KASVÂ

(القصواء)

Hz. Peygamber’in devesi.

Kulağındaki küçük bir kesikten dolayı bu adla anılan gri renkli (şehbâ) dişi bir devedir. Siyer ve hadis kitaplarında râvilerin ondan farklı isimlerle bahsetmesi birkaç adının olduğunu gösterir. Kaynaklarda kasvâdan sonra en fazla ced‘â ve adbâ adlarına rastlanır ki bunlar da kulağındaki kesikliği ifade etmektedir. Adbâ adını veren kaynakta kızıl renkte (hamrâ) olduğu belirtilir (İbn Huzeyme, IV, 262; Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, IV, 332).


Rivayete göre Kasvâ, Benî Kuşeyr b. Kâ‘b b. Rebîa’nın veya Harîş b. Kâ‘b’ın hayvanlarındandı ve Hz. Ebû Bekir tarafından 400 dirhem karşılığında satın alınarak aynı bedelle Resûl-i Ekrem’e satılmış veya hediye edilmiştir.

Hz. Peygamber’in hayatındaki en önemli olayların büyük bir bölümünde Kasvâ’nın adı geçer. Esmâ bint Yezîd, Mâide sûresinin Resûlullah’a bu devenin üzerindeyken nâzil olduğunu söyler (Taberî, CâmiǾu’l-beyân, VI, 83). Hz. Peygamber Medine’ye onun sırtında hicret etmiş ve Mescid-i Nebevî onun çöktüğü yere yapılmıştır (İbn Sa‘d, I, 237). Resûl-i Ekrem, Hudeybiye Antlaşması ile sonuçlanan umre yolculuğuna ve Mekke seferine Kasvâ ile çıkmış, Vedâ hutbesini de onun sırtında irad etmiştir. Hz. Peygamber’in Kasvâ ile yolculuk yaparken bazan terkisine birini (genellikle Üsâme b. Zeyd) aldığı bilinmektedir.

Resûl-i Ekrem, bir kimseyi acele olarak bir yere göndermesi gerektiğinde devesini ona verirdi; çünkü Kasvâ çok hızlı koşan bir hayvandı. Meselâ Bedir zaferinin müjdesini Medine’ye ona binen Zeyd b. Hârise götürmüştü. Hz. Peygamber zaman zaman düzenlediği deve yarışlarına Kasvâ’yı da sokardı. Daima birinci gelen Kasvâ’yı sonunda bir bedevînin genç devesi geçmiş ve Resûl-i Ekrem, buna çok üzülen sahâbîlere her yükselen ve zirveye ulaşanı aşağı almanın Allah’ın bir kanunu olduğunu belirtmiştir (Buhârî, “Cihâd”, 59).

Kasvâ, Hz. Ebû Bekir’in halifeliği sırasında Bakī‘ Mezarlığı’na veya daha kuvvetli bir ihtimalle Medine yakınlarında Hz. Peygamber’in atları için otlak olarak ayrılan Nakī‘ çayırlığına salıverilmiş ve orada kendi halinde otlayarak ölmüştür (Belâzürî, I, 306).

BİBLİYOGRAFYA:

Lisânü’l-ǾArab, “şķķ” md.; Buhârî, “Cihâd”, 59; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, Beyrut, ts. (Dâru sâdır), I, 237, 492-493; Belâzürî, Ensâb, Beyrut, ts. (Dârü’l-fikr), I, 306; Taberî, CâmiǾu’l-beyân, VI, 83; a.mlf., Târîħ (Ebü’l-Fazl), II, 219; İbn Huzeyme, eś-Śaĥîĥ, Beyrut 1390, IV, 262; Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, es-Sünenü’l-kübrâ, Mekke 1994, IV, 332; Nevevî, Şerĥu Müslim (Bulak), VIII, 173; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, X, 111-112; İbn Kesîr, el-Bidâye, III, 188, 304; VI, 8; İbn Hacer, Fetĥu’l-bârî, Beyrut 1379, VI, 73-74; Azîmâbâdî, ǾAvnü’l maǾbûd, Beyrut 1415, V, 254; Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtîbü’l idâriyye, II, 98.

Nebi Bozkurt