KÜN

(كن)

Allah’ın yaratma gücünü ve süratini anlatan dinî-tasavvufî terim.

“Allah bir varlığın veya olayın gerçekleşmesini istediği zaman ‘ol’ (kün) der, o da hemen oluverir” anlamındaki âyetlerden hareketle (meselâ bk. el-Bakara 2/117; Âl-i İmrân 3/47, 59) kevn masdarının emir sigasından türetilen bir terim olup kelâm, tasavvuf ve edebiyatta Allah’ın yoktan mutlak mânada yaratmasını ifade etmek üzere kullanılmıştır. Mâtürîdî kelâmcıları kün kelimesinden tekvin terimini oluşturmuş ve eserlerinde ilâhî fiillerle ilgili meseleler bu başlık altında işlenmiştir (bk. KEVN; TEKVİN). Mutasavvıflar, ilâhî fiillerin tecellilerine dair edebî metinlerde meseleleri kün yanında “kün fe-yekûn, kün fe-kân” gibi ibarelerle anlatmışlardır.

Genelde Türk dinî-tasavvufî edebiyatında, özellikle de Bektaşîlik ve Alevîlik


gibi zümre edebiyatlarında bu kelime ve ibarelerin remzi olarak “kâf u nûn, kâf u nûn hitabı / emri, vücûd-ı kün fekün” gibi tabirlerin daha çok kullanıldığı görülmektedir. Bilhassa tasavvuf ve tekke şiirinde Allah’ın kudreti, kâinatı yoktan yaratması, yaratılış anı ve zamanı ile fâil-i mutlak olarak tasarrufu bu ifadelerle vurgulanmıştır. Bunların Türkçe’deki karşılıkları olan “ol, ol deyince olma, yaratma, yoktan yaratma, halketme, vücut bulma” gibi kelime ve deyimler de kün kelimesiyle türevlerinin ifade ettiği mâna ve mazmunu anlatır.

Kün emriyle bunun çevresinde gelişmiş ifade ve kavramlar tasavvuf literatüründe ve tekke çevrelerinde önemli yer tutar. Devriyyeler, ilâhiler başta olmak üzere tevhid ve münâcâtlar gibi dinî metinlerde sık sık kün emriyle ilgili tasavvufî düşünce ve görüşlere yer verilir; özellikle mesnevilerin baş tarafındaki manzumelerde Allah’ın kâinatı ilk yaratışından kinaye olarak anılır. Terimin ayrıca sevgiliyi ve kâinatın yaratılışını anlatan veya benzer konulara temas eden şiirlerle bahâriyyelerde de kullanıldığı görülmektedir.

Tasavvuftaki yaratılış nazariyesine göre kâinat henüz var edilmemişken ve Allah’tan başka hiçbir varlık yokken Allah bilinmeyi ve sevilmeyi istediğinde önce bir nur yaratıp ona “kün Muhammedâ” (ol yâ Muhammed) dedi. Nur bu hitap karşısında hicabından terleyerek “lâ ilâhe illallah” (Allah’tan başka ilâh yoktur) cevabını verdi. O vakit Allah keremiyle “Muhammed Resûlullah” (Muhammed Allah’ın elçisidir) dedi. Daha sonra bu nurun terinden eflâk (dokuz felek), ondan anâsır-ı er-baa (dört unsur), ondan da mevâlîd-i selâse (hayvan, bitki, cansız nesneler) yaratıldı. Devriyyelerde “kavs-i nüzûl” veya “ferşiyye” de (devriyye-i ferşiyye) denilen bu süreçle birlikte kün emrinin verildiği, böylece insanın kenz-i mahfî mertebesinden çıktığı, o ilk cevheri karşılayan nûr-ı Muhammedî’nin (akl-ı evvel, akl-ı kül, nefs-i kül, rûh-ı izâfî, âlem-i vahdet, hakîkat-i Muhammediyye, aşk-ı ekber) bu emirle birlikte vücut bulduğu anlatılır. Mutasavvıflar bunu “cemî-i ervâh ve ecsâmın mebde ve menşei” olarak kabul ederler (meselâ bk. Niyâzî-i Mısrî, Risâle-i Devriyye, bk. bibl.).

Kün emrinin tasavvuf geleneğinde yaratılışla birlikte anılması ona geniş bir kullanım alanı sağlamış ve kelime “kün fekân” (Eğer mahbûba istersen ulaşmak / Gelip geçmek gerektir kün fekândan-Seyyid Nesîmî); kün fe-yekûn (Hâlik-ı halk u îzid-i bîçûn / Fâil-i kârgeh-i kün fe-yekûn-Sinan Paşa; Ol kādir-i kün fe-yekûn lutf edici rahman benem / Kesmeyen rızkını veren cümlelere sultan benem-Yûnus); “kâf u nûn” (Cûş kıldı akl-ı kül geldi vücûda kâinât / Kâf u nûn emrinden oldu bu cihan yekbâr mest-Nesîmî); “nûn ile kâf” (Hurûfa bakma andan içeri bak / Nefstir can değildir nûn ile kâf-Niyâzî-i Mısrî) gibi şekilleriyle edebiyata yansımış, pek çok şair tarafından bir telmih unsuru olarak ve yaratılıştan bahseden her vesileyle kullanılmıştır. İnsanın ve evrenin yaratılışı münasebetiyle devriyyelerde (Kâf u nûn hitâbı izhâr olmadan / Biz ol kâinâtın ibtidâsıyızHarâbî); Allah’ın mutlak iradesinden kinaye olarak tevhid ve münâcâtlarda (Ger murâd etse nice bir âlem / Kün demekle bulur vücûd ol dem-Na‘tî Mustafa); Nûr-ı Muhammedî dolayısıyla na‘tlarda (Olmasaydı zâtın olmazdı vücûd-ı kün fekân / Lâbüd olmazdı heyûlâ-yı cihan sûretkarîn-Osman Şems) yer alan kün emrine “kelimetü’l-hazret, kelime-i tekvîn, kün hitâbı” da denilir (Uludağ, s. 301-302). Kelimenin kâf u nûn veya nûn ile kâf biçiminde kullanılması durumunda kâf Hz. Âdem’e, nûn Havvâ’ya işaret eder. Yine bu harflerin iki ele benzetilerek Hakk’ın fâiliyet ve mef‘ûliyetine yahut vücûb ve imkânına işaret ettiği kabul edilmiştir. Kün terimi Türkçe’deki “ol” şekliyle yine varlığın yaratılışından kinaye olarak kullanılmıştır (Ol dedi bir kerre var oldu cihan / Olma derse mahvolur ol dem heman-Süleyman Çelebi).

BİBLİYOGRAFYA:

Niyâzî-i Mısrî, Risâle-i Devriyye (nşr. Abdurrahman Güzel, TKA, XVII-XXI/1-2 [1983] içinde), s. 121-139; Na‘tî Mustafa, Edhem ü Hüma (nşr. Ahmet Yılmaz), Konya 2001, s. 4, 5, 11; Agâh Sırrı Levend, Divan Edebiyatı (İstanbul 1943), İstanbul 1984, s. 17; Abdülbâki Gölpınarlı, Alevî-Bektâşî Nefesleri, İstanbul 1963, s. 233; a.mlf., Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, İstanbul 1977, s. 181; İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü (Ankara 1989), İstanbul 1999, s. 250; Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1991, s. 301-302; Mehmet Yılmaz, Edebiyatımızda İslâmî Kaynaklı Sözler, İstanbul 1992, s. 89, 98; Abdülhamîd Hayret Seccâdî, Güzîde-yi ez Teǿŝîr-i Ķurǿân ber Nažm-ı Fârisî, Tahran 1371, s. 37-38; Abdullah Uçman, Rıza Tevfik’in Tekke ve Halk Edebiyatı ile İlgili Makaleleri, İstanbul 2001, s. 91, 103, 201, 239-242, 441-457; Dihhudâ, Luġatnâme, XXII/B, s. 217; “Kün”, TDEA, VI, 42; Mustafa Uzun, “Devriyye”, DİA, IX, 252-253; Bekir Topaloğlu, “Hâlik”, a.e., XV, 304.

İskender Pala