KAHRAMANMARAŞ

Akdeniz bölgesinde şehir ve bu şehrin merkez olduğu bir kesimi Akdeniz, bir kesimi Doğu Anadolu bölgesinde bulunan il.

Ahır dağının güney kısmı eteklerinde, şehirle aynı adı taşıyan ovanın kuzey kesiminde meyilli bir alanda yer alır. Önemli bir yol güzergâhı üzerinde bulunan şehrin adının Asur kaynaklarında geçen Markasi’ye dayandığı belirtilir. Markasi adı, Romalılar döneminde Kral Caligula tarafından Germanicia / Kayseria Germanicia’ya çevrildi. Bu isim Bizans Devleti zamanında da kullanıldı. Şehir İslâm hâkimiyetine girince “Mar‘aş” adını aldı. Maraş kelimesi, bölgedeki çeltik ekimi ve bataklıkların sebep olduğu sıtma hastalığı dolayısıyla “titreme yeri” anlamına geldiği şeklinde izah edilmekteyse de bunun ilmî bir kıymeti yoktur. Yeniden Bizans hâkimiyetine girdiği kısa bir dönem içinde Marassion denilen şehir bundan sonra Osmanlı devri de dahil Maraş adıyla anıldı. Bu ad 7 Şubat 1973’te, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Millî Mücadele dönemindeki üstün direnişinden dolayı “kahraman” unvanı verilerek Kahramanmaraş şekline dönüştürüldü. Kuruluş tarihi antik dönemlere kadar inen Maraş’ın ilk yerleşim yeri şimdiki şehrin güneydoğusunda bulunan Erkenez çayı kenarındaydı. Roma devrinde Karasu kıyısına taşınan şehir daha sonra doğusunda bulunan Kara Maraş’a taşınmış, bugünkü yerleşim yerine ise Dulkadırlılar zamanında gelmiştir.

Tarih. Asur ticaret kolonileri çağında Anadolu’yu Mezopotamya’ya bağlayan önemli bir ticaret yolu üzerinde yer alan şehir, Hitit İmparatorluğu yıkıldıktan sonra Geç Hitit şehir devletlerinden Gurgum Krallığı’na başşehirlik yaptı. Kimmerler’in Anadolu’yu istilâsının ardından bir müddet Asur hâkimiyetinde kaldı. Asurlar’ın Med istilâsına uğramasından sonra Pers hâkimiyetine girdi. Şehir, İskender’in Asya seferi sırasında Kapadokya satraplığının önemli merkezlerinden biriydi. Romalılar zamanında Kuzey Suriye vilâyeti sınırlarına katıldı. Roma’nın Sâsânîler’le savaşı Maraş şehrinin zaman zaman saldırılara hedef olmasına yol açtı. Roma İmparatorluğu’nun 395’te ikiye ayrılması üzerine Doğu Roma’nın (Bizans) hâkimiyetine geçti. Sâsânîler 605’ten itibaren Kayseri, Maraş gibi önemli ticaret şehirleri üzerinde hâkimiyet kurdularsa da 611’de geri çekildiler. Sâsânîler’den sonra Maraş bölgesine ilk Arap akınları Hulefâ-yi Râşidîn devrinde başladı. Ebû Ubeyde b. Cerrâh Menbic’de iken Hâlid b. Velîd’i Maraş taraflarına gönderdi. Hâlid şehri kuşattı, halka zarar vermemek kaydıyla Maraş’ı aldı ve kalesini yıktırdı (16/637). Maraş bundan sonra Anadolu içlerine yapılacak akınlarda üs durumuna geldi. Süfyân b. Avf el-Gāmidî Maraş’tan hareketle Bizans topraklarına akınlar düzenledi (30/650-51). Emevîler zamanında Muâviye’nin emriyle şehir yeniden inşa edildi. I. Yezîd’in ölümünün (64/683) ardından Maraş’a yönelik Bizans saldırıları yoğunlaşınca müslümanlar Maraş’ı terketmek zorunda kaldılar. Abdülmelik’in Bizans’la yaptığı antlaşma uzun süreli olmadı. Cemâziyelevvel 74’te (Eylül 693) I. Mervân’ın oğlu Muhammed antlaşmayı bozarak ertesi yıl Bizans topraklarına girdi. Cemâziyelevvel 75’te (Eylül 694) Bizanslılar karşı saldırıya geçip Antakya yakınlarındaki Amik ovasına kadar ilerledilerse de başarılı olamadılar ve Maraş ovasında yapılan savaşta mağlûp edilerek geri püskürtüldüler. Halife I. Velîd’in oğlu Abbas Maraş’a gelip şehri tamir ve tahkim ettirdi. Bir kısım halkı şehre yerleştirerek Maraş’ın nüfusunun artmasını sağladı ve büyük bir cami yaptırdı. Halife II. Mervân zamanında 129 (747) yılında Bizanslılar Maraş’ı kuşattı. Halk canlarının bağışlanması şartıyla şehri boşaltarak el-Cezîre ve Kınnesrîn’e göç etti. Bizans İmparatoru V. Konstantinos şehri yıktırdı. Mervân, Humus’u fethettikten sonra Maraş’ı yeniden ele geçirdi ve şehri imar etti. Bizans kuvvetleri 130’da (747) şehri yağmaladılar. Abbâsî Halifesi Ebû Ca‘fer el-Mansûr devrinde Sâlih b. Ali tarafından onarılan şehir Halife Mehdî-Billâh döneminde tahkim edildi. 161-162 (778-779) yıllarında büyük bir Bizans ordusu Maraş’ı kuşattı, şehri alamadıysa da etrafı yakıp yıktı. Bizans İmparatoru I. Basileios 877’de Göksun ve Toroslar üzerinden Maraş’a saldırdı, fakat şehri ele geçiremedi; varoşları tahrip ve yağma ederek geri çekildi. Şehir Muharrem 292’de (Kasım 904) Bizanslılar’ın eline geçti. 916’da Ermeniler Maraş’ı ele geçirip yağmaladılar. 949’da Bizanslılar şehri tekrar zaptettiler. Maraş 341’de (952) Hamdânîler’in eline


geçtiyse de 351 Rebîülevvelinde (Nisan 962) yeniden Bizans topraklarına katıldı.

Malazgirt savaşının ardından Türkler’in Anadolu’yu fethe başlaması sırasında yaşanan kargaşadan Maraş ve çevresi de büyük ölçüde etkilendi. Daha önce Bizans’ın Türkler’e karşı güçlü bir direniş hattı oluşturmak amacıyla Ermeniler’i Doğu Anadolu’dan Anadolu’nun iç ve güney kesimlerine çekmiş olması Maraş ve çevresindeki Ermeni nüfusunu arttırdı. Bunun sonucunda bazı küçük Ermeni prenslikleri ortaya çıkmaya başladı. Bizans tarafından Türkler’e karşı Malatya-Antakya hattının savunmasına memur edilen Ermeni asıllı Philaretos, Maraş’ı da içine alan büyük bir prenslik kurdu (1079). Ancak I. Süleyman Şah’ın ve Emîr Buldacı’nın 1085’te Anadolu’nun güneyine yönelik fetihleri sırasında Maraş Buldacı tarafından ele geçirilince Philaretos Urfa’ya gitti. Urfa’nın fethi üzerine de Melikşah’ın yanına giderek müslüman oldu ve Maraş kendisine verildi (1087). Philaretos’un yerine geçen Barsama (1090) kısa bir müddet şehri idare edebildi. Emîr Bozan, Maraşlılar’ın Barsama’ya karşı isyanı sayesinde şehri kolayca fethetti.

Godefroi de Bouillon kumandasındaki Haçlı ordusu 490’da (1097) Maraş’a girdi. Bu sırada şehri Ermeni Vali Thathul yönetiyordu. Haçlılar valinin hükümranlık yetkilerini kabul ettiler. Maraş uzun süre Haçlılar’ın Urfa, Antakya ve Çukurova’ya yönelik harekâtlarında üs vazifesi gördü. Haçlılar daha Kudüs’e ulaşmadan Antakya ve Urfa’da iki devlet kurmuşlardı. II. Urfa Kontu Baudouin de Bourg Maraş ve çevresini kontluğun sınırlarına kattı. Bizans İmparatoru Aleksios Komnenos’un kumandanlarından Butumites Maraş’ı ele geçirdi ve şehrin idaresi Ermeni Prensi Thathul’a verildi.

Sultan I. Kılıçarslan, Antakya seferi sırasında 1103 Ağustosunda Maraş yakınlarına kadar geldi; fakat Dânişmendli Gümüştegin Gazi’nin Antakya prinkepsi Bohemund’u serbest bırakması üzerine bu seferini tamamlayamadan geri döndü. Ermeni Thathul Maraş’ı 1104’e kadar elinde tuttuktan sonra Telbâşir hâkimi Joscelin de Jourtenay’a teslim etmek zorunda kaldı. Şehir 1104’ten itibaren Antakya prinkepsleri Bohemund ile Tankred’in hâkimiyetine girdi ve Tankred şehri kuzeni Richard de Salerno’ya verdi. Ermeni hâkimi Gogh Vasil’in dul eşi Maraş’ı 1114’te Aksungur el-Porsukī’ye teslim etti. Şehirde aynı yıl büyük bir deprem oldu ve birçok kişi hayatını kaybetti. Kudüs Kralı Baudouin Maraş’ı Godefroi adlı bir kişiye verdi. Godefroi 1124’te öldürüldü. Dânişmendli Emîri Muhammed Maraş bölgesine saldırdı. Şehrin yakınlarına karargâh kurarak etrafa akınlar düzenlemeye başladı. Maraş halkının bir kısmı şehri boşaltarak göç etti. Dânişmendli Melik Muhammed, Göksun ve civarını tahrip ettikten sonra Bizans imparatorunun Antakya’ya yaklaştığını haber alınca bölgeden uzaklaştı (531/1136-37). Bizanslılar’ın bölgeden çekilmesinin ardından Anadolu Selçuklu Sultanı I. Mesud 532’de (1137-38) Maraş yakınlarında Haçlılar’a ait köyleri yağmaladı. 535’te (1141) Malatya Emîri Muhammed, 541’de (1146-47) Şehzade II. Kılıcarslan bölgede tahribatta bulundular. I. Mesud, oğlu Kılıcarslan ile birlikte Maraş’ı kuşatarak Franklar’ın elinden aldı (544/1149). Atabeg Nûreddin Mahmud Zengî, Urfa Kontu Joscelin’i esir aldıktan sonra Urfa Kontluğu’na tâbi olan Maraş’ı ele geçirdi. Sultan Mesud, Nûreddin Mahmud ve Artuklu Karaarslan arasında yapılan taksimde Maraş Sultan Mesud’da kaldı (546/1151). I. Mesud, Haçlılar’ın elinden aldığı yerlerin idaresini Elbistan merkez olmak üzere oğlu Kılıcarslan’a verdi. 1156’da şehir Ermeni hâkimi Stefan tarafından tahrip edildi. Şehirdeki hıristiyanlar da dahil olmak üzere halkın pek çoğu öldürüldü yahut esir alındı. II. Kılıcarslan’ın yaklaşması üzerine Stefan kaçtı. Yerli hıristiyanlar Türk sultanını kurtarıcı olarak karşıladılar. Nûreddin Zengî ile II. Kılıcarslan arasındaki ilişkilerin bozulmasından sonra Maraş Nûreddin Zengî tarafından ele geçirildi (20 Zilkade 568 / 3 Temmuz 1173). Nûreddin Mahmud’un Maraş’ı Ermeni hâkimi Mleh’e bıraktığı (İA, VII, 315) ya da II. Kılıcarslan’a iade ettiği (a.g.e., VI, 691) rivayet edilir. Mleh 592’de (1196) Ra’han’a saldırınca Eyyûbîler’in Halep hâkimi el-Melikü’z-Zâhir Gazi kendisine karşı harekete geçti. Bunun üzerine Mleh af dileyip onun hâkimiyetini kabul etti.

II. Kılıcarslan’ın ölümünden (588/1192) kısa bir süre sonra Kilikya Ermenileri Maraş ve çevresine saldırılarda bulundular. I. Gıyâseddin Keyhusrev 605’te (1208) Ermeniler’i cezalandırmak amacıyla Maraş üzerine bir sefer düzenledi ve Maraş’ı tekrar Selçuklu topraklarına kattı. II. Kılıcarslan’ın emîrlerinden olup vaktiyle bu bölgeye melik tayin edilen Hüsâmeddin Hasan’ı yeniden göreve getirdi. Böylece Maraş’ta Selçuklu Devleti’ne bağlı bir beylik ortaya çıkmış oldu. Maraş, Haçlılar ve Ermeniler tarafından büyük ölçüde tahrip edilmiş, nüfusu da hayli azalmıştı. Hüsâmeddin Hasan ve onun oğlu ile torunu tarafından şehir yeniden imar edildi. Maraş, bundan sonra Kilikya bölgesindeki Ermeniler üzerine yapılan seferlerde de üs vazifesi gördü.

XIII. yüzyıl başlarında ortaya çıkan Moğol istilâsı Anadolu’ya pek çok Türkmen kitlesini sürdü. Bu ikinci göç dalgası ile gelen Türkmenler’in yoğun olarak bulunduğu sahalardan biri de Maraş ve çevresiydi. Maraş yaylak ve kışlak alanlarına imkân tanıdığı için Türkmenler tarafından kısa sürede doldurulmuştu. Maraş Türkmenleri 637 (1240) yılında çıkan Babaî ayaklanmasına katıldılar. Baba İshak bölgedeki Türkmenler üzerinde büyük nüfuza sahipti. Babaî isyanının Selçuklu Devleti’nde meydana getirdiği ağır zayiat Moğollar’ın Anadolu’ya girişini kolaylaştırdı. 1243’te Kösedağ savaşında Selçuklu ordusunun ağır bir yenilgiye uğramasının ardından yaşanan karışık ortamda, Maraş-Malatya arasında kalan bölgeyi yurt tutmuş olan Ağaçeri Türkmenleri ticaret yollarına ve etrafa zarar verdiler. Emîr Hüsâmeddin’in ailesinden İmâdüddin, 656’da (1258) Anadolu Selçuklu Sultanı II. İzzeddin Keykâvus ve Memlük Sultanı el-Melikü’s-Sâlih’ten istediği desteği sağlayamayınca şehri Ermeniler’e terketmek zorunda kaldı. Maraş’ı ele geçirmek için mücadele eden Memlük Sultanı I. Baybars, Kilikya Ermeni hâkiminden gelen elçileri kabul edip Maraş’ın Memlükler’e bırakılmasını istediyse de kendisine yüklü bir meblağ ödenerek bu fikrinden vazgeçirildi. 692’de (1293) Sultan Halil Ermeniler’le bir antlaşma yaparak Maraş’ı almaya muvaffak oldu. Memlükler’in çekilmesinden sonra Maraş tekrar Ermeniler’in eline geçtiyse de 697’de (1298) Memlükler’in Halep nâibi Bilbân et-Tabahî tarafından geri alındı; Ermeniler’le yapılan antlaşmada Ceyhan nehri sınır kabul edildi ve Maraş’ın Memlükler’in hâkimiyetine geçmesine karar verildi. Anadolu’da Moğol hâkimiyetinin çökmesi üzerine Maraş, Zeyneddin Karaca Bey’in etrafında toplanan Dulkadırlı Türkmenleri’nin idaresine girdi. 783’te (1381) güçlü bir Memlük ordusu Dulkadır ordusunu yenerek Maraş’ı aldı. Karaca Bey’in oğlu Halil Bey, Kadı Burhâneddin ve Ramazanoğulları’ndan destek sağlayarak Maraş’ı Memlükler’den kurtardı (786/1384). Fakat Memlükler’in Halep valisi Yelboğa en-Nâsırî’ye mağlûp olunca Maraş tekrar


Memlükler’in eline geçti. Dulkadıroğulları bir süre sonra Maraş’a yeniden hâkim oldular. 913’te (1507) Şah İsmâil tarafından tahrip edilen şehir, Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında ve sonrasında Dulkadıroğulları’nın elinde kaldı. Ancak Şehsuvaroğlu Ali Bey’in 928’de (1522) idamının ardından doğrudan Osmanlı hâkimiyeti altına alındı. Maraş’ın ilk tahrirlerinde çevre kazalara göre oldukça fazla muaf reâyâ yazılmıştı. Kanûnî Sultan Süleyman zamanında yapılan yeni düzenlemelerle bazı sipahilerin ellerinden dirliklerinin alınmasıyla Bozok’ta başlayan ayaklanmalara Maraş bölgesindeki Türkmenler de geniş destek verdiler. Yine dinî karakterli olmakla birlikte Kalender Çelebi ayaklanması da (934/1528) Türkmenler’in desteğini sağlamıştı. Türkmenler’e eski dirlikleri verilmek suretiyle ayaklanmalar bastırabildi. Bundan sonra uzunca bir süre Maraş’ta herhangi bir olay meydana gelmedi.

1599’da Celâlî Hüseyin Paşa Maraş’ı yağmaladı. XVIII. yüzyılda âyanların ortaya çıkması bölgedeki karışıklıkları arttırdı. Şehir âyanlar ile eski aileler arasındaki rekabetin bir sonucu olarak iktisadî bakımdan geriledi. Maraş 1833’te Kavalalı İbrâhim Paşa’nın işgaline uğradı ve on dokuz aya yakın onun idaresinde kaldı. XIX. yüzyılın ikinci yarısında Maraş, bölgedeki aşiretlerin asayişsizliği yüzünden merkezî hükümetin denetiminden hayli uzaklaşmıştı. 1865’te kurulan Fırka-i Islâhiyye, Cevdet ve Derviş paşaların kumandasında aşiretleri yerleşik hayata geçirdikten sonra bölgenin güvenliği sağlanabildi. İngiltere ile Fransa arasında yapılan Sykes-Picot antlaşmasında Maraş, I. Dünya Savaşı sonrası Fransız nüfuz bölgesinde bırakılmıştı. Ancak Mondros Mütarekesi’nin ardından İngilizler 22 Şubat 1919’da şehri işgal ettiler. Bundan sonra bölgede Ermeni varlığında artış görülmeye başlandı. İngiltere ile Fransa arasında yapılan antlaşma neticesinde Maraş ve çevresi Fransa’ya devredilince 29 Ekim 1919’da Fransızlar Maraş’a girdiler. Fransız ordusu içinde Ermeniler’den teşkil edilmiş birliklerin olması, şehirdeki Ermeniler’in işgali coşkuyla karşılaması, kaledeki Türk bayrağının indirilmesi, Uzunoluk Hamamı’ndan çıkan kadınları Fransız askerlerinin tâciz etmesi halkın tepkisine yol açtı. Sütçü Hacı İmam işgalci askerlerden birini öldürdü. Şehirdeki direnişi örgütlemek amacıyla 29 Kasım 1919’da Maraş Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti kuruldu. Maraşlı doktor Mustafa ile arkadaşları Maraş’ta Kuvâ-yi Milliye teşkilâtı kurmak üzere Hey’et-i Temsîliyye başkanı Mustafa Kemal ile irtibat kurdular. Sivas Kongresi’nde Maraş’ta Kuvâ-yi Milliye kurulmasına karar verildi ve Hey’et-i Temsîliyye tarafından Yüzbaşı Selim (Kurtoğlu Yörük Selim) ve Üsteğmen Âsaf (Kılıç Ali Bey) bu işe memur edildi. Fransızlar pek çok yerde Kuvâ-yi Milliyeciler’in baskınına uğramaya başladı. Çatışmalar kısa sürede şehre sıçradı. Bertiz Kuvâ-yi Milliyesi kumandanı Doktor Mustafa Bey, Yumurtatepe’deki Fransız karargâhına saldırılar düzenledi. Bu gelişme şehirdeki Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti’ni de harekete geçirdi. Şehirde çatışmalar yoğunlaşınca Pazarcık Kuvâ-yi Milliyesi kumandanı Kılıç Ali Bey de Maraş’a girdi. Türk çeteleri Maraş’a yardım getiren Fransız konvoylarını da vurmaya başladılar. Bayazıtlı mahallesine yönelik ağır topçu saldırıları karşısında halk Doktor Mustafa Bey’i Fransız karargâhına görüşme yapmaya gönderdi. Mustafa Bey, Fransız kumandan General Queratte ile yaptığı görüşmeden dönerken Ermeniler tarafından şehid edildi. Fransızlar 11 Şubat 1920’de şehri boşaltarak Islâhiye tarafına doğru çekilmeye başladılar. Zeytun ve Şar köyünde toplanan bazı Ermeni çetelerinin etrafa zarar vermeye devam etmesi üzerine bölgeye müfrezeler gönderilerek olaylar bastırıldı.

Fizikî Yapı ve Nüfus. Antikçağ’lardan beri sürekli yerleşime sahne olan ve müstahkem kalesiyle önemli bir ticaret yolunu kontrol altında tutan Maraş, Ortaçağ’larda Bizans ile İslâm dünyası arasındaki sınır bölgesinde bulunması sebebiyle sık sık tahribata uğramış ve yeniden imar edilmiştir. 1114’teki depremde bütünüyle harap olan Maraş, Dulkadıroğulları zamanında şimdiki yerine taşındıktan sonra giderek şehir halinde gelişme gösterdi. Dulkadıroğulları inşa ettirdikleri yapılarla Maraş’ın klasik şehir formunu belirlemiş oldular. Dulkadırlı Süleyman Bey’in yaptırdığı ulucami yerleşmenin ana çekirdeğini oluşturmuştu. Maraş Osmanlı idaresine geçtikten sonra daha da gelişti. XVI. yüzyılda yapılan tahrirler fizikî yapıdaki büyümeye işaret eder. 1526’da tamamında müslüman nüfusun yaşadığı el-li üç mahalleden oluşan Maraş’ta 1563’te kırk iki mahalle vardı. Mahalle sayısı XVII. yüzyıl ortalarında kırk iki, 1848’de otuz dokuz, 1904’te kırk bir idi. Mahalle sayılarının bu durumu şehrin fizikî bakımdan küçülmesiyle bağlantılı olmayıp mahalle anlayışındaki değişiklerle ilgilidir. Zira nüfus açısından belirli bir artış dikkati çeker. 1526’da şehirde 473 hâne, doksan iki mücerred vergi nüfusu (yaklaşık 2500 kişi) varken 1563’te bu rakam 3050 nefere (yaklaşık 12.000 kişi) yükselmişti. Aradan geçen otuz yedi yıl içinde görülen artış dışarıdan şehre yönelik göçlerin sonucudur. Ayrıca 1526 tahriri sırasında bölgedeki karışıklıkların şehir nüfusunu olumsuz yönde etkilediği de düşünülebilir. Zamanla güven ortamı sağlandığı için şehrin giderek nüfus bakımından önemli bir gelişmeye sahne olduğu söylenebilir. Şehre yerleşenlerin civarda yoğun olarak bulunan Türkmen boylarına mensup oldukları tahmin edilebilir. Nitekim 1526’da Maraş’ın merkezi olduğu kaza sınırları içinde 23.407 hâne, 2338 mücerredden oluşan yaklaşık 125.000 kişilik nüfusu bulunan konar göçer cemaat yaşıyordu ve bunların bir kısmı muhtemelen 1563’e kadar geçen süre içinde şehre yerleşmişti. XVII. yüzyıla kadar tamamen müslüman nüfustan oluşan Maraş’ı 1619’da gören Polonyalı Simeon burada yirmi hâne kadar Ermeni’nin bulunduğunu belirtir. Bu durum Ermeniler’in şehre yavaş yavaş yerleşmeye başladıklarını gösterir. Nitekim XIX. yüzyıla ait kayıtlarda, bu yüzyılın ilk yarısında Maraş’ta mevcut otuz sekiz mahallede müslüman ve hıristiyan nüfusun karışık olarak oturduğu dikkati çeker. XVII. yüzyıl ortalarında Evliya Çelebi’ye göre 11.000 hâne dolayında nüfusu olan Maraş, güneyden kuzeye doğru uzanan 7000 adım genişliğinde büyük bir şehirdir. Kalesi ayakta olup içinde bir mahalle ve 100 kadar ev bulunmaktadır. Ayrıca burada Sultan Süleyman adına bir cami yer almaktadır. Şehirde çarşı içinde Ada Camii, Kale Camii, Boğazkesen, Begdûdiye, Hatuniye, Ese Divanı, Hatipzâde, Sâdiye, Kara Maraş adlarını taşıyan camileri sayan Evliya Çelebi toplam cami ve mescid sayısını otuz dokuz olarak verir. Bunun yanında on bir medrese, kırk mektep bulunduğunu yazar (Seyahatnâme, IX, 346-347). Durumunu XIX. yüzyıla kadar koruduğu anlaşılan Maraş, bu asrın başlarında şehirdeki rakip ailelerin yol açtığı mücadeleler yüzünden bazı sıkıntılar yaşadı, nüfus azaldı. Nitekim 1822’de Texier şehrin nüfusunu 6000 olarak verir. Daha sonra Maraş nüfus bakımından yeniden toparlanmaya başladı. 1850-1851 yıllarına ait bir nüfus yoklama defterinde 3655 hâne (yaklaşık 15.000 kişi) tesbit edilmişti (BA, Mâliye Nezareti Cerîde Muhasebesi, nr. 1375, s. 30). Bunun 2212 hânesini müslümanlar


oluşturuyordu. 1890’lara doğru nüfusun 50.000 dolayına çıktığı, bunun 32.000’ini müslümanların teşkil ettiği belirtilir. 1902’de 60.292 olan nüfus 1908’de 68.023’e ulaştı. I. Dünya Savaşı başlarında şehrin nüfusu 32.700 dolayına inmişti.

XVI. yüzyılda Maraş’ta boyahâne, kirişhâne, tabakhâne, mâcunhâne gibi işletmeler bulunuyordu. Ayrıca ticarî faaliyetin bir göstergesi olarak bir bedestenle bir kervansaray vardı. Etrafta üretilen tarım ürünleri Maraş’ta pazarlanırdı. Özellikle pamuklu üretimi önem kazanmıştı. Dokumacılık da giderek gelişme göstermişti. İşlenmiş aba, alaca ve bez üretimi önde gelir, dericilik de önemli iş kolları arasında yer alırdı.

Şehirde Dulkadıroğulları tarafından yaptırılan eserler en dikkat çekici olanları teşkil eder. Dulkadırlı Süleyman Bey’in inşa ettirdiği, üzerinde Alâüddevle Bey’in tamir kitâbesi bulunan ulucami, Alâüddevle Bozkurt Bey’in hanımı Şemse Hatun’un yaptırdığı Hatuniye Camii ile Şâdi Bey Camii ve Boğazkesen Camii bunlar arasında sayılabilir. Nebeviyye Medresesi (İmaret Medresesi), Bağdâdiye, Taş Medrese ve Kadı Medresesi Alâüddevle Bey tarafından yaptırılmıştır. Şemse Hatun’un Hatuniye Medresesi de bunlara eklenebilir. Ayrıca “buk‘a” adıyla geçen medrese öncesi eğitim veren okullar vardı. Burada 1867’de otuz üç medrese bulunuyordu. Bu sayı 1901’de yirmi üçe düştü. Bu sıralarda sıbyan mektebi, rüşdiye ve idâdî okulları açılmıştı.

İdarî Yapı. Şehsuvaroğlu Ali Bey’in idamından sonra Maraş’ın idaresi Koçi b. Halîl’e verilmişti. Bu sırada Maraş Dulkadır eyaleti diye anılmakta ve Maraş, Elbistan, Bozok, Kırşehri ve Kars (Kars-ı Zülkadiriye / Kars-ı Maraş) olmak üzere beş sancaktan oluşmaktaydı. Maraş ve Elbistan bir ara Rum beylerbeyiliğine, ardından Karaman beylerbeyiliğine ilhak edildi (931/1525). 932 (1526) olarak tarihlendirilen icmal defterinde Maraş, Dulkadıriye vilâyetine bağlı olarak görülmekle birlikte (BA, TD, nr. 998, s. 418) sancak listelerinde Karaman vilâyetine tâbi olduğu tesbit edilmektedir. Şehrin Dulkadır vilâyetine yeniden bağlanması 1530’dan sonra olmuştur (BA, TD, nr. 402, s. 414). Maraş 1850 yılında Adana eyaletine bağlandı. 1853’te müstakil bir mutasarrıflıktı. 1866’da Halep ve Adana vilâyetleri birleştirilince Maraş da Halep’e bağlandı. 1872’de yeni bir vilâyet haline getirilip Ahmed Cevdet Paşa valiliğe tayin edildi. Mithat Paşa’nın sadârete gelmesi üzerine Ahmed Cevdet Paşa valilikten alındığı gibi Maraş da yeniden Halep’e bağlandı. Dulkadıriye vilâyeti Maraş’tan başka Elbistan, Kars, Zamantı kazalarından oluşuyordu. Hısnımansûr 1563’te buraya dahil edildi. Pazarcık, Güvercinlik, Göynük, Teyek, Kargılık, Hâruniye, Andırın, Zeytun, Firnos ve Bayındır nahiyeleri Maraş kazasına dahildi.

Maraş livâsında üç kale (Küredi, Dumanlı ve Zamantı), dört nefis, üç cami, beş mescid, on dört zâviye, bir bezzâzistan, otuz altı dükkân, iki hamam, 507 köy, 1787 mezraa, altmış iki çiftlik, seksen iki doğan yuvası, otuz beş yaylak, doksan sekiz çeltik arkı ve 199 değirmen bulunuyordu. Bunlardan iki kale, altmış beş köy, seksen iki mezraa, dokuz çiftlik ve üç yaylak Maraş kazası dahilindeydi.

1526’da Maraş livâsında 38.270 hâne, 4800 mücerred müslüman ve 2587 hâne, 181 mücerred gayri müslim olmak üzere toplam 51.342 vergiye kayıtlı nüfus vardı. XVI. yüzyılın ikinci yarısında Maraş’a bağlı köylerde 40.135 vergi nüfusu kaydedilmiştir. Bunların 36.088’ini müslümanlar teşkil ediyordu. Gayri müslimler 869 köyden sadece kırkında görülmekte, on bir köyde Türkler’le birlikte yaşamakta ve yoğun olarak Zeytun nahiyesinde bulunmaktaydılar.

Maraş’ın merkezi olduğu bölgede, tahrir kayıtlarında Yörükân-ı Mar‘aş ya da Türkmân-ı Dulkadıriyye (TK, TD, nr. 116) adıyla anılan Türkmen aşiretleri vardı. Bunlar, Dulkadır beyliğinin bakiyeleri olup Anadolu’nun en kalabalık Türkmen teşekkülü idi ve Anamaslı (Karacalı), Dokuz, Ağca Koyunlu, Kızıllı, Küreciyan, Eymür, Döngeleli, Gurbetan, Avşar, Çimeli, Alcı / Elci, Çağırganlı, Gündeşli, Tecerli, Küşne taifeleri adı altında 800’den fazla cemaat halinde konar göçerlik etmekteydiler. Yaylaları Binboğa, Engizek, Nurhak, Bertiz dağlarındaydı. Bazı kollar Erciyes dağına kadar gidiyordu. Kışlak için ise Maraş’tan başka Berriye, Antakya ve Çukurova’ya kadar yayılıyorlardı. Dulkadırlı Türkmenleri’nin oldukça kalabalık bir nüfusa sahip olması bölgedeki yerleşik hayata da yansımıştır. Bölgedeki köylerin ezici çoğunluğu bunlar tarafından kurulduğu gibi Maraş dahilindeki Karamanlı, Çiçekli, Ağcakoyunlu, Hacı Mehmetli, Deli Alili, Alemli mahallerinin de kurucuları oldukları anlaşılmaktadır. Dulkadırlı Türkmenleri Maraş’tan başka Kırşehir, Adana, Yozgat, Kırıkkale vilâyetlerindeki pek çok köye yerleşmiştir. XIX. yüzyılda konar göçerliği devam ettirenler ise 1866’da Fırka-i Islâhiyye tarafından yerleşik hayata geçirilmiştir.

1850-1851’de Maraş’ın kır bölgesinde 7908’i müslüman olmak üzere 8769 hâne tesbit edilmişti. Gayri müslimler toplam nüfusun % 10’unu oluşturuyordu. Bu tarihte Maraş kazasındaki toplam nüfusun % 29’u şehirde yaşamaktaydı. 1867 yılında Maraş kazasında 6566, 1870’te 7735 hâne bulunuyordu. Bu rakam 1876’da 8938 hâneye ulaşmıştı. 1881’de Maraş nüfusunun % 71’i müslümandı. Aynı yıl Maraş kazasında yaşayan halkın % 57’si şehirde yaşamaktaydı. XX. yüzyıl başlarında Maraş vilâyetinin nüfusu 150.000 dolayında idi.

Ortaçağ’da Mar‘aşî nisbesiyle tanınan birçok âlim arasında muhaddis Ebû Ömer Abdullah b. Yezîd el-Mar‘aşî ile muhaddis Ahmed b. Muhammed el-Mar‘aşî sayılabilir (Sem‘ânî, X, 258). VIII-X. (XIV-XVI.) yüzyıllarda Mazenderân’da hüküm süren Mar‘aşîler hânedanının kurucusu olan seyyid ailesi de aslen Maraşlıdır (EI2, VI, 510).

BİBLİYOGRAFYA:

BA, TD, nr. 402, s. 414; nr. 998, s. 414-579; BA, Mâliye Nezareti Cerîde Muhasebesi, nr. 1375, s. 30; TK, TD, nr. 116; 998 Numaralı Muhasebe-i Vilâyet-i Diyarbekir ve Arab ve Zülkadiriye Defteri, İstanbul 1999, II, 46-52; Maraş Tahrir Defteri (1563) (nşr. Refet Yinanç - Mesut Elibüyük), Ankara 1988, I-II; Belâzürî, Fütûh (Fayda), s. 270-272; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), VI, 202; VII, 188, 401; VIII, 136, 324; IX, 612; X, 80, 118, 120; İstahrî, Mesâlik (de Goeje), s. 55-56, 62, 67-68; İbn Havkal, Śûretü’l-arż, s. 108-110, 120, 127, 153; Makdîsî, Aĥsenü’t-teķāsîm, s. 154; Sem‘ânî, el-Ensâb (Bârûdî), X, 258; Yâkūt, MuǾcemü’l-büldân, V, 126; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, bk. İndeks; İbn Bîbî, el-Evâmirü’l-Alâiyye: Selçukname (trc. Mürsel Öztürk), Ankara 1996, I, 204-213; Ebü’l-Ferec, Târih, I-II, bk. İndeks; Şükrî Bitlisî, Selim-Nâme (nşr. Mustafa Argunşah), Kayseri 1997, s. 197, 198; Âlî Mustafa Efendi, Kitabü’t-Târîh-i Künhü’l-Ahbâr (nşr. Ahmet Uğur v.dğr.), Kayseri 1997, II, 909, 1119, 1185; Kâtib Çelebi, Cihannümâ, s. 598 vd.; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, III, 170-171; IX, 345-350; Halep Vilâyeti Salnâmesi (1284, 1296, 1308), tür.yer.; H. von Moltke, Türkiye Mektupları (trc. Hayrullah Örs), Ankara 1960, s. 171 vd.; Cuinet, II, 235 vd.; Cevdet, Ma‘rûzât, s. 116 vd.; a.mlf., Tezâkir, III, 108, 120, 121, 122; III, 120; Maârif Salnâmesi (1319), İstanbul 1319, s. 540; Ch. Texier, Küçük Asya (trc. Ali Suad), İstanbul 1332, III, 109; Besim Atalay, Maraş Tarihi ve Coğrafyası, İstanbul 1339; İbrahim Kafesoğlu, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu, İstanbul 1953, s. 69, 83, 85, 152; Polonyalı Simon’un Seyahatnâmesi: 1608-1619 (trc. H. D. Andreasyan), İstanbul 1964, s. 157; G. Le Strange, The Lands of Eastern Caliphate,


Cambridge 1966, s. 122, 128, 133; N. Elisséef, Nūr ad-Dīn, Damas 1967, bk. İndeks; A History of the Crusades (ed. K. M. Setton), London 1969, I, bk. İndeks; E. Honigmann, Bizans Devleti’nin Doğu Sınırı (trc. Fikret Işıltan), İstanbul 1970, s. 39, 40, 60, 65, 83, 142; a.mlf. - B. Darkot, “Mar’aş”, İA, VII, 310-315; E. Honigmann - S. Faroqhi, “MarǾaѕћ”, EI² (İng.), VI, 505-510; S. Faroqhi, Osmanlı’da Kentler ve Kentliler (trc. Neyyir Kalaycıoğlu), İstanbul 1993, s. 77, 189; Işın Demirkent, Urfa Haçlı Kontluğu Tarihi: 1098’den 1118’e Kadar, İstanbul 1974, s. 6, 7, 70, 71; G. Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi (trc. Fikret Işıltan), Ankara 1981, s. 155, 263, 265, 336; Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, İstanbul 1984, s. 40, 68-79, 148-151, 197-204, 421, 422; a.mlf., “Kılıç Arslan II”, İA, VI, 691; Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, I-II, bk. İndeks; Faruk Sümer, “Dulkadir Elini Meydana Getiren Oymaklar”, Kahramanmaraş I. Kurtuluş Sempozyumu Bildirileri, Ankara 1987, s. 42-48; Refet Yinanç, “XVI Yüzyılda Maraş Sancağı’nın Nüfus Yapısı”, a.e., s. 19-27; a.mlf., Dulkadir Beyliği, Ankara 1989; Tuncer Baykara, Anadolu’nun Tarihî Coğrafyasına Giriş I, Ankara 1988, s. 104, 115, 135; İsmail Altınöz, Dulkadir Beylerbeyliği’nin Teşekkülü ve Gelişmesi (yüksek lisans tezi, 1995), İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü; Yücel Özkaya, Osmanlı İmparatorluğunda Ayanlık, Ankara 1977, s. 188; Fehameddin Başar, Osmanlı Eyalet Tevcihatı (1717-1730), Ankara 1997, s. 88, 224, 225, 263; Yaşar Akbıyık, Millî Mücadelede Güney Cephesi Maraş, Ankara 1999; W. Heyd, Yakın-Doğu Ticaret Tarihi (trc. Enver Ziya Karal), Ankara 2000, s. 410, 413; J. Calmard, “MarǾaѕћīs”, EI² (İng.), VI, 510.

Tufan Gündüz




Bugünkü Kahramanmaraş. I. Dünya Savaşı’ndan sonra önce İngilizler, ardından Fransızlar tarafından işgal edilen Kahramanmaraş 11/12 Şubat 1920’de halkın direnişi sonucu kurtuldu. Bu kurtuluşun anısına şehre Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 5 Nisan 1925’te istiklâl madalyası verildi. Olaylar sırasında tahribata uğrayan şehir Cumhuriyet’in başlarında gittikçe hızlanan bir gelişme gösterdi.

Cumhuriyet kurulduktan sonra yapılan ilk nüfus sayımında (1927) şehirde 25.671 kişinin bulunduğu tesbit edilmişti. I. Dünya Savaşı’ndan biraz öncesine ait kaynaklar 8225 evde 32.704 nüfus yaşadığını yazar (Atalay, s. 169). Bu karşılaştırma da Fransız işgalinin şehirdeki menfi etkisini göstermektedir.

1950’ye kadar durumunda önemli bir değişiklik olmayan Maraş’ta 1935-1950 yıllarında nüfus 30-35.000 arasında kaldı (1935’te 29.402, 1940’ta 27.744, 1945’te 33.104, 1950’de 34.641). Bu dönemde mekân bakımından da fazla genişlemedi. Söz konusu dönemde Maraş Ahır (Maraş) dağının güney yamacındaki eğimli bir alanı kaplıyor, 1949 yılında on yedi mahallede 6231 ev bulunuyordu (Belediyeler Yıllığı, II, 777-780). Şehir Ahır dağının güney yamaçlarında yer alan Kanlıdere, Uzunoluk deresi ve Şekerdere vadileriyle birbirinden ayrılan Kümbet tepesi, İt tepesi, Kaletepe, Aladantepe ve Tekketepe’nin yamaçlarında yayılıyor, şehrin çekirdeğini de tarihî kalesi oluşturuyordu. En eski evler, kalenin güneybatısındaki Yusuflar ve Dumlupınar mahallelerinden kalenin bulunduğu tepenin yamaçlarına ve sırtlarına doğru çıkan dar sokaklar boyunca yer alıyordu. Bu küçük şehrin tek önemli sanayi kuruluşu 1924’te açılan çeltik fabrikası idi. Fabrika, şehrin çevresinin en önemli ziraî ürünlerinden olan çeltiği işleyip kabuğundan ayırmakla kalmıyor, Maraş çevresinin hububatını ve kırmızı biberini işleyerek un, pul ve toz biber de üretiyordu. Bu fabrikadan başka şehrin geleneksel uğraşlarından olan dokumacılık (1926’da 100 dokuma tezgâhı) evlerde ve atölyelerde yapılıyor, bakırcılık, kuyumculuk, dericilik ve saraçlık, demircilik gibi eski sanat kolları da faaliyetlerini sürdürüyordu. O dönemde henüz makineli tarım yapılmadığından Maraş demirciliği önemini koruyordu. Günümüzde bu sanat kolları eski önemlerini yitirmiş olsalar da Bakırcılar, Demirciler, Saraçlar Çarşısı gibi adlarla eski meslek gruplarının önemine ve yerine tanıklık yaparlar. Bu çarşı, kalenin güneyindeki ulucami çevresinde Köprübaşı ve Çarşıbaşı mevkileri arasında bulunmaktadır. Burada ulucaminin doğusunda ve batısında gelişen bir çarşı grubu güneye doğru genişleyerek biribirine bağlanmaktadır. İki tarihî bedesten de yine ulucami çevresinde yer alır. Eski çarşı içinde bulunan üç nefli kapalı çarşının bir nefi yol açmak için yakın tarihlerde ortadan kaldırılmıştır. Kapalı çarşının üstü bazı idareciler tarafından açılarak açık çarşı haline getirilmiş ve böylece orijinalliğini kaybetmiştir (bu hatayı bir dereceye kadar gidermek için 2000 yılı sonlarında kapalı çarşının üstü mikaya benzer bir madde ile kapatılmıştır).

Şehrin kale eteğindeki eski kesimden etekteki düzlüğe doğru gelişmesi 1950’li yıllardan sonra başladı ve hızla ilerledi. Bu gelişmede, 1948’de şehrin Köprüağzı İstasyonu’nda ana hattan ayrılan 28 kilometrelik bir şube hattı ile demiryoluna kavuşması, 1950’den sonra karayollarının daha iyi duruma getirilmesi önemli rol oynadı. Böylece şehrin nüfusu 1955’te 40.000’i aştı (42.962). 1950’den sonra hızlanan kırdan şehre göç ve 1956’da ilk imar planının yapılmasıyla şehir hızla güneye, batıya ve doğuya doğru genişledi. Şehirdeki bu gelişmeye paralel olarak eski kesimde bazı değişiklikler oldu. Özellikle 1960’tan sonra Ahır dağının güney yamaçlarından inen Uzunoluk deresi, Kanlıdere, Şeker deresinin üzeri kapatılarak


şehir içi yolları yapıldı. 1955’te Maraş Pamuklu Dokuma Sanayii’nin, 1968’de Maraş Yağ Sanayii’nin devreye girmesi ticareti canlandırdı. Ceyhan nehrinden enerji sağlanmaya başlanması da sanayi faaliyetleri bakımından önemli rol oynadı.

Maraşın nüfusu 1960’ta 50.000’i, 1965’te 60.000’i geçti (54.447 ve 63.284). 1970’te daha hızlı bir nüfus artışı oldu ve şehrin nüfusu ilk defa 100.000’i aştı (110.761). Bir taraftan nüfus hızla artarken diğer taraftan buna bağlı olarak şehirden çıkan yolların iki yanında yeni yerleşme alanları kuruldu. Bunların içinde en dikkat çekenleri, Adana yönünden gelen yolun şehre bağlandığı Azerbaycan Bulvarı, Antep yolu ve Kayseri yolu çevreleridir. Bu yeni yerleşme alanlarından güneyde Yenişehir, İsmetpaşa, Menderes, Mehmetâkif ve Hayrullah mahalleleri şehrin ovaya doğru en fazla gelişen kesimleridir. Yenişehir, İsmetpaşa ve Mehmetâkif mahalleleri fay hattına çok yakın oldukları için iki veya üç katlı evlerden oluşur. 1970’ten sonra daha da hızlanan kırdan şehre göç hareketi diğer bazı şehirler gibi Kahramanmaraş’ta da gecekondulaşmaya sebep olmuştur. Bu tür iskân alanlarının en yoğun olduğu yerler Dumlupınar, Şeyhâdil, Duraklı, Serintepe ve Yörükselim mahalleleridir.

1971’de yeni yağ sanayii, 1976’da Toz Biber Fabrikası (Türkiye biber ihtiyacının % 80’ini Kahramanmaraş karşılar), 1977’de iplik fabrikası, 1982’de Çiğtaş Yağ Sanayii kuruldu. Eski geleneksel sanat kolları turizme yönelik olarak şekil değiştirdi; tahta oymacılık turistik eşya yapımıyla sürerken bakırcılık paslanmaz çelik üretimine dönüştü; dericilik ve saraçlık kadın çantası, deri cüzdan yapımıyla yeniden canlandırıldı. Geleneksel kuyumculuk “Maraş burması” yapımına hız vererek yeni bir ivme kazandı (1990’lı yıllarda şehirde 250 kuyumcu atölyesi faaliyet gösteriyordu). Dondurmacılık da 1989’dan itibaren sanayileşerek yeni bir ticarî sektör haline geldi. Ekonomik hayattaki bu gelişmelerden sonra şehrin nüfusu 1997’de 303.594’e ulaştı. 1990’da yapımına başlanan havaalanı 1994 yılından sonra az sayıda seferle de olsa hizmet vermeye başladı. Ancak fazla ekonomik görülmeyen Kahramanmaraş hava alanına ulaşım 2001 yılında durduruldu.

1949 yılında on yedi mahalleden oluşan Kahramanmaraş’ta mahalle sayısı 1986’da otuz dörde, 1990’da otuz beşe çıktı. 1995’te Fatih mahallesi Fatih ve Mimarsinan olarak, İsmetpaşa mahallesi de İsmetpaşa ve Yenişehir olmak üzere ikiye ayrıldığından mahalle sayısı otuz yedi oldu. Bunlardan sadece dördü (Divanlı, İsa Divanlı, Karamanlı, Mevlânâ) XVI. yüzyıldaki mahallelerle aynı adı taşır.

Günümüzde yoğunluğun en fazla olduğu, şehrin yönetim merkezini oluşturan Trabzon caddesinin iki tarafında çok katlı binalar yer alır (1966 yılında açılan bu caddenin ismi, 1920’de Trabzon belediye encümenin, Maraşlılar’ın kurtuluştaki üstün başarısı sebebiyle şehrin en önemli caddesine Maraş caddesi adının verilmesine bir karşılık olarak konmuştur).

Son yıllarda şehir Kayseri yolu istikametinde büyümektedir. 3 Temmuz 1992 tarihinde kurulan Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi’nin kampüsü de bu kesimde yer almaktadır. Bu arada belediyenin şehrin doğusunda yaptığı Doğukent projesi devam etmektedir (Ağustos 2001).

Kahramanmaraş şehrinin merkez olduğu Kahramanmaraş ili Adana, Kayseri, Sivas, Malatya, Adıyaman ve Gaziantep illeriyle çevrilmiştir. Merkez ilçe dışında Afşin, Andırın, Çağlayancerit, Ekinözü, Elbistan, Göksun, Nurhak, Pazarcık ve Türkoğlu olmak üzere dokuz ilçeye ayrılmıştır. 14.346 km² genişliğindeki Kahramanmaraş ilinin 1997 sayımına göre nüfusu 1.008.107, nüfus yoğunluğu ise 70 idi.

Diyanet İşleri Başkanlığı’na ait 2000 yılı istatistiklerine göre Kahramanmaraş’ta il ve ilçe merkezlerinde 282, kasabalarda 202 ve köylerde 648 olmak üzere toplam 1132 cami bulunmaktadır. İl merkezindeki cami sayısı 155’tir.

BİBLİYOGRAFYA:

Besim Atalay, Maraş Tarihi ve Coğrafyası, İstanbul 1973 (İstanbul 1923); Belediyeler Yıllığı, Ankara 1949, II, 777-780; Mesut Dedeoğlu, Dünden Bugüne Kahramanmaraş, Ankara 1996; a.mlf., Kahramanmaraş Ekonomisi, Ankara 1996; Serdar Yakar, Memleketime Dair: Tarihi, Kültürü, Sosyal Yapısı ve Ekonomisi ile Kahramanmaraş, Kahramanmaraş 1997; Değişimin Simgelendiği Kent Kahramanmaraş (haz. Şaziye Karlıklı), İstanbul, ts.; Emrullah Kanadıkırık, “Maraş’ta Nüfus Hareketleri”, Coğrafya Araştırmaları Dergisi, sy. 3-4, Ankara 1971, s. 381-405; a.mlf., “Maraşta Konut Tipleri”, a.e., sy. 5-6 (1972), s. 253-281; Besim Darkot, “Maraş”, İA, V, 310-312.

Metin Tuncel




MİMARİ. Arkeolojik verilerle kısmen aydınlatılmaya çalışılan şehrin ilk dönemleri hakkında fazla bilgi yoktur. Hareketli geçen tarihî seyir içerisinde VII. yüzyıldan XIV. yüzyıla kadar bu çevrede kuvvetli bir mimari geleneğin kurulamadığı, mevcutların da sık sık el değiştirme, istilâ, talan


ve yakıp yıkmalarla yok olduğu anlaşılmaktadır. Daha çok Dulkadırlı Beyliği ile Osmanlı döneminde yaptırıldığı bilinen eserlerin de çeşitli tarihlerde vuku bulan depremlerde yıkıldığı ve özelliklerini yitirdiği görülmektedir.

Kale. Kahramanmaraş’ın tam ortasında doğu-batı ve kuzeyden ortalama 50 m., güneyden 100 m. yükseklikte, içinde tabii kayalıkların da bulunduğu yığma bir tepe üzerine kurulmuştur. Kalenin kuruluş tarihi hakkında kesin bilgi yoktur. Ancak burada ortaya çıkan, Evliya Çelebi’nin Seyahatnâme’sinde sayılarını dört olarak belirttiği aslan heykellerinden günümüze ulaşmış birinin üzerinde bulunan kabartma yazılardan anlaşıldığına göre milâttan önce XI. yüzyıldan itibaren kale ve çevresi önemli bir iskâna sahne olmuştur. Öte yandan yakın yıllarda ortaya çıkan verilere dayanarak yapılan değerlendirmelerde Filistin, Kuzey Suriye, içinde Maraş ve Elbistan’ın da yer aldığı Malatya, Erzurum (Karaz) ve Kuzey Kafkasya’ya uzanan bir hat üzerinde milâttan önce 3000 yılına kadar inen çanak, çömlek ve seramik buluntular arasında ortak kültür özellikleri tesbit edilmiştir. Hititler’den sonra çeşitli İlkçağ devletlerinin hâkimiyet alanı içerisinde kalmış olan kalede VII. yüzyıldan itibaren İslâm devletlerinin etkileri görülmeye başlar. XI. yüzyıldan sonra Selçuklu ve diğer Anadolu Türkmen beylikleriyle Dulkadırlı Beyliği’nin birtakım tamirler yaparak kaleyi tahkim ettikleri belirtilmektedir. 922 (1516) yılından sonra çevrenin tamamen Osmanlılar’a geçmesiyle kalede daha ciddi boyutlarda onarımlar yapılmış, mahalleler kurulmuş ve bir mescid inşa edilmiştir. Kurtuluş Savaşı sırasında kaleye Fransız bayrağının çekilmesi üzerine infiale kapılan Maraş halkı harekete geçerek şehri düşmandan temizlemiş ve 21 Şubat 1920 tarihinde kalede yeniden Türk bayrağı dalgalanmıştır. 150 × 75 m. ölçülerinde, köşeleri yuvarlatılmış bir dikdörtgeni andıran planı ve 1,60 m. kalınlıktaki sur duvarlarıyla iki ana girişten ibaret kalenin Kanûnî Sultan Süleyman zamanında onarıldığını gösteren kitâbe güneydoğu köşesine yakın yerdeki ana giriş üzerinde bulunmaktadır. Kalenin güneydoğu köşesinde kare, batı duvarında ve kuzeybatı köşesinde ise dikdörtgen planlı olmak üzere üç adet burcu vardır. Ayrıca kuzeye bakan ikinci bir kapısının olduğu da anlaşılmaktadır.

Cami ve Mescidler. Kahramanmaraş’ta değişik plan tiplerine sahip birçok cami ve mescid orijinal özelliklerini yitirerek fakat minareleri sağlam şekilde günümüze ulaşmıştır. Yakılan, yıkılan, tahrip edilen cami ve mescidlerin yenilenmesi sırasında eskiye ait kitâbeleri ya caminin herhangi bir yerine monte edilmiş ya da minare kaidelerine yerleştirilerek koruma altına alınmış, bu ise yapıların geçirdiği safhaları tanıma konusunda faydalı olmuştur. Ulucami. Kahramanmaraş’taki camilerin en eskilerinden biri olup girişinde mukarnas kavsaranın altındaki örgülü nesih kitâbeye göre 907’de (1501-1502) Dulkadırlı Süleyman Bey’in oğlu Alâüddevle Bozkurt tarafından yenilenmiştir. İlk yapının ise 846-858 (1442-1454) yılları arasında Dulkadırlı Süleyman Bey tarafından inşa ettirildiği anlaşılmaktadır (ayrıca bk. ULUCAMİ). Haznedarlı Camii. Şehrin güneydoğusunda Kara Maraş denilen yerde Duraklı mahallesinde Dulkadırlı Alâüddevle’nin hazinedarı tarafından XV. yüzyılın sonlarında yaptırılmıştır. 1144’te (1732) onarım geçirdiğini gösteren kitâbe günümüzde kayıptır. 1971 yılından sonra birkaç metre yükseklikteki duvarları üzerine betonarme olarak yenilenen cami, eski plan özelliğine uygun biçimde, ortada iki pâyenin taşıdığı düz tavanlı ve önünde camekânla kaplı, üç gözlü son cemaat yeriyle dikkati çeker. Basit, kübik bir kaide ile başlayan orijinal minare, köşeleri pahlı bir pabuçluğa ve silindirik gövdeye sahip olup kısa şerefe altlığından sonra kısa ve ince petek kısmıyla sonuçlanmaktadır. Hatuniye (Şems Hatun) Camii. Önceleri içeride bulunan kitâbesi daha sonra dışarıya çıkarılarak avlu duvarına monte edilmiş olduğundan bugün tamamıyla okunamaz durumdadır. Ârifî Paşa’ya göre 915 (1509) yılında Şehid Rüstem Bey’in kızı Şems Hatun tarafından inşa ettirilen caminin altında Şems Hatun’a ait bir de türbe bulunmaktadır. Enine dikdörtgen planlı yapı sonradan yenilendiğinden içeride orijinal özellikleri pek kalmamıştır. Ulucamide olduğu gibi sağ ön kısımda yapıdan bağımsız olarak yükselen minare Maraş’taki bazı minarelerle ortak özellikler gösterir. Taşmedrese Mescidi. Medrese, mescid, türbeden ibaret bu küçük külliyeyi Alâüddevle Bey yaptırmış olup mescidin pencere çerçevelerindeki bazı geometrik geçmeler güneyli özellikler olarak dikkati çeker. Mescidin ortası onikigen kasnaklı bir kubbe ile örtülüdür. İklime Hatun (Üdürgücü) Mescidi. Türbe-mescid kompleksinden oluşan yapı, günümüzde tamamen silinmiş olan kitâbesine göre Ârifî Paşa’nın okuyuşu ile Şâhruh Bey’in kızı İklime Hatun tarafından 954 (1547) yılında yaptırılmıştır. Batıya bakan çarpık biçimde, iki gözden ibaret son cemaat yeriyle güneydoğudaki serbest düzenlemeli cami ve mescidlerin son cemaat yerlerini hatırlatan özelliği ve tek kubbeli iç mekân örtüsüyle dikkati çeker. Türbe ile bir kompleks oluşturan yapıda minareye yer verilmemiştir.

Kahramanmaraş’ta Dulkadırlılar’la doğrudan ilgisi olan bu camilerden başka Osmanlı dönemine tarihlenen, ancak orijinal haliyle Dulkadırlılar’la ilgisi bulunabilecek cami ve mescidler de vardır. Osmanlı dönemine ait bazı örnekler ise şöylece sıralanabilir: Îsâ Divanlı Camii. Şehrin doğusunda Îsâ Divanlı mahallesinde II. Selim tarafından 978 (1570) yılında Hacı Osman adlı bir duvarcı ustasına yaptırılmış olup Evliya Çelebi’nin Seyahatnâme’sinde Ese Divane Camii olarak geçer. Cami, 1135 (1723) ve 1238 (1823) yıllarına ait ve kitâbelerle belgelenen tamirlerden başka 1961’de son defa onarılmıştır. Eski yapıdan sadece minarenin ayakta kaldığı Îsâ Divanlı Camii taş duvarlar üzerine düz damlı iken günümüzde, enine dikdörtgen mekânın içinde doğu ve batıda birer pâyeye oturan ortası betonarme kubbe ile örtülü olarak yenilenmiştir. Şekerli Camii. Divanlı mahallesinde XVI. yüzyıl sonlarına ait bir yapıdır, halk arasında Yukarı Oba Camii adıyla tanınır. Son cemaat yerine yerleştirilmiş iki kitâbeden biri 600 (1204), diğeri 1107 (1696) tarihlerini taşır ki bunlardan birincisi bir başka yapıya ait olmalıdır. Enine dikdörtgen planlı cami mihrap önü bölümü dışa çıkıntılı olarak inşa edilmiştir. Ortada üç yanda tonoz örtülerle bu caminin plan bakımından en yakın benzeri Manisa’daki Muradiye’dir (993/1585). Caminin planından başka dikkate değer bir yanı da burmalı yivlerle süslü bir gövdeye sahip minaresidir. Şeyh Camii. Şekerli Camii’nin plan özelliklerini büyük ölçüde tekrarlayan yapı XVI. yüzyıl sonuna ait olup minare dışında orijinalitesi bozulmuş, minare kaidesindeki kitâbeye göre 1212’de (1797) onarım görmüştür. Kısa, kübik kaide, yuvarlak gövde, fazla yayvan olmayan şerefe altlığı, kısa petek ve küt şekilde sonuçlanan külâhı ile bu minarenin en yakın benzeri Haznedarlı Camii minaresidir.

Kahramanmaraş’ta XVI ve XVII. yüzyıllara tarihlenen camilerden Dumlupınar mahallesinde, Yavuz Sultan Selim’in Mısır’dan getirttiği Müftü Ali Efendi tarafından


yaptırıldığı belirtilen ve Evliya Çelebi Seyahatnâme’sinde Sâdiye Camii olarak zikredilen Şâzî Bey Camii, tonozlu bir alt kat üstünde 13,20 × 13,20 m. boyutlarındaki bir iç mekâna sahip ahşap piramidal çatı ile örtülü Saraçhane Camii, Ekmekçi mahallesinde bulunan hücresinde korunan kitâbesine göre 1110 (1699) tarihli Nakıp Camii, minareleri dışında iç mekânları ve duvar düzenleri tamamen değişmiş pek dikkat çekmeyen örneklerdir.

XVIII. yüzyılda inşa edilmiş Maraş camileri ise halk arasında yanlışlıkla Küçük Çavuşlu olarak bilinen ve 1114’te (1702) Osman Ağa adlı bir kişi tarafından yaptırılan Restebâiye Camii, uzun yıllar sadece ön cephesi ve 3 m. kadar cephenin ilerisindeki minaresiyle kalan 1120 (1708) tarihli Arasa Camii (1898’de ciddi bir onarım geçirmiştir), Turan mahallesinde 1128 (1716) tarihli Nuh Camii, kitâbelerine göre yapımına 1721’de başlanan, araya giren uzun bir zamandan sonra 1766’da tamamlanan Çukuroba Camii, Evliya Çelebi’nin Seyahatnâme’sinde aynı adla kayıtlı olması dolayısıyla XVII. yüzyılın ortalarına tarihlenen, ancak 1727, 1798, 1801 yıllarında onarılan, eni boyunun iki katı uzunlukta, ortası kubbe, yanları tonozla örtülü Boğazkesen Camii minare özellikleri bakımından Hatuniye Camii ile benzeşir. Fevzi Paşa mahallesinde 1740’ta toprak örtülü eski caminin yerine yaptırılmış ve kitâbesi mihrap üzerine yerleştirilerek korunmuş olan Keşif Efendi Camii, yine Evliya Çelebi’nin Seyahatnâme’sinde Begdûdiye adıyla kayıtlı, 1794, 1840 yıllarında onarım geçirmiş, ancak orijinal minaresiyle dikkat çeken Begdûtiye (Çınaraltı) Camii ilk sırayı alır.

Şehrin doğusundaki yüksek kısımda adını verdiği mahallede yer alan Divanlı Camii, geçmişte elden geçirilmiş mimarisi ve Kahramanmaraş’ta iki şerefeli minareye sahip tek örnek oluşuyla dikkati çeker. Okunamayan bir kitâbeden başka 1795 ve 1901 yıllarında onarıldığı anlaşılan bu caminin ilk yapımı konusunda yeterli bilgi yoktur. İçten içe 16 × 13 m. ölçülerinde bir alan üzerine oturan düz ahşap tavanı içten dört haçvari pâye ile desteklenmekte olup dıştan da kırma çatı ile örtülüdür. 1802-1805 yıllarında Maraş valiliği görevinde bulunmuş, şehrin köklü ailelerinden Beyazıtoğulları’ndan Kalender Paşa tarafından yaptırılmış olan Beyazıtlı Camii, XVIII. yüzyıl sonu ile XIX. yüzyıl başlarına tarihlenen Sarayaltı Camii, 1805 yılına tarihlenen ve Nacar Ali oğullarından Mehmed Ali Usta tarafından inşa ettirilen Acemli (Şehid Evliya) Camii ile 1912 tarihli Salihiye Camii, Kahramanmaraş’ta ayakta olan ve özellikle minareleri bakımından geçmişle bağlantıları bulunan camilerdir. XVII. yüzyıl ortalarında Maraş’ı ziyaret eden Evliya Çelebi şehirde kırk dokuz cami ve mescid bulunduğunu belirtmektedir. XIX. yüzyıl sonlarına ait Halep Salnâme’sinde cami ve mescid sayısı kırk altı olarak verilmiştir. Besim Atalay’a göre 1917’ye doğru merkezde doksan iki cami bulunmaktaydı. Günümüzde Kahramanmaraş il merkezinde düzgün sarı kesme taş kaplamalı, betonarme karkas malzeme ile oldukça büyük cami yapımı sürmektedir. Kapı, pencere, kemer ve çerçevelerle minare, kubbe ve geçiş elemanlarında yer yer yozlaşmış süs unsurları kullanılsa da bugünkü camilerde orijinal taş süslemeciliği dikkat çekici boyuttadır.

Medreseler. Medreselerin Kahramanmaraş’ta pek eski örnekleri bulunmamaktadır. Dikkati çeken bazıları ise şunlardır: Kadı (Begtunlu) Medresesi. Kahramanmaraş’ın en eski medreselerinden biri olup günümüze ulaşmamıştır. Bu medreseyi Dulkadır beylerinden Nasreddin Mehmed’in yaptırdığı bilinmektedir. Daha sonra Alâüddevle Bozkurt tarafından onarılarak yanına bir de mescid ilâve edilmiştir. Taşmedrese. Kalenin hemen güneyinde Ulucami yakınında piramidal külâhlı bir türbe, bir mescid ve açık avlunun etrafında dizilmiş medrese hücrelerinden ibaret küçük bir külliye görünümündedir. Medresenin üzerinde yapım tarihini verecek kitâbe yoktur. Besim Atalay’a göre türbede yatan Alâüddevle’nin oğlu Mehmed’in kabir taşında bulunan 928 (1521) tarihi esas alındığında medresenin XVI. yüzyılın başlarında yaptırılmış olması gerekmektedir. Bugün ortadan kalkmış medreselerden ikisi, yine Alâüddevle tarafından yaptırılmış Begdûdiye (Bektutiye) Medresesi ile İmaret Medresesi’dir. İmaret Medresesi’nin Hatuniye Camii ile aynı tarihte (915/1509) inşa edilmiş olması gerekir. Dulkadırlı Beyi Alâüddevle zamanında yaptırılan Neveviyye Medresesi’nin yanındaki Neveviyye İmareti zamanla medreseyle birlikte ortadan kalkmıştır.

Hanlar. Yarı göçebe bir hayatı benimseyen Dulkadırlı Türkmenleri için şehirde bazı hanların yaptırılmış olduğu muhakkaktır. Ulucami yakınlarında Alâüddevle’nin inşa ettirdiği handan günümüze pek bir şey ulaşmamıştır. Kapalı çarşı içerisinde XVI. yüzyıl başlarında yanındaki bedesten ve kapalı çarşı ile birlikte yaptırılmış olan Taş Han, 15 × 15 m. ölçülerindeki kare bir avlunun çevresine dizilmiş odalardan oluşan iki katlı bir yapıdır. Kapalı çarşıdan beşik tonozla örtülü bir koridordan geçilerek ulaşılan Taş Han Osmanlılar’ın İstanbul, Tokat, Merzifon gibi yerlerde inşa ettikleri ticarî merkez niteliğindeki şehir hanlarıyla benzerlik gösterir. Ayrıca belediye çarşısı üzerinde ve Taş Han yakınlarında XIV. yüzyıldan kaldığı anlaşılan Hışır Hanı günümüze ulaşan şehir hanlarından bir diğer örnektir.


Kapalı çarşı. Osmanlı dönemi şehir ticaretinin merkezi sayılan kapalı çarşılardan biri de Kahramanmaraş’ta bulunmaktadır. İlk yapımı XVI. yüzyıl başlarına kadar inen çarşı, bedestenle bakırcılar çarşısı arasında iki bölüm halinde düzenlenmiştir. Hanın karşılıklı dükkânlardan oluşan manifaturacılar kısmı üstte aydınlık pencerelerin yer aldığı beşik tonoz örtüsüyle tamamen, ayakkabıcılar bölümü ise kısmen ayaktadır. Osmanlı çarşılarının özelliği olan dua kubbesiyle dikkat çeken kapalı çarşılardan biri de bu çarşıdır. 23 × 23 m. boyutlarındaki bedesten kapalı çarşının kuzeyinde olup çarşıya bitişiktir. Ortada dört pâyeye oturan, dokuz bölümlü olarak inşa edilmiş bedestenin üzeri tuğla örgülü tonozlarla örtülüdür. Kare ve kübik bir görüntü veren bedestene dört duvar ortasında açılmış dört kapıdan girilmektedir (ayrıca bk. BEDESTEN). Kapalı çarşının kuzeydoğusunda ve Taş Han’ın kuzeyinde yer alan bir tekke hayli tahribata uğramıştır. Yapının çarşı kompleksini oluşturan diğer yapılarla tarihî bağlarının olduğu ve onlara yakın tarihlerde inşa edildiği tahmin edilir.

Hamamlar. Su bakımından oldukça zengin olan Kahramanmaraş’ta pek çok hamam inşa edilmiştir. Ayrıca şehrin sıcak bir bölgede yer alması dolayısıyla duş kabini biçiminde oldukça küçük ölçülerde inşa edilmiş, “girçık hamamı” olarak nitelendirilen küçük banyo mekânları da bölgede eskiden beri yaygındır. XVI. yüzyıla tarihlendirilen kalenin güneyindeki Çukur Hamam, Evliya Çelebi Seyahatnâme’sinde de yer almış olup klasik Türk hamamlarının mimari özelliklerini taşıyan bir düzenlemeye sahiptir. Kalenin kuzeyinde kaleye çıkan yolun başında bulunan Kale (Acar) Hamamı, Kanûnî Sultan Süleyman’ın kaleyi tamir ettirdiği yıllarda yapılmış ve sonradan yenilenmiş olmalıdır. Kurtuluş mahallesindeki Paşa Hamamı (XVII. yüzyıl), Çarşıbaşı semtinde Demirciler Çarşısı’nda bulunan Tüfekçi Hamamı, özel mülkiyetinde bulunduran şahıs tarafından 1975’te yıktırılan Uzunoluk Hamamı (XVIII. yüzyıl), Kayabaşı semtindeki Çiçekli Hamam (XIX. yüzyıl) ve Divanlı Camii yakınlarında bulunan Divanlı Hamamı (1900), Kahramanmaraş’ın bu konuda hayli zengin olduğunu gösteren örneklerdir.

Türbeler. Kahramanmaraş’ta mimari açıdan fazla dikkat çekici özellikte türbe yapılmamıştır. Taşmedrese’nin doğusunda yer alan kübik kaide üzerinde piramidal çatılı Taşmedrese Türbesi mimari ve şekil bakımından Anadolu’daki örnekler arasında tektir. Güneyden girilen ve Zengî mimarisinin özelliklerinden sayılan geçmelerle süslü basit bir kapıya sahip olan türbenin içi kubbe ile örtülü olup pencere açıklığına yer verilmediği için loştur. İçerisinde özellikleri büyük ölçüde bozulmuş mezarlardan birinin Alâüddevle’nin oğlu Mehmed’e ait olması dolayısıyla bunun 926 (1520) yılı dolaylarında yaptırıldığı tahmin edilir. Kapalı çarşı, Taş Han, bedesten ve tekke kompleksinin bulunduğu yerde, tekkenin güneybatı köşesindeki bölümde yan yana üç mezardan ibaret kısım Tekke Türbesi olarak tanınır. Fazla bir mimari özelliği bulunmayan yapının üzeri düz çatı ile örtülü olup bakımsız haldedir. Öte yandan Hatuniye Camii’nin altındaki Şems Hatun’a ait türbe (915/1509) ve Üdürgücü (İklime Hatun) Camii’nin güneyinde çok sayıda mezarın bulunduğu türbe Kahramanmaraş’taki diğer örneklerdir. Ancak bunların da mimari açıdan kayda değer bir özellikleri yoktur.

Çeşmeler. Kahramanmaraş’ta mahallelere serpiştirilmiş çeşmeler bulunmaktadır. 1902 yılında yaptırılan Küçük Çavuşlu (Restebâiye) Camii’nin yanındaki çeşme Maraş mutasarrıfı Galib Paşa’ya aittir. Öte yandan Kayabaşı’na çıkan cadde üzerindeki 1906 tarihli, Mehmed Ağazâde Sâlih Ağa tarafından yaptırılan Kanlıdere Çeşmesi, Şeyhâdil mahallesinde itfaiye müdürlüğünün karşısındaki 1915 tarihli Şeyhâdil Çeşmesi, 1920 tarihli Uzunoluk Çeşmesi şehrin önemli su tesislerindendir. Gazipaşa mahallesinde Kanûnî Sultan Süleyman döneminde ya da Alâüddevle zamanında yaptırıldığı tahmin edilen bir su kemeri günümüzde hayli harap bir durumdadır. Üzerinde yer aldığı vadiye dikine ve geniş tek kemerle oturtulmuştur. Başlangıç ve bitiş noktalarının arası 125 metreyi bulan kemer, düzgün olmayan yonu taşı ve moloztaştan Horasan harcı kullanılarak yapılmıştır. Kemer, Pınarbaşı’ndan gelen suyu günümüzde mevcut olmayan Yürükselim mahallesindeki depoya aktarıyordu.

Evler. XIX. yüzyıldan kaldığı bilinen ve geleneksel Türk mesken mimarisinin özelliklerini taşıyan evlerin birçoğu yüksek avlu duvarıyla çevrili alanın ortasında, düzgün kesme taştan yapılmış ve daha az sayıda pencere ile biçimlenmiş bodrumlar üzerinde yer alır. Bodrumlar koyu gölgeleriyle güneş sıcaklığının giderildiği, aynı zamanda ahır, helâ, havuz, merdiven boşluğu, kiler, mutfak, depo gibi birimlerin yer aldığı fonksiyonel bir düzenleme gösterir. Üstte harem, selâmlık ve odalardan oluşan bir plana uygun nitelikte, genellikle hafif malzemenin kullanıldığı ince duvarlı, zeminleri taş ya da ahşap döşemeli ev tipleri yaygındır. Evlerin sokağa ya da avluya bakan yüzlerinde güneşin etkisine açık, kışlık gıda ve baharatın kurutulduğu, akşam serinliğinde yemeklerin yendiği iki veya üç yanı açık eyvansı düzenlemelerle zenginleştirilmiş balkon ve sofalar hâkim unsurlardır. Ayrıca balkon ve cumbalara geniş ölçüde yer verilmiş, üzerleri dik meyilli ahşap çatılarla örtülü pek çok ev bulunmaktadır. Bunlardan Aktar Halil Efendi Evi, Cemil Çiftaslan Evi en tipik örneklerdir. XIX. yüzyıl sonlarındaki Ermeni ayaklanması, ardından I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı sırasındaki Fransız ve Ermeni tahribatıyla yangınlar ve depremlere rağmen geleneksel Maraş evleri varlıklarını hâlâ devam ettirmektedir.


BİBLİYOGRAFYA:

Evliya Çelebi, Seyahatnâme, IX, 345-350; Besim Atalay, Maraş Tarihi ve Coğrafyası, İstanbul 1930; Nazmi Sevgen, Anadolu Kaleleri, Ankara 1959, s. 255-258; Maraş İl Yıllığı (1968), Ankara 1968; Celâl Çoğalan - Halit Kurtaran, Her Yönü İle Maraş, İstanbul 1969; Celal Çoğalan, Her Yönüyle Kahramanmaraş, İstanbul 1974; Oktay Aslanapa, Türk Sanatı, Ankara 1990, s. 358, 359, 361, 363; Türkiye Rehberi (haz. Hüsamettin Toros), İstanbul 1971, s. 1389-1394; Hamza Gündoğdu, Dulkadırlı Beyliği Mimarisi, Ankara 1986, s. 32-47, 58-61, 75-76; Değişimin Simgelendiği Kent Kahramanmaraş (haz. Şaziye Karlıklı), İstanbul, ts., s. 73-97; Ârifî, “Maraş ve Elbistan’da Zülkadir (Dulkadir) Oğulları Hükümeti”, TOEM, V/30 (1330), s. 358-377; VI/31 (1331), s. 419-431; VI/32 (1331), s. 509-512; VI/33 (1331), s. 535-552; VI/34 (1331), s. 623-629; VI/35 (1331), s. 692-697; VI/36 (1331), s. 767-768; VII/38 (1332), s. 89-96; Tahsin Özgüç - Mahmut Akok, “Afşin Yakınında Ashab-ı Kehf Külliyesi”, Yıllık Araştırmalar Dergisi, II, Ankara 1968, s. 62-70; M. Zafer Bayburtluoğlu, “Kahramanmaraş’ta Bir Grup Dulkadiroğlu Yapısı”, VD, X (1973), s. 234-250; J. H. Mordtmann - [Mükrimin H. Yınanç], “Dulkadırlılar”, İA, III, 654-662; Şinasi Altundağ, “Dulkadırlıoğulları”, TA, XIV, 114-116; Yılmaz Öztuna, “Maraş”, a.e., XXIII, 285-289; M. Ekrem Üzümeri v.dğr., “Maraş”, Türkiye Ansiklopedisi, Ankara 1976, IV, 98-102; “Kahramanmaraş”, Yeni Rehber Ansiklopedisi, İstanbul 1993, XI, 29-38.

Hamza Gündoğdu