KIYEMÎ

(القيمي)

Mislî olmayan malları ifade eden hukuk terimi.

Sözlükte kavm “ayakta durmak; bir şeyin yerine geçmek, bir şeye karşılık olarak denk gelmek”, bu kökten isim olan kıymet de “bir şeyin eksiksiz olarak tam karşılığı, gerçek değeri” anlamındadır. Bir şeyin gerçek değeriyle kendisi arasında tercih yapılamayacak kadar denge olması sebebiyle böyle bir adlandırma yapılmıştır. Nitekim hukuk terimi olarak kıymet, “Bir malın bahâ-yi hakîkîsidir” diye tarif edilip (Mecelle, md. 154) “semen-i misl” mânasında kullanılmaktadır (a.g.e., md. 153; Ali Haydar, I, 339-340). Kıymet kelimesine nisbet eki getirilerek türetilen kıyemî veya kıyemî mal tabiri ise bir hukuk terimi olarak “yerini aynı cinsten bir diğeri alamayacak kadar farklı olan ve bundan dolayı da alışverişlerde ferden tayin edilmesi gereken eşya, mislî olmayan eşya” anlamına gelmektedir.

İslâm hukukunda değişik açılardan birtakım tasniflere tâbi tutulan malın bir tasnifi de mislî ve kıyemî şeklindedir. Mislî malın tarifinde, aynı cinsi oluşturan fertleri aralarında farklılık bulunmadığı için biri diğerinin yerine geçebilmesi, bunun için de piyasada ölçü, tartı, sayı, uzunluk birimleri kullanılarak işlem görmesi ve piyasada bulunması; kıyemî malın tarifinde de başka bir malla arasında biri diğerinin yerini alamayacak derecede farklılık bulunması, yani standart olmamasıyla, standart olsa bile piyasada bulunmaması vasıfları öne çıkarılmaktadır (bk. MİSLÎ). Nitekim Mecelle’de, “Kıyemî çarşı ve pazarda misli bulunmayan yahut bulunursa da fiyatça mütefâvit olan şeydir” diye tarif edilmiştir (md. 146). Esasen kıyemî eş-yanın alışverişlerde ferden tayin edilmesi gereği de bu vasıflarından dolayıdır.

Ancak mislî malların aksine kıyemî malları belli bir çerçeve içerisinde gruplandırarak da olsa belirlemek mümkün olmadığından İslâm hukukçuları, mislî malları genel çerçevesiyle gruplar halinde sayıp bunun dışında kalanların tamamını kıyemî mal olarak nitelendirmişlerdir. Bu sebeple klasik fıkıh literatüründe kıyemî mal çok defa “misli olmayan eş-ya” diye de tarif edilerek bu gruba giren malları ifade için “gayri mislî” tabiri, ya da kıyemî malın her birinin ferden tayini ve kıymetlendirilmesi sebebiyle “mukavvem” ve “mütekavvim” kelimeleri kullanılmıştır (İzzeddin İbn Abdüsselâm, II, 166; Zerkeşî, II, 335; III, 13, 82; Ali b. Süleyman el-Merdâvî, III, 215; V, 225-226; VI, 194; Şemseddin er-Remlî, IV, 44, 228; V, 158; Muhammed b. Ahmed ed-Desûkī, II, 198, 207, 305, 350; III, 71-77, 95, 97, 336, 500; İbn Âbidîn, IV, 531). Buna göre mislî malların ana grupları olan ve piyasada hacim (keylî) ve ağırlık (veznî) ölçü birimleriyle miktarı belirlenip işlem gören mallarla, birinin yerine aynı cinsten bir diğeri alınabilecek kadar aralarında fark bulunmayan veya fark bulunsa bile önemsenmeyecek kadar az olan (ya da standart olan veya standart sayılan), bunun için de sayıyla işlem gören (adedî) mallar (adediyyât-ı mütekāribe) ve yine standart olup uzunluk ölçü birimleriyle ölçülerek miktarı belirlenen mâmul malların dışındaki bütün mallar kıyemî malları oluşturmaktadır. Bir malın keylî, veznî veya adedî, dolayısıyla mislî veya kıyemî oluşunu netice itibariyle örf ve ticarî teamül belirlemekte, onun değişimiyle de malların bu vasfı değişebilmektedir. Klasik doktrindeki örneklendirmesiyle ev, arazi, dükkân gibi bütün gayri menkuller kıyemî mal olduğu gibi adedî mallardan standart olmadığı (adediyyât-ı mütefâvite) için parça başı fiyat belirlenerek işlem gören canlı hayvan, yazma kitap, antika eser, mücevher gibi mallar kıyemîdir. Yine her biri arasında fiyata yansıyacak kadar farklılık bulunduğundan parça başı fiyat belirlenerek işlem gören karpuz, lahana, elbise gibi mallar ya da standart bir nisbeti bulunmayan karışım halindeki keylî ve veznî mallar veya piyasada olmayan mislî mallar kıyemî mal kabul edilmektedir. Adediyyât-ı mütekāribe olan mallar, birinci el satışlarda mislî mal iken ayıplı olduğunda veya ikinci el satışlarda parça başı fiyat uygulanıyorsa kıyemî mal olmaktadır. Meselâ birinci el otomobiller ve matbu kitaplar mislî mal iken bunların ikinci elleri genellikle parça başı fiyatlandırma yapıldığından kıyemî mal statüsündedir. Ayrıca adediyyât-ı mütefâviteden sayılan karpuz vb. mallar tek tek değil tartı ile satılırsa vezniyyâttan olup mislî mal sayılır. Fabrika mâmulü halı ve kumaşların tamamı mislî mal iken el dokuması halı ve kumaşlar parça başı fiyatlandırılarak işlem görürse kıyemî, ölçü birimlerinden biriyle işlem görürse mislî olmaktadır.

Malların mislî ve kıyemî şeklindeki ayırımı İslâm hukukuna has olmayıp Roma hukukuna kadar uzanmakta ve borçların


nevi borcu-parça borcu şeklindeki ayırımıyla belli bir benzerlik taşımaktadır. Ancak mislî-gayri mislî ayırımı, muayyen bir borç ilişkisi düşünülmeden eşyanın niteliği icabı objektif olarak yapılan bir ayırımken nevi borcu-parça borcu ayırımı borç münasebetinde tarafların kararlaştırdıkları edim açısından yapılan bir ayırımdır. Çoğu zaman mislî mallar nevi borcuna, kıyemî mallar parça borcuna konu olursa da bu zorunlu değildir. Mislî bir mal ferden tayin edilerek parça borcu, kıyemî bir şey de nevi borcuna konu olabilir. Nitekim buna dair başka örneklerin yanında İslâm hukuk doktrininde canlı hayvanların selem ve karz akidlerine konu olabileceğine dair bazı ictihadlar da bu şekilde değerlendirilebilir. Ancak kıyemî mallar parça borcu haline getirilmeye daha el-verişlidir.

Malların mislî-kıyemî şeklindeki ayırımı kısmen eşya hukukunu da ilgilendirmekle birlikte esas itibariyle borçlar hukuku açısından önem taşımaktadır. Bu ayırımın borçlar hukuku ve eşya hukuku bakımından doğurduğu neticeler başlıca şunlardır: a) Her ne kadar para ile diğer mislî mallar arasında belli farklar bulunsa da mislî mallar cins, miktar ve vasıf şeklinde belirlenebildiğinden kural yönünden zimmette borç olarak sabit olur. Kıyemî mallar ise ancak görerek ve ferden tayinle belirlenebildiğinden zimmet borcuna konu olmaz. Bunun için de kıyemî mallarda borç takası cereyan etmez. Ortada olmayan mislî mal cinsi, miktarı ve vasıfları belirlenerek satım akdine konu olabildiği ve o mal üzerinde şahsî hak doğduğu halde kıyemî mallarda bu mümkün olmaz. Bu özelliği sebebiyle doktrinde kıyemî malların selem ve karz akidlerine konu olup olamayacağı tartışmalı kalmış, fakihlerin çoğunluğu, biraz da ihtiyaçların zorlamasıyla önceden özellikleri belirlenebilir mallarda selemi câiz görürken karzda daha çekimser davranmıştır. b) Mislî mallar mislen tazmin edildiği halde kıyemî mallar değeriyle tazmin edilir. Malların mislî-kıyemî ayırımına literatürün damân ve gasp bölümlerinde ayrı bir önem verilmesi de kıyemî malların klasik kaynaklarda mütekavvim veya mukavvem kelimesiyle ifade edilmesi de bu sebepledir. Kıymet malın yerine kāim olduğu ve aralarında bir tercih yapılamayacak kadar denklik söz konusu olduğu için malın kıymetiyle tazmin edilmesi taraflara ilâve bir kâr ve zarar sağlamaz. İslâm hukukçularının büyük çoğunluğu bu görüşte olmakla birlikte bazı tâbiîn âlimleriyle Zâhirîler ve bazı Hanbelî fakihleri hayvan gibi kıyemî malların ona denk düşen benzerleriyle tazmin edilmesi, bu mümkün olmadığında kıymetiyle tazmine gidilmesi tezini savunurlar (Süleyman M. Ahmed, s. 575-585). c) Doktrinde farklı ictihadlar bulunmakla birlikte İslâm hukukçularının çoğunluğunun görüşüne göre yasak olan fazlalık faizi (ribe’l-fadl) mislî mallarda cârî olurken kıyemî mallarda cârî olmaz. d) Müşterek mislî eşyanın taksiminde malın parçalara ayrılması (ifraz) esas olup ortaklardan her biri diğerinin gıyabında ve onun izni olmaksızın kendi hissesini alabilirken müşterek kıyemî eşyanın taksiminde mübâdele esastır. Müşterek kıyemî eşyada, ortaklardan birisi diğerinin gıyabında ve onun izni olmadan kendi hissesini alamaz (Mecelle, md. 1117-1118; Ali Haydar, III, 332-339). Bundan dolayı müşterek mislî eşya kural olarak cebrî taksime konu olurken kıyemîde bu ancak sınırlı hallerde mümkün olur (Mecelle, md. 1134-1138; Ali Haydar, III, 338, 368-378).

BİBLİYOGRAFYA:

Meķāyîsü’l-luġa, “ķvm” md.; Lisânü’l-ǾArab, “ķvm” md.; Şîrâzî, el-Müheźźeb, I, 296-299, 303-304; Serahsî, el-Mebsûŧ, XII, 131; XIV, 31-33; Kâsânî, BedâǿiǾ, V, 207-209, 233-234; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, İstanbul 1985, II, 167-168, 266; İbn Kudâme, el-Muġnî, Kahire 1389/1969, IV, 207-210, 216-218, 237-240; V, 177-179; İzzeddin İbn Abdüsselâm, ĶavâǾidü’l-aĥkâm, Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), II, 166; Zerkeşî, el-Menŝûr fi’l-ķavâǾid (nşr. Teysîr Fâik Ahmed Mahmûd), Küveyt 1402/1982, II, 335; III, 13, 82; İbnü’l-Hümâm, Fetĥu’l-ķadîr (Kahire), VI, 205-213; Ali b. Süleyman el-Merdâvî, el-İnśâf fî maǾrifeti’r-râciĥ mine’l-ħilâf (nşr. M. Hâmid el-Fıkī), Beyrut 1406/1986, III, 215; V, 225-226; VI, 194; Şemseddin er-Remlî, Nihâyetü’l-muĥtâc, Kahire 1386/1967, IV, 44, 194-199, 221, 228; V, 158-171; Muhammed b. Ahmed ed-Desûkī, Ĥâşiye Ǿale’ş-Şerĥi’l-kebîr, Kahire 1328, II, 198, 207, 305, 350; III, 71-77, 95, 97, 336, 457-458, 495, 500; IV, 57, 231, 334, 337, 346-347, 400-401; İbn Âbidîn, Reddü’l-muĥtâr (Kahire), II, 285; III, 153; IV, 531; V, 545; VI, 255, 268; Mecelle, md. 145-146, 148, 153, 154, 891, 1117-1119, 1134-1138; Ali Haydar, Dürerü’l-hükkâm, İstanbul 1330, I, 235-240, 339-340; III, 332-342, 368-378; Mustafa Ahmed ez-Zerkā, el-Medħalü’l-fıkĥiyyü’l-Ǿâm, Dımaşk 1384/1965, III, 130-142; Subhî Mahmesânî, en-Nažariyyetü’l-Ǿâmme li’l-mûcebât ve’l-Ǿuķūd, Beyrut 1983, I,16-18; M. Ebû Zehre, el-Milkiyye ve nažariyyetü’l-Ǿaķd fi’ş-şerîǾati’l-İslâmiyye, Kahire 1977, s. 59-64; Süleyman M. Ahmed, Đamânü’l-mütlefât fi’l-fıķhi’l-İslâmî, Kahire 1405/1985, s.108-116, 575-585; Bilal Aybakan, İslâm Hukukunda Borçların İfası, İstanbul 1998, s. 24-30, 49-72; “Ķıyemiyyât”, Mv.F, XXX, 138-142.

Beşir Gözübenli