KOCA HÜSEYİN

(ö. 1056/1646’dan sonra)

Reîsülküttâb ve Osmanlı tarihçisi.

Aslen Saraybosnalıdır. Babası Gazi Hüsrev Bey Kütüphanesi hâfız-ı kütübüdür. Ancak bu kütüphane müstakil bir müessese olmadığından babasının buradaki mescid veya medresede görevli olduğu düşünülebilir (Hanciç, s. 82). Koca Hüseyin’in İstanbul’a ne zaman geldiği ve hangi tarihte devlet hizmetine girdiği bilinmemektedir. Hayatı hakkında bilinenler hemen sadece kendi eserinde verdiği bilgilere dayanır. 1022 (1613) yılında reîsülküttâblık makamında bulunduğunu belirten Hüseyin Efendi (Bedâyiu’l-vekāyi‘, I, vr. 211b, 277b), altmış senedir Dîvân-ı Hümâyun hizmetlerinde çalıştığını ve yaşı yetmiş-seksen arasında iken reîsülküttâblık görevinden ayrıldığını ifade etmektedir (a.g.e., I, vr. 2a). Ancak onun bu önemli görevde aralıksız değil fâsılalarla birkaç defa bulunduğu anlaşılmaktadır. Sicill-i Osmânî’de de 1033 (1624), 1038 (1629) ve 1044 (1634) yıllarında reîsülküttâblık yaptığı belirtilir (IV, 795). 1047 (1637) yılında IV. Murad’ın düzenlediği Bağdat Seferi’ne katıldığı ve padişahın emriyle Ahmed b. Yûsuf el-Karamânî’nin Aħbârü’d-düvel adlı Arapça umumi tarihini Türkçe’ye çevirdiği bilinmektedir.

Ölüm tarihi, adının sehven Hasan olarak geçtiği Naîmâ Târihi’ne dayanılarak (IV, 111) birçok eserde 1054 (1644) olarak verilir. Ancak Hüseyin Efendi, eserinin birinci kısmının temize çekme işini 1054 yılı Zilhiccesi başında (Ocak 1645) bitirdiğini, gördüğü bir rüya üzerine Osmanlı Devleti’ne dair cildi yazmaya devam ettiğini belirtir. Bu kısmın telifi için de birkaç yıl harcamış olabileceği düşünülürse seksen yaşlarında iken 1056’dan (1646) sonra ölmüş olması muhtemeldir. Nitekim eserinin bir yerinde 1056 (1646) yılı içinde bulunulduğundan söz etmesi (II, vr. 269a) bu tarihte hayatta olduğunun bir başka delilidir. Ana dili Boşnakça yanında Arapça, Farsça ve Türkçe’yi iyi bildiği anlaşılan Hüseyin Efendi’nin Hammer tarafından “Hoca” şeklinde yazılan (Devlet-i Osmâniyye Târihi, IX, 5) “Koca” sıfatını niçin ve ne zaman aldığı bilinmemektedir.

Hüseyin Efendi’nin bilinen yegâne eseri Bedâyiu’l-vekāyi‘ adlı umumi tarihidir. Eserin telif tarihi belli değilse de yazarının ifadesinden müsveddesinin daha önce bittiği, reîsülküttâblıktan ayrıldıktan sonra 1054 Zilhiccesinin başında (Ocak 1645) bunu temize çekmeye niyet ettiği, fakat gördüğü rüya üzerine telif faaliyetini sürdürdüğü anlaşılmaktadır (Bedâyiu’l-vekāyi‘, vr. 2a-b).

Tesbit edilebildiği kadarıyla Bedâyiu’l-vekāyi‘den ilk bahseden kişi XVIII. yüzyılın ünlü diplomatı ve biyografi yazarı Ahmed Resmî Efendi’dir. Ahmed Resmî, Naîmâ’dan naklen “hâlet-i vasatta ashâb-ı dirâyetten” biri olarak nitelediği Hüseyin Efendi hakkındaki bilgileri bu eserden naklettiğini belirtmekte (Halîfetü’r-rüesâ, s. 34-35), ayrıca reîsülküttâblık makamının ortaya çıkışıyla ilgili bilgiler için de yine bu esere atıfta bulunmaktadır (a.g.e., s. 4). Hammer ise eserin Viyana Nationalbibliothek’teki nüshasını görmüştür (Devlet-i Osmâniyye Târihi, VIII, 267). Bedâyiu’l-vekāyi‘in I. cildi olan bu nüsha Gustav Flügel tarafından tavsif edilmiştir (Handschriften, II, 94-96). Flügel’in verdiği bilgiye göre nesih hatla yazılmış bu cilt 609 varak olup üç bablık bir mukaddime ile dört fasıldan oluşmaktadır. Birinci bölümde Hz. Âdem’den Hz. Peygamber’e gelinceye kadar kısaca insanlık tarihi, beş


fasıllık ikinci bölümde Hz. Peygamber’in doğumundan hicrete kadar İslâm tarihi, üçüncü bölümde ise on iki fasıl içerisinde hicretten vefatına kadar Asr-ı saâdet dönemi anlatılmıştır. Diğer kısımlarda Hulefâ-yi Râşidîn, on iki imam, Emevî, Abbâsî ve Fâtımîler’den söz edildikten sonra, Abbâsîler döneminde Horasan’da, Mâverâünnehir’de, İran, Azerbaycan gibi yerlerde hüküm süren hânedanlar hakkında bilgiler verilmiştir. Bu cildin son kısmında Abbâsîler’in ardından Mısır, Şam ve diğer İslâm ülkelerindeki devletlerden, nihayet Cengiz Han ve kızılbaşlardan bahsedilmiştir.

Bedâyiu’l-vekāyi‘in II. cildi, Rusya Federasyonu İlimler Akademisi Şarkiyat Enstitüsü Petersburg Şubesi El Yazmaları Bölümü’nde bulunmaktadır. Özel bir koleksiyondan 1862 yılında satın alındığı anlaşılan nüsha dar aralıklarla yazılmış 517 varaktan oluşmaktadır. Bu cilt Viyana’daki nüsha ile aynı adı taşımakta ise de sadece Osmanlı Devleti’ne ait müstakil bir kitap olarak da değerlendirilebilir. Viyana ve Petersburg yazmalarında müellifin adı bulunmamakta, ancak metnin içindeki kayıtlardan çıkarılabilmektedir. Günümüze intikal eden bu nüshaların gerek hattından gerekse sonda müstensih kaydının bulunmamasından, ayrıca müellife ait olması kuvvetle muhtemel düzeltme ve ilâvelerden dolayı bizzat müellifin kaleminden çıktığı söylenebilir.

Petersburg’daki nüsha Osmanlı Beyliği’nin ortaya çıkışından Yavuz Sultan Selim devri sonuna kadar gelir. Baş kısımda Osmanoğulları’nın şeceresini Oğuz Han’a kadar götüren müellif, bu efsanevî Türk hükümdarından bahsettikten sonra Ertuğrul Gazi’nin aşiretiyle Anadolu’ya yerleşmesi hakkında bilgiler verir. Hüseyin Efendi her padişah dönemini ayrı bir bölümde ele almış, bu bölümlerde İstanbul’daki ve taşradaki, özellikle Anadolu’daki askerî ve siyasî olaylardan, toprak meseleleri, vergiler, fiyat politikası vb. iktisadî hadiselerden söz etmiş, bu arada kendi gözlemlerini yazmıştır. Klasik tarih yazıcılığının gereği olarak her padişah dönemi ulemâsının, şeyhlerinin, vezirlerinin kısa biyografilerini veren müellif, farklı olarak her padişah döneminde Osmanlı Devleti’nin komşularından, bu devletlerle olan ilişkilerinden de bahsetmiştir.

Hüseyin Efendi’nin eserini kendi dönemine kadar getirememesi, Osmanlı tarihi cildine geç başlaması ve yaşının hayli ilerlemiş olmasıyla izah edilebilir. Müellifin eserini devam ettirmek istediği, Petersburg yazmasının sonlarında iki yerde (II, vr. 517b, 518a) Sultan Selim’in ölümünden sonraki döneme ait olayları daha tafsilâtlı yazacağını, Kanûnî Sultan Süleyman devrinde Celâlzâde Mustafa Çelebi tarafından Fâtih Kanunnâmesi’nin elkāb ve erkânının tashih edildiğini belirttikten sonra ileride bundan bahsedileceğini (II, vr. 284a) belirtmesinden açıkça anlaşılmaktadır. Fakat bu niyetini gerçekleştirememiş, sadece yeri geldikçe daha sonraki dönemlerin ve kendi zamanının olayları hakkında bilgiler vermiştir. III. Murad devrinde yayaların ve müsellemlerin sayılarının azaltılarak reâyâ sınıfına dahil edilmeleri, böylece tasarrufları altındaki toprakların timara verilmesi (II, vr. 44b-45a), 1055 (1645) yılında mahkeme raporu için ücret ödenmesinin başlatılması (I, vr. 95b), I. Ahmed döneminde Avusturya kralına yazılacak mektupta “çasar” sıfatının kullanılıp kullanılmaması meselesi (II, vr. 211a-212b), kendi zamanındaki narh meselesiyle İstanbul’daki inşa faaliyetleri hakkında verdiği bilgiler bunlardan birkaçıdır.

Tertip bakımından Aħbârü’d-düvel’e ve Cenâbî’nin el-ǾAylemü’z-zâħir’ine benzeyen Bedâyiu’l-vekāyi‘ orijinal bir kaynak olmaktan ziyade derleme bir eserdir. Kendi dönemini yazamayan Hüseyin Efendi’nin Viyana Nationalbibliothek’teki cilt içinde bulunan Osmanlı öncesi dönem için önemli ölçüde, tercümesini yaptığı Aħbârü’d-düvel’den yararlanmış olabileceği söylenirse de (Hanciç, s. 82) müellif bundan hiç söz etmediği gibi metin içinde buna dair bir işaret de yoktur. Buna karşılık Hüseyin Efendi, Ahmed Gaffârî’nin (ö. 975/1567) Nigâristân’ından faydalandığını açıkça belirtmektedir (I, vr. 3a). Petersburg nüshasında bulunan Osmanlı dönemi içinse, yer yer kaynaklarının adını vermektedir. Bunlar arasında Heşt Bihişt müellifi İdrîs-i Bitlisî, Âşıkpaşazâde, Neşrî, Kemalpaşazâde, Celâlzâde Mustafa ve bu sonuncusunun kardeşi Sâlih Çelebi ile Hoca Sâdeddin Efendi zikredilebilir. Dîvân-ı Hümâyun’daki uzun görevleri sırasında bu müessesenin bürolarını inceleme fırsatı bulan Hüseyin Efendi elde ettiği kaynakları ve belgeleri değerlendirmiştir. Özellikle günümüze orijinali ulaşmayan Fâtih Sultan Mehmed’in devlet teşkilâtına dair Kānunnâme-i Âl-i Osmân’ının metnini 1022 (1613) yılındaki reîsülküttâblığı sırasında Dîvân-ı Hümâyun’da görüp eserine dercetmesi Bedâyiu’l-vekāyi‘in kıymetini arttıran en önemli husustur (Özcan, sy. 33 [1983], s. 7 vd.). Eser, Anna S. Tveritinova tarafından bir fihrist ve ayrıntılı indeksler ilâvesiyle 1961 yılında Moskova’da faksimile şeklinde iki cilt halinde yayımlanmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

Koca Hüseyin, Bedâyiu’l-vekāyi‘ (nşr. A. S. Tveritinovoy), Moskva 1961, I, vr. 2a-b, 3a, 44b-45a, 95b; II, vr. 211a-212b, 267b, 269a, 277b, 284a, 517b, 518a; ayrıca bk. tür.yer. ve Önsöz; Naîmâ, Târih, IV, 111; Ahmed Resmî, Halîfetü’r-rüesâ, İstanbul 1269, s. 4, 34-35; Hammer (Atâ Bey), VIII, 266-267; IX, 5; Flügel, Handschriften, II, 94-96; Sicill-i Osmânî, IV, 795; Osmanlı Müellifleri, III, 46-47; Hediyyetü’l-Ǿârifîn, I, 322; Îżâĥu’l-meknûn, I, 170; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, III/2, s. 500; Babinger (Üçok), s. 204-205; Mehmet Hanciç, el-Cevherü’l-esnâ fî terâcimi Ǿulemâǿi ve şuǾarâǿi Bosna (nşr. Abdülfettâh Muhammed el-Hulv), Kahire 1413/1992, s. 82; Faik Reşit Unat, “Hüseyin: Bedâyi ül-vekayi”, TTK Belleten, XXVII/106 (1963), s. 309-319; Abdülkadir Özcan, “Fatih’in Teşkilât Kanunnâmesi ve Nizâm-ı Âlem İçin Kardeş Katli Meselesi”, TD, sy. 33 (1983), s. 7, 10 vd.

Abdülkadir Özcan