İVAZZÂDE HALİL PAŞA

(ö. 1190/1776)

Osmanlı sadrazamı.

1137 (1724-25) yılında İstanbul’da doğdu. Belgrad’ı 1739’da Avusturyalılar’dan geri alması dolayısıyla “Belgrad fâtihi” diye ün yapan Sadrazam İvaz Mehmed Paşa’nın oğludur. Bu seferde babasıyla birlikte bulundu ve onun sadrazamlığı döneminde dergâh-ı âlî kapıcıbaşılığına getirilerek memuriyet hayatına başladı (16 Cemâziyelevvel 1152 / 21 Ağustos 1739). Bu görevle ve silâhşor unvanıyla mübâşir olarak bazı muhallefât tesbitlerine gönderildi. Bu amaçla gittiği Mısır’dan sonra Hicaz’a da uğrayarak hac farîzasını eda etti. Oradan döndükten sonra 15 Rebîülâhir 1169’da (18 Ocak 1756) mîrâhûr-ı sânîliğe,


aynı yılın 30 Eylülünde mîrâhûr-ı evvelliğe getirildi. 27 Safer 1171’de (10 Kasım 1757) bu görevden azledildikten sonra değişik görevlerle Bağdat ve Şam’a gönderildi. Ağustos 1760’ta çavuşbaşı olan Halil Beyefendi 29 Nisan 1762’de bu görevinden de alındı ve Aralık 1762’de geçimini sağlamak için İstanbul Duhan Gümrüğü eminliğine, 20 Ramazan 1177’de ise (23 Mart 1764) ikinci defa mîrâhûr-ı evvelliğe tayin edildi.

1768 yılında Rusya’ya karşı düzenlenen sefere çıkılırken sadâret kethüdâsına vekâleten İstanbul’da kalan İvazzâde Halil Beyefendi, 15 Rebîülevvel 1183’te (19 Temmuz 1769) üçüncü defa birinci mîrâhur oldu ve ardından orduda “nâmdar vezirler”in bulunmadığı gerekçesiyle 4 Cemâziyelâhir 1183’te (5 Ekim 1769) vezâret verilerek Rumeli beylerbeyiliği pâyesiyle Silistre’ye yardıma gönderildi (TSMA, nr. H. 1648, vr. 3b; BA, MD, nr. 168, s. 80: Topkapı Sarayı Müzesi Osmanlı Saray Arşivi Kataloğu: Fermanlar adıyla ilk cildi yayımlanmış olan TSMA belgeleri katalogundaki [nr. E 7913] belge özetinde, İvazzâde Halil Paşa’ya 26 Şâban 1182 / 5 Ocak 1769’da vezâretle Hotin sancak beyliği verildiği belirtilmişse de, bu zatın bir başka İvazzâde olduğu tesbit edilmiştir). Sadrazam Moldovanî Ali Paşa’nın Hotin önlerinden çekilmesi ve bu kalenin elden çıkması üzerine de kendisine sadrazamlık yolu açıldı. III. Mustafa, babası Hacı İvaz Paşa’dan gelen şöhretinden de yararlanmayı düşünüyordu. İstanbul’da 13 Şâban 1183’te (12 Aralık 1769) verilen tayin kararı üç gün sonra mührün teslimiyle fiilen gerçekleşmiş oldu. Halil Paşa o sırada Hacıoğlupazarı’nda bulunuyordu. 17 Aralık’ta Babadağı’ndaki ordugâha ulaşan yeni sadrazamdan, burada okunan hatt-ı hümâyunda kendisinin “istiklâl-i tâm üzere vekîl-i mutlak” olduğu vurgulanarak fetihler için gayret göstermesi isteniyordu (BA, MD, nr. 167, s. 3).

İvazzâde Halil Paşa’nın sadâreti zamanı, 1768’de başlayan Osmanlı-Rus savaşındaki iki büyük başarısızlığın gerçekleştiği dönem olmuştur. Bunlardan ilki 6-7 Temmuz 1770 gecesinde vuku bulmuş ve Çeşme Limanı’ndaki Osmanlı donanması Ruslar tarafından yakılmıştır (DİA, VIII, 288-289). Denizlerdeki çarpışmalar için müdahalesi söz konusu olmayan sadrazamın dönemindeki ikinci olumsuz gelişme serdâr-ı ekrem olarak idare ettiği, ancak Rus kuvvetleri karşısında yenilgiye uğrayarak ordugâhı terketmek zorunda kaldığı Kartal (Larga) Muharebesi’dir (2 Ağustos 1770). Osmanlı ordusunun verdiği zayiat kadar geri dönüş sırasında yaşanılan tehlikeli vaziyet üzerinde duran tarihçilerin belirttikleri taktik hatası, taşkın suları sebebiyle köprü kurulamadığı halde Tuna’dan karşıya geçilmesidir. Sadrazamın buradaki birtakım kusurlarını sıralayan çağdaşı bazı tarihçiler ise bu çarpışmayı “Halil Paşa inhizamı” adıyla anmışlardır. Kartal hezimeti, İstanbul’a ordugâhtan yazılan 20 Rebîülâhir 1184 (13 Ağustos 1770) tarihli ayrıntılı bir mahzarla duyuruldu (Sadullah Enverî, I, 118a-121b). Ayrıca Halil Paşa doğrudan padişaha yazdığı arîzada açık bir şekilde, “Bu askerle iş görülmez” diyerek barış görüşmelerine başlanması isteğinde bulunmuştur (TSMA, nr. E 1850/6). Nitekim daha sadâretinin ilk gününde Ahmed Resmî’nin kendisine sunduğu Lâyiha’da (İÜ Ktp., TY, nr. mükerrer 419/1, vr. 1b-11a) belli başlı aksaklıklar sıralanmış ve askerin içinde bulunduğu durum, “Orduda âvâre gezenler hâlidir” başlığıyla verilmişti.

III. Mustafa, İvazzâde Halil Paşa’yı hemen görevden almadı ve gelişmeleri kader olarak kabullendi. Daha sonra sadrazam diğer kalelerin savunmasına yönelik tedbirler almaya çalıştıysa da İsmâil ve Bender gibi bazı kaleler fazla karşı koyamadan Ruslar’ın eline geçti. İbrâil Kalesi ciddi bir savunma ile bir süre daha işgalden kurtuldu. Rus orduları kumandanından gelen barış teklifi İstanbul’dan karşılık alamadı. Sefer mevsiminin sona ermesi ve ordunun kışlamak için Babadağı’na yönelmesinden hemen sonra Sadrazam Halil Paşa görevinden alındı. 2 Ramazan 1184 (20 Aralık 1770) tarihinde gelen hatt-ı hümâyunla kendisinden mühür alınan Halil Paşa’nın göreve geldiği günden beri bir işte muvaffak olamadığı belirtilmekte, yeni sadrazam Silâhdar Mehmed Paşa’nın tayin fermanında ise selefi pek çok kusur ve kabahatle, bu arada vaktini “müteallikat ve hevâsına sarfetmek”le suçlanmaktaydı (BA, MD, nr. 168, s. 1). İvazzâde Halil Paşa, hazineye olan epeyce yüklü borcuna rağmen müsâdereye uğramadan fakat vezirliği kaldırılarak mecburi ikametle Filibe’ye gönderildi (BA, MD, nr. 169, s. 2). Bu müsamahalı davranışlarda, onun dairesinde yetişerek Enderun’a alınan ve Dârüssaâde ağalığına kadar yükselen Bilâl Ağa’nın etkisinin bulunduğu düşünülebilir.

Halil Paşa’nın tekrar vezir yapılarak Eğriboz sancağına tayin edilmesi, Sadrazam Muhsinzâde Mehmed Paşa’nın aracılığıyla 5 Şevval 1187’de (20 Aralık 1773) gerçekleşti. 8 Receb 1188’de (14 Eylül 1774) buna Karlıili sancağı arpalık olarak ilâve edilerek yerinde bırakıldı. Halil Paşa daha sonra değişik yerlerde görev yaptı; kardeşi İbrâhim Beyefendi’nin şeyhülislâm olmasından sonra 23 Zilhicce 1188’de (24 Şubat 1775) Hersek sancağıyla birlikte Bosna beylerbeyiliğine, onun azlinin ardından 28 Cemâziyelâhir 1189’da (26 Ağustos 1775) Kavala ilâvesiyle Selânik sancak beyliğine, 14 Şâban 1190’da (28 Eylül 1776) Sivas beylerbeyiliğine tayin edildi. Buraya gitmek üzere hasta bir


halde yola çıktıysa da Korupazarı kazasına vardığında 9 Zilkade 1190 (20 Aralık 1776) günü vefat etti (BA, D. BŞM, Muhallefât Halîfesi, dosya nr. 59/68). Halil Paşa’nın mezarının Nallıhan yakınlarında bulunması kuvvetle muhtemeldir.

İvazzâde Halil Paşa’nın şahsiyeti hakkında belirtilen görüşlerin ortak noktası, onun keyfine düşkün biri olduğu ve israfa varan cömertliğidir. Şem‘dânîzâde biraz ağır ifadeler kullanırken (Müri’t-tevârîh, II/B, s. 58), Vâsıf hem bu tür bilgilere yer vermekte (Târih, II, 133), hem çelebiliğini hem de nazik mizaçlı olduğunu belirtmektedir (a.e., vr. 49a). Sadrazam olduktan kısa süre sonra kethüdâlığından azlettiği, fakat sadâretinin son aylarında yine kethüdâsı olan Ahmed Resmî Efendi, daha ılımlı olarak Halil Paşa’yı “avucu delik” ifadesiyle niteleyerek onun aslında kötü biri olmadığından söz eder (Hulâsatü’l-i‘tibâr, s. 47). Vefat ettiğinde borçları terekesinden fazla çıkmıştı. Son tayin yeri olan Sivas’a giderken yanında yaklaşık seksen cilt kitabı bulunmaktaydı (BA, D. BŞM, Muhallefât Halîfesi, dosya nr. 59/68).

BİBLİYOGRAFYA:

TSMA, nr. E. 769/31-49, 1850/1-7, 4858, 7067, 7913, 10099, 12258; nr. H. 1648, vr. 3b; BA, HH, nr. 283; BA, MD, nr. 166, s. 158, 209, 251, 270, 334; nr. 167, s. 2, 3; nr. 168, s. 1, 80, 114, 368; nr. 169, s. 2; nr. 170, s. 79-80, 204-205; nr. 182, s. 203-204; BA, A. DVN, Mühimme Kalemi, nr. 955, tür.yer.; BA, Ali Emîrî, III. Mustafa, nr. 2679, 3573, 3632; BA, Ali Emîrî, I. Abdülhamîd, nr. 1533; BA, Cevdet-Zabtiye, nr. 3449; BA, Sadâret Mektubculuğu Defterleri, nr. 1, s. 30; BA, Dîvân-ı Hümâyun, Tahvîl Defterleri, nr. 16, s. 2, 28, 79, 230; BA, A. RSK, nr. 1588, s. 28, 103, 110, 183; nr. 1623, s. 124; nr. 2851/99; BA, D. BŞM, Muhallefât Halîfesi, dosya nr. 59/68; nr. 60/39, 42, 54; nr. 73/37; Rûzmerre, İÜ Ktp., TY, nr. 3580, vr. 34b; İzzî, Târih, İstanbul 1199, vr. 240b; Kesbî Mustafa Efendi, İbretnümâ-yı Devlet, Millet Ktp., Ali Emîrî, Tarih, nr. 484, vr. 57b-59a; Hâkim Mehmed, Târih, Arkeoloji Müzeleri Ktp., nr. 483-484, I, 247, 434-436, 460, 464-465, 482; II, 56, 547, 632, 642; Şem‘dânîzâde, Müri’t-tevârîh (Aktepe), I, 156; II/A, s. 63, 115-116; II/B, s. 4, 16, 19-20, 27, 41-60, 111; III, 61, 79; Mehmed Hasîb Rûznamesi (haz. Süleyman Göksu, yüksek lisans tezi, 1993), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, vr. 2b, 3a-b, 5b-6a; Ahmed Resmî, Lâyiha, İÜ Ktp., TY, nr. mükerrer 419/I, vr. 1b-11a; a.mlf., Hulâsatü’l-i‘tibâr, İstanbul 1286, s. 32-47, 56, 60-61, 63; Arapzâde Râmiz Efendi, Zübdetü’l-vâkıât, İÜ Ktp., TY, nr. 2395, vr. 5a, 15a, 16a-24b; Ayvansarâyî, Vefeyât-ı Selâtîn, s. 101; Sâdullah Enverî, Târih, I, İÜ Ktp., TY, nr. 5994, vr. 85b, 86a-87a, 88b, 92a-99b, 101a, 102a-152b, 376b-377a, 382a; II, Millet Ktp., Ali Emîrî, Tarih, nr. 67, vr. 33b, 56b, 60a-b; Kethüdâzâde Saîd, Târîh-i Sefer-i Rusya, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2143, vr. 7a-9a; Ahmed Câvid, Verd-i Mutarrâ, İstanbul 1271, s. 20-22; Vâsıf, Târih, I, 86, 187, 210, 220, 233; II, 57-134, 282, 291; a.e., TSMK, Hazine, nr.1406, vr. 18a, 26a, 29b, 44b, 48b-49a; Mütercim Âsım, Târih, İstanbul, ts., I, 246; Ferâizîzâde, Gülşen-i Maârif, İstanbul 1252, II, 1583-1595, 1609,1674; Âkif Mehmed, Târîh-i Cülûs-i Sultan Mustafa-yı Sâlis, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2108, vr. 14b, 243a; Sicill-i Osmânî, II, 297-298; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, IV/1, s. 384 vd.; IV/2, s. 411-413; a.mlf. v.dğr., Topkapı Sarayı Müzesi Osmanlı Saray Arşivi Kataloğu: Fermanlar, I. fasikül, Ankara 1985, s. 67; Virginia Aksan, Savaşta ve Barışta Bir Osmanlı Devlet Adamı: Ahmed Resmi Efendi (trc. Özden Arıkan), İstanbul 1997, s. 106, 111, 134, 148-153, 186; Bekir Kütükoğlu, “Ahmed Resmî”, DİA, II, 122; M. Münir Aktepe, “Çeşme Vak‘ası”, a.e., VIII, 288-289.

Fikret Sarıcaoğlu