KARAHİSÂRÎ, Ahmed Şemseddin

(ö. 963/1556)

Ekol sahibi Osmanlı hattatı.

875 (1470) yılından önce Afyonkarahisar’da doğdu. Soyu, yetişmesi ve öğrenim durumu hakkında yeterli bilgi yoktur. II. Bayezid devrinin ilk yıllarında ilim tahsili için İstanbul’a gittiği ve hayatının sonuna kadar İstanbul’da kaldığı bilinmektedir.

Karahisârî aklâm-ı sitteyi, Yâkūt el-Müsta‘sımî ekolünün önde gelen temsilcilerinden olup Fâtih Sultan Mehmed zamanında bir grup sanatkârla beraber İstanbul’a giderek yerleştiği tahmin edilen İranlı hattat Esedullah-ı Kirmânî’den meşketti. Şeyh Hamdullah’tan yazı meşketmiş olan Halvetiyye şeyhlerinden Cemâleddin İshak Karamânî’ye intisap ederek tasavvufî eğitimini tamamladıktan sonra hilâfet aldı. Müstakimzâde, onun ilk hat hocasının Fâtih devri hattatlarından Yahyâ Sûfî olduğunu kaydederse de (Tuhfe, s. 94) bu bilgi tarih bakımından doğru değildir. Bununla birlikte yazılarını inceleyerek ondan faydalanmış olması mümkündür. Eserlerine koyduğu ketebelerde de daima Esedullah-ı Kirmânî’yi hocası olarak belirtmiştir.

Kanûnî Sultan Süleyman zamanından günümüze ulaşan Muharrem, Safer ve Rebîülevvel 952 (1545) tarihli saray ehl-i hiref maaş defterinden, Karahisârî’nin kâtipler bölüğü içinde altıncı sırada 14 akçe yevmiye ile görev yaptığı ve saray ehl-i hiref cemaati içinde yer aldığı anlaşılmakta (TSMA, nr. D 9706/4), ancak saraydaki bu göreve ne zaman başladığı bilinmemektedir.

Doksan yaşlarında vefat eden Karahisârî, Cemâleddin İshak Karamânî’nin Sütlüce’deki tekkesinin hazîresine defnedildi. Vefatına Hüdâyî Mustafa Efendi, “Geçti hayfâ Karahisârî-i pîr” (963) ibaresini tarih düşürmüştür. Mezarının kitâbe yazısı sağlığında kendisi, ölüm tarihi ise evlâtlığı Hasan Çelebi tarafından yazılmıştır. Kabrinin yeri bugün bilinmemektedir. Tezkirelerde Karahisârî’nin tasavvuf ahlâkının canlı bir örneğini teşkil ettiği, zâhidâne, mütevazi ve sade bir hayat yaşadığı, şiir ve terzilikte de hüner sahibi bir sanatkâr olduğu kaydedilmektedir.

Aklâm-ı sitte özellikle sülüs ve nesih yazılar, Şeyh Hamdullah mektebinde satır nizamı ve harf güzelliği bakımından Yâkūt üslûbunu aşmış, Osmanlı zevkini ortaya koymuştu. Karahisârî ise Yâkūt el-Müsta‘sımî üslûbunu yeni bir yorumla canlandırmış, ayrıca celî ve müsennâ yazılarda Fâtih devri hattatlarından Yahyâ Sûfî ve Ali b. Yahyâ Sûfî’nin yazılarını örnek alarak harf bünyesinde ve kompozisyonlarda daha güzel âhenge kavuşmuş, kendi adıyla anılan üslûbu ortaya


koymuştur. Yâkūt tavrı onun harf ve kelimelere kazandırdığı biçim, oran, istif ve farklı sayfa tasarımlarıyla en güzel şekline ulaşmıştır. Yaptığı yeniliklerle pek çok sanatkârı etrafında toplayan Karahisârî kısa zamanda “şemsü’l-hat” ve Yâkūt-ı Rûm diye anılmaya başlanmış, büyük bir ustalık ve itina ile düzenlediği celî sülüs, muhakkak, müsennâ ve müselsel kompozisyonlar hattatlara örnek teşkil etmiştir. Sürekli yeni kompozisyon ve biçimler arayan Karahisârî, bir müzehhip hassasiyeti ve titizliğiyle altın mürekkeple yazdığı harflerin etrafını siyah mürekkeple, siyah mürekkeple yazdığı harfleri altın mürekkeple tahrirleyerek yazıya farklı bir estetik boyut kazandırmıştır. Kahire Menyel Sarayı Hat Müzesi’nde bulunan bir kıtada çok ince siyah mürekkeple çizdiği nesta‘lik levha bu hattı da bildiğini göstermektedir.

Bursalı hattat Şerbetçizâde İbrâhim Efendi ile Karahisârî’nin mektupla ve şiir yoluyla rekabet ettikleri bildirilmektedir. Şerbetçizâde Karahisârî’ye gönderdiği bir Farsça beyitte, “Yazının usulünü anlayan kâmil insan lâzımdır, yoksa Yâkūt şivesini her nâkıs bilemez” demiş, buna Karahisârî yine Farsça şiirle şu cevabı vermiştir: “İnsaflı insanın gözü gördüğü şeyi cam parçası da olsa inci sayar, hünerli insanın gözü ayıptan pak olur. Hünersizlere gelince onların ayıplamasından korkulmaz. Usturanın ağzı ne kadar keskin olsa kılı keser ama ortadan yaramaz.” Bu çekişme, Şerbetçizâde’nin İstanbul’a gidip Karahisârî ile tanışmasından sonra aralarında samimi bir dostluğun kurulmasıyla neticelenmiştir. Tezkirelerin verdiği bilgiler ve günümüze ulaşan eserlerinden dinî ve edebî ilimleri iyi seviyede öğrendiği, şiir söyleyecek kadar Arapça ve Farsça’ya vâkıf olduğu anlaşılan Karahisârî kendisine ait şu üç beyti bazı kıtalarında yazmıştır: “Ey hüsn-i hat ile feleğe baş yetiştiren / Bil kim vücûdum ayağın altında hâktir // Ger erişirse sana bu tâze hutûtumuz / Onlara dil uzatma sakın zehr-nâktir // Her hattı başka başka bahrdir deniz gibi / Kim satr mevc ü nokta ana dürr-i pâktir.”

Karahisârî aklâm-ı sittede mushaf, en-‘âm, dua mecmuası ve murakka‘ olarak pek çok eser vermiştir. Kanûnî Sultan Süleyman için yazdığı mushaf-ı şerif yazısı, tezhibi, cildi ve ebadı ile devrinin medeniyet seviyesini aksettiren en ünlü eseridir. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde bulunan bu mushaf (Hırka-i Saâdet, nr. 5) 61,5 × 42,5 cm. ebadında, âharlı ve vassâleli 300 varak olup ketebe kısmı boş bırakılmıştır. Ancak yazı üslûbu ve vakıf kaydından mushafın Karahisârî’ye ait olduğu anlaşılmaktadır. Vakıf kaydında mushafın hazinede saklandığı, Sultan II. Mustafa tarafından 1107’de (1696) tilâvet olunmak üzere Hırka-i Şerif Odası’na vakfedildiği belirtilmiştir. Mushafın metni, aklâm-ı sittenin karışık olarak kullanıldığı Yâkūt tertibi diye bilinen her sayfada ilk satırı muhakkak, beş satırı nesih, bir satırı sülüs, beş satırı nesih, son satırı muhakkak hatla düzenlenmiş, sülüs ve muhakkak satırlara göre nesih satırlar kısa tutulmuştur. Bu mushaf saray nakışhânesinde sernakkaşın yönlendirme ve kontrolünde vassâl, tarrâh, cetvelkeş, altın ve renk hazırlayan sanatkârlar kadrosunun uzun süren âhenkli çalışmasının bir şaheseridir. Tezhipte Kara Memi üslûbu büyük bir başarı ile uygulanmıştır. Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’nde III. Murad dönemine ait 12 Ramazan 992 (17 Eylül 1584) ve 25 Receb 1001 (27 Nisan 1593) tarihli Ahmed Karahisârî Mushaf-ı Şerîfi Masraf Defteri’nden, III. Murad’ın saltanatı yıllarında da mushafın tezhip ve cilt işlerine devam edildiği, III. Mehmed döneminin ilk yıllarına ait 27 Ramazan 1004 (25 Mayıs 1596) tarihli bir filori defterinde tezhip ve ciltlenmesinde emeği geçen sanatkârlara verilen in‘âmâttan bu tarihlerde mushafın tezhip ve cilt işlerinin tamamlandığı, Ali Çelebi, Usta Câfer, Nakkaş Hasan ve Nakkaş Mustafa’nın mushafın tezhip ve cilt işlerinde önemli rol oynadıkları anlaşılmaktadır (Meriç, s. 58, 66-68). Geçmişte örneği bulunmayan incelikle ve zengin bir üslûpla tezhip edilmiş olan mushafın zahriyesi yuvarlak madalyon şeklindedir; ilk iki serlevha ile son iki sayfası sıvama tezhiplidir. Farklı düzenlemede iki sayfadan sonra varak 5b’den mushafın sonuna kadar her sayfa dört koltuk tezhiplidir. Toplam 2360 karşılıklı gelen koltuğun deseni yer yer aynı


olmakla beraber farklı tasarım ve renklendirme yazı güzelliğiyle birleşmiştir. Salbekli şemseli, köşebend ve geniş bordürlü, miklebli siyah deri ciltli olan mushafın 1981’de İtalya’da, 2000 yılında Ankara’da Kültür Bakanlığı tarafından tıpkıbasımı yapılmıştır. Bu yayımda mushafın boyutu küçültülmüştür (48 × 33 cm.).

Karahisârî’nin bundan başka Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde kıtaları (Emanet Hazinesi, nr. 2116, 2199; Hazine, nr. 2299), bir murakka‘ (III. Ahmed, nr. 3654) ve bir en‘âm-ı şerifi (Emanet Hazinesi, nr. 416) vardır. En‘âm-ı şerif 29,4 × 20,4 cm. boyutlarında, yetmiş dokuz varak âharlı ve âbâdî kâğıda nesih hatla 961’de (1554) yazılmış olup siyah deri ciltlidir.

Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nde de Karahisârî’nin çeşitli eserleri bulunmaktadır. Bunlardan sanatının olgunluk döneminde yazdığı bir en‘âm-ı şerif (nr. 1443), I. Mahmud’un kütüphanesinden 31 Mart 1330 (13 Haziran 1914) tarihinde müzeye intikal etmiş, 50 × 34 cm. boyutlarında, on altı varaktır. Varak 2b’de kare şeklinde kûfî hatla dört defa “elhamdülillâh”, altında siyah mürekkeple, çok yaygın olan ünlü müselsel besmelesi, bunun altında satrançlı kûfî kare biçiminde İhlâs sûresi, 3a’da sanat kudretini gösteren müselsel “el-Hamdü li-veliyyi’l-hamd” kompozisyonu yer alır. 3b’den 12b’ye kadar her sayfada on üç satır muhakkak, nesih, sülüs hatlarla En‘âm sûresi yazılmıştır. 13a’da muhakkak hatla en‘âm bitirme duası, 13b’de ketebesi vardır. Diğer sayfalarda muhakkak reyhânî hatla seçme hadislerle Bûsîrî’nin Ķaśîde-i Bürde’sinden bir beyit bulunmaktadır. Açık kahverengi, şemseli, miklebli ve meşin ciltlidir.

Büyük bir sabır, disiplin ve sanat gücünün mahsulü olan Yâsîn-i şerif (nr. 2649), 14 Nisan 1935 tarihinde Üsküdar Mevlevîhânesi şeyhi Ahmed Remzi Efendi tarafından müzeye hediye edilmiştir. 47 × 30 cm. boyutlarında on dört varak olup alttan ayırma şemseli, miklebli, koyu vişne renginde yıpranmış meşin ciltlidir.

23 Kânunuevvel 1329’da (5 Ocak 1914) Süleymaniye Türbesi’nden müzeye intikal eden mushaf (nr. 400) 27 × 20 cm. boyutlarında, 908 sayfa, her sayfada on bir satır nesih hatla 933’te (1527) yazılmış, ketebeli, vassâleli, zahriye, serlevha ve sûre başları, cüz, hizip, aşır, secde gülleri tezhiplidir. Koyu kahverengi, şemseli, miklebli, köşebentli ve deri ciltlidir. Karahisârî’nin aynı müzede 940 (1533-34) ve 954 (1547) tarihli ketebeli iki murakkaı (nr. 1438, 2466), meşhur hattatların yazıları bulunan körüklü toplama bir murakka‘ içinde (nr. 2499) ketebeli 960 (1553) tarihli dört kıtası vardır.

Süleymaniye Kütüphanesi’nde kayıtlı iki en‘âm-ı şerif de (Ayasofya, nr. 19; Süleymaniye, nr. 5) Karahisârî’nin bilinen güzel eserlerindendir. En‘âm 20 × 14 cm. boyutlarında, yirmi dört varak, 1b, 2a sülüs, nesih, diğer sayfalar dokuz satır nesihle yazılmış, ketebeli ve 949 (1542) tarihlidir. Metin etrafına altın cetvel ve siyah tahrir çekilmiş olup duraklar tezhiplidir. Şemseli, miklebli, vişne çürüğü renginde deri ciltlidir. Aklâm-ı sittenin kullanıldığı diğer en‘âm da sayfa düzenlemesi ve hatların güzelliğiyle nâdide bir eserdir. 24,7 × 17 cm. boyutlarında, ketebeli, on dört varak, 9b’ye kadar bir satır muhakkak, sekiz satır nesih, bir satır muhakkak, 9b bir satır muhakkak, beyzî bir form içinde, ince nesihle on sekiz satır olarak düzenlenmiştir. Aynı kütüphanede (Süleymaniye, nr. 15) tokça sülüs, sülüs ve nesih hatlarla yazılmış ketebeli, temrin mahiyetinde bir kıtası da mevcuttur. Kıtanın sağ köşesinde bizzat Karahisârî tarafından nazmedilmiş üç Türkçe beyit yer almaktadır.

Karahisârî’nin İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde 963’te (1556) yazdığı ketebeli bir mushaf-ı şerifi bulunmaktadır (AY, nr. 6714). Yâkūt üslûbunda yazdığını belirttiği bu mushaf 14,5 × 9,7 cm. boyutlarında, 303 varaktır. Her sayfada on üç ince nesih satır vardır. Serlevha, sûre başı, cüz, hizip ve secde gülleri tezhipli, metnin etrafına altın cetvel ve siyah tahrir çekilmiş, duraklar tezhiplidir. Miklebli, şemseli, mor deri ciltlidir.

Afyonkarahisar Müzesi’ndeki (E1. 6) 28 × 20 cm. boyutlarında, 941 (1534) tarihli, ketebeli, sülüs hurufat meşk murakkaı Karahisârî’nin günümüze ulaşmış güzel eserlerindendir.


Süleymaniye Camii kubbe yazıları ile (Fâtır 35/41) sağlığında yazdığı, fakat bugün mevcut olmayan kabir kitâbesi de Karahisârî’nin bilinen celî yazılarıdır. Süleymaniye Camii kubbe yazıları zamanla bozulduğundan Sultan Abdülmecid döneminde Abdülfettah Efendi tarafından terkibi aynen korunarak Râkım tavrında yeniden yazılmıştır. Müstakimzâde, Karahisârî’nin ölümünden yirmi bir yıl sonra inşa edilen Piyâle Paşa Camii’ndeki âyetle (ez-Zümer 39/73) yine ölümünden otuz iki yıl sonra vefat eden Mimar Sinan’ın kabir ve sebilinin yazılarının da Karahisârî’ye ait olduğunu kaydetmektedir. Bu yazılar muhtemelen Karahisârî’nin yazı kalıplarından istifade edilerek talebeleri tarafından yazılmıştır. Ayrıca 970’te (1562) Yedikule İmrahor İlyas Bey Camii yakınında bulunan Uşşâkī Dergâhı Çeşmesi’ndeki taşa hakkedilmiş celî yazılarla girift müselsel kelime-i tevhidin ketebesiz olmakla beraber üslûbu bakımından Karahisârî’ye ait olduğu tahmin edilmektedir.

Karahisârî’nin aklâm-ı sittede açtığı çığır bir asır içinde yerini Şeyh Hamdullah mektebine bırakmakla birlikte celî ve müsennâ yazılardaki tesiri Mustafa Râkım’a kadar devam etmiştir. Tophane’de Kılıç Ali Paşa Camii yazılarının hattatı Demircikulu Yûsuf Efendi, Karahisârî tavrının en ünlü temsilcisidir. Bilinen talebeleri arasında evlâtlığı Hasan Çelebi de ünlü bir hattattır. İstanbul Süleymaniye ve Edirne Selimiye camilerinin taşa hakkedilmiş kitâbeleri ve çini üzerinde işlenmiş celî yazılarının hattatı olan Hasan Çelebi, bir müddet hocasının yazı tarzını devam ettirdikten sonra Şeyh Hamdullah ekolünü benimsemiş, bu yolda da güzel eserler vermiştir. Ferhad Paşa, Büyükçekmece Köprüsü kitâbe yazılarının hattatı Derviş Mehmed (Karahisârî Dervişi), Kâtib ve Muhyiddin Halîfe Karahisârî’nin önde gelen talebelerindendir.

BİBLİYOGRAFYA:

TSMA, nr. D 9706/4; Ârifî Fethullah Çelebi, Süleymannâme (nşr. Esin Atıl), New York 1986, s. 31, 41, 64; Sâî, Tezkiretü’l-bünyân (nşr. Ahmed Cevdet), İstanbul 1315, s. 61; Mehdî Beyânî, Ahvâl ü Âŝâr-ı Ħoşnüvîsân, Tahran 1363 hş., IV, 17, 18; Âlî, Menâkıb-ı Hünerverân, s. 25; Gülzâr-ı Savâb, s. 59, 60; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, I, 151, 152; Suyolcuzâde, Devhatü’l-küttâb, s. 9-10; Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi‘, s. 302; Müstakimzâde, Tuhfe, s. 94; Habîb, Hat ve Hattâtân, İstanbul 1305, s. 84-85; Sicill-i Osmânî, II, 162; Osmanlı Müellifleri, I, 145; Ekrem Hakkı Ayverdi, Fatih Devri Hattatları ve Hat Sanatı, İstanbul 1953, s. 24; Rıfkı Melûl Meriç, Türk Nakış Sanatı Tarihi Araştırmaları, Ankara 1953, s. 58, 66-68; Süheyl Ünver, Hattat Ahmed Karahisarî, İstanbul 1964; Ömer Lütfi Barkan, Süleymaniye Cami ve İmareti İnşaatı (1550-1557), Ankara 1979, II, 184, 187; M. Uğur Derman, Türk Hat Sanatının Şâheserleri, İstanbul 1982, lv. 7, 8; Aptullah Kuran, Mimar Sinan, İstanbul 1986, s. 88; İslâm Kültür Mirasında Hat San‘atı (haz. Uğur Derman), İstanbul 1992, s. 195; Ali Alparslan, Ünlü Türk Hattatları, Ankara 1992, s. 49-64; Filiz Çağman, “Ahmed Karahisarî’ye Atfedilen Ünlü Kur’ân-ı Kerîm”, 9. Milletlerarası Türk Sanatları Kongresi, Ankara 1995, I, 521-527; Muhittin Serin, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, İstanbul 1999, s. 109-113; Kemal Çığ, “Hattat Ahmed Karahisarî”, Tarih Dünyası, I/6, İstanbul 1950, s. 234, 235; Midhat Sertoğlu, “Sütlüce ve Üç Hattat Mezarı”, Hayat Tarih Mecmuası, sy. 3, İstanbul 1977, s. 13-17; Atilla Çetin, “İstanbul’da Tekke, Zaviye ve Hankâhlar Hakkında 1199/1784 Tarihli Önemli Bir Vesika”, VD, XIII (1981), s. 589.

Muhittin Serin