KIDEM

(القدم)

Allah’a nisbet edilen selbî sıfatlardan biri.

Sözlükte “varlığının üzerinden uzun zaman geçmek” anlamına gelen kıdem (kadâme) kelimesi, terim olarak “Allah’ın varlığının başlangıcı bulunmaması ve başkasına ihtiyaç duymaksızın mevcut olması” diye tanımlanır. Kur’ân-ı Kerîm’de kıdem kavramı Allah’a nisbet edilmemekle birlikte aynı kökten gelen kadîm kelimesi “üzerinden uzun zaman geçmiş eski inançlar ve nesneler” anlamında kullanılmaktadır (Yûsuf 12/95; Yâsîn 36/39; el-Ahkāf 46/11). Ayrıca Kur’an’da “varlığının başlangıcı olmayan” mânasında Allah’a nisbet edilen evvel ismiyle O’nun her şeyin yaratıcısı olduğunu ifade eden âyetler de (meselâ bk. el-En‘âm 6/102; el-Furkān 25/2) kıdem sıfatının muhtevasını pekiştirmektedir. Hadislerde “bütün yaratıklardan önce mevcut olan varlık” anlamındaki mukaddim ile (Buhârî, “DaǾavât”, 60; Müslim, “Źikir”, 70) İbn Mâce’nin rivayet ettiği esmâ-i hüsnâ listesinde kadîm ismi Allah’a izâfe edilmektedir (İbn Mâce, “DuǾâǿ”, 10).

İsbât-ı vâcib ve âlemin yaratılmışlığına ilişkin kanıtların kelâmcılarca tartışılmaya başlandığı II. (VIII.) yüzyıldan itibaren kıdem ve hudûs kavramları kelâm literatüründe kullanılmış, daha sonra ilâhî isimlerin ve sıfatların irdelenmesinde de aynı kavramlar ele alınmıştır. Başta Ebû Mansûr el-Mâtürîdî olmak üzere bütün Sünnî kelâmcıların yanı sıra Mu‘tezile ve Şîa âlimleri Allah’ın kadîm bir varlık olduğunda ittifak edip O’na kadîm vasfını nisbet etmiş, kıdemi ulûhiyyetin temel vasfı olarak görmüştür. Nitekim Ebû Ali el-Cübbâî ile Bağdat Mu‘tezilesi kelâmcılarına göre kadîm “ilâh” anlamına gelir (Eş‘arî, s. 170, 180). Mâtürîdî kıdemi, Allah’ın zâtından dolayı var olmasının ve başkasına muhtaç bulunmamasının en temel şartı olarak kabul eder. Buna göre başkasına muhtaç olmayan ve varlığı zâtının gereği olan Allah hakkında kıdem sıfatı zorunludur (Kitâbü’t-Tevĥîd, s. 12). Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî ümmetin Allah’a kadîm ismini nisbet etmekte icmâ ettiğini, bunun da yaratıklardan önce Allah’ın mevcudiyeti anlamına geldiğini belirtir (İbn Fûrek, s. 43).

Selef telakkisini benimseyenlerin yanı sıra (Şerĥu’l-ǾAķīdeti’ŧ-Ŧahâviyye, s. 54) İbn Hazm gibi âlimler Allah’a kadîm isminin verilemeyeceği görüşündedir, zira Kur’an’da bu isim Allah’ı değil yaratıkları nitelemek için kullanılmıştır. Ayrıca kadîm tabiri, sözlük anlamı itibariyle bir varlığın diğer bir varlığa nisbetle zaman bakımından önceliğini ve eskiliğini ifade eder. İbn Hazm’a göre Allah’ın geçmişte belli bir zamanla sınırlı olmaksızın var olduğunu belirten ismi “evvel”dir. Bu isim O’nun varlığının zaman üstü olduğuna işaret etmektedir (el-Faśl, II, 325-326). Ali el-Kārî de kadîmin “bütün yaratıklardan önce mevcut olmak” mânasında kullanıldığı takdirde izâfî bir muhteva kazanacağından ilâhî isimler arasında yer almasını isabetsiz görür (Mineĥu’r-ravżi’l-ezher, s. 27).

Allah’ın kıdem sıfatıyla nitelendirilmesinde ittifak eden kelâmcılar bunun zât-sıfat ilişkisi açısından ne anlama geldiği konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir, bu görüşleri şöylece özetlemek mümkündür: 1. Allah’ın kadîm olması zâtı üzerinde zâit bir kıdem sıfatından dola-yı değil zâtından dolayıdır. Bu durumda kıdem “varlığından önce yokluğun geçmemesi” anlamına gelir. Eğer Allah zâtının ötesinde bir kıdem sıfatı ile kadîm olsaydı bu takdirde bu sıfatı başka bir kıdem sıfatıyla mevcut olması gerekirdi ki bu, sonuçta teselsüle götürür. Mu‘tezile,


Eş‘ariyye, Mâtürîdiyye ve Şîa kelâmcılarının büyük çoğunluğu bu görüşü benimser (İbn Fûrek, s. 27; Kādî Abdülcebbâr, s. 107; Gazzâlî, s. 21; Beyâzîzâde Ahmed Efendi, s. 124). Ancak Mu‘tezile kelâmcıları kıdemi Allah’ın zâtına ait en özel bir sıfat olarak kabul ettiğinden Sünnîler’ce benimsenen mâna sıfatlarını nefyetmişlerdir (Şehristânî, I, 44; Seyfeddin el-Âmidî, s. 40). 2. Allah’ın kadîm olması zâtı ötesinde bir kıdem sıfatının bulunması demektir, yani Allah kıdem sıfatı ile kadîmdir; tıpkı ilimle âlim, kudretle kādir, irade ile mürid olması gibi. Kıdem, Allah’ın zâtından yokluğu nefyettiği için selbî-tenzihî sıfatlar arasında yer almakla birlikte vücûdî (sübûtî) sıfat özelliği de taşır. Erken devir Sünnî kelâmcılarından İbn Küllâb ve Ebü’l-Abbas el-Kalânisî’nin yanı sıra mütekaddimîn devriyle yeni ilm-i kelâm devrine ait bazı Mâtürîdiyye kelâmcıları bu görüştedir (Eş‘arî, s. 170; Nesefî, I, 210; Arapkirli Hüseyin Avni, s. 3; İzmirli, II, 88-89). Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî’nin kıdemi nefsî bir sıfat olarak isimlendirip benimsediği ileri sürülmüşse de (M. Muhyiddin Abdülhamîd, s. 74-75) İbn Fûrek bu görüşün Eş‘arî’ye nisbet edilmesinin hatalı olduğunu belirtir (Mücerredü’l-Maķālât, s. 326). 3. Allah’ın kadîm olması ulûhiyyet sıfatı bulunduğu anlamına gelir, yani kadîm ismi Allah’ın ilâh olduğunu ifade eder. Mu‘tezile’den Ebû Hâşim el-Cübbâî bu görüştedir (Tehânevî, II, 1211-1212). Bu görüşlerden İbn Küllâb ile bir kısım Mâtürîdiyye âlimine ait olan görüş, Sünnîler’in sıfatlar konusunda benimsediği sıfât-ı meânî teorisine uygun görünmektedir. Sünnî kelâmcıların çoğunluğu ise kıdem konusunda Mu‘tezile’ye ait olan sıfât-ı ma‘neviyye teorisini benimsemiştir.

İslâm filozoflarının tesiriyle kelâm literatüründe kıdem zamânî, izâfî ve zâtî olmak üzere üç kısımda mütalaa edilmiştir. Var oluş zamanının başlangıcı bulunmayan ve varlığı üzerinden yokluk geçmeyen mevcuda “kıdem-i zamânî ile kadîm”, varlığı üzerinden uzun zaman geçen ve başkasına nisbetle daha eski olan mevcuda “kıdem-i izâfî ile kadîm” denilmiştir. Allah’ın zâtı ile kadîm olduğunu savunan İslâm filozofları âlemi de kıdem-i zamânî ile kadîm bir varlık kabul ederler. Allah’tan başka kadîm varlığın bulunmadığına inanan kelâm âlimleri ise âlemin hâdis olduğunu ısrarla belirtmiş ve İslâm filozoflarının kıdem-i âlem görüşünü eleştirmiştir (eleştiriler için bk. MEŞŞÂİYYE).

BİBLİYOGRAFYA:

Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ķdm” md.; Cürcânî, et-TaǾrifât, “Ķıdem” md.; a.mlf., Şerĥu’l-Mevâķıf, İstanbul 1239, s. 500; Tehânevî, Keşşâf, II, 1211-1212; Buhârî, “DaǾavât”, 60; Müslim, “Źikir”, 70; İbn Mâce, “DuǾâǿ”, 10; Eş‘arî, Maķālât (Ritter), s. 170, 180, 517; Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevĥîd, s. 12; İbn Fûrek, Mücerredü’l-Maķālât, s. 26-28, 43, 326; Kādî Abdülcebbâr, Şerĥu’l-Uśûli’l-ħamse, s. 107, 180-181; İbn Hazm, el-Faśl (Umeyre), II, 325-326; Gazzâlî, el-İķtiśâd fi’l-iǾtiķād, Kahire, ts. (Mektebetü Mustafa el-Bâbî), s. 21; Nesefî, Tebśıratü’l-edille (Salamé), I, 56, 210-211; Şehristânî, el-Milel (Kîlânî), I, 44; Fahreddin er-Râzî, Kitâbü’l-ErbaǾîn (nşr. Ahmed Hicâzî es-Sekkā), Kahire 1406/1986, I, 132; Seyfeddin el-Âmidî, Ġāyetü’l-merâm (nşr. Hasan Mahmûd Abdüllatîf), Kahire 1391/1971, s. 40; Şerĥu’l-ǾAķīdeti’ŧ-Ŧahâviyye, s. 54; Teftazânî, Şerĥu’l-ǾAķāǿid, İstanbul 1325, s. 65-66, 100; Ali el-Kārî, Mineĥu’r-ravżi’l-ezher fî şerĥi’l-Fıķhi’l-ekber, Kahire 1375/1955, s. 27; Beyâzîzâde Ahmed Efendi, İşârâtü’l-merâm (nşr. Yûsuf Abdürrezzâk), Kahire 1368/1949, s. 124; Arapkirli Hüseyin Avni, İlm-i Kelâm, İstanbul 1331, s. 3; İzmirli, Yeni İlm-i Kelâm, II, 88-89; M. Muhyiddin Abdülhamîd, en-Nižâmü’l-ferîd, Kahire 1955, s. 74-77.

Yusuf Şevki Yavuz