Cami’nin (1443-1447) kürsüsü ise biraz daha değişik bir örnektir. Alt kısmının ön tarafına küçük kaş kemerler açılmıştır. Gövdede bütünüyle kündekârî tekniğinde geometrik süslemeler yer almaktadır. Süleymaniye Camii’nin (1550-1557) sabit kürsüsü taş örneklerin en çok dikkat çekenlerinden biri olarak karşımıza çıkar. Kürsünün sedir kısmı üçgen şeklindedir ve pâyenin iki köşesi arasındaki boşluğa oturtulmuştur. Kürsüyü ön taraftan baklava başlıklı ve sivri kemerli çok zarif yedi sütun taşımakta ve yukarıya çıkan merdiven pâyenin üzerine oyulmuş bulunmaktadır; korkuluklar, geometrik geçme kompozisyonlu kafes oyma mermer şebekeye sahiptir. Celâlzâde Mustafa Çelebi’nin Tabakātü’l-memâlik adlı eserinde (vr. 468b-479a) Süleymaniye Camii’ne vaaz kürsülerinin konulduğunu belirtmesi, camide bu sabit taş kürsüden başka taşınabilir ahşap kürsülerin de mevcut olduğunu göstermektedir; nitekim bunlardan biri günümüze intikal etmiştir. Türünün en başarılı örneklerinden olan bu kürsü üç bölüm halinde ele alınmış ve üç yüzü tamamen süslenmiştir. Ayak ve sedir kısımları geometrik motifli kafes oyma, gövde kısmı sedef kakmalı geometrik bir kompozisyon ihtiva etmektedir. Rüstem Paşa Camii’nin (1561) ahşap kürsüsü yine üç bölüm halinde dekore edilmiştir ve tezyinî kompozisyonlar itibariyle bu örneğe benzemektedir. Sultan Ahmed Camii’nin (1609-1616) kürsüsü de bunların tam bir benzeridir. Azapkapı Camii’nin (1577) taş kürsüsü arkası duvara bitişik şebekeli bir balkon şeklindedir ve aşağıda kemerlerin altındaki çok zarif iki mermer sütun gövdeyi taşımaktadır. Nişancı Mehmed Paşa Camii’nde (1588) bulunan iki sabit kürsü somaki mermerden yapılmış olup üç sütunla taşınan ilgi çekici örneklerdir.

Geç devir Osmanlı ağaç işçiliğinin güzel bir örneğini oluşturan Lâleli Camii’nin (1760-1764) kürsüsü arkalığındaki rûmîli süslemelerle ve dikdörtgen ve kare kartuşlara ayrılarak tezyin edilen diğer yüzeylerdeki fildişi kakmalarla dikkatleri üzerinde toplar. Nusretiye Camii’nin (1826) kürsüsü empire üslûbunda çok ilgi çekici bir örnektir. Eser mermerden olup yuvarlak çeperli kadehi andırır bir balkon şeklindedir; tezyinat olarak altta ve üstte dalgalı konturlar içinde akantus yaprakları, ortada kalan dalgalı bordür içinde askıçelenkler ihtiva eder; kürsünün üst kenarı da dalgalı biçimde sınırlandırılmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

Celâlzâde, Tabakātü’l-memâlik, Süleymaniye Ktp., Hekimoğlu, nr. 778, vr. 468b-479a; Ömer Lütfi Barkan, Süleymaniye Camii ve İmareti İnşaatı (1550-1557), Ankara 1979, II, 121; Oktay Aslanapa, Türk Sanatı, İstanbul 1984, s. 315, 316; a.mlf., Osmanlı Devri Mimârisi, İstanbul 1986, s. 431, 441; Ayla Ersoy, İstanbul’daki Altı ve Sekiz Destekli Camilerimizin Gelişimi, İstanbul 1989, s. 83, 94, rs. 82, 113, 143; a.mlf., XV. Yüzyıl Osmanlı Ağaç İşçiliği, İstanbul 1993, s. 34, 64, rs. 50, 64; Architecture of the Islamic World (ed. G. Michell), London 1991, s. 37; Cl. Huart, “Kürsü”, İA, VI, 1088-1089; “Kürsü”, SA, III, 1199-1200; Pakalın, II, 344-345.

Yaşar Çoruhlu