KULOĞLU

Osmanlı Devleti’nde başta yeniçeriler olmak üzere kapıkulu ocakları mensuplarının asker olarak görev yapan oğulları.

Genellikle kapıkulu ocaklarına mensup bulunanların çocukları için kullanılan bu tabir, Osmanlı askerî terminolojisinde resmî bir sıfat alarak belirli statüyü niteleyen anlam kazanmıştır. Muvazzaf askerlik dolayısıyla evlenme yasağı getirilmiş olan yeniçerilerden yaşlı olanları ve emektar ocak çorbacıları Yavuz Sultan Selim döneminde (1512-1520) evlenme izni almış, zamanla taşrada görev yapanların ve genç yeniçerilerin de evlenmesiyle bunların çocuklarının durumu devleti ilgilendiren bir konu haline gelmiştir. Özellikle babalarının ölümünden sonra bu çocukları himaye etmeye yönelik tedbirler alınmaya başlanmıştır. Belli bir yaşa kadar sekbanlar fırınında çalıştırılan yetimlere üç ayda bir ikişer buçuk kile un veya bunun karşılığı verilmiştir. Yine üç ayda bir hazinece “âdet-i nânhorân” adıyla 15’er akçe verilmesi kanun haline getirilmiş (Ayn Ali, s. 88) ve bunlar için “defter-i nânhor” adıyla kayıtlar tutulmuştur. “Fodulahorân” da denilen kuloğulları maaşlarını babalarının mensup olduğu orta veya bölüklerden alırlardı. III. Mehmed döneminden (1595-1603) itibaren kuloğullarına yılda bir defa 6’şar endâze donluk çuha ve 15’er arşın bez ve astarla 8’er akçe elbise bedeli verilmeye başlandı (Mebde-i Kānûn-ı Yeniçeri, s. 9). Zamanla babaları sağ olanlar da ocağa alındı. XVI. yüzyıl sonlarında sayıları 700 kadardı. Bunların kapıkulu bölüklerine geçişi daha kolay oluyordu. Bir münhal olduğunda kuloğullarının ocağa alınması yeniçeri ağasının arzıyla gerçekleşirdi. Önceleri Acemi Ocağı’na alınan bu çocuklara tayinat verilmezdi. Hizmet yaşına gelenler zamanla 1’er akçe yevmiye almaya başladılar. Bunlar önceleri genellikle gemi hizmetlerine ve Gelibolu Acemi Ocağı’na, daha sonraki yıllarda Galata Sarayı, İbrâhim Paşa Sarayı, Eski Saray ve sekban fırını hizmetlerine verildiler (a.g.e., s. 44). Bazıları ise “civelek” adıyla mutfak hizmetlerinde kullanılmak üzere babalarının bölüklerinde görev yapar ve acemiliklerini buralarda geçirirlerdi. Bu uygulama, zamanla civeleklerin yüksek rütbeli yeniçeri zabitleri tarafından “kûçek” adıyla maiyet hizmetlerinde istihdamına dönüşmüştür. Yeniçeri Ocağı’nda iken suç işleyen kuloğullarının cezaları kendi orta veya bölüklerinde değil Acemi Ocağı’nda verilir ve bu cezalar genellikle sayısı otuzu geçmeyen değnek vurulması şeklinde olurdu. Yaşı yirmi üçten küçük kuloğullarının kapıya çıkması (bk. BEDERGÂH) usul değildi. Babaları taşrada timarlı sipahiliğe geçen veya eyaletlerdeki beylerbeyi divanlarında çavuş olan kuloğulları, XVI. yüzyıl ortalarına kadar kale muhafızlığı gibi babalarının görevlerine göre bir hizmete verilirdi. Ancak bu hizmetlerde yükselme olmadığından II. Selim döneminden itibaren bu çocukların 1’er akçe yevmiye ile Acemi Ocağı’na alınması kanun haline geldi. Kayıt defterlerinde timarlı sipahi oğulları “ferzend-i sipâhi”, çavuş oğulları “ferzend-i çavuş” adıyla geçmektedir. Daha sonra bu kanuna “ferzend-i bevvâb” ismiyle kapıcı oğulları ve “ferzend-i çaşnili” adıyla sofracı oğulları da eklenmiştir.

XVII. yüzyıl başlarında I. Ahmed döneminde bu usul kaldırılmışsa da 1621’de “becâyiş” adıyla ocağa dışarıdan asker alınması kalıcı bir uygulama haline geldi. Gittikçe yaygınlaşan bu uygulama zamanla devşirme sisteminin yerini aldı. Kapıkulu ocaklarından cebeci, topçu ve top arabacılarının oğullarının da kuloğlu sıfatıyla anıldıkları ve bu ocaklara alındıkları bilinmektedir. Evlenen kapıkulu süvarilerinin oğullarına ise “veledeş” unvanı verilirdi. Bunlar da askerlik çağına gelince


süvari bölüklerine girerdi. Devşirme sistemine aykırı bu tür uygulamalar, gerek Osmanlı tarihçileri ve ıslahat yazarları gerekse onlardan etkilenen modern dönem tarihçilerince sistemin bozulmasına etken olan sebepler arasında zikredilir. Kuloğlu tabiri Yeniçeri Ocağı’nın ilgasıyla ortadan kalkmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, MD, nr. 1, s. 195; nr. 2, s. 67; nr. 3, s. 190, 283, 287; nr. 5, s. 25, 110-111; nr. 6, s. 411; nr. 33, s. 373; nr. 38, s. 45; nr. 49, s. 46; nr. 90, s. 51, 264; Câfer İyânî, Tevârîh-i Cedîd-i Vilâyet-i Üngürüs: Osmanlı-Macar Mücadelesi Tarihi, 1585-1595 (haz. Mehmet Kirişçioğlu), İstanbul 2001, s. 68, 70; Selânikî, Târih (İpşirli), I, 13; II, 472, 717; Kānunnâme, Âtıf Efendi Ktp., nr. 1734, vr. 285a; Mebde-i Kānûn-ı Yeniçeri, s. 9, 43, 44, 49, 52, 56, 57, 62, 80, 99, 136, 163-164, 167, 221, 222, 235, 249, 261-263, 266, 283, 296; Ayn Ali, Risâle-i Vazîfehorân, s. 86, 88; Koçi Bey, Risâle (Aksüt), s. 42, 44 vd.; Topçular Kâtibi Abdülkadir Efendi, Târih (haz. Ziya Yılmazer, doktora tezi, 1990), İÜ Ed. Fak. Genel Kitaplık, nr. TE 80, tür.yer.; D’Ohsson, Tableau général, VII, 328, 353; Ahmed Cevâd, Târîh-i Askerî-i Osmânî, İstanbul 1299, I, 48 vd., 122; Uzunçarşılı, Kapukulu Ocakları, I, 31-62, 306-310; II, 6-7, 41, 162-167, 190, 199-200; a.mlf., “Kuloğlu”, İA, VI, 978-979; Pakalın, I, 297, 609-610; II, 300, 320-321, 654; Mücteba İlgürel, “Yeniçeriler”, İA, XIII, 388; “Ķuloҗћlu”, EI² (Fr.), V, 367.

Abdülkadir Özcan