KEMANKEŞ MUSTAFA PAŞA

(ö. 1053/1644)

Osmanlı sadrazamı.

Avlonya’da doğdu. Zeâmet sahibi bir kişinin oğludur. Küçük yaşta İstanbul’a geldi ve Yeniçeri Ocağı’na girerek Kara Hasan Ağa’nın yanında yetişti. Ok atmadaki mahareti dolayısıyla “Kemankeş”, bazan da “Kara” lakaplarıyla anılır. Ocak içinde sırasıyla çorbacı, kul kethüdâsı, sekbanbaşı ve yeniçeri ağası oldu. IV. Murad’ın emriyle ocak içinde büyük temizlik yaptı. Bu sıfatla katıldığı Revan Seferi ve kuşatması sırasındaki başarıları sayesinde kaptan-ı deryâlığa getirildi (Karaçelebizade Abdülaziz Efendi, Ravzatü’l-ebrâr, s. 589). 1046 Ramazanında (Şubat 1637) kaptan-ı deryâlığa ilâveten sadâret kaymakamı da olan Mustafa Paşa (Naîmâ, III, 329), bir yandan devlet gelirlerini arttırmaya yönelik tedbirler alırken bir yandan da donanma için yeni kadırgalar hazırlattı.

1638 yılı ilkbaharında IV. Murad’la birlikte Bağdat Seferi’ne gitti. Savaş sırasında Tayyar Mehmed Paşa’nın şehâdeti üzerine 17 Şâban 1048’de (24 Aralık 1638) vezîriâzam oldu. Bağdat’a girildikten sonra da Safevîler’i barışa zorlamak için serdâr-ı ekrem olarak orduyla burada kaldı (Mehmed Halîfe, vr. 8a). Bir süre başta Bağdat surları olmak üzere savaş sırasında tahrip edilen binaların tamiri, idarî işlerin yoluna konulmasıyla meşgul oldu. Bu arada bir taraftan, İran Safevî Hükümdarı Şah Safî’ye gönderdiği mektupta Kanûnî Sultan Süleyman ve Şah I. Tahmasb zamanındaki sınırları esas alan barış


teklifinde bulunurken diğer taraftan orduyla birlikte İran içlerine hareket etti. Bu seferden amaç Safevîler’i bir an önce barışa razı etmekti. Bazı pürüzlerin Osmanlılar lehine halledilmesi üzerine İran sınırındaki Kasrışîrin’de üç gün süren görüşmeler sonunda 14 Muharrem 1049 (17 Mayıs 1639) tarihinde bu şehrin adıyla anılan ünlü antlaşma yapıldı (Kâtib Çelebi, Fezleke, II, 216-217). Bu tür işlerin halli için üç buçuk ay Bağdat’ta kalan Mustafa Paşa padişahın emriyle 1049 Ramazanında (Ocak 1640) İstanbul’a ulaştı ve muhteşem bir törenle karşılanarak padişah tarafından taltif edildi.

IV. Murad’ın saltanatının son dönemlerinde padişahın musâhibi Silâhdar Mustafa Paşa’nın hükümet işlerine karışması yüzünden onunla arası açılan Kemankeş Mustafa Paşa, Sultan İbrâhim döneminde de mevkiini korudu. Rakiplerinden Silâhdar Mustafa Paşa ile Deli Hüseyin Paşa’yı merkezden uzaklaştırırken yeni padişahın desteğini gördü (Naîmâ, IV, 13); hatta Galata’da çıkan bir yangını söndürme çabaları sırasında yüzünün yanmasına ve üç ay kadar Dîvân-ı Hümâyun toplantılarına katılamamasına rağmen sadâretten alınmadı (Vecîhî, vr. 21a). İyileştikten sonra Venedikliler’e birikmiş tazminat borçlarını ödetmek, birkaç yıldır Rus Kazakları’nın elinde bulunan Azak Kalesi’ni geri almak, Lehistan’la barış yapmak, Avusturya ile Zitvatoruk Antlaşması’nı yenilemek, Fransa ve İngiltere ile eski ahidnâmelerin devamını kabul etmek gibi birikmiş dış meseleleri halletti. Bu arada kaptan-ı deryâlık makamını da bir yıl kadar üzerine alarak tersane ve donanma işlerini bizzat yürüttü ve yeni gemilerle donanmayı güçlendirdi (Vecîhî, vr. 22a-b). Mustafa Paşa’nın malî alanda da önce yeniçeri ve sipahi mevcudunu üçte bire indirerek, mahlûlleri kaldırarak maaş giderlerini azalttı. Eyaletlerde tahrirler yaptırıp vergileri düzenli hale getirdi. Para ayarını düzeltti; tezkire usulünü kaldırarak devlet gelir ve giderlerinde denge kurmaya çalıştı. Kemankeş’in bu faaliyetleri daha sonra Tarhuncu Ahmed Paşa bütçesine esas olmuştur. Narh meselesini de ele alan Mustafa Paşa alım satım fiyatlarını kontrol altına almış, tüccar ve esnafa ayarı düzgün para verildiğinden piyasada bolluk ve ucuzluk sağlanmıştır. Ayrıca saray mensuplarının ulûfelerini Dîvân-ı Hümâyun’a bağlattı, Matbah-ı Âmire ve lstabl-ı Âmire’ye ait işleri de nizam altına aldı. Onun bu faaliyetleri sonunda devlet bütçesi denk hale geldiği gibi senede 6000 kese tasarruf edildi (Naîmâ, IV, 58).

Bu icraatlar pek çok kimsenin tepkisine yol açtı; yapılan genel tahrirler halk arasında huzursuzluğa sebep oldu. Özellikle ulûfelerin düşürülmesi, yoklamalarla çok sayıda esâmenin geri alınması, mahlûllerin kaldırılması, yeni vergiler konulması vb. uygulamalar başlıca şikâyet konularını oluşturdu. Öte yandan Silâhdar Mustafa Paşa meselesi yüzünden Vâlide Kösem Sultan’la da araları açılmıştı. Taşrada görevli vezirlerden tuğra çekme hakkını kaldırması da ayrı bir hoşnutsuzluğa sebep olmuştu. Hatta Erzurum Beylerbeyi Nasuh Paşazâde Hüseyin Paşa, “Tuğrakeşlik bana mirastır, tuğrayı bana Sultan Murad merhum ısmarladı” diyerek ayaklanmış, kalabalık bir orduyla İstanbul’a yürümüş, sonunda güçlükle yakalanarak ortadan kaldırılmıştı (Naîmâ, IV, 20 vd.).

Böylece önemli bir tehlikeyi atlatan Mustafa Paşa, bu defa karşısında Sultan İbrâhim’in silâhdarı Yûsuf Paşa ile padişah üzerinde etkili olup çok kısa sürede padişah hocalığına yükselen Cinci Hoca Hüseyin Efendi’yi buldu. Rakiplerini ortadan kaldırmak için Kul kethüdâsı Hüseyin Ağa’nın fikriyle yeniçerileri ayaklandırmaya karar verdi. Kul kethüdâsına 100 kese verdi ve ocak ileri gelenlerine dağıtmasını söyledi. Hüseyin Ağa neferat üzerinde etkili söz sahiplerine durumu anlatınca vezîriâzamın malî uygulamalarından memnun olmayan ocak ileri gelenleri isyana razı olmadılar. Gelişmeleri ocak üzerinde etkili Muslihuddin Ağa’dan öğrenen Mustafa Paşa, planın bu şekilde yayılmasından telâşa kapılıp haberinin olmadığını bildirdi. Daha sonra padişaha giden Muslihuddin Ağa ona her şeyi anlattı. Sultan İbrâhim de Mustafa Paşa’yı ortadan kaldırmaya karar verdi. Dîvân-ı Hümâyun toplantılarının birini kafes arkasından dinlerken Mustafa Paşa’nın sert tavırlarını görünce celseyi yarıda kestirdi ve huzuruna girmesini kabul etmedi. Ocaklıyı isyana teşvik etmesinden padişahın haberdar olduğunu öğrenen Mustafa Paşa hemen saraya gitti ve suçsuz olduğunu söylediyse de padişah tarafından azarlandı ve mühür elinden alınıp azledildi. Konağına dönen Mustafa Paşa idamı için gönderilen bostancıbaşı maiyetindeki 500 kadar kuvvetle kuşatma altına alındı. Kıyafet değiştirip kaçma girişiminde bulunduysa da yakalandı ve Hocapaşa Çarşısı’nda Cellât Kara Ali tarafından boğularak öldürüldü (21 Zilkade 1053 / 31 Ocak 1644); Çarşıkapı’da hayatta iken yaptırdığı türbesine gömüldü (Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi, Ravzatü’l-ebrâr, s. 617-619). Mallarına devletçe el konulan Mustafa Paşa’nın konağında yapılan aramada 30.000 altın ile üzerinde çiviler çakılı bir tahta üzerinde kendisine ve bazı devlet adamlarına ait resimler bulunduğu, bu resimlerin havas ilmiyle meşguliyetinden kaynaklandığı ileri sürülmüştür (Naîmâ, IV, 48).

Kritik bir dönemde aralıksız beş yıldan fazla sadrazamlık yapan Kemankeş Mustafa Paşa kaynaklarda cesur, akıllı, dürüst, tok sözlü, asabî ve hayır sever bir kimse olarak belirtilir. Okuma yazma bilmediği, hatta bundan dolayı, “Ben bu makama lâyık değilim. Nihayet kaht-ı ricâl olmağla beni nasbettiler. Zira mansıb-ı sadâretin şartı okuyup yazmaktır. Padişah ile vezir arasında esrara müteallik nice umur vardır. Bir kâtib vâkıf olmak lâzım gelir” dediği rivayet edilir (Kâtib Çelebi, Fezleke, II, 232; Naîmâ, IV, 58).

Kocaeli, Tırhala, Paşaeli, Delvine, Niğbolu, İlbasan, Silistre, Köstendil ve Mora sancaklarında hasları bulunan (BA, MD, nr. 89, s. 111) Kemankeş Mustafa Paşa pek çok hayır eserinin sahibidir. Kâbe’nin su yollarını genişletmiş, Aynizerkā üzerinde bir kale yaptırmış, buranın muhafızlarına ve Haremeyn fukarasına kendi gelirlerinden yılda 2500 altın göndermiştir. Sivas-Tokat arasındaki yolun güvenliği için Artukâbâd mevkiindeki harap Mehmed Paşa Hanı’nı kendine temlik ederek genişletip yeniden yaptırmış, civarına cami, hamam ve mektep inşasıyla iskân ederek günümüz Yıldızeli ilçesinin temeli olan Sivas Yenişehri’ni kurmuştur (Barkan, II [1942], s. 356-357).

20.000 kuruş sarfederek Edirne’de Mihal Bey Köprüsü’nü onartan Mustafa Paşa,


Filibe ile Tatarpazarcığı arasındaki Kuruçay üzerinde yeni bir köprü yaptırmıştır. Onun ayrıca Eğri Kalesi’nde hamamı, mektebi ve baruthânesi vardı. İstanbul’da 1641 yılında Çarşıkapı’da yaptırdığı medresenin yanında bunun dershanesi olarak mescid, türbe, sebil ve çeşme inşa ettirmiştir. Ancak 1937’de yol genişletme çalışmaları sırasında bunlar ortadan kaldırılmıştır. Galata’da Kurşunlumahzen civarında ve Salmatomruk’ta kiliseden çevrilme iki mescidi daha bulunan Mustafa Paşa’nın Anadolu’da ve Rumeli’de geçilmesi zor yerlere kaldırımlar döşettiği, susuz yerlere su getirttiği, İstanbul, Üsküdar ve Pendik’te çeşmeler yaptırdığı da bilinmektedir (Vecîhî, vr. 26a vd.). Ölümünden sonra evkafına kızı Fatma Hanım mütevelli olmuştur.

Mevlevî şairlerinden Sîneçâk Osman Dede Gülşen-i İrfân adlı eserini, Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi Zafernâme’sini, Serezli Şeyhzâde Abdurrahman Efendi Nahlistân-ı Tarab adlı Mısır tarihini Mustafa Paşa’ya ithaf etmiştir (Osmanlı Müellifleri, III, 74-75). Faik Reşit Unat tarafından Kemankeş’e izâfe edilerek yayımlanan lâyihanın (TV, I/6 [1942], s. 443-480) aslında Koçi Bey Risâlesi’nin bir versiyonu olduğu anlaşılmıştır. Kemankeş Mustafa Paşa’nın ıslahata dair yazılı bir eseri yoksa da Kitâb-ı Müstetâb’ın meçhul müellifi onun malî ıslahat yapıp kānûn-ı kadîmi tekrar yürürlüğe koyduğunu belirtmiştir (s. 3). Ayrıca devlet düzenine ait Kitâbü Mesâlihi’l-müslimîn adlı anonim eserin de bu vezîriâzama ithaf edilmiş olabileceği anlaşılmaktadır (Kitâbü Mesâlihi’l-müslimîn, neşredenin girişi, s. 5).

BİBLİYOGRAFYA:

TSMA, nr. E 4551, E 6523; BA, İbnülemin-Hariciye, nr. 18; BA, MD, nr. 89, s. 111; BA, Ali Emîrî, Murad IV, nr. 767; Suver-i Hutût-ı Hümâyûn, İÜ Ktp., TY, nr. 6110, tür.yer.; Feridun Bey, Münşeât (ilâve kısım), II, 296 vd.; Topçular Kâtibi Abdülkadir Efendi, Târih (haz. Ziya Yılmazer, doktora tezi, 1990), İÜ Ed. Fak. Genel Kitaplık, nr. TE 80, s. 791, 814, 822, 824, 830, 842, 866 vd., 876 vd., 887, 889, 893-894, 902, 910; Kitâb-ı Müstetâb (nşr. Yaşar Yücel), Ankara 1974, s. 3; Kitâbü Mesâlihi’l-müslimîn ve menâfii’l-mü’minîn (nşr. Yaşar Yücel), Ankara 1980, neşredenin girişi, s. 5; Peçuylu İbrâhim, Târih, II, 437, 461; Kâtib Çelebi, Tuhfetü’l-kibâr (nşr. O. Şaik Gökyay), İstanbul 1973, s. 165-166; a.mlf., Fezleke, II, 172, 173, 174, 192, 200 vd., 216 vd., 222-230, 232-234, 284; a.mlf., Düstûrü’l-amel (nşr. M. Tayyib Gökbilgin), İstanbul 1979, s. 120, 132; Solakzâde Mehmed Hemdemî, Solakzâde Tarihi (haz. Vahid Çabuk), Ankara 1989, II, 549-560; Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi, Ravzatü’l-ebrâr, Bulak 1248, s. 589, 592, 600, 601-608, 611, 614, 615, 617-619; a.mlf., Zafernâme, İÜ Ktp., TY, nr. 2288/1, tür.yer.; Mehmed Halîfe, Târîh-i Gılmânî (nşr. Buğra Atsız), Münih 1977, vr. 8a, 11a, 12a, 14b; Vecîhî, Târih (nşr. Buğra Atsız), Münih 1977, vr. 3a, 5b, 8b, 9a-b vd., 16a vd., 17a-b, 18a-b, 20a-21a, 22a-b, 23a-27a; Abdurrahman Hibrî, Defter-i Ahbâr, Beyazıt Devlet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 2418, vr. 25b-26a, 29b, 30a, 37a-38b; Evliya Çelebi, Seyahatnâme (nşr. O. Şaik Gökyay), İstanbul 1996, I, 107, 108, 110; Hezârfen Hüseyin Efendi, Telhîsü’l-beyân fî Kavânîn-i Âl-i Osmân (nşr. Sevim İlgürel), Ankara 1998, s. 52, 58, 105, 190; Müneccimbaşı, Sahâifü’l-ahbâr, III, 672, 674, 679-680, 681, 682-683; Naîmâ, Târih, III, 200, 329, 435, 458, 459-460; IV, 5, 13, 20 vd., 47-48, 51, 55, 58, 79; Hadîkatü’l-vüzerâ, s. 81-84; Şeyhî, Vekāyiu’l-fuzalâ, I, 70, 72, 73, 88, 151; II, 395; Ayvansarayî, Camilerimiz Ansiklopedisi: Hadîkatü’l-cevâmi‘ (haz. İhsan Erzi), İstanbul 1987, II, 11-12; a.mlf., Mecmûa-i Tevârîh (haz. Fahri Ç. Derin - Vahid Çabuk), İstanbul 1985, s. 140, 242, 413-414; Sefînetü’l-vüzerâ, s. 30-31; Râmizpaşazâde Mehmed İzzet, Harîta-i Kapûdânân-ı Deryâ, İstanbul 1285, s. 50-51; Hammer (Atâ Bey), IX, 253-254, 255 vd., 259, 264-272, 281; X, 8, 10 vd., 25 vd.; Osmanlı Müellifleri, III, 74-75; İbrahim Hilmi Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, İstanbul 1943-45, I, 76; II, 83, 494; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, III/1, bk. İndeks; III/2, s. 275, 335, 336, 387-391, 408, 472, 588; Dânişmend, Kronoloji2, III, bk. İndeks; V, 36, 189-190; Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlılar’da Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri, İstanbul 1983, s. 33, 90, 288; Ömer Lütfi Barkan, “Osmanlı İmparatorluğunda Bir İskân ve Kolonizasyon Metodu Olarak Vakıflar ve Temlikler I, İstilâ Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zâviyeler”, VD, II (1942), s. 356-357; Faik Reşit Unat, “Sadrazam Kemankeş Kara Mustafa Paşa Lâyihası”, TV, I/6 (1942), s. 443-480; M. Münir Aktepe, “Mustafa Paşa”, İA, VIII, 730-732.

Abdülkadir Özcan