KALAFAT MEHMED PAŞA

(ö. 1207/1793)

Osmanlı sadrazamı.

Hayatından bahseden kaynaklarda Sofya civarındaki bir köyde doğduğu, Rusçuk âyanından Çelebi Mehmed Ağa’nın çiftlik kâhyalığını yaparken ihtidâ ederek müslüman olduğu ve daha sonra geldiği İstanbul’da Çorbacı Kilcizâde Mustafa Ağa’nın aracılığı ile Yeniçeri Ocağı’na girdiği belirtilir. Kul kethüdâsı iken muhtemelen herhangi bir lakabı olmamasından kinaye Mülakkab Mehmed Ağa olarak anılmış, Kalafat lakabı ise sadrazamlığı dolayısıyla ortaya çıkmıştır. Kethüdâzâde Mehmed Said, “gemilerin ziftlenmek üzere kızağa alınması” anlamındaki kalafatla bağlantı kurulacak şekilde onun bir yıllık sadâretinde bu makamın âdeta tatil edilmiş olduğunu ve sadâretin, halefi Karavezir Mehmed Paşa için hazırlandığını söyleyenler tarafından Kalafat Paşa adıyla anıldığını yazar (Târîh-i Sefer-i Rusya, vr. 15a).

Yanında yer aldığı Kilcizâde Mustafa Ağa’nın Safer 1161’de (Şubat 1748) ocak ağalığına ilk tayininde çorbacılıktan ağa silâhdarlığına yükselen Mehmed Ağa, Kilcizâde’nin 27 Safer 1163 (5 Şubat 1750) tarihinde ikinci defa yeniçeri ağalığına getirilmesi üzerine tekrar çorbacı oldu. Çavuşluk ve başçavuşluktan sonra sekbanbaşılık görevini üstlendi ve 1182’de (1768) Rusya seferinde bulunan orduya katıldı. Sadrazam Yağlıkçızâde Mehmed Emin Paşa’nın 10 Cemâziyelevvel 1183’te (11 Eylül 1769) azledilmesi üzerine görevden alındıysa da kısa süre içinde yeniden bu göreve getirildi. 22 Rebîülevvel 1184’te (16 Temmuz 1770) zağarcıbaşılıktan kul kethüdâlığına yükseldi (Hüseyin Râmiz, vr. 23a; Sâdullah Enverî, Târih I, vr. 129b). Osmanlı harp tarihinde önemli bir yeri bulunan Kartal muharebesinden on gün sonra, yeniçeri ağası Kapıkıran Mehmed Paşa’nın ortadan kaybolması üzerine ocak silsilesi de dikkate alınarak 19 Rebîülâhir 1184’te (12 Ağustos 1770) yeniçeri ağalığına tayin edildi (BA, Dîvân-ı Hümâyun, Tahvîl Defterleri, nr. 16, s. 264). Ancak bu görevde üç ay kalabildi. Kartal bozgununun ardından sayısı azalan ve disiplini bozulan ordunun tekrar nizama sokulması konusunda yeterli gayreti gösteremediği gerekçesiyle aynı yıl 10 Şâban’da (29 Kasım) ağalıktan uzaklaştırılarak Tekirdağ’a sürgün edildi.

Mehmed Ağa’nın tekrar İstanbul’a gelip vazife alabilmesi III. Mustafa’nın vefatından sonra gerçekleşti. I. Abdülhamid’in hatt-ı hümâyunuyla 9 Safer 1191’de (19 Mart 1777) ikinci defa yeniçeri ağalığına getirildi. Ocak ağalığı üzerindeki çekişmeler dolayısıyla üç ay içinde bu makama getirilen üçüncü kişi olan Mehmed Ağa aynı yıl 7 Şevval (8 Kasım) tevcihatında da yerini koruyabildi (BA, Dîvân-ı Hümâyun, Tahvîl Defterleri, nr. 16, s. 264). Küçük Kaynarca Antlaşması’nın ardından Ruslar’a karşı alınacak tedbirler ve çıkması muhtemel savaş hazırlıkları gündeme gelince bu işleri yapabilecek bir sadrazam arayışında olan I. Abdülhamid tarafından Dârendeli Mehmed Paşa’nın yerine yeniçeri ağalığından sadrazamlık makamına getirildi (8 Şâban 1192 / 1 Eylül 1778). Onun sadârete gelişiyle bu tayine destek ve aracı olan padişahın silâhdarı Seyyid Kara Mehmed’in nüfuzu daha da arttı. Mehmed Paşa’ya sadrazamlığın tevcihiyle ilgili hatt-ı hümâyunda cebehâne, tophâne, tersane ve baruthânelerin ikmaline, mühimmat ve zahîre teminine çalışması vurgulanmaktaydı (Cevdet, II, 328-329).

Sadrazamlığı döneminde Rusya’ya göz dağı vermek amacıyla Karadeniz’e açılan, ancak Sinop Limanı’na girmeye mecbur kalan Kaptanıderyâ Cezayirli Gazi Hasan Paşa’nın idaresindeki donanma geri dönmüş ve ardından Mora’ya gönderilerek buradaki Arnavutlar’ın çıkardığı karışıklıklar önlenmeye çalışılmıştır. Ayrıca İran hâkimi Zend Kerim Han’ın vefatı üzerine (13 Safer 1193 / 2 Mart 1779) Basra’nın işgalden kurtulmasıyla bu devletle süren savaş hali sona ermişti.

Osmanlı Devleti ile Rusya arasında 3 Rebîülevvel 1193’te (21 Mart 1779) kararlaştırılan Aynalıkavak Tenkihnâmesi, Kalafat Mehmed Paşa’nın sadâreti devrinin gelişmeleri arasında yer almaktadır. Kırım Hanlığı’na istiklâl ve serbestiyet veren bu anlaşmaya karşı duyulan tepkilerin İstanbul’da birbiri ardınca çıkan yangınların sebebi olarak değerlendirilmesi, bunların arkasında Yeniçeri Ocağı’nın olduğu kanaati, Sadrazam Mehmed Paşa’ya ocakta esaslı bir temizlik yapma fırsatı verdi. Pek çok ocak ağası görevden alındı ve sürgüne yollandı. Ancak karışıklıklar bitmedi. 2 Rebîülâhir 1193’te (19 Nisan 1779) on dört saat süren Arabacılar Kârhânesi, 15 Receb’de (29 Temmuz) on yedi saat süren Buğdaycılar Kapısı ve 21 Receb’de (4 Ağustos) altı buçuk saat süren Aksaray yangınları meydana geldi. Yangınların bir türlü önünün alınamaması, her an yenilerinin çıkacağı endişesi ve çeşitli dedikodular sadrazamın azline yol açtı (8 Şâban 1193 / 21 Ağustos 1779). Yerine getirilen Karavezir Mehmed Paşa’ya sadâret mührü ertesi gün verildiğinden bazı eserlerde onun azil günü yanlış olarak bir gün sonrası tarihiyle gösterilmektedir. Yeni sadrazamın tayiniyle ilgili hatt-ı hümâyunda, Kalafat Mehmed Paşa’nın okuma yazma bilmemesi dolayısıyla kendisine gelen emirlerin ve yazdırdığı tâlimatların gizli kalmayıp her tarafa yayıldığı, bunun da türlü olumsuzluklara yol açtığı belirtilmektedir. Kendisine “hasbe’l-iktizâ” görevden alındığı bildirilen eski sadrazam malları müsadereye uğramaksızın


Bozcaada’ya gönderildi (BA, MD, nr. 176, s. 73/hk. 3).

İlk sürgün yerinden sonra mecburi ikametle Gelibolu’ya yerleşen Mehmed Paşa, bir resmî belgede sâbık Hanya muhafızı olarak anılmaktaysa da Hanya muhafızları listelerinde adı geçmez (BA, Dîvân-ı Hümâyûn, Tahvîl Defterleri, nr. 16, s. 48). Gelibolu’da iken emeklilik başvurusunda bulunan, bu isteği Zilkade 1193’te (Kasım 1779) kabul edilen (BA, MD, nr. 176, s. 206/hk. 3) ve hayatının son yıllarında gözleri görmez olan Kalafat Mehmed Paşa, Gelibolu’daki Namazgâh civarında bulunan mezarının kitâbesine göre 1207 Ramazanı Kadir gecesinde vefat etmiştir (8 Mayıs 1793). İki oğlundan biri olan Ahmed Efendi’nin Kudüs kadılığına kadar yükseldiği bilinmektedir. Çağdaşı tarihçiler Mehmed Paşa’yı kin ve hileden uzak, uysal ve “sâdedil” olarak tanıtır.

BİBLİYOGRAFYA:

TSMA, nr. E. 819, 5427, 6699; BA, MD, nr. 175, s. 235/hk. 2; nr. 176, s. 73/hk. 3, 206/hk. 3; BA, A.RSK, nr. 1601, s. 13; BA, Dîvân-ı Hümâyûn, Tahvîl Defterleri, nr. 16, s. 48, 264; BA, Ali Emîrî - I. Abdülhamid, nr. 77; BA, HH, nr. 1271, 1285, 1291, 1309-1315, 1345, 1365, 1386, 1387; BA, D.BŞM, nr. 4482, s. 1; Sırkâtibleri İsmail Zihnî, Ebûbekir Sıdkî, Bolevî İbrâhim, Rûznâme-i Sultân Abdülhamîd Hân, TSMA, nr. E. 12360/2a, 5a, 6a, 7a-b, 8a-b, 10a, 12b, 13a, 15b; Rûzmerre, TTK Ktp., Yazma, nr. 1001, s. 7-9, 58; Şem‘dânîzâde, Müri’t-tevârîh (Aktepe), II/B, s. 49, 55, 57-58; III, 79-80; Mehmed Hasîb, Rûzmerre, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet, nr. K. 578, vr. 25b, 30a-b; Hüseyin Râmiz, Zübdetü’l-vâkıât, İÜ Ktp., TY, nr. 2395, vr. 23a-b, 24b; J. Moreno, Viage á Constantinopla en el año de 1784, escrito de orden superior, Madrid 1790, s. 167; Sâdullah Enverî, Târih I (haz. M. Saffet Çalışkan, doktora tezi, 2000), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, vr. 129b, 146a, 182b-183b, 187b-188a; a.e. II, Millet Ktp., Ali Emîrî, Tarih, nr. 67, vr. 77b, 105b, 106a, 107b, 110a, 111a-b, 112b, 114b, 115a, 116b, 119b; Ahmed Câvid, Verd-i Mutarrâ: Hadîkatü’l-vüzerâ Zeyli, İstanbul 1271, s. 30; a.mlf., Müntehabât (haz. Adnan Baycar, doktora tezi, 1999), İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, vr. 158a, 164a, 260b-262b, 265a; Vâsıf, Târih, II, 100, 129; a.e., TSMK, Hazine, nr. 1406, vr. 58a, 90b-100b; Ferâizîzâde Mehmed Said, Târîh-i Gülşen-i Maârif, İstanbul 1252, II, 1597, 1608; Zâimzâde Mehmed Sâdık, Târihçe, İÜ Ktp., TY, nr. 2532, vr. 11b; Kethüdâzâde Said, Târîh-i Sefer-i Rusya, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2143, vr. 15a-b; Cevdet, Târih, II, 103-128, 328-336; IV, 246; Sicill-i Osmânî, IV, 268, 757; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, IV/1, s. 434-435, 448-451, 462-463; IV/2, s. 425-427; Semavi Eyice, “Mezarlıklar ve Hazireler”, Cimetières et traditions funéraires dans le monde islamique: İslâm Dünyasında Mezarlıklar ve Defin Gelenekleri (ed. J. L. Bacqué-Grammont - Aksel Tibet), Ankara 1996, I, 124-125.

Fikret Sarıcaoğlu